04 Mayıs 2014

Farkındalık "Tekerlek ve Tekerlek İzi"



İnsan şimdiki andaymış gibi görünür ama bu sadece görünüşte böyledir. İnsan geçmişte yaşar. Şimdiki andan geçer ama kökleri geçmişte kalır. Sıradan bilinç için gerçek zaman şimdiki zaman değildir; sıradan zihin için gerçek geçmiş zamandır, şimdiki zaman sadece geçmişle gelecek arasındaki geçittir, anlık bir geçit. Geçmiş gerçektir ve gelecek de öyledir ama şimdiki an sıradan bilinç için gerçek değildir.
Gelecek sadece genişlemiş geçmiştir. Gelecek tekrar tekrar geçmişin yansıtılmasıdır. Şimdiki zaman yokmuş gibi gelir. Şimdiki anı düşünecek olursan onu bulamayacaksın bile çünkü onu bulduğun an geçmiş olur. Bir an önce, onu bulmamışken, o gelecekteydi.
Bir Buda-bilinci için, aydınlanmış bir varlık için yalnızca şimdiki an vardır. Sıradan bir bilinç, farkında olmayan, uykudaki bir uyurgezer için geçmiş ve gelecek gerçektir ve şimdiki an gerçek değildir. Sadece kişi uyandığında şimdi gerçektir ve geçmiş ve gelecek ise gerçek dışı olur. Bu neden böyledir? Neden geçmişte yaşıyorsun? Çünkü zihin biriktirilmiş zihinden başka bir şey değildir. Zihin hafızadır; yaptığın tüm şeyler, rüyasını gördüğün tüm şeyler, yapmayı isteyip yapamadığın tüm şeyler, geçmişte kafanda canlandırdığın her şeydir zihin. Zihin ölü bir mevcudiyettir. Zihnin aracılığıyla bakarsan şimdiyi asla bulamazsın çünkü şimdiki an yaşamdır ve yaşama asla ölü bir şey aracılığıyla yaklaşamazsın. Zihin ölüdür. Zihin bir aynanın üzerini kaplayan toz gibidir. Ne kadar çok tozla kaplanırsa ayna o kadar az ayna gibi olur. Ve eğer toz katmanı senin üzerindeki gibi kalınsa, o zaman ayna yansıtma yapmayacaktır bile. Herkes toz topluyor; sadece toplamıyor ona yapışıyorsun, onun bir hazine olduğunu düşünüyorsun. Geçmiş bitti, neden ona yapışıyorsun? Onunla hiçbir şey yapamazsın, geçmişe gidemezsin, onu silemezsin; neden ona yapışıyorsun? O bir hazine değil. Ve şayet geçmişe yapışır ve onun bir hazine olduğunu düşünürsen elbette zihnin onu gelecekte tekrar tekrar yaşamak isteyecek. Geleceğin modifikasyon yapılmış geçmişten başka bir şey olamaz; birazcık yontulmuş, birazcık dekore edilmiş ama aynısı olacak çünkü zihin bilinmeyen bir şeyi düşünemez. Zihin sadece bilineni tasarlayacaktır, bildiğin şeyi. Bir kadını seversin ve kadın ölür. Şimdi nasıl başka bir kadın bulacaksın? Diğer kadın ölmüş karının modifikasyondan geçmiş bir hali olacaktır; bu senin bildiğin tek yol. Gelecekte yapacağın her ne olursa olsun geçmişin bir devamından başka bir şey olmayacak. Biraz değiştirebilirsin; bir yama oraya bir yama şuraya ama ana kısım olduğu gibi kalır. Ölüm döşeğinde yatarken birisi Nasreddin Hoca'ya sordu: "Sana yeni bir hayat verilse onu nasıl yaşardın Nasreddin? Herhangi bir değişiklik yapar mıydın?" Nasreddin kapalı gözlerle derin derin düşündü, taşındı, evirdi çevirdi, sonra gözlerini açtı ve dedi ki: "Evet, eğer bana yeni bir hayat verilirse saçlarımı ortadan ayıracağım. Bunu hep istemiştim ama babam her zaman yapmamam konusunda ısrar