Cengiz Aytmatov, Toprak Ana romanında erkekleri
askere alınan bozkırın ortasındaki bir Kırgız köyünde geride kalanların
çektiği sıkıntıları anlatıyor. Eldeki yetersiz yiyeceğin muhtaç olandan
başlanarak dağıtılması, dört gözle beklenen hasat zamanları, umutların
hasat zamanına ertelenmesi, savaş yüzünden ürünün hemen hepsinin
merkezden istenmesi, boşa çıkan umutlar, yine açlık, sefalet, bir yandan
cepheden gelen ölüm haberleri, umutsuz bekleyişler, savaşın uzun
sürmesi üzerine aşağı çekilen cepheye çağrılma yaşı, anaların
evlatlarını bir bir askere göndermesi, ayrılıklar, gözyaşları... Yani
tek kelimeyle ve bütün zulmetiyle; savaş. Cengiz Aytmatov, o her zamanki
berrak ve akıcı üslûbuyla bizleri, adeta insanları öğütür gibi harcayan
savaş düzeneğinin yarattığı trajedilerle sarsıyor.
Seçilmiş sözler
Mutluluk, benim anladığım gerçek mutluluk, yaz yağmuruna benzemez,
umulmadık anda birdenbire boşanmaz insanın tepesinden. Azar azar gelir,
insanın hayata ve çevresine karşı davranışları getirir mutluluğu, azar
azar, birike birike. Gerçek mutluluk böyle doğar…
Gerçek mutluluk, yavaş yavaş, azar azar gelir ve bu bizim hayata bakış açımızla doğrudan doğruya ilgili ve orantılıdır. Mutluluk, birbirini tamamlayan ufak tefek şeylerin birikmesinden doğuyor...
Mutluluk, yaz yağmuruna benzemez.
Umulmadık anda birden bire
boşanmaz insanın tepesinden.
Azar azar gelir.
İnsanın hayata ve çevresine karşı
davranışları getirir mutluluğu,
Azar azar birike birike.
Gerçek mutluluk böyle doğar.
Gerçek mutluluk, yavaş yavaş, azar azar gelir ve bu bizim hayata bakış açımızla doğrudan doğruya ilgili ve orantılıdır. Mutluluk, birbirini tamamlayan ufak tefek şeylerin birikmesinden doğuyor...
Mutluluk, yaz yağmuruna benzemez.
Umulmadık anda birden bire
boşanmaz insanın tepesinden.
Azar azar gelir.
İnsanın hayata ve çevresine karşı
davranışları getirir mutluluğu,
Azar azar birike birike.
Gerçek mutluluk böyle doğar.
İyilik, yola düşen, yoldan toplanan bir
şey değildir. Tesadüfen ele geçen bir şey de değildir. İnsan iyiliği
ancak başka bir insandan öğrenir...
Demiri
nasıl tavında dövmek gerekiyorsa, çekiç darbelerini nasıl soğutmadan
indirmek gerekiyorsa her kelimeyi de öyle tam zamanında söylemek
gerekiyordu. O anı geçince söz soğuyor, katılaşıyor, insanın yüreğine
taş gibi oturuyor ve bu ağırlığı kaldırıp atmak hiç de kolay
olmuyordu...
Bir ananın mutluluğu milletin mutluluğundan doğuyor, aynı kökten olan ağacın dalları gibi bir kökten geliyor...
Bazıları
uğradıkları felaketi pek çabuk unutarak yeni bir yola girmekte hiç
tereddüt etmediler. Bazıları ise geçmişten kopamadı, kopma gücünü
kendinde bulamadı ve umutsuzca çırpınıp durdu olduğu yerde. Aliman işte
bu sonunculardan idi. Olanları unutamıyor, yazgısını kabul edemiyordu.
Bana gelince bağışlanmaz bir hata işlediğimi söyleyebilirim: Zayıf
olduğum için acıma hissimi yenemedim...
Bak
Tolgonay, sen ve ben kim idik? Halkımız sayesinde büyüyüp adam olmadık
mı? Öyleyse iyi ve kara günlerde beraber olacağız, mutluluğu da felaketi
de paylaşmasını bileceğiz. Her şey yolundayken biz de halimizden
memnunduk, şimdi bir felaketle
karşı karşıya isek, herkes kendi başının çaresine baksın diyemeyiz ya.
Geleceğin ne getireceğini kimse bilemezdi ve şimdi olanları düşünüp
üzülmenin de hiçbir yararı yoktu. Önemli olan sonundaki zaferi
kazanmaktı.
Bir insanın kaderi, dağdaki patika gibidir: bazen çıkar, bazen iner,
bazen de dibi görünmeyen bir uçurumun başına gelip durur.Insan tek
başına böyle bir yolda ilerleyemez ama birleşenler, birbirine omuz
verenler her engeli aşarlar.
İşin en korkunç yanı, çocukların neden aç kaldıklarını, niçin yiyecek bulamadıklarını anlayamaması.