Yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti
yaşıyordu; eylemlere, acılara ve özverilere hazırdın. Ama yavaş yavaş
anladın ki, dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı
istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir
kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar,
örgü örmeler, iskambil oynamalar ve radyo dinlemelerle yetinip
hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir.
Yüzlerce
değişik ağacın, binlerce tür çiçeğin, sayısız meyve ve sebze türlerinin
olduğu bir bahçe düşleyin. Bu bahçenin sorumlusu olan bahçıvanın da
yenir ve yenemez ayrımından başka bir tanım bilmediğini. Bu durumda
bahçenin onda dokuzu ona göre işe yaramaz, öyle olunca da en güzel
çiçekleri yolup en soylu ağaçları keser, belki de lanetleyip kötü gözle
bakar onlara.
* * *
Ağaçlar benim için her zaman en etkileyici öğütleyiciler olmuşlardır.
Onlara, halklar ve aileler halinde ormanlarda ve koruluklarda
yaşadıkları zaman saygı duyuyorum.
Tek başlarına olduklarında ise, onlara duyduğum saygı daha da artıyor.
Tıpkı kendilerini yaınızlığa mahkum etmiş insanlar gibidirler. Sahip
oldukları herhangi bir zayıf yönden ötürü yaşanan bir yalnızlık değildir
bu; tersine, Beethoven ve Nietzsche gibi, büyüklüklerinde yalnızlaşmış
insanlara benzerler.
Tepelerinde dünyanın uğultusunu duyarlar, kökleri ise sonsuzluktadır; ama onların içinde kendilerini yitirmezler, tam tersine, yaşamlarının tüm gücüyle yalnızca, bir tek şey için çaba gösterirler: Kendi içlerinde varolan yasaları gerçekleştirmek, kendilerini yansıtmak. Güzel ye güçlü bir ağaçtan daha kutsal, daha yetkin bir şey olamaz.
Bir ağaç kesildigi zaman, ölümüne yol açan çıplak yarasını güneşe
tuttuğunda, gövdesi ve mezar taşının aydınlık halkalarında onun tüm
öyküsünü okumak mümkündür: yaş halkalarında ve budaklarında, tüm
savaşımı, tüm acıları, tüm hastalıkları, tüm mutluluk ve gelişimi harfi
harfine yazılıdır, verimsiz yıllar, bereketli yıllar, atlatılan
saldırılar, uzun süren fırtınalar, hepsi! Ve her köylü çocuğu, en sert
ve en soylu odunun, en dar halkalısı olduğunu, dağların yüksek
yerlerinde, süregelen tehlikeler içinde en kuVvetli, en güzel, en sağlam
ve en yetkin ağaçların yetiştiğini bilir.
Ağaçlar kutsal varlıklardır. Onlarla konuşmasını, onları işitmesini bilen, gerçeği de yakalar. Onlar öğretiler ya da hazır reçeteler öğütlemezler, onlar bireyi dikkate almadan, yaşamın en eski yasasını vaaz ederler. Bir ağaç şöyle diyor: İçimde bir öz, bir kıvılcım, bir düşünce saklı, ben ölümsüz yaşamın yaşamıyım. Ölümsüz doga ananın, benimle gerçekleştirmeyi göze aldığı deneyim ve oğul verme çabasının eşi benzeri yoktur. Benim kalıbım ve derimin damarlarının da eşi benzeri yok, doruğumdaki en küçük yaprak oyunu ve kabugumdaki en küçük yara bile benzersiz. Görevim, böylesine belirgin olan bu benzersizlikte sonsuzu yaratmak ve göstermektir.