etti. Ve babam öldüğünde de saçlarım artık öyle alışmıştı ki ortadan ayrılmıyordu." Gülme! Yaşamınla ne yapacağın sana sorulursa bunun gibi çok az değişiklik yapacaksın. Burnu birazcık daha değişik bir koca, karından biraz değişik yüzlü bir kadın, biraz daha büyük yahut küçük ev. Ama bunlar saçını ortadan ayırmaktan daha başka bir şey değil, ıvır-zıvır, önemsiz. Özde hayatın aynı kalacak. Bunu çok, çok kereler yapmıştın; özde hayatın aynı kaldı. Pek çok kereler sana yaşam verildi. Pek çok kereler yaşadın; sen çok çok eski dönemlerden kalmasın. Bu yeryüzünde yeni değilsin, bu dünyadan daha da eskisin çünkü başka dünyalarda, başka gezegenlerde de yaşadın. Varoluş kadar eskisin; bu böyle olmalı çünkü sen onun bir parçasısın. Çok eskisin ama aynı kalıbı tekrar tekrar yineliyorsun. Bu nedenle Hindular ona yaşam ve ölüm tekerleği derler; kendisini tekrar edip durduğu için tekerlek. Yinelemedir: Aynı teller yukarı gelip aşağı iniyor, aşağı inip yukarı çıkıyor. Zihin kendisini yansıtır ve zihin geçmiştir, o halde geleceğin geçmişten başka bir şey olmayacaktır. Ve nedir geçmiş? Geçmişte ne yaptın? Her ne yaptıysan —iyi, kötü, şu-bu— ne yaparsan yap kendi tekrarını yaratıyor. Karma teorisi budur. Evvelsi gün kızdıysan dün tekrar kızmak için belli bir potansiyel yarattın. Sonra bunu tekrar ettin, kızgınlığa daha çok enerji verdin. Kızgınlık halini daha da kökleştirdin, suladın; bugün artık onu daha büyük bir güçle, daha çok enerjiyle tekrar edeceksin. Ve yarın yine bugünün kurbanı olacaksın. Yaptığın ve hatta düşündüğün her eylemin kendine has tekrar ve tekrar ısrar etme yolları vardır çünkü bu senin varlığında belli bir kanal açar. Senden enerji emmeye başlar.
Kızgınsın sonra bu hal gider ve sen artık kızgın olmadığını düşünürsün; o zaman işin özünü kaçırırsın. Bu ruh hali gittiğinde hiçbir şey olmadı; sadece teker hareket etti ve yukarıda olan teli aşağıya indi. Kızgınlık birkaç dakika önce yüzeydeydi; kızgınlık şimdi bilinçaltının içine, varlığının derinine indi. O zamanının tekrar gelmesini bekleyecek. Eğer ona uygun davrandıysan onu sağlamlaştırdın. Onun yaşaması için tekrar bir ruhsat vermiş oldun. Ona yeniden bir güç, bir enerji verdin. Toprağın altındaki bir tohum gibi zonkluyor, doğru zamanı ve mevsimi bekliyor ve sonra da filizlenecek. Her eylem kendi kendini yaşatır, her düşünce kendi kendini yaşatır. Onunla bir kez işbirliği yaparsan ona enerji veriyorsundur. Er ya da geç alışkanlığa dönüşecektir. Onu yapacaksın ve bir yapan olmayacaksın; onu sadece alışkanlığın gücüyle yapacaksın. İnsanlar alışkanlık ikinci doğadır derler; bu bir abartı değildir. Aksine o bir azımsamadır! Aslında, alışkanlık birinci doğa olur ve doğa da ikincil hale düşer. Doğa sadece bir kitaptaki bir ek ya da dipnota dönüşür ve alışkanlık da kitabın ana gövdesi olur. Alışkanlık yoluyla yaşarsın; bunun anlamı alışkanlık aslında senin aracılığınla yaşar demektir. Alışkanlığın kendisi ısrar eder, onun kendi enerjisi vardır. Elbette senden enerji alır ama geçmişte