02 Eylül 2022

"Bir insan teorisi ve bunun temelini oluşturan bir hayat felsefesine sahip olmayan bir psikoterapiden söz edemeyiz." Viktor Frankl


Frankl'in Tanrı ve Din Anlayışı

Frankl, Yahudi inanç geleneğine bağlı dindar bir aile ortamında yetişmiştir. Gerek toplama kampı deneyimlerinde ortaya koyduğu onurlu mücadelesinde ve gerekse tanrı anlayışında, ailesinden aldığı dini terbiyenin yansımaları açıkça görülür. İnançla ilgili düşüncelerinde alışılagelmişin dışında oldukça karmaşık çıkarımlara sahip bulunduğu için burada Frankl'ın tanrı ve dindarlık ile ilgili görüşlerine sadece ana hatlarıyla değinilecektir.


1986 da kaleme aldığı eserinde Kolbe, görüşlerinden ötürü Franklı, din ile en yakın diyaloğa sahip psikoterapist olarak tanımlar.

Her şeyden önce Frankl, şekilci ve politeist bir din anlayışına karşıdır. Bu nedenle Hıristiyanlığın Baba-Tanrı imajını kabul etmez. Diğer taraftan O, kişisel dindarlığa özel bir önem atfeder. Ona göre din, insanın deruni yaşantısında canlılığını koruyan içsel bir akttır; birey onun bilincinde olmayabilir, dışarıya yansıtmayabilir. Dışarıya yansımaması, dini etkilerin olmadığı anlamına gelmez.

Frankl, Tanrı'nın varlığını mantıksal bir çıkarsama ile delillendirmeye çalışır. 1950'de yayınlanan ve daha sonra 1984 yılında basılan "Der Leidende Mensch" adlı eserinde yer alan “Homopatiens” adlı makalesinde, Varoluş analizine uygun bir Tanrı İspatı (Gottesbeweis) için şu açıklamaları yapar. “İnsan, varoluşunu ancak anlam ve değerlere bağlı gerçekleştirebileceği için bu yönelişi, insan ötesi bir varlığa doğru olmak zorundadır”. “Eğer varsam, anlam'a ve değere yönelik varımdır. Anlam ve değerlere yönelik varolduğuma göre benim değerimden zorunlu olarak daha üstün değerlere sahip bir “şey”e (Etwas) yöneliğimdir. Başka bir ifade ile ben öyle bir şeye yöneliğimdir ki, aslında O, bir “şey” değil, aksine bir “birisi” (Jemand), bir “kişi” (Person) olmak zorundadır. Ancak, bu kişi beni aşan, bir “kişi - üstü” (Überperson) olmalıdır. Bir cümle ile varolduğuma göre, her zaman Tanrı'ya yöneliğimdir" Başka birsözünde Frankl şöyle der: "İnsanın ruhsal derinliğinde güçlü bir özlem hakimdir. Bu şiddetli özlemin, susuzluğun konusu ve hedefi Tanrı'dan başkası olamaz.”

Frankl, tanrı ile ilgili görüşlerini kendine göre sistematize ederek dindarlık ile ilgili görüşlerine de yayar. Tanrı ve dindarlık anlayışında öne çıkan en temel kavram "bilinçdışı" kavramıdır. Bu anlayışa göre her insan farkında olarak ya da olmayarak, fakat kesin olarak Tanrı'yı içselleştirmiştir ve O'na bilinçdışından bağlanmıştır. İnsanın tabiatı gereği bağlandığı Tanrı'yı Frankl, "Bilinçdışı Tanrısı"(Unbewusste Gott) kavramıyla tanımlar. Ona göre böyle bir bağlılıktan doğan kaçınılmaz dindarlık. "Biliçdışı Dindarlık"tır (Unbewusste Religiösität).

