Gece Mavisi
Salah Birsel, denememizin 'alaybeyi'...
Hangi konuya el atsa, insanin ve hayatin binbir yüzünü gösterirken,
sözcüklerin kravatlarını bir bir çözerek yepyeni tatlarla buluşturur
okuru... Bugün deneme turu edebiyat okurunca benimseniyor ve
seviliyorsa, bunda en büyük pay Birsel`in kuskusuz...
BÜYÜK DÖNEMEÇ
Fransız toplumcu düşünürlerden Roger Garaudy geçen sonbaharda yazdığı Sosyalizmin Büyük Dönemeci adlı kitabıyla Fransa’yı oldukça karıştırdı. Yazar, 1968 yılında yayımladığı Bir Fransız Sosyalizm Örneği İçin (Pour un modèle du socialisme) adlı kitabıyla da bu konunun alanına ayak basıyor ve ne Rusya, ne Çin, ne de Çekoslovakya’nın Fransa’nın geleceğini kurmakta yararlı olamayacağını söylüyordu. Garaudy bu görüşlere varmak için 1968 Mayıs’ında Fransız öğrenci ve işçilerinin Fransız hükümetine kafa tutmasından ve Çekoslovakya’daki olaylardan kimi dersler çıkarmıştı.
Amerika’da saldırgan bir ordunun hizmetine girmeyi istememek eğiliminin gençler arasında pek yaygın bir hale gelmesi de Garaudy’yi çok düşündürtmüştü. Öte yandan Japon gençliğinin Enterprise adındaki Amerikan uçak gemisine karşı yapmış olduğu gösterilerle Batı Almanya Üniversiteleri öğrencilerinin her şeyi yıkıp yeniden kurmak eylemleri Garaudy’ye ışık tutmuştu. Fransız yazarı paraya tapan toplumun "Üretim için üretim", "Yaratmak için yaratmak" formüllerinin artık XX. yüzyıl ya da yakınlaşmakta olan XXI. yüzyıl insanının dertlerine yeterli olmadığını görüyordu. Çağımız insanları bu temellere dayanan bir sanat ve ahlakın karşısındaydılar. Bir kız üniversite öğrencisi, Garaudy’ye yazdığı mektupta şunları demişti:
"Ben kuşkululuğun ne olduğunu anlamış bir kuşaktanım. Bu kuşak, büyüklerinin başlarında geçenlerden sonra kesin bir gerçeği kabul edemez artık. Güvenimiz gene de çok. Ama büyüklerimizin bizim için acı çekmiş olmasını, yaşamlarını bu yolda yitirmiş bulunmasını düşünmek ezici bir sorumluluk. Bu sorumluluk bize ağır bir yük oluyor. Başlarımız üzerine tutulan bahsi boşa çıkarmaya hakkımız yok bizim. Belki gençlerin sabırsızlığını körükleyen nedenler arasında bu çok önemli sorumluluk da vardır."
Garaudy Sosyalizmin Biiyük Dönemeci adlı kitabına "Artık susmanın olanağı yok." sözüyle başlıyor. Çünkü yırtıcı bir "elden geçirme" gereklidir artık. Sosyalistler, sosyalist olmayanlar, sosyalist düşmanları için de gereklidir bu. Garaudy soruyor: "Kapitalist ülkelerin en gelişmişlerinde bile, bu şaşırtıcı değişmeyi insan ilişkileriyle bağdaştırmak için ne yapıldı? Aynı sorunla karşı karşıya olan sosyalist ülkelerde de ne yapılabilmiştir?"
Oysa insanlık tarihi öyle bir aşamaya gelmiştir ki, insan mutluluğu için bir şeyler yapma gereği çıkmaktadır ortaya. Garaudy’ye göre bu aşama üç sonsuzun dize getirilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu üç sonsuzdan biri, atom gücüne söz geçirebilir duruma gelmemizdir. Bu durum "maddenin kontrol altında ayrışması çağını açıyor ve elimize insanların zenginliğiyle olağanüstü gücüne sınır tanımayacak türlü imkânlar veriyor."
Dize getirilen ikinci sonsuz, ilk uzay yolculuklarıyla sağlanmıştır. Bu yolculuklar insanların değişimine "ve belki de kozmosa göçmesine sınır tanımayacak bir ufuk açıyor ve gezegenlerin insanlara koyduğu sınırlar aşılıyor."
Üçüncü sonsuz ise otomatik kontrol ve elektronik beyin alanıdır. Elektronik beyinler "birkaç yıldır insan hesaplarının yerini öylesine alıyor ki, insan beyni yaratıcı görevinde özgür kalıp gelişebiliyor. Beynin gerçek gücü, artık önünde açık duran perspektifler karşısında baş döndürücü bir düş gücünü aşıyor. Her şeyin mümkün olabileceği sanılıp gerçek hayatla, gerçekleşebilecek hayat arasında acı bir fark olduğu duygusu hemen kendini duyuruyor."