sen işbirliği yaptın ve şimdi de işbirliği yapıyorsun. Zamanla alışkanlık efendi sen de yalnızca bir hizmetkâr, bir gölge olacaksın. Alışkanlık emiri, komutu verecek ve sen de sadece itaatkâr bir hizmetçi olacaksın. Ona uymak zorunda olacaksın. Bir Hindu mistik olan Eknath bir kutsal yolculuğa çıkıyordu. Kutsal yolculuk en az bir yıl sürecekti çünkü ülkedeki tüm mukaddes yerleri ziyaret edecekti. Elbette Eknath ile seyahat etmek bir imtiyazdı, o yüzden bin kişi onunla beraber seyahat ediyordu. Kasabanın hırsızı da geldi ve dedi ki: "Biliyorum ki ben bir hırsızım ve senin dini cemaatinin bir üyesi olmayı hak etmiyorum ama bana da bir şans ver. Ben de bu kutsal yolculuğa çıkmak istiyorum." Eknath dedi ki: "Bu zor olacak çünkü bir yıl uzun bir süre ve sen insanların şeylerini çalmaya başlayabilirsin. Sorun yaratabilirsin. Lütfen vazgeç bu fikirden." Ama hırsız ısrarcıydı. "Bir yıllığına çalmaktan vazgeçeceğim ama mutlaka gelmeliyim. Ve sana söz veriyorum, bir yıl boyunca kimseden tek bir şey bile çalmayacağım" dedi. Eknath kabul etti.
Ama bir hafta içinde sorun çıktı ve sorun insanların eşyalarından bir şeyler kaybolmaya başladı. Hatta daha da fazla kafa karıştırıcıydı çünkü kimse bir şey çalmıyordu; bir şeyler birilerinin çantasından kayboluyor ve birkaç gün sonra başka birisinin çantasından çıkıyordu. Kaybolan şeylerin çantasında bulunduğu adam, "Ben hiçbir şey yapmadım. Gerçekten bu şeylerin nasıl olup da benim çantama geldiğini bilmiyorum" diyordu Eknath şüphelendi, bir gece uyuyormuş gibi yaptı ama uyanıktı ve izledi. Gece yarısına doğru, gecenin tam ortasında hırsız belirdi ve bir kişinin çantasındakini ötekiyle değiştirmeye başladı. Eknath onu suçüstü yakaladı ve dedi ki: "Ne yapıyorsun? Ve sen söz vermiştin!" Hırsız da, "Ben sözümü tutuyorum. Ben tek bir şey bile çalmadım. Ama bu benim çok eski bir alışkanlığım... gecenin ortasında eğer bir şeytanlık yapmazsam uyumam imkansızlaşıyor. Ve bir yıl boyunca uyumamak? Sen merhametli bir adamsın. Bana karşı merhametli olmalısın. Ve ben çalmıyorum! Her şey sürekli bulunuyor; bir yere gitmiyorlar da sadece birisinden diğerine yer değiştiriyor. Ve hepsinden öte bir yıl sonra yeniden çalmaya başlayacağım, o yüzden iyi bir pratik de oluyor. "Alışkanlıklar seni belli şeyler yapmaya zorluyor; sen bir kurbansın. Hindular ona karma yasası diyorlar. Yinelediğin her eylem ya da düşünce —çünkü düşünce de zihindeki çok ince bir eylemdir— giderek daha çok güçlenir. Artık onun pençesindesin. O zaman alışkanlıkta hapis olursun. O zaman bir mahkûmun, bir kölenin hayatını yaşarsın. Ve bu hapislik kolay fark edilmez; bu hapishane alışkanlıklarından, koşullanmalarından ve yapmış olduğun eylemlerden yapılmıştır. Tüm bedenini sarmış durumda ve elin-kolun bağlı ama sen hâlâ onu kendin yapıyormuş gibi düşünüyor ve kendini kandırmaya devam ediyorsun. Kızdığında onu kendinin yaptığını düşünüyorsun. Ona bahaneler uydurup koşulların bunu gerektirdiğini söylüyorsun: "Kızmak zorundaydım yoksa çocuk yanlış yola