Atatürk, o gün derin bir heyecana
kapılmıştı. En içten, en duygulu konuşmasını da, annesinin mezarı
başında o gün yapmıştır. Zübeyde Hanım, fedakar bir anneydi. Oğlunun
yetişmesinde emsalsiz emekleri geçmişti. Yıllarca oğlunun hasretine
katlanmış, nihayet, onun zaferini gördükten kısa bir süre sonra
ölmüştür.
Mustafa
Kemal Paşa, milletini kurtarmak için hayatını ve bütün varlığını ortaya
koyarken annesiyle yeterince ilgilenememişti. İşte annesinin mezarını
kalabalık bir grupla ilk kez ziyaret ederken, ona göz yaşı döktüren ve
en derinden gelen duygularını söyleten, içindeki bu hisler olmuştur.
Buradaki konuşmasında kısaca annesinin çektiği sıkıntılardan bahseden
Mustafa Kemal Paşa, şunları söylemiştir:
“...Valdemin
ziyamdan şüphesiz pek müteessirim. Fakat bu teessürümü izale ve beni
müteselli eden bir husus var ki, o da anamız vatanı mahv ve harabiye
götüren idarenin artık bir daha avdet etmemek üzere mezar-ı ademe
götürülmüş olduğunu görmektir. Valdem bu toprağın altında, fakat
Hakimiyet-i Milliye ilelebet payidar olsun. Beni müteselli eden en büyük
kuvvet budur. Evet, Hakimiyet-i Milliye ilelebet devam edecektir.
Valdemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna müteahhit olduğum vicdan yeminini
tekrar edeyim. Valdemin medfeni önünde ve Allah’ın huzurunda aht ve
peyman ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin istihsal ve tespit ettiği
hakimiyetin muhafaza ve müdafaası için icab ederse valdemin yanına
gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Hakimiyet-i Milliye uğrunda canımı
vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.”
Mustafa
Kemal’in bu nutku, Karşıyakalıların çok candan tezahüratına vesile
teşkil etti ve halk kendisini çılgın gibi alkışlayarak, “çok yaşa
paşam...Sen çok yaşa..” diye haykırıyordu.