Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır ve aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir. İnsanlar kötü olmak yerine daha çok iyidir ve gerçekte sorun bu
değildir. Ancak insanlar bir şeyin farkında değillerdir, şu erdem ya da
kusur denilen şeyin; en umut kırıcı kusur, her şeyi bildiğini sanan ve
böylece kendine öldürme hakkı tanıyan cehalettir. Katilin ruhu kördür ve
insan her türlü sağduyudan yoksunsa güzel aşk ve gerçek iyilik diye bir
şey olamaz.
Cıvıl cıvıl gevezelik eden kalabalık kentin üzerine inen alev gibi akşamları dönüşerek son bulan o uzun tutsaklık saatleri bunlar...
Güneş gökyüzünde mıhlandı. Ardı arkası kesilmeyen dalgalar halinde sıcak ve ışık gün boyu kenti kapladı durdu. Kemerli yolların ve apartmanların dışında, kör edici yansımanın değmediği yer kalmamıştı sanki kentte.
Endişeli bir yüreğin en büyük arzusu, sevdiği kişiye sonsuza dek sahip olmak ya da ayrılık zamanı gelip çattığında, bu varlığın ancak buluşma gücüne gelince son bulacak düşsüz bir uykuya dalmasını sağlayabilmektir.
Tanrı tutku sever. bu uzak ilişkiler onun ateşli şefkatine yetmez. sizi daha uzun süre görmek ister, onun sizi sevme tarzı böyledir.
Son olarak, bu dayanılmaz kaçabilmenin tek yolu hayal gücüyle trenleri yeniden harekete geçirmek ve saatleri yine de kararlı bir biçimde sessiz kalan çanların sesiyle doldurmaktı.
Hümanistler; felaketlere inanmıyorlardı. Felaket insana yakışmaz, onun için felaket gerçek dışıdır, geçip gidecek kötü bir rüyadır, denir. Ancak her zaman da geçip gitmez, kötü rüyalar arasında insanlar geçip gider; önlemlerini almadığından da başta hümanistler gider.
İnsanın insandan vazgeçmediği nasılda doğruydu; onun da şu talihsiz insanlar kadar çaresiz olduğu ve yanlarından ayrılırken içini titreten o acıma duygusunu kendisinin de hak ettiği bir gerçektir.
İnsanların vicdanlarıyla hesaplaştıkları saat olan akşamın bu saati, boşluktan başka sorgulayacak hiç bir şeyi olmayan tutsak yada sürgün kişiye zor gelirdi. Onları kısa bir süre kendine bağlardı., sonra bu insanlar yeniden uyuşukluğun içine geri döner, vebanın dört duvarı arasında sıkışıp kalırlardı.
Cıvıl cıvıl gevezelik eden kalabalık kentin üzerine inen alev gibi akşamları dönüşerek son bulan o uzun tutsaklık saatleri bunlar...
Güneş gökyüzünde mıhlandı. Ardı arkası kesilmeyen dalgalar halinde sıcak ve ışık gün boyu kenti kapladı durdu. Kemerli yolların ve apartmanların dışında, kör edici yansımanın değmediği yer kalmamıştı sanki kentte.
Endişeli bir yüreğin en büyük arzusu, sevdiği kişiye sonsuza dek sahip olmak ya da ayrılık zamanı gelip çattığında, bu varlığın ancak buluşma gücüne gelince son bulacak düşsüz bir uykuya dalmasını sağlayabilmektir.
Tanrı tutku sever. bu uzak ilişkiler onun ateşli şefkatine yetmez. sizi daha uzun süre görmek ister, onun sizi sevme tarzı böyledir.
Son olarak, bu dayanılmaz kaçabilmenin tek yolu hayal gücüyle trenleri yeniden harekete geçirmek ve saatleri yine de kararlı bir biçimde sessiz kalan çanların sesiyle doldurmaktı.
Hümanistler; felaketlere inanmıyorlardı. Felaket insana yakışmaz, onun için felaket gerçek dışıdır, geçip gidecek kötü bir rüyadır, denir. Ancak her zaman da geçip gitmez, kötü rüyalar arasında insanlar geçip gider; önlemlerini almadığından da başta hümanistler gider.
İnsanın insandan vazgeçmediği nasılda doğruydu; onun da şu talihsiz insanlar kadar çaresiz olduğu ve yanlarından ayrılırken içini titreten o acıma duygusunu kendisinin de hak ettiği bir gerçektir.
İnsanların vicdanlarıyla hesaplaştıkları saat olan akşamın bu saati, boşluktan başka sorgulayacak hiç bir şeyi olmayan tutsak yada sürgün kişiye zor gelirdi. Onları kısa bir süre kendine bağlardı., sonra bu insanlar yeniden uyuşukluğun içine geri döner, vebanın dört duvarı arasında sıkışıp kalırlardı.