Frankl'e göre insanın Tanrıya yönelişi ontolojiktir. Zira bu yönelişin esası ve dinamiği varlığın derinliklerinde saklıdır. İnsanın Tanrıya yönelişi, metapsişik bir ihtiyaca dayanır. Bu ihtiyaç teoretik değil, duygusal olarak anlaşılabilir. Bu düşüncesini Frankl şöyle dile getirir:"Varlığımızın temelinde konusu Tanrıdan başkası olamıyacak derin bir özlem yatar." O'na göre birey, duygusal yapısıyla aşkınlığa ve dolayısıyla Tanrı'ya yol bulur. Ancak bunun dışında Tanrı'ya ulaştıracak başka bir yol daha vardır. Bu yol varoluşsal bir karaktere sahiptir ve kendisini kişisel tercihle ortaya koyar. Bu noktada Tanrı kendisini, bireyin bilincinde düşünülmesi gereken bir zorunluluk olarak değil, düşünülebilecek bir imkan olarak gösterir. Bu nedenle insan inanmaya zorlanamaz. Aksine, kendi varoluşunun ağırlığını inanma tercihinin terazisine atmak zorundadır.Bu değerlendirmesi ile Frankl, insanın Tanrı ile bağlantısını sağlayan bilinçdışı bir yapının varlığına ve bu bağlantının niteliği için imkana dayalı varoluşsal bir tercihin zorunluluğuna işaret etmektedir.

Frankl “Bilinçdışı Tanrısı”, kavramıyla Tanrı'nın bizzat bilinçsiz bir varlık olduğuna değil, Bilinçdışında etkin, insanla canlı ilişkide bulunan yüce bir varlığa işaret ettiğini vurgular. Ona göre bu kavramdan panteist bir netice çıkarılmamalıdır. Zira Bilinçdışı Tanrı düşüncesinde Bilinçdışının ya da benliğin tanrılaşması söz konusu değildir. Diğer taraftan bu kavramla Frankl, Tanrı'nın insanı mekan edindiğini, insanın içinde yaşadığını da kasdetmez. Bilinçdışı Tanrısı ancak etkisi ile insandadır. Vicdan, bu tanrısal etkiden güç alarak insanı iyiye yönlendirir. İster dindar olsun ister olmasın her insan Tanrıyı ruhunun derinliklerinde içselleştirmiştir. Bu içselleştirmede bireyin kendi bilinçli aktivitesi söz konusu olmayabilir.

Frankl, Tanrı'yı bilinçdışına iten anlayışa olduğu kadar, Tanrıyı içgüdüselliğe indirgeyen anlayışa da şiddetle karşı gelir. Jung ve Freud'a bu noktada ağır tenkitler yöneltir.

Jung'un Tanrı anlayışında Tanrı, Kollektif Bilinçdışı'nda etkin Arketiplerden birisidir ve Arketipler dini bir mahiyete sahiptir. ( *) Frankl'e göre Jung bu iddiasıyla Tanrı'yı lokalize etmiş, bilinçdışına hapsetmiştir. Bilinçdışı, istem - dışı ve zorunlu tepkilerin kaynağı olduğuna göre, bilinçdışından zorunlu olarak Tanrı'ya yönelmek durumundadır. Oysa, insanın en temel niteliklerinden birisi tercih ve karar hürriyetine sahip olmasıdır. Frankl Jung'u, dindarlığı bilinçdışının bir karakteristiği saymasından dolayı tenkid eder. Onu, “Ben” katogorisini dinden ayırmakla veya “Ben”e dini bir değer atfetmemekle itham ederek eleştirir. Frankl'e göre dindarlık, kollektif değil, kişiseldir. “Ben” ise kişiliğin şuurlu olan ve dini yaşayan asıl öğesidir. Kişinin dindarlığı veya dinden uzaklığı, “Ben”in tercihine bağlıdır. Yine Frankl, Jung'u, “Arketip” ile ilgili görüşlerinden ötürü, tanrısal etkiyi içgüdüsel etkiye indirgemekle suçlar. Ona göre dindarlık, bilinçdışı içgüdüsel bir yöneliş değil, bilinçli veya Bilinçdışı ruhsal bir yöneliştir. Eğer dindarlığa bir kök aranacaksa bu kök bilindışında değil, Bilinçdışında aranmalıdır. İnsan Allah'a bağlanmaya içgüdüsel olarak zorlanamaz. Dilerse Ona karşı olacak bir tercihte de bulunabilir. Gerçek dindarlık, içgüdüsel bir karaktere değil, tercih ve karara imkan tanıyan bir karaktere sahiptir.

