21 Aralık 2012

Timsah Sokak Şiirleri - Murathan Mungan

AYNANIN ÖNÜNE BIRAKILMIŞ
Neden ağladığımı bilmiyorum, diyorsun
çünkü bir şeyler değişiyor içinde
kendini ikna etmiyor düştüğün boşluk
bildiklerin başkalaşıyor gözlerinin önünde
yabancılığı öğreniyorsun


gece söndürür hayalet olmaya yetmeyenlerin ışığını
güçlü olmaya benden daha çok ihtiyacın var çünkü haksız olduğunu
kalbinin bir yerinde biliyorsun


gündüzün kepenklerinde duyduğun güven
çelimsiz gölgelerin fısıldadığı
küçük sırlarla büyüyorsun

 zamanın ve aynanın önüne bırakılmış
kısa bir mektup bu belki çok sonra anlayacaksın içindekileri

Ama şimdi okuyorsun...
 Aynı yaşamıyor herkes
Aşkı da, ayrılığı da.
*
 Zaman aldıklarını
Bir daha yerine koymadı.
*
Yıllara kaptırdıklarını olgunluk sanıyorsun.
*
 Hem çok zor, hem çok kolay
vazgeçmeyi öğrendiğin yaşların başlangıçları...
*
 dokunmanın doldurulmaz yeri
sızlıyor şimdi aramızdaki boşlukta.
sen yoksun, ben yokum
koca bir geçmiş şimdi tek başına
alçak sesle konuşmakta...
*
 güçlüyken de
güçsüzken de
kaldığın yerden devam etmenin karanlığı
benzemiyor hiç bir çaresizliğe.
*
 hem çok zor, hem çok kolay
vazgeçmeyi öğrendiğin yaşların başlangıçları.
*
 "Ben ne zaman yalnız kaldım, bilmiyorum
Ne tuhaf, vaktim olmazdı
yalnızlığı bunca bilirken
kendimi hiç yalnız sanmazdım
çevremde hep birileri vardı,
ben hep birilerinin yanındaydım
günler belirsiz bir gelecek için neredeyse kendiliğinden hazırlanırdı
aramızda habersiz gidip gelen gündelik armağanlarla
kendi kendini taşıyan bir ırmağın akıntısında hayat
bizi kendi sahillerimize ulaştırırdı
bazı evlerden taşınırdık, bazı insanlar girip çıkardı hayatımıza
bazı mektuplar alırdık, bazı sözler, çiçek selamları
sonraları bazı tanıdıklarımızın ölümleriyle de karşılaştık
elde olmayan nedenle
sudaki halkalar gibi genişleyen
küçük alınganlıklardan büyük dargınlıklara
vazgeçişler, unutuşlar, kayıplar
birbirimizi çok sevdik hep
yıllarla azala azala

şimdi ne zaman yalnız kaldığımı düşünsem,
yalnız olmadığımı kanıtlamak istiyorum kendime
eskiden iki albüme sığdırdığım hayatım,
şimdi sığmıyor eskilenlerle çoğalmış fotograflara
telefonun başına geçiyorum
alt alta dizilmiş onca ad arasında seken ömür parçası
gün ölüyor meşgul numaralarla
şimdi ne zaman yalnız olduğumu düşünsem,
şimdi ne kadar yalnız...
yalnız olduğumu anlamam için beni hiç yalnız bırakmadınız.

Ben ne zaman yalnız kaldım, bilmiyorum
her zaman yalnızdım, bunu biliyorum
büyücü ellerimin kara sanatı yazı
en çok ben onardım dostlukları, en çok benim elim dikiş tuttu
bağışlamasız sanarken kendimi
en çok ben unuttum kalbimin benden sakladıklarını
tığla içeri çektim takılmış kazakların ipini
denenmemiş başlangıçları göze aldım,
hafifletilmiş hasarları, görmezden gelinen enkazı
mutfağı beklemek hep bana kaldı
bir şiirden bir romandan bir filmden çıkıp
her seferinde aydınlık bir inat gibi yeniden karıştım hayata
hiç el değmemiş gibi yeniden konuk geldim
odalarınıza, ruhlarınıza
buraya

eski aşklarım neredesiniz? Hepinizi çok özledim.
Şimdi birdenbire bir köşeden çıkıp bana,
yalnızca, Merhaba, deseniz,
o zamanlar hiç mutlu etmediğiniz kadar mutlu edersiniz,
bir zamanlar bütün ağladıklarımı geri verebilirim size
sağ olun demenk isterim, sağ olun, sağ olun
sanki beni yeniden sevdiniz
ama biliyorum, pis bir yağmur başlıyor, şemsiyem yok yanımda,
yağmurda yürümekten nefret ederken, yürümekte ısrarlıyım gene de
isterseniz, kederdeki bütünlük, diyelim buna
ne kadar ıslansam, o kadar çıkacağım sanki
bir zamanlar çok daha bütün olduğumu sandığım
o yıkanmış zamanlara...