Garaudy bu aşamanın istenen değişikliği sağlamamış olmasını bu aşamanın ters biçimde kullanılmasına da bağlayıp şunları söylüyor:
"Atom gücü aslında üretmede değil, yok etmede kullanılmıştır. Uzayda yaratılan olağanüstü destanlar, gitgide büyük devletler arasında, askeri art düşünceler nedeniyle, bir prestij yarışmasına dönüşmüştür." Sosyalizmin Büyiik Dönemeci yazarı, sadece insan çalışmalarının otomatikleşmesine bağladığı umudunu yitirmemiştir. Ama bunun durumu da pek belirgin değildir daha. Bu otomatikleşme "insanlığı bir teknokratik totalitarizmin yeni ayrımlarına mı, yoksa insanı, bütünüyle, eşine rastlanmamış yaratıcı imkânlar yönünden bir özgürlüğe mi götürecektir?" Bütün sorun insanların elini kolunu bağlayjp oturmamasıdır. Bu yeni aşamanın doğurduğu çelişkilerin bilincine varmak ve yeni bir dünyanın ufkunu açacak gerekli girişimlere başlamak zamanı gelmiştir. Yazar bu girişimlere kimin yol açacağı sorusu üzerinde de durmakta ve bu arada Sovyet yöneticilerinin eleştirisine girişmektedir. Ama bu eleştiriler "ayrıcalık gözetilmeksizin yapılmıştır." diyor ve Sovyetizme karşı olmadığını da bir kez daha belirtmek gereğini duyuyor.
Aslını ararsanız Garaudy, bu düşüncelere bir yıl içinde gelmiş değildir. Partisi içinde yıllarca birtakım eleştirilerde bulunmuştur. Ne ki ona: "Parti içinde kalmak koşuluyla, bütün görüşlerini açıklamakta özgürsün." dedikleri halde bu, bir aldatmacadan öteye geçememiştir. Garaudy bu konuda diyor ki: "Parti, yalnızca Siyasal Büro ya da Merkez Kurulu demek değildir ki... Parti, partililerin bütünüdür. Oysa, bu konuda hangi korku, hangi çekingenlikle bilemiyorum, tabanı oluşturan partililere hiçbir zaman hakemlik işini vermediler. Partililere yararlı başağı, karamuktan ayırmayı bilmeyen bir azınlık gözüyle bakıldı. Partinin yayın organlarından hiçbiri... resmî çizgiden ayrılan görüşleri partililerin önüne sermedi. İşte bu kitabı yazmaya ve tartışmaları halkoyu önüne getirmeye beni kararlı kılan da bu oldu."
Nedir, Garaudy’nin kitabı Fransız sollarının saldırısına uğramaktan geri kalmamıştır. L ’Humanité gazetesinin yönetmeni ve Seine-Saint-Denis Milletvekili Bay Etienne Fajon, Garaudy’yi toplumda değişiklik isteyen bir sağcı diye suçlandırdıktan sonra şunları söylemiştir: "Toplumun ilerlemesini üretici güçlerin değişmesine bağlamak ve onu iyelik ilişkileri ile bu ilişkileri değiştirme zorunluğundan ayırmak Marksizmden uzaklaşmak ve technocratiqu bir görüşe yönelmek anlamına gelir." Bay Etienne Fajon, Garaudy’nin parti mekanizmasına karşı söylediklerini de eleştirmiş ve Garaudy’nin çağın gereklerine uymak için önerdiği şeyin, bitmez tükenmez parti tartışmaları ile partinin birbirine düşman bölüklere ayrılmasından başka bir şey olmadığını belirtmiştir. Ama Garaudy, Etienne Fajon’u karşılıksız bırakmamış ve Fransa’ya uygulanacak örnek bir sosyalizmin yeryüzünde bulunmadığım belirttikten sonra "Partimiz Çekoslovakya’ya yapılan askeri müdahaleyi kınadıktan sonra bu davranışın nedenlerini araştırmak, bu davranışın berisindeki siyasal ve kavramsal ilkeleri araştırmak neden suç olsun?" diye sormuştur.
Garaudy bu yılın mart ayında yayımladığı Bütün Gerçek (Toute la Vérité) adlı son kitabıyla da kendisine yöneltilen suçlamaları daha kesin bir dille savmaya çalıştıktan sonra kitabın beşinci bölümüne Emile Zola’mn o ünlü Dreyfus duruşması dolayısıyla yayımladığı Suçluyorum adlı kitabının adını verdikten sonra Sovyet yönetmenlerini sosyalist eylemi baltalamakla