Ağaçlar kutsal varlıklardır. Onlarla konuşmasını, onları işitmesini bilen, gerçeği de yakalar. Onlar öğretiler ya da hazır reçeteler öğütlemezler, onlar bireyi dikkate almadan, yaşamın en eski yasasını vaaz ederler. Bir ağaç şöyle diyor: İçimde bir öz, bir kıvılcım, bir düşünce saklı, ben ölümsüz yaşamın yaşamıyım. Ölümsüz doga ananın, benimle gerçekleştirmeyi göze aldığı deneyim ve oğul verme çabasının eşi benzeri yoktur. Benim kalıbım ve derimin damarlarının da eşi benzeri yok, doruğumdaki en küçük yaprak oyunu ve kabugumdaki en küçük yara bile benzersiz. Görevim, böylesine belirgin olan bu benzersizlikte sonsuzu yaratmak ve göstermektir.
Bir ağaç şöyle diyor: Gücüm güvenden gelir. Babalarımı bilmiyorum, her
yıl benden doğan binlerce çocuğumu da tanımıyorum. Tohumlarımın gizini
sonsuza dek taşıyacağım, tek düşüncem bu. Tanrı'nın içimde olduğuna
güveniyorum. Görevimin kutsallığına güveniyorum. Bu güvenle yaşıyorum.
Üzgün olduğumuzda ve yaşama katlanamadığımız zamanlarda bir ağaç bize şunu diyebilir: Sessiz ol! Sakin ol! Bana bak! Yaşam kolay değil, yaşam zor da değil! Bunlar çocukça düşünceler. Tanrı'yı konuştur içinde, o zaman onlar susarlar. Yolun, seni annen ve yurdundan ayırdığında korku duyarsın. Ama her adımın ve her günün seni yeniden annene götürüyor. Yurdun orası ya da burası değil. Yurt senin içinde ya da hiç bir yerde.
Biz çocuksu düşüncelerimizden korktuğumuzda, hışırdar ağaç orada
akşamları. Nasıl bizden uzun yaşıyorlarsa, öylesine uzun düşünceleri
vardır ağaçların; uzun soluklu ve sakin. Onların dediğini gerçekten
anlamadığımız sürece, bizden daha akıllı görünürler. Fakat eğer agaçları
duymayı öğrenirsek, işte o zaman özellikle düşüncelerimizin kısırlığı,
aceleciligi ve çocukça telaşının, eşsiz bir neşe kaynağı olduğunu
görürüz. Ağaçların dediğini gerçekten duyabilen kişi, artık ağaç gibi
olmak istemez. O kişi artık oldugundan başka bir şey olmayı da istemez.
İşte bu özüne, vatanına dönüştür. İşte bu mutluluktur.
Bozkır kurdu'nun Düş Yolculukları, 1920
TIK BOZKIRKURDU
“Harry kendi içinde bir 'insan' bulur, düşüncelerden, duygulardan, uygarlıktan, dizginlenmiş ve yüceltilmiş doğadan kurulup çatılmış bir dünyadır bu; ayrıca, bir ‘kurt’ bulur içinde, içgüdülerden, vahşilikten, acımasızlıktan, yüceltilmemiş, yontulmamış doğadan bir dünya bulur. Varlığının böyle açık seçik ikiye ayrılmasına, birbirine düşman iki yarıma bölünmesine karşın, yine de kurt ile insanın bazı mutlu anlarda birbiriyle kardeş kardeş geçindiğini görür. ”
Uçarı bir “yaşam” insanı olmaya kalkışan katıksız bir “düşün” insanının, bu ikilemin gelgitleriyle oradan oraya savrulan yalnız bir ruhun, Bozkırkurdu’nun hikâyesi. Aydın geçinenlerin, bildikleriyle büyüklenenlerin, bilmediklerini küçümseyenlerin, bunu yaparken -bilinçli ya da bilinçsiz- yaşamı kaçıranların yüzüne inen bir tokat.“Bozkırkurdunun, deneysel cesaret anlamında Ulysses ten aşağı kalmayan bir yapıt olduğunu söylemeye gerek var mı? Bozkırkurdu, okumanın ne demek olduğunu uzun zamandır ilk kez hatırlattı bana.”
Thomas Mann
Thomas Mann