sapacaktı. Kızmasaydım işler kötüye gidecekti ve ofiste her şey bir kaosa dönecekti. Hizmetkârlar söz dinlemeyecek; işleri idare etmek için kızmak zorundaydım." Bunlar bahaneler; egon senin hâlâ patron olduğuna inanmayı bu şekilde sürdürebiliyor. Ama değilsin. Kızgınlık eski kalıplardan, geçmişten gelir. Ve kızgınlık geldiğinde ona bahaneler bulmaya çalışırsın. Psikologlar deneylerler yapmaktadır ve Doğulu ezoterik psikologlarla aynı sonuca ulaşmışlardır: İnsan bir kurbandır, efendi değil. Psikologlar mümkün olan her türlü konforu sağlayıp insanları tamamen tecrit etmişlerdir. Ne ihtiyaçları varsa temin edilmiş ama diğer insanlarla hiçbir temasta bulunmamışlardır. Klimalı hücrelerde hiç çalışmadan, hiç sorun olmadan, hiç belaya karışmadan yaşadılar ama aynı alışkanlıklar devam etti. Bir sabah artık ortada hiçbir neden yokken — çünkü her türlü konfor sağlanmışken, kaygı yokken, kızmak için bir bahane yokken— adam ansızın kızgınlığın içinde kabardığını fark ediyor. O senin içinde. Bazen görünürde hiçbir neden yokken aniden üzüntü gelir. Ve bazen kişi mutlu hisseder, bazen kendinden geçecek kadar mutlu hisseder. Tüm sosyal ilişkilerden yoksun bırakılmış, her türlü konfor içerisinde tecrit edilmiş, her türlü gereksinimi karşılanmış bir adam senin bir ilişkide yaşadığın tüm ruh hallerinin içinden geçiyor. Bu bir takım şeylerin içerden kaynaklandığı anlamına geliyor ve sen onu başkasının boynuna asıyorsun. Bu sadece bir bahane.


İyi hissediyorsun, kötü hissediyorsun ve bu hisler kendi bilinçaltından, kendi geçmişinden kabarıp yükseliyor. Senden başka kimse sorumlu değil. Kimse seni kızdıramaz ve kimse seni mutlu edemez. Kendi kendini mutlu ediyorsun, kendi kendini kızdırıyorsun ve kendi kendini üzüyorsun. Bunu fark etmediğin sürece bir köle olarak kalacaksın.
"Başıma gelen ne olursa olsun kesinkes ben sorumluyum. Koşulsuz olarak her ne olursa olsun kesinlikle ben sorumluyum." Kişi bunu fark edince kendisinin efendisi haline gelir.
Başlangıçta bu senin canını sıkıp üzecek çünkü sorumluluğu başkasına atabilirsen yanlış yapmadığın için kendini iyi hissedebilirsin. Karın saldırgan davranışlarda bulunuyorsa ne yapabilirsin? Kızmak zorundasın.
Ama unutma karın kendi ruhsal mekanizmaları nedeniyle saldırgan davranıyor. O sana karşı saldırgan değil. Sen orada olmasaydın çocuklara saldıracaktı. Çocuklar orada olmasaydı bulaşıklara saldıracaktı; onları yere çarpmış olacaktı. Radyoyu kırmış olacaktı. Bir şey yapması gerekiyordu; saldırganlık geliyordu. Gazete okurken bulunman ve sana karşı saldırması sadece bir rastlantıydı. Yanlış bir zamandaelinin altında bulunman sadece bir rastlantıydı.
 Kızgınsın, karın saldırganlaştığı için değil; o sadece uygun durumu sana sağladı hepsi bu. O sana kızman için bir olasılık, kızman için bir bahane vermiş olabilir ama kızgınlık kabarmaktaydı. Karın orada olmasaydı aynı şekilde kızmış olacaktın; başka bir şeye, bir fikre ama kızgınlık orada olmak zorundaydı. O senin kendi bilinçaltından gelmekte olan bir şeydi.