yeni değil keşfine gençlik verilmiş gerçekler
her zaman yalnızdım
kitaplar kadar yalnız
yalnızca yalnızlığımdan gürültücü bir kalabalık yaptım
herkes için farklı aldanışlar kurtarılmış hayatlar yok pahasına

her zaman yalnızdım
yanardağlar kadar yalnız
ey kafiye sevenler,
şimdi beni gökyüzünde bir yıldız sananlar, yanıldınız!

nankörlük etmeyeyim gene de,
yalnızlığımı daha az hissettiğim anlarım oldu yalnız

evimde hep aynı anda çalar telefonla kapı
gene öyle oluyor; hiç yalnız bırakmazlar beni
yalnızlık bilgisiyle çatılmış arkadaşlıkların korunaklı gölgesinde
yalnızlık için çalar telefonlar kapılar
İstersen bana uğra, ya da, Akşama buluşalım, ölmeden yapacak çok
iş var"
*
 zamanı yıllarla tartanlar
yanılırlar
hiçbir şey tartılmaz başka bir şeyle
hatta çoğu zaman kendiyle bile
yaşanır, içini tohuma bırakır
geçer gider
geçmez sandıkların bile

hiçbir geçen tartılmaz kalanla
neyin kaldığını çoğu kez kendi de bilmezken insan
kimse kimse kimse
sahi kimse
ya da hiç kimse
söylediklerimden çok
sustuklarım
seçtiklerimden çok
reddedilmek için
ne kadar varsam
o kadar kimseyim kendime

güç kötü bir şey
kaderken de
kaldıramazken de
güç kötü bir şey
güçlüyken de
güçsüzken de
kaldığın yerden devam etmenin karanlığı
benzemiyor hiçbir çaresizliğe
kimin kaldığı yer var ki dünyada
kaldım sandığın yer
bizden geçendir çoğunlukla
içimizi parçalaya çoğalta
hâlâ gittiğim sona aceleci adımlarla
bütün iş birinin dediği gibi,
yavaşça acele etmek aslında

ölene kadar yavaşla işte
ölene kadar yavaşla
ne başkalaştırırsan o kadarsın
başkalarının imtihanlarından büyük gelecekler umma

çaresizlik bile bizden bir başkası yapmaya yetmez
bize biçilmiş döngüye katlanırız yalnızca
bir bakıma hiçbir yerdeyiz
bir bakıma yalnızca buradayız
var oluşumuzun ağırlığı altında ezilirken yapayalnız
ait olduğunu sandığın bütün grupların içinde yapayalnız
reddin imkânları sayım kayıpları yoklama kaçakları
sanma ki hayat bizi bekler başka kıyılarda
oysa biz buradayız
halsiz, kanıtsız
yılların neyi tarttığını bile bilmeden
kendi gücümüzün altında azala azala

kollarımız kadar kulaç kalplerimiz kadar sahil
hiçbir adanın almadığı yalnızlarız,
tamamlanmamış haritasında
define ve varlık
geleceğin tarihe dağıttığı kayıplar
bir gün birbirini bulmanın umuduyla

gölgemizle barışmanın uzun yolculuğu: büyümek
kendiyle tanışmayı erteler insan çoğu zaman
hayat yanlışlarla kısalır
başka biri olarak girdiğimiz bir kapıdan
bir diğeri olarak çıkarız
gündeliğe katlanmak için başkalarını kandırırken kendimizi yanıltırız
içimizi denerken yüzeriz farklı yüzlerle kendi içimizde bile
bu yüzden aşk yalnızca bir fikirdir
bu sefer gerçekleştirdiğini sandığın bir fikir
hep öyle oldu bende
hep saklı kaldı içimdeki anahtar
ve hep aynı kilitte kırıldı

fikirler de zamanla değişir
kırıldıkları yerde
kırıldıkları yer her şeyi değiştirir

zamanla bir şey söylemez artık kırılmak bile
sonra başka bir başlangıcın kapısında
aynı korkularla kalakalırız
daha önce de söylemiştim:
kimse yoktur kimsenin kimsesizliğine
her şiirin gizi başka bir şiirle
açıklar kendini
demiştim ya, hep öyle oldu bende
böyle katlandım kimsesizliğe
o birini ararken bile biliyordum
hiç kimse hiç kimse hiç kimse
*
 Aynı ölmüyor herkes
Kimi azala azala

Ağaç geleneği temsil ediyor
Oysa hızlı trenler ölçüyor hayatı
Gecikme bağışlamayan adımlar
Çürük terazilerde ağır çekiyor
Başkalarına benzemenin karanlık imkanları
tartıyor içimizi
kendini kemirirken başarıyla işaretli yollar, yokuşlara sunulan fırsat
Alçak denklem trapezde genleşiyor
Kanına düşen demir, yüklenen adrenalin, kaçınılmaz adres
Zaman bütün başlangıçları eskitiyor
aynı kalmıyor kimse aynı düşünmüyor

Kendini bulmak dünyanın her yerinde zaman alırken
Cunta günlerine verilmiş gençlik
Hayat geri istiyor

Özgürlük dediğin öksüzlüğe kalıyorsun
debisi yüksek nehirler akıp durdu içinde
şimdiki çaresizliğin haksız bir dinginlik
içindeki saf şiir, kendinden hayat yapan toy tedirginlik
yıllara kaptırdıklarını olgunluk sanıyorsun
görünür oluyor dünya yuvarlaştıkça
bütün maceraları kuşatan politika
o zaman da biliyordun, şimdi de biliyorsun
yıllarca başkalarının anlamasını beklediğin gerçeklerin
yasını tutuyorsun

su üstünde sektirir gibi
geçmişe fırlattığın taş
bir başkasının çocukluğuna düşüyor
erkekliğin yeniyetmeliği bitiyor
her yeni aşkla tekrar başa dönüyorsun
o zaman da bilmiyordun şimdi de bilmiyorsun

Aşağılanmanın boy aynasında
Boy ölçüsü alınan cesaret
Hayat birkaç beden önden gidiyor
Kendi gölgende kalıyorsun hep
Kimsesizliğine terzi olmuyor kimse
Neye soyunursan soyun
Memleket kadar giyiniyorsun
Bir bedenin sonunu gören çabuk giysiler gibi
tükene tükene
kendini geçiyorsun
o zaman da biliyordun şimdi de biliyorsun
aynı ölmüyor herkes
teyel yerlerinden kumaş kendini ödüyor
aslına bakacak olursan
kim yaşadığını ne kadar biliyor?
*
 çok zaman sonra oturup
bir fincan kahve içebilmeli insan
eski sevgilisiyle
geride bunu bırakabilmeli
yalnız ya da birlikte çekip giderken bir ilişkiden

her şey dün gibiyken
yıllar geçti
uzakta birbirimizden

cam kenarına oturduğum masadan
yüzüme sokağı vuran tülün gölgesinde
düşünüyorum:
yavaş yavaş anıların da terk ediyor beni
git gide azalıyor
günün birinde
birlikte
bir fincan kahve içebilmenin
sadakati
hayali

neden mümkün olmuyor
ayrılmak
yok pahasına tüketmeden her şeyi

garbage'ın şarkısı:
"cup of coffee"
benim yıllar önce aşkımıza verdiğim
söz gibi, hayal:
yıllar sonra insanın eski sevgilisiyle
hüzün, şefkat ve incelikle bir fincan kahve içebilmesi

neden yıllar sonra bir araya getiremiyor bizi
hüzün, şefkat, incelik ve bir fincan kahve
yalnızca bu kadarına azalmışken
bir zamanlar yaşanan
o büyük aşkın ikindisi

fincanın üzerinden birbirimize bakarken
ikimiz de biliyoruz giden gitti
daha kapıda ayrılacak yollarımız
buluştuğumuz kafeden
kendi hayatlarımıza dağılırken
yine de birbirimizden hatırladıklarımıza değmez mi
o bir fincan kahve
ağzımızda yıllardır zehir zemberek bekleyen

ya da boş ver, en iyisi
garbage dinleyelim ikimiz de
kahvelerimizi içerken kendi evlerimizde
*
 kaç hikayede kıydın kendine
bir aşk için

aşk için söylenmiş bütün sözler yaban
bütün yaralar derin
tekrarlayarak karşılaştırılmaz yaralar
derin

ümitsiz durumlar için
bir yerlerde bulunduğunu sandığın
o bir kaç kelime
mümkün mü

dilin ucu bu kadar uzakken sahibine

-söz dediğin
ancak yarası birbirine benzeyenlere-
sürdürmek için birkaç imkan
uçurum kıymetinde
eksilmek
ne kadar eskitse de

unutulmuş kabuklar
çok eski yaraların izinden
kanamaya başlar yeniden
insanın kendinden bile derin
çok derin

placebo
teselli yerine geçecek ilacı
birbirine benzemeyen günlerin
kaybolmanın kardeşliğinde
kimse kıyamaz kendi azrailine
bekler yabanını ellerin

çırpınmak faydasız
nasıl çıkamazsa insan
kendi gövdesinden dışarı
-çıkamazsın cezan dolmadan
kapatıldığın aşktan-
çünkü aşk hapishanedir
kendini biriktiren
için için ve kendiliğinden
çözülen günü geldiğinde
kilidinden
gün saymayı bilen
kalbin sağlam kanı
sabrın şaman rüyası
bu sefer de hayatta kaldın
eski yaralarının izinden
*
 vahşi bir bitki gibi kendi zehriyle çürümeyi
ayrılıklar öğretti bana

yüzümdeki buz buharlanıyor
camların saydam kayıtsızlığında
bakışlarım dalgın çivi, ölü pencere
daha dündü her şey
zamandaki inkar mı, bendeki yarılma mı
dünyayı bu kadar değiştiren
herkesin gözü önünde
şimdi var oluş kuşkulu,
sessizlik tehlike, anılar cinnet değerinde
yaralı bir hayvan nasıl sığamazsa dünyalara
inanç tazeler gibi
etimden taşıyorum parçalana parçalana

biri öksürecek olsa apartıman aralığında
kapılara fırlıyorum
içimi çarpa çarpa
sonra alt katların birinde kapanan kapı
kopmuş bir halat öylece duruyor yokluğun ağzında

salonun ortasında kara tabut
sessizliğin bütün gücüyle bana bakan
bir ölü kadar kayıtsız, zalim
şu siyah eşya
gün boyu
tuzaktaki bir hayvan gibi bakıyorum
çalsa, çalsa, bir çalsa
bazen başkaları arıyor,
bazen kötü bir şaka ucuzluğunda: yanlış numara
günler, geceler, saatler, aylar
zamanın ne olduğunu en çok ayrılıklar öğretti bana

merdivende ayak sesleri
içimin kapıları açılıyor her seferinde
kimse yok, kimse yok, kimse yok ki,
yalnızlıkta seslerin birbirine ne çok benzediğini
ayrılıklar öğretti bana
sesi taşan radyo, biri kızartma yapmış, erken bırakılmış çöp torbaları,
bazen silinmiş basamaklarda ıslak bez kokusu
yanılmaların ne demek olduğunu da ayrılıklardan öğrendim
zaman gözlerimi değiştirdikten sonra
bir yabancı gibi gördüm
mutsuzluktan bir türlü büyümeyen çocukluğumu
her yıl bütünlemeye kaldığım o uzun yazlar bile öğretemezken bana

ancak yıllar sonra elinden tuttum kendi çocukluğumun
sahip çıktım içimdeki parçalanmaya

sonra ne mi oldu?
hiç, her zamanki gibi
her şey yerini buldu
an etimi dağlarken
elimden tuttu zaman
tenimden sıyırıp aldı yılan gömleğini
bir zamanlar beni kahreden aşkın
en çok ayrılıklar öğretti bana
intiharın hiç değişmeyen ihtimali olduğunu hayatımın

gün günden seyreldi içim
unutmaya başladım
unutmaya başladım
telefon da evdeki herhangi bir eşya gibi
gelip yerleşti gündelikteki yerine
eşyanın zamanla nasıl uysallaştığını
en çok ayrılıklar öğretti bana
kapılar yeniden kapı
basamaklar yeniden merdiven oldular
büyüsünü yitirmiş ayrıntıların ardından
hiçliğe düşmeden anmak geçmişi
her şeye rağmen ayrılıktan önceki kendimize benzemek
her seferinde altın kural, öğrendim:
aşk değil aldanmak kalbin en büyük zaferi
bakmayın bu aşkta boy verdiğine
içimdeki vahşi kederin
kökü bir öncekinde
kendimden budadığım sürgünde
zamanla hiçbir şeyin eskisi kadar acı vermediğini
ayrılıklar öğretti bana
*
 çok sonra yazılır
içinde yaşadığın günlerin şiiri
belleği vardır yaraların
kapandıktan sonra da işleyen
hatta aynı kalmayan kişileri
sökülmüş zamana gönderen
zarfı açar ya da kaparken
adres yanıltmasın sizi
kendinden bile taşınır insan
ne sokağın kalbi, ne kalbin evi
yalnızca şiir kendini seyrediyor şimdi

Artık burada oturmuyor bu şiiri yazan
*
 ...geldiğini biliyorum
ve senin artık eski sen olmadığını
Ben gidiyorum.