Bir Yazarın Günlüğü, bizi 20. yüzyılın en büyük edebi dehalarından
birinin özel dünyasında bir gezintiye çıkartıyor. Virginia Woolf’un
ölümünden sonra eşi Leonard Woolf tarafından derlenen bu günlükler, 27
yıl boyunca yazarın en büyük sırdaşı olmuştu. Kendi sanatıyla
fırtınalı ilişkisini, sancılı yaratma süreçleriyle utkulu zafer
sarhoşluklarının birbirini izlediği kendi yazma eylemini, her daim uç
noktalarda yaşadığı acı ve sevinçlerini hep bu defterlere dökmüştü
Woolf. Günlükler Woolf’un yazı alıştırmalarına, yapıtlarının yapı
taşını oluşturan kişi ve olaylara ışık tutarken, hem çağdaşlarının
yapıtları hem de klasikler üzerine düşüncelerini de açıkça ortaya
koyuyor. 1918 yılından başlayan günlükler, yazarın 1941’deki
intiharının üç hafta öncesine dek sürüyor. 20. yüzyılda roman sanatını
dönüştürmüş en büyük ustalardan birinin zihnine girmek, kuşkusuz
yapıtlarını kavrayışımıza da ışık tutuyor.
*
Nasıl da mutluyum, her şeyin bir uçurumun üzerinde uzanan daracık bir
kaldırım olduğu duygusu da olmasa içimde.
Manzara, kendi kendini yazan bir dize gibiydi.
Aşk, gençlikte başlayıp da bir sürü önemli şeye karışan o garip, derin,
asırlık sevecenliklere verdiğimiz ad mıdır?
Aslına bakılırsa, temas ettik birbirimizle; ama derinliklerimize inmedik.
Ama L. ile ben ziyadesiyle mutluyduk, öyle derler ya; hani o an ölüm gelse,
falan filan. Kimse benim mutlulukta kusursuzluğa erişmediğimi söyleyemez.
Mutluluğu yarattıklarında onu biraz kıskanmış olmalı Tanrılar.
Kişilerimi zamana ve rüzgara karşı yerleştirebileceğim bir konum aramakta
haklı olduğumdan eminim. Fakat Tanrım, insanın orayı kazıp, inanarak içine
yerleşmesi ne zor. Dün inanıyordum, bugün gitti.
Mizahi bir antolojiye yüz yaşında olduğunu yazmış. Doğru, hayatı duyguyla
ölçersek.
Yaşlanmaya inanmıyorum. Güneşe karşı duruşunu durmaksızın değiştirmeye
inanıyorum.