Herkes kendi varlığından ve davranışlarından sorumludur, tamamıyla sorumlu. Sorumlu olmaktan
başlangıçta çok canın sıkılacak çünkü sen her zaman mutlu olmak istiyor olduğunu düşünmüştün; o halde nasıl olur da kendi mutsuzluğundan sorumlu olabilirsin? Her zaman mutluluktan uçmayı arzuluyorsun, nasıl olur da kendi kendine kızabiliyorsun? Ve bu yüzden sorumluluğu başkalarının üzerine atıyorsun.
Eğer sorumluluğu başkalarına atmaya devam edecek olursan şunu unutma ki bir köle olarak kalacaksın çünkü hiç kimse başka birisini değiştiremez. Başka birini nasıl değiştirebilirsin? Hiç birisi başka birisini değiştirmiş midir? Dünyadaki en az yerine gelmiş dileklerden birisi başka birisinin değişmesini istemektir.
Bunu hiç kimse bugüne kadar yapamadı, bu imkânsızdır çünkü başka bir insan da kendinden menkul bir var oluş sürer; onu değiştiremezsin. Sorumluluğu başkalarının üzerine atmaya devam edersin ama diğerini değiştiremezsin. Ve sorumluluğu başkalarına attığın için de temel sorumluluğun sana ait olduğunu hiç göremezsin. Temel değişiklik kendi içinde gereklidir.

Tuzağa şu şekilde düşersin: Şayet tüm eylemlerinden, tüm ruh hallerinden sorumlu olduğunu düşünmeye başlarsan başlangıçta depresyona gireceksin. Ama bu depresyonun içinden geçebilirsen hemen sonra ışığı hissedeceksin çünkü artık başkalarından özgürleştin. Artık kendi kendine çalışabilirsin. Özgür olabilirsin, mutlu olabilirsin. Bütün dünya özgür ve mutlu olmasa bile fark etmez. Ve ilk özgürlük başkalarına sorumluluğu atmayı bırakmaktır ve ilk özgürlük sorumlu olduğunu bilmektir. O zaman pek çok şey birden mümkün hale gelir.

Başkalarına sorumluluğu atmaya devam edersen unutma ki bir esir olarak kalacaksın çünkü kimse bir başkasını değiştiremez. Kimse bir başkasını bugüne kadar değiştirebildi mi? Sana ne olursa olsun —üzgün hissediyorsun sadece gözlerini kapat ve üzüntünü izle— seni götürdüğü yere kadar izle, onun derinine gir. Sonrasında sebebine varacaksın. Çok uzun yolculuk yapman gerekebilir çünkü tüm hayatın bu işin içinde ve yalnızca bu hayat da değil, pek çok başka hayat da işin içinde. Seni inciten pek çok yara bulacaksın ve bu yaralar nedeniyle üzüleceksin; onlar üzücüdür. Bu yaralar henüz kabuk bağlamadı; kanıyorlar.