Jung gibi Freud'da dini görüşlerinden ötürü Frankl'ın tenkitlerine maruz kalır. Ona göre Freud dini “Evrensel Obsesyonel Nevroz” (Üniverselle Zwangneurose) olarak kabul edip tanımlaması, psikoloji ile ilahiyat arasındaki diyaloğu derinden yaralamıştır. “Zorlanımlı Nevroz”, (Zwangneurose) ancak hasta ruha ait bir dindarlıkta ortaya çıkabilir. Bunun dışında bastırılmış dindarlığın, kesin olarak nevroza sürükleyeceği beklentisi yanılgılardan ibarettir. Böyle bir netice mutlak değil, muhtemel olabilir. Frankl Freud'u, Tanrıyı “İçselleştirilmiş Baba -İmajı” (Introjizierte Vater - Imago) olarak tanımlamasını da tenkid eder ve Tanrı'nın her türlü babalığın en esaslı örneğini teşkil ettiğini belirtir. 

( *) Frankl'a göre insana mükemmel bir kişilik kazandıran Tanrı'dır. İnsan - Tanrı ilişkisinin bozulmasına hiçbir suretle müsaade edilmemelidir.

Frankl'e göre dindarlık, Mutlak Varlık (Absolut) arkaplanında kendi eksikliğini; tamamlanmışlığını ve göreceliğini tecrübe etmeyi ifade eder. Mutlak varlık hiçbir zaman tam olarak kavranamaz, tasvir edilemez. Çünkü O, aşkın alanda saklıdır. Dindar, güveni aşkın olana yönelme'de arar. Tanrının aşkın alanda saklı bulunması, dindardan kopuk olduğu anlamına gelmez. Frankl'e göre Tanrı susandır. Fakat her zaman çağrılandır; bizzat konuşulamıyandır, fakat her zaman bahsedilendir.

Frankl, din-vicdan ilişkisine büyük önem verir. Ona göre vicdan, akidevi oluşumun merkezi olarak insanın aşkın ve manevi olanla buluştuğu ortamdır. Dindar olmayan insan, vicdanının merkez noktasına mührünü basan aşkınlığın farkında olmayan; onu yanlış anlayan birisidir. Dindar olmayanın da vicdanı ve sorumluluk duygusu vardır. Onda eksik kalan şey, sorumluluğunun nereden geldiğini, varoluşunun asıl kaynağının ne olduğunu sormamasıdır. Dindar olmayan insan bütün gerçekliği, vicdanı ile sınırlar; daha ötesine geçemez. Ona göre cevap vermek zorunda olduğu son mercii vicdanıdır. Oysa vicdan sorumluluğun son mercii değildir. Vicdana belki son merciden bir önceki veroluş denebilir. İnançsız insan, anlam arayışını vicdanen rahat bulduğu noktada sona erdirir. Çünkü onun için daha ötesi yoktur; ötesini sormayı bilmez veya sormak istemez. Bu konumuyla inançsız, dağ zirvesinin bir basamak öncesinde kalmak zorundadır .Frank bu aşamada  dindar ile dindar olmayanı ilginç bir tasvirle birbirinden ayırır.

Dindar ve dindar olmayan dağın zirvesine doğru beraber tırmanır. Ancak zirveye ulaşmadan bir sis tabakasıyla karşılaşırlar. Dindar olan, hiç çekinmeden sisin ötesine ulaşmayı arzular ve sise dalar. Buna karşın dindar olmayan, aynı cesareti gösteremez, ayağının altında hissettiği sağlam zemini terkedip bilinmeze adım atmaktan korkar. Dindarlık insan için karakteristik bir fenomen olmasına rağmen, bireyin bilinçli olarak Tanrı'yı inkara, dinden uzak bir hayata yönelmesinin nedeni, çoğu zaman sisle kaplanmış dağın zirvesine adım atma cesaretinden yoksun olması, sağlam olarak bastığı görünür zemini kaybetmekten korkmasıdır. Dindar olmayanın aksine dindarın sise dalışındaki cesaret, Tanrı'ya olan güven ve inancından kaynaklanır. Dindar olmayan, bu avantajdan tabiatıyla yoksundur.

