Anısına
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı bu yazıyı 21 Ekim
1999 günü saat 09.28 geçe Cumhuriyet'e faksladıktan sonra saat 09.40'da
Ankara'da evinin önünde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını
kaybetti. Akit gazetesi suikastten önce hakkında bir haber yapmış ve
Kışlalı'nın üzerine çarpı atılmış fotoğrafını manşetten vermişti.
Yazı, 22 Ekim 1999 günü Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı.
Çayyolu Engürü Sitesi. 21 Ekim 1999:
Saat 09.28: Cumhuriyet gazetesine 'Kınıyorum' başlıklı yazısını faksladı.
Saat
09.35: Eşi Nilüfer Kışlalı ve minik bebeğini kente indirecek, sonra
derse girecek. 'Nilüfer' dedi, 'Ben arabayı ısıtayım. İki-üç dakika
sonra gelirsiniz.' Evden çıktı.
Saat 09.40!:
Nilüfer Kışlalı, 'Çok neşeli bir sabahındaydı' dedi...
Tuğgeneral
Prof. Yalçın Işımer'i hiç tanımazdım. Önce TV'de gördüm, ardından
gazetelere yansıyan birkaç tümcesini okudum. Ve gönülden alkışladım.
Derken dinci ve gerici çevrelerden yaylım ateşi geldi.
Merak ettim, GATA'daki öğretim yılını açış dersindeki konuşmasının tümünü buldum. Özenle ve giderek artan bir coşku ile okudum.
Kendisine
saygım katlanarak arttı. Ve o konuşmanın tümünü milyonlarca kişinin
okumamış oluşundan dolayı hayıflandım. Özellikle de iki kişiyi üzülerek
kınamak geldi içimden.
Birisi dinci, diğeri ise
''milliyetçi-mukaddesatçı''. Düşüncelerini genelde paylaşmasam da, saygı
duyduğum iki kişiyi. (Sayın Recai Kutan ve Sayın Avni Özgürel).
Ya ''Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oldukları'' için.. Ya da -daha kötüsü- bilerek ''bilmezden geldikleri'' için!
* * *
Sayın
Işımer'in konuşması ''ulus, din ve dil'' bağlantısı üzerine kurulmuş.
Dili çok önemseyen, Tanrı'ya inanan, Kemalist bir düşünürün, büyük bir
birikimini yansıtıyor o konuşma.
Özünde ne diyor?
Başka bir
ulusun diliyle konuşanların, giderek o ulus gibi düşüneceğini..
Ülkemizde, dilimizin Arapça-Farsça sözcüklerden arındırılmasına karşı
çıkanların, Kurtuluş Savaşı'na ve devrime karşı da olumsuz bir tutum
takındıklarını.. Tanrı'ya öz dilimizle ulaşmanın daha kolay olduğunu..
Hazar Türkleri'nin Museviliği benimseyip İbraniceyi öğrenmeleri ile
giderek Yahudileştiklerini.. Arthur Koestler'in belgelediği gibi,
Hitler'in Yahudi soykırımından Macaristan ve Polonya'daki Hazar
Türkleri'nin de nasibini aldığını...
Ve ekliyor:
''- Türkçe ninnilerle büyüdük, dualarımız da Türkçe olacak...''
''- Tanrı her yerdedir, her şeyi bilir. Kuşkusuz Türkçeyi de...''
''-
Din adamları bin yıl boyunca Kuran'ı Türkçeye çevirtmemiş, ibadetin
Türkçe yapılmasına rıza göstermemişlerdir. Atatürk'ten başka hiçbir
devlet adamı neden Türkçe değil de Arapça diyememiştir, bugün de
diyememektedir. Tanrı kişilerin bireysel ihtirasını, ulusal çıkarların
önüne koymasın. Amin...''
''- Tanrı Arabistan sınırlarının çok ötesine taşmıştır. O, evrenin ulu yaradanıdır...''
Bu mudur dine ve inanca saldırdığı öne sürülen konuşma?
* * *
Sayın Işımer dinine de saygılı, diline de. Konuşması, ünlü dilcilerin Türkçe üzerindeki övgülerinden örnekler de içeriyor.
Max
Müller: ''Türkçe, Türk düşüncesinin yaratıcı gücünün eseridir. Bu dil,
insan aklının üstün kudretinin ürünüdür. Türkçe kadar kolay anlaşılan,
zevk verici pek az dil vardır.''
Paul Roux: ''Türkçe akıl ve düşünce dolu, matematiksel bir dildir.''
Molière: ''Şu Türkçe ne hayran olunacak bir dil, az sözcük çok şey söyler.''
Sayın Işımer, keşke Nâzım'ın Ferhat'ının Şirin'e seslenişine de yer verseydi:
''Konuştuğum dil kadar, Türkçem kadar güzelsin!''
Dile saygılı... Dine saygılı.. Ulusa saygılı...
Öyleyse bazı dincilerin ve ''milliyetçi-mukaddesatçı''ların hışmı neden?
* * *
''Atını
dövemeyen semerini döver'' derler. İşte Arap kültürünü İslam adına
Türkiye'ye dayatmak isteyenlerin buldukları semer de şu tümcelerdeki tek
sözcük:
''- Kuran'ı Türkçeye çevirmedi, Atatürk'ün ricasını
yerine getirmedi diye onu aziz kılanlar, şimdilerde Mehmet Akif
Üniversitesi kurma çabasındalar. O üniversiteden çıkan kafalar,
bilinmelidir ki Al-Azhar kafalı adamlar olacaklar. Arabın adamı
olacaklar. Biz bu adamlara adam sen de demeyeceğiz, bu adamları
belleyeceğiz.''
''Belleme'' sözcüğünün sözlük anlamını *Oktay Akbal*
geçenlerde ayrıntılı bir biçimde köşesine aldı. Sayın Işımer'in
''Onları öğreneceğiz ve unutmayacağız'' demek istediği açık. O tümcenin
cumhuriyete inananları uyarmak için konduğu da açık.
Ama
bizimkiler ''belleme''yi sözlük anlamında değil de, ''argo''daki
anlamında değerlendirmekte ısrarlılar. Çünkü Türkçe değil Osmanlıca
düşünmeye alışmışlar. Belki de küfürlü düşünmeye alışmışlar.
Bu
kadar düzeyi yüksek, dili alkışlanacak bir konuşmada ve böyle bir bütün
içinde ''belleme''nin ancak tek bir anlamı olacağını göremiyorlar.
Ya da görmezden geliyorlar...
Çünkü konuşmanın bütününün sırtlarına yüklediği suçlamaya verebilecekleri hiçbir inandırıcı yanıt yok!
Konuşmanın tümünü okumadan konuşmuşlarsa ayıp! Okudukları halde aynı saldırıları yapmışlarsa, daha da ayıp!
Cumhuriyet
gazetesi, General Işımer'in ''Atatürk'üm ve Türkçem'' başlıklı açış
dersi metninin tümünü yayımlamalıdır. Yayımlamalıdır ki, bazıları daha
çok bilinçlensin ve bazıları da daha çok utansın...