Kaynağına gitme, sonuçtan sebebe gitme yöntemi onları iyileştirecek. Nasıl iyileştirir? Neden iyileştirir? Bunda ima edilen olgu nedir? Ne zaman geriye doğru gidersen vazgeçeceğin ilk şey sorumluluğu başkalarının üzerine atmaktır çünkü sorumluluğu başkalarına atıyorsan dışarı doğru gidersin. O zaman tüm süreç yanlıştır, sebebi başka birisinde arıyorsun: "Neden benim karım saldırgan?" O zaman "niçin" sürekli bir biçimde karının davranışına nüfuz eder. İlk adımı tutturamadın ve tüm süreç yanlış olacaktır. "Neden mutsuzum? Neden kızgınım?" Gözlerini kapa ve bunun derin bir meditasyon olmasına izin ver. Yere uzan, gözlerini kapa, bedenini gevşet ve neden kızgın olduğunu hisset. Karını unut gitsin, bu bir bahane; A, B, C, D, her neyse bahaneyi unut. Kendi içinde derine doğru git, kızgınlığa nüfuz et. Kızgınlığın kendisini bir nehir gibi kullan; nehrin içinde ak ve nehir seni içeri doğru götürecek. İçinde çok ince yaralar bulacaksın. Karın sana saldırgan gözüktü çünkü içindeki çok ince bir yaraya, seni inciten bir şeye dokundu. Hep güzel olmadığını düşünmüştün, yüzün çirkin ve içinde bir yara var. Karın saldırganlaştığında yüzünün farkına varmanı sağlayacak. "Git de bir aynaya bak!" diyecek. Bir şey incinir. Karına sadık kalmadın ve o da saldırmak istediğinde onu tekrar gündeme getirecek, "Neden o kadınla gülüşüyordunuz? Neden o kadınla çok mutlu bir şekilde oturuyordunuz?" Bir yaraya dokunuldu. Sadık olmadın, suçlu hissediyorsun; yaran hâlâ taze. Gözlerini kapa, kızgınlığı hisset, onun bütünüyle yükselmesine izin ver ki ne olduğunu tamamıyla görebilesin. Sonra da bırak bu enerji seni geçmişe doğru götürsün çünkü kızgınlık geçmişten geliyor. Gelecekten gelemez elbette. Gelecek henüz var olmadı. Şimdiki andan gelmiyor. Karmanın tüm bakış noktası şudur: Gelecekten gelemez çünkü gelecek henüz yok; şimdiden gelemez çünkü sen şimdinin ne olduğunu bilmiyorsun bile. Şimdi sadece aydınlanmış olanlar tarafından bilinir. Sen sadece geçmişte yaşıyorsun, öyleyse geçmişinden bir yerlerden geliyor olmalı. Yara anılarında bir yerlerde olmalı. Geriye git. Bir tane yara olmayabilir, pek çok olabilir; büyük, küçük. Daha derine in ve ilk yarayı bul, tüm kızgınlıkların orijinal kaynağını. Eğer denersen bulabileceksin çünkü o zaten orada. Orada; tüm geçmişin hâlâ orada. Sarılmış bir film gibi içerde bekliyor. Onu döndür, filme bakmaya başla. Kökteki sebebe doğru geçmişe gitme süreci budur. Ve sürecin güzelliği şudur: Şayet geriye doğru bilinçli olarak gidersen, şayet bilinçli olarak yarayı hissedersen yara hemen iyileşir. Peki neden iyileşir? Çünkü bir yara bilinçsizlik, farkında olmamak tarafından yaratılır. Bir yara cahilliğin, uykunun parçasıdır. Bilinçli olarak geçmişe gidip yaraya baktığında bilinç bir iyileştirme gücüdür. Geçmişte yara gerçekleştiğinde bilinçsizliğin içinde gerçekleşti. Kızgındın, kızgınlık tarafından ele geçirilmiştin, bir şey yaptın. Bir adamı öldürdün ve bunu tüm dünyadan saklıyordun. Polisten gizleyebilirsin, mahkemeden ve kanunlardan gizleyebilirsin ama kendinden nasıl saklayabilirsin? Biliyorsun, o acıtır. Ve ne zaman birisi sana kızman için bir fırsat verirse korkarsın çünkü yeniden olabilir, karını öldürebilirsin. Geri git çünkü birisini öldürdüğün ya da kızgınca ve çılgınca davrandığın an bilinçsizdin. Bilinçaltında bu yaralar korundu. Artık bilinçlen. Geriye gitmek bilinçsizlik halinde yapmış olduğun şeylere bilinçli olarak gitmek demektir. Geri git; sadece bilincin ışığı iyileştirir. O iyileştirici bir güçtür. Neyi bilinçli hale getirebilirsen iyileşecek ve artık canını yakmayacak. Geriye giden bir insan geçmişi serbest bırakır. O zaman artık geçmiş işlemiyordur, o zaman artık geçmiş onu pençelerinde tutmuyordur ve geçmiş bitmiştir. Geçmişin onun varlığında yeri yoktur. Ve geçmişin senin varlığında yeri olmadığında sen şimdi için hazır olursun, asla ondan önce değil. Boşluğa ihtiyacın var; içerde çok fazla geçmiş var, ölmüş şeyler için bir hurdalık, şimdiki anın girebileceği bir boşluk yok. Bu hurdalık devamlı gelecek hakkında rüyalar görüyor, yani bu yerin yarısı artık olmayan şeylerle dolu, diğer yarısı da henüz gerçekleşmemiş şeylerle dolu. Ya şimdiki an? O dışarıda beklemekte. Bu nedenle şimdiki an bir geçitten ibaret, geçmişten geleceğe bir geçit, sadece anlık bir geçit. Geçmişle işini bitir; geçmişle işini bitirmediğin sürece bir hayaletin hayatını yaşıyorsun. Hayatın sahici değil, var olmuyor. Geçmiş senin aracılığınla yaşıyor, sürekli ölüler sana musallat olmaya devam ediyor. Geriye git; ne zaman fırsatın olursa, ne zaman içinde bir şey olursa. Mutluluk, mutsuzluk, üzüntü, kıskançlık; gözleri kapa ve geriye git. Kısa süre sonra geriye doğru seyahat etmede ehil hale geleceksin. Kısa süre sonra geçmişte geriye gidebileceksin ve pek çok yara açılacak. İçinde bu yaralar açılınca bir şeyler yapmaya başlama. Yapmaya gerek yok. Sadece bak, izle, gözle. Yara orada; izleme enerjini yaraya ver, ona bak. Ona hiçbir yargı olmaksızın bak çünkü eğer yargılarsan, eğer, "Bu kötü, bu böyle olmamalı" dersen yara yeniden kendisini kapatır. O zaman gizlenmek zorunda kalacak. Ayıpladığın zaman zihin bir takım şeyleri gizlemeye çalışır. Bilinç ve bilinçaltı bu şekilde yaratılır. Yoksa zihin tektir; bölünmek için neden yoktur. Ama sen ayıplarsın; o zaman zihin de bölmek ve bazı şeyleri karanlığa, bodruma koymak zorunda kalır bu sayede onları göremezsin ve ayıplanmayı gerektirecek bir şey olmaz. Ayıplama, taktir etme. Yalnızca bir tanık ol, bağımsız bir gözlemci. Reddetme. "Bu iyi değil" deme çünkü bu bir reddediş ve bastırmaya başladın. Geride dur. Sadece bak ve izle. Şefkatle bak ve iyileşme gerçekleşecek. Bana neden oluyor diye sorma çünkü o doğal bir olay; bu tıpkı yüz santigrat derecede suyun kaynaması gibidir. Hiçbir zaman, "Neden doksan dokuz derecede değil?" diye sormazsın. Bunu kimse yanıtlayamaz. Sadece yüz derecede kaynaması gerçekleşir. Bir soru yoktur ve soru sormak yersizdir. Doksan dokuz derecede kaynasaydı nedenini sorabilirdin. Doksan sekiz derecede kaynasaydı nedenini sorabilirdin. Yüz derecede suyun kaynaması sadece doğaldır. Aynı şey içsel doğa için de geçerlidir. Tarafsız, şefkatli bir bilinç bir yaraya geldiğinde, yara yok olur, buharlaşır. Bunun bir nedeni yok. Bu yalnızca doğaldır, bu böyledir, bu böyle olur. Bunu söylerken deneyimimden söylüyorum. Dene ve bu deneyim senin için de mümkün. Yöntem budur.


İnsan hakkında anlaşılması gereken en önemli şeylerden birisi onun uykuda olduğudur. O kendisinin uyanık olduğunu düşünse bile öyle değildir. Onun uyanıklığı çok kırılgandır; onun uyanıklığı o kadar zayıftır ki, önemsenmeye bile değmez. Onun uyanıklığı sadece güzel bir isimdir ama tamamen bomboştur.