Ergenlik çağında, başkalarının bariz ilgisi sebebiyle içe kapanık bir
hal gelmiştiniz. Şimdi ise, artık, pek çok insanın sizinle ciddi ciddi
ilgilenmediğini, herkesin daha ziyade kendisini düşündüğünü bilecek
kadar büyüdünüz.
Şu ana kadar, pek çok konuda yargıçlarınız sizden büyüklerdi. Şimdi,
akranlarınız tarafından yargılanmaya hazır olmalısınız – eğer
akranlarınız olduğunu düşünüyorsanız tabi..
16 yaşında, şüphe edecek kadar büyümüştünüz. Şimdi ise, tekrar inanıp,
şüphe ve inancı etkili bir dengeye getirecek kadar büyüdünüz.
İlk gençlik yıllarınızda, ebeveynlerinizin sizi cezalandırmayı
bırakacakları kadar byümüştünüz. Şimdi ise, siz ebeveynlerinizi
cezalandırmayı bırakacak kadar büyüdünüz.
Zamanında, “Kendini Yenileme” isimli, toplumların, organizasyonların ve
bireylerin çöküşünü ve yenilenmesini ele alan bir kitap yazdım.
Uygarlıkların neden öldüğü ve bazen nasıl kendilerini yeniledikleri
sorusunu, neden bazıları yaşamları boyunca hayat dolu kalırken bazı adam
ve kadınların kuvvetten düşüp zayıfladıkları muammasını araştırdım. Ve
bugün beni düşündüren ikinci söylediğim şey.
İlerleyen yıllarda, bazı yaşıtlarınızın, hatta önemli pozisyonlarda ve
şanslı şartlar içerisinde olanların da, olması gerekenden daha erken
pillerinin bittiğini fark edeceksiniz.
Bunun sebeplerini değerlendirirken, merhametli ve şefkatli olmalı. Belki
hayat onlara çözebileceklerinden daha zor sorunlar sunmuştur. Bu
olabilir. Belki, bir şeyler, kendilerine güvenleri ya da z saygıları
üzerinden derin bir yara açmıştır. Belki, yetişkinlikte yerleşen
kızgınlıklar ve kin onları aşağı çekmiştir.
Başarı anlamında tepeye ulaşamamış insanlardan bahsetmiyorum. Hepimiz
zirveye ulaşamayız, hayatın manası da bu değildir zaten. Ben, öğrenmeyi,
büyümeyi, gelişmeyi, denemeyi bırakmış kişilerden bahsediyorum. Ve bunu
hiç hor görmüyorum. Bazen, sadece devam etmeye devam etmek bile bir
cesaret eylemidir. Ama, olanaklarının ve olasılıklarının çok altında
işlev gören kadın ve erkekler ile ilgili endişe duyarım. Bu olamaz.
Yetişkin hayatlarınıza yerleştikçe, kayıtsızlık, sıkkınlık, artan
müsamahasızlık, kendi rahat alışkanlıklarınıza ve fikirlerinize
hapsolmak gibi tehlikeleri silip atamazsınız. Ünlü bir Fransız yazar
şunu demiştir, “Saatleri, hayatlarının belirli bir noktasında duran
insanlar vardır.”
Kuvvetten düşme tehlikesinin farkındaysanız, telafi edici bazı önlemlere
başvurabilirsiniz. Herhangi bir yaşta yapabilirsiniz bunu. Keyfinizi ve
şevkinizi ölene kadar koruyabilirsiniz. Bununla alakalı çok basit bir
özdeyiş söylemem gerekirse, “ilgili olun.” Herkes ilginç olmak ister,
ama hayat veren ilgili olmaktır. Merakınızı koruyun. Yeni şeyler
keşfedin. Önemseyin. Risk alın. Birşeylere uzanın.
Hayatınız boyunca öğrenin. Başarızlıklarınızdan öğrenin.
Başarılarınızdan öğrenin. Biliyorum ki bazılarınız olacaklardan biraz
korkuyor – hatta birazdan da fazla. Hayatın nasıl darmadağın
olabileceğine dair pek çok – hatta belki gereğinden de fazla – şey
biliyorsunuz. Parlak hayaller sizin sorununuz değil. Ama biri demiştir
ki, “Hayat bir hata yapma ve hataları düzeltme sürecidir.” Kendinizi
ardı ardına sorunlar içerisinde bulduğunuzda, sorun, “bana ne öğretmeye
çalışıyor?” Bazen bu kafa karıştırıcıdır ama Irene Peter’in bugün
belirttiği gibi, kafanız karışmamışsa, besbelli düşünmüyorsunuzdur.
İşlerimizden öğreniriz, arkadaşlarımızdan ve ailelerimizden de. Hayatın
taahhütlerini kabul ederek öğreniriz, hayatın bize sunduğu rolleri
oynayarak (ki bunlar illa ki bizim seçmek isteyeceklerimiz değildir)
öğreniriz. Risk alarak öğreniriz, acı çekerek, eğlenerek, severek
öğreniriz, hayatın aşağılamalarına ağırbaşlılıkla katlanarak öğreniriz.
Olgunluğun dersleri, bilgi ve yetenek edinmek kadar basit şeyler
değildir. Kendi kendine zarar veren davranışlara girmemeyi öğrenirsiniz,
endişeyle enerjinizi tüketmemeyi öğrenirsiniz. Eğer varsa, ki vardır,
gerginliklerinizi yönetmeyi öğrenirsiniz. Öğrenirsiniz ki, kendine
acımak ve küskünlük en zehirli maddelerdir. Dünyanın yeteneği sevdiği
ama karaktere para ödediği sonucuna ulaşırsınız.
Ne kadar memnun etmeye çalışırsanız çalışın, bu dünyada bazı insanların
sizi sevmeyeceğini keşfedersiniz, ki bu, ilk başta sorun yaratan ama
sonra oldukça rahatlatıcı hale gelen bir derstir.
Hayatı an ve an yaşamayı öğrenirsiniz. Hayatın dırdırcı baskılarının
yaşamın asla geri gelmeyecek anlarını bastırmasına izin vermezsiniz.
Bunlar hayatın başlarında öğrenmek için zor derslerdir. Kural şudur:
anlamadan önce yol almanız, çamurluklarınızda göçükler oluşması
gerekmektedir. Norman Douglas’ın söylediği gibi, “Başkalarından
öğrenemeyeceğiniz bazı şeyler vardır, ateşin içinden geçmelisiniz.”
Değiştiremeyeceğiniz şeylere sabırla tahammül edersiniz. Kendinizle
uzlaşırsınız. Everest Dağı’na tırmanan Jim Whitaker’ın söylediği gibi:
“Asla dağı fethetmezsiniz. Ancak kendinizi fethedersiniz.” Karşılıklı
bağımlılık sanatının uzmanı olurusunuz: sevdiğiniz kişilerin
ihtiyaçlarını karşılayarak ve kendinize onlara ihtiyaç duymaya izin
vererek. Doğal, yapmacık olmayan, yılların bozamadığı biri bile
olabilirsiniz – ama bu niteliğe sahip olmak çoğunlukla yıllar alır.
Karmaşık suniliğin ardındaki basitliğe ulaşabilirsiniz.
Sanıyorum ki, gerçekle yüzleşme kapasitesine sahip her adam ve her
kadın, insanların hayatlarında anlam istediğini algılar. Robert Luis
Stevenson bir keresinde şöyle demiştir: “Genç ya da yaşlı, hepimiz son
yolculuğumuzdayız”. Onun bir anlam ifade etmesini istiyoruz.
Tarihin durağan dönemlerinde, anlam, birbirine bağlı topluluklar ve
geleneksel olarak çizilmiş kültürel çerçeveler içerisinde mevcuttu. Bir
topluma doğarak, kocaman bir anlam deposunun mirasçısı olunuyordu. Bugün
böyle bir mirasa güvenemezsiniz. İnsanlar, etrafta kimlik arayışı
içerisinde dolaşıyorlar ama bu artık bedavadan size sunulan bir şey
değil – bu acımasız, geçici, çoğulcu toplum içerisinde değil. Kimliğiniz
kendinizi neye adadığınızdır. Eğer hiçbir şeye adanmış değilseniz,
hiçbir şeye taahhüt etmiyorsanız, tamamlanmamış bir kişisiniz. Özgürlük
ve yükümlülük, hürriyet ve vazife, işte anlaşma. Bugün çok popüler olan
görüş şu, önemli olan gerçekten kim olduğunu bulmaktır, “gerçen sen”i
özgürleştirmektir. Ama kendini bilmek yeterli değildir. Hayatınıza
taahhütlerinizle anlam yüklersiniz – bu taahhüt dininize olabilir, etik
anlayışınıza olabilir, sevdiklerinize, işinize, toplumunuza olabilir.
Gandhi şöyle demiştir “ Neredeyse yaptığınız her şey muhtemelen ufacık,
ehemmiyetsizdir ama yine de onu yapmanız çok önemli olabilir.” Bence,
söylediği şu, çabalarınızın sonucunu bilemezsiniz, ama bir şey sunmak
zorundasınız.
Amaç modern köksüzlük, boşluk ve inançsızlık kaderinden muzdarip
olmamanız, yaşın getirdiği keyifsizliklere, benliğin zorba, hapsedici
hükmüne boyun eğmemenizdir.
İnsanların kendileri dışındaki değerlere yaptıkları taahütler pek çok
şekilde ortaya çıkar – ailelerinde, topluluklarında, herhangi bir insana
ve herkese nasıl davrandıklarında, kendileri için koydukları hedefler
ve standartlarda. Sadece oldukları kişi olarak dünyayı daha iyi bir yer
haline getiren kadınlar ve erkekler vardır. Nezaket, cesaret, sadakat ya
da bütünlük sahibidirler. Bir kamyonetin tekerinin arkasındalar mı, bir
iş mi yönetiyorlar ya da bir aile mi yetiştiriyorlar, bunlar gerçekten
önemsiz ayrıntılardır. Doğruyu, onu yaşayarak öğretirler.
Etik değerlerin daha az gözlenmesinin nedenlerinden biri, bu değerlerin
köklendiği toprağın – aile ve toplumun – modern yaşamın toz toprak
fırtınasıyla uçup gitmiş olmasıdır. Aileler dağılıyor, insanlar
bağlarını kaybediyorlar. Gitgide daha fazla insan bir aidiyet hissi ya
da hiçbirşeye bağlılık olmadan yaşamda sürükleniyor. Toplumu tekrardan
inşa etmek önümüzdeki zorlayıcı görevlerden biri.
Modern dünyada, toplulukların her boyutu, içlerinde, çeşitlilik gösteren
alt toplumlar barındırırlar. Dolayısıya asıl sorun, çeşitliliği
kapsayan bir bütünlüğe ulaşmaktır.
Amaç, çeşitliliği bastırarak bütünlüğe ulaşmak ya da çeşitliliği tahta
çıkarıp bütünlüğü imkansızlaştırmak değil, ikisini de muhafaza etmektir.
Çeşitliliğin her öğesine saygı dyulmalıdır ama her öğe de kendisine
samimi bir şekilde bütüne ne katkı sağlayabileceğini sormalıdır.
“Çeşitliliği kapsayan bütünlüğün” jenerasyonumuzun en yüce görevlerden
biri olduğunu söylemek gerçek dışı olmayacaktır diye düşünüyorum.
Bugün toplumlarımızın bize ihtiyacı var; sadakatimize, anlayışımıza ve desteğimize ihtiyacları var.
Güçlü, hayat boyu süren motivasyonun düşmanlarından biri, oldukça
çocukça bir anlayış olan, çabalarımızın bizi yönelttiği, somut
tanımlanabilir bir hedefimizin olduğudur. Bizde, varmış, ulaşmış
olduğumuz hissini yaratacak bir noktanın olduğuna inanmak istiyoruz.
Yeterince puan topladığımızda kendimizi başarılı adledebileceğeimiz bir
notlandırma sistemi istiyoruz.
Dolayısıyla, hedef olduğunu düşündüğünüz şeye ulaşmak için sürünüyor,
ter döküyor ve trmanıyorsunuz. Ve sonra oraya vardığınızda, ayağa
kalkıyor, etrafınıza bakıyor ve muhtemelen biraz boş hissediyorsunuz.
Hatta belki biraz boştan da fazlası.
Yanlış dağa mı tırmandım diye merak ediyorsunuz.
Ama aslında metafor tamamen yanlış. Hayat bir zirvesi olan bir dağ
değildir. Ya da, bazılarının düşündüğü gibi, cevabı olan bir bilmece
değildir. Ya da final skoru olan bir oyun değildir.
Hayat devam eden bir açılımdır, ve, eğer istersek, bitmeyen bir kendini
keşfetme sürecidir, kendi olanaklarımız ve kendimizi içerisinde
bulduğumuz durumlar arasındaki bitmek bilmez ve öngörülemez bir
diyalogdur. Olanaklardan kastım sadece zihinsel yetenekler değil kişinin
öğrenme, hissetme, merak etme, anlama, sevme ve bir şeyleri hevesle
isteme konusundaki yetenekleridir.
Belki 35, 45 ya da 55 yaşınızda bu olanakların hepsini keşfetmiş
olabileceğeinizi düşünüyorsunuz. Kendinizi kandrmayın. Gerçekte,
tamamıyla oluşturabileceğiniz yetenekler, sizin ve hayatın meydan
okumalarının birbiri üzerindeki etkilerinin sonucu olarak ortaya çıkar
ve meydan okumalar gelmeye hep devam eder. Ve meydan okumalar hep
değişirler.
Yeni yeni algılamaya başladığımız bir şey var; her türlü avantaj ve
fırsata sahip olanların bile nasıl kendi büyümelerine tavan koydukları,
kendi olanaklarını nasıl azımsadıkları ya da nasıl büyümenin getirdiği
risklerden kaçındıkları. Umarım, büyümeye devam edersiniz ve
başkalarının da büyümelerine sebep olursunuz.