Frankl'e göre dindar daha derin bir sorumluluk bilincine ve daha derin bir Tanrı tecrübesine sahip olduğu için dindar olmayana göre, daha güçlü bir anlamlılığa kavuşabilir. Çünkü dindar, anlam sorununu ele aldığı anda, kendisine hayat ile ilgili ödevler veren Tanrıyla (Auftraggeber des Lebens) ilişkisini de düşünür. İnançsız insanın sorumluluk kaynağı sadece vicdanıdır. Birey farkında olmasa da aslında sorumluluk hissi, Bilinçdışında gizli bulunan tanrısal etkide kaynak bulur. Sorumluluk duydugu sürece dindar olmayan, bilinçli olarak Tanrıyı reddetse de, varoluşuna aykırı olduğu için Bilinçdışında ruhunun kapılarını Tanrıya kapatamaz. Dindar olmayanın anlam bulabilmesini Frankl, Onun Tanrı ile olan Bilinçdışı ilişkisinin asla çözülemez oluşuna bağlar. Bu avantajına rağmen, inançsızın ulaşabileceği son anlam sınırı, zirve öncesinde kalmaya mahkumdur.

İnançsızın mahkum olduğu zorunlu sınırlama, kendi bilinçli tercihinin doğal bir neticesidir. Oysa gerçek ve ölümsüz anlam, sisli zirvenin ötesindedir.

Genel düşünce sistemini hariç tutarsak, Frankl teorisinin, özellikle terminoloji noktasında bir takım anlaşılma güçlükleriyle karşı karşıya olduğunu bilertmek durumundayız.


En büyük güçlük, teorisini temellendirmede kullandığı genel veya orjinal kavramların maksadına uygun anlaşılmasında ortaya çıkmaktadır. Frankl, açıklamalarında, pek çok anlama gelen kavramları kullandığı gibi, literatürde daha önce yer almamış, çözümlenmesi yapılmamış birtakım kavram ve kavram grupları kullanır. Sinn, Über-Sinn, Geist, Transzendenz, Unbewusst... gibi kavramlar bu anlamda en fazla dikkat çeken kavramlardır. Felsefik altyapısının bir uzantısı olarak hocası Schelerden Logoterapiye aktardığı kavramlarla Frankl, teorisinin daha da karmaşık bir yapı kazanmasına neden olmuştur.

Logoterapi ve Varoluş analizi'nin (Existenanalyse) anlaşılmasını zorlaştıran belli başlı güçlükleri özetlediği için burada Längle'nin eleştirileriyle yetinmeyi uygun buluyoruz : Längle'e göre Frankl teorisi üç açıdan anlaşılma güçlükleri içermektedir.

a) Frankl, görüşlerinde filozofların bile kolayca içinden çıkamadıkları felsefik açıklamalara girişir ve görüşlerini temellendirme yolunda bu tarz açıklamalardan faydalanır. Görüşlerinde göze çarpan kapalılığı ve zorluğu aşmaya yönelik çabaları, çoğu zaman yeterli olmaz.

b) Frankl düşüncesi, Varoluş - Felsefesi tabiatına sahiptir. Bu yönüyle O, konu ile ilgilenenleri olaya katılmaya zorlar. Bu durumda araştırmacı inceleme çabasından çok kendisiyle yüzleşme durumunda kalır. Böyle varoluşsal bir yüzleşmeyi göze almak oldukça zordur. Bu zorluğa katlanmak istemeyen araştırmacı doğal olarak Frankl düşüncesini anlamayabilir, hattâ reddedebilirde.

c) Yukarıdaki güçlükler yanında Logoterapi'nin araştırmacıdan en büyük talebi doğru anlaşılmadır. Logoterapik altyapısı güçlü olmayan araştırmacıların Frankl'in ortaya koyduğu malzemeyi, kendi insiyatifi doğrultusunda kullanması ihtimal dahilindedir. Böyle bir yöneliş, Logoterapik söylemi asıl çizgisinden çıkarabilir. Frankl teorisi bu tarz sapma tehlikeleri ile karşı karşıyadır.

dergipark.org.tr