Bilinçdışı bizi bizden daha iyi bilir.
Kuramları iyi öğren, ancak yaşayan ruhun mucizesine dokunduğunda onları
bir yana bırak.
Eğer bir bireyi anlamak istiyorsam, ortalama insan hakkındaki tüm
bilimsel bilgileri bir yana atıp, tüm teorileri gözardı ederek tümüyle
yeni ve önyargısız bir tavır benimsemek zorundayım.
Ruhun başka hiçbir şeye indirgenemeyecek kadar kendine özgü bir doğası
vardır.
Bilimsel ruh incelemesinin (psikoloji), geleceğin bilimi olduğuna
inanıyorum. Psikoloji doğa bilimlerinin en genci ve henüz emekleme
evresinde bugün. Bizim için en önemli bilim dalı bu ; gerçektende,
insanoğlu için en büyük tehlikenin açlık, deprem, mikroplar, kanser
olmayıp, yalnızca insanın kendisi olduğu, göz kamaştırıcı bir açıklıkla
ortaya çıkmaktadır. Nedeni ortada: Ruhsal yaraları saracak, etkili bir
çare yok henüz, oysa bu yaralar doğanın en acımasız, en büyük
yıkımlarından daha da yok edicidir ! İnsanı olduğu gibi halkları da
korkutan en büyük tehlike psişik tehlikedir. Beliren genel güçsüzlüğün
nedenleri, bilinçaltını hiç dikkate almaksızın tek bilinçle, ama
yalnızca bilinçle ilgilenilmiş olmasıdır. Bunun sonucu olarak insan için en büyük tehlike, bilinçaltı etkilerin
biriktiği kitleden kaynaklanır ve bilincin akılcı direnmelerini
susturur. Her kitle örgütü, dinamit yığınından farksız gizli bir tehlike
oluşturur. Çünkü buradan, kimsenin istemediği ve hiç. Kimsenin de
engelleyemeyeceği etkiler yayılır! Bu nedenle psikolojinin ve onun
bilgilerinin, buluşlarının yaygınlaşması ve böylelikle insanların
başları üzerinde dolaşan büyük tehlikelerin nereden kaynaklandığını
öğrenmeleri gerekir. İnsanların, modern savaşlar olarak beliren büyük
yıkımlardan kendilerini korumaları herkesin tepeden tırnağa
silahlanmasıyla olmaz! Silah yığınları savaşları gerekli gösterir.
Gelecekte, bilinç setlerini yıkıp kurtularak dünyayı tehlikelere
sürükleyen bilinçaltının yarattığı koşulları yok etmek, daha yeğlenir
bir durum değil midir?
Bilinçaltı ürkütücü bir canavar değildir. Doğal bir organizmadır.
Ancak bilinçli davranışımız işe yaramaz duruma girdiğinde tehlikeli
olabilir. Kendimizi baskı altına aldıkça bilinçaltının tehlikelerine
kendimizi maruz bırakmış oluruz.
Ruh, hem bilinci, hem de bilinçdışını içerir. Bilinç ile bilinçdışı, birbirine
karşıttır, aynı zamanda birbirini tamamlayan iki alandır. Ben ise her iki alana
doğru uzanır. Bilinç alanı, bilinçdışına göre daha dar, daha küçüktür. Bir ada
düşünelim: Adanın suyun yüzünde görülen bölümüne bilinç diyelim, suyun
altında kalan bölümü kişisel bilinçdışı, yeryüzüne oturan tabanı ise, ortak
bilinçdışı olsun. Bilincin ortasında ben oturur, ‘’bilincin öznesidir’’. Bilinç, ruh
içeriğinin ben ile ilişkisini sürdüren işlev ya da eylemdir. Dış ve iç dünyamızdaki
bütün yaşantılarımız, algılanabilmeleri için Ben’den geçmek zorundadırlar.
Bilincimiz, aynı anda birçok şeyi bir arada tutamaz. Kişisel bilinçdışımız bir
hazne gibidir, içeriğine her zaman başvurulabilir, gerektiğinde de bilinç
düzeyine çıkartılabilir; kişisel bilinçdışı aynı zamanda, bastırdığımız, içimize
attığımız yaşantıları da kapsar. Kişisel bilinçdışı, demek ki, unutulmuş,
bastırılmış, bilinçdışı tarafından algılanan, düşünülen ve duyulan nesneyi
kapsar. Ortak bilinçdışındaysa kişiye özgü algılamalar söz konusu değildir.
Ortak bilinçdışının içeriğini, bireysel bilinçdışımızın kendinin edindiği şeyler
oluşturmaz; kalıtımsal bir olgu, soydan gelen bir beyin yapısı sorunudur bu.
Aslında bütün insanların, belki de hayvanların bile paylaştıkları bir mirastır;
bireysel ruhun temelidir. Bilinçdışı, bilinçten çok daha önce doğmuştur. İnsanın
temel davranışlarının bilince dayandığı düşüncesi yanlıştır. Yaşamımızın büyük
bölümünü bilinçdışında geçiririz, ya uyuruz ya da düş kurarız. Yaşamımızdaki
her durumda bilincimiz bilinçdışına bağlıdır, yadsınamaz bu. ’
Dünyanın bu karışık halinde içe bakmaya devam.
Kendi içimizdeki şiddet ile yüzleşmeye devam. İçimizdeki şiddetten öğrenmeye, şefkate dönüşene kadar yanında oturmaya
devam.
Madem gidip silahların önünde duramıyoruz, içimizdeki şiddetin önünde
duralım.