Çektiğim acılar varlığımın inşasının irili ufaklı parçalarıdır. Sadece
düşünmek var etmez insanı; duygularını, ruhunu ve hatta zekasını
geliştiren asıl öğreticiler acılardır. O halde varım çünkü acı
çekmekteyim.
Doğduğum günden beri anlatmak istediklerim var ve elbette asla
anlatmayacaklarım ve anlatıyor gibi yapıp asla anlatmadıklarım. Önce
akciğerlere değen oksijenin yakıcılığıyla başladı ilk acılar, sonra
dünyanın anlamsızlığını düşünüp duran beynimin kıvrımlarındaki
patlamaların elektrik çarpmalarıyla.
Doğduğumu anımsıyorum, ölümü ise düpedüz hatırlıyorum. Bir insan
doğduğunda gözyaşları dökülür sevinçten. Bir insan öldüğünde gözyaşları
dökülür, üzüntüden. Yani hayat boyunca değişmeyen tek şey gözyaşlarıdır
ve yeryüzünde gözyaşları sonsuzdur. Biri ağlamaya başladığında, bir
başka yerde de, bir başkasının gözyaşları diner. Biri doğarken başka
birinin de öldüğü gibi. Geriye kalan sadece gözyaşları ve hiçtir. Ve
arada ağzımızda bir ömür dolandırıp durduğumuz onca laf, kağıtlara
döktüğümüz onca kelime sadece bir tür duygu kalabalığıdır.
Tutsaklığımızdan kurtulmaya çalışmanın beyhude uğraşlarıdır bunlar.
Asla gerçekten bir şey anlatılamaz, ancak bir şeyin hayali
anlatılabilir, kendisi değil. O yüzden anlatmaya değil, anlatmamaya
bakarım. Anlatma derdinden çok anlatmamanın zevkine kurulurum. Ama yine
de hiç susmam, eğer bir gün susarsam, bu artık söylenecek hiçbir şey
kalmadığı içindir, her şey söylenmiş, hiçbir şey söylenmemiş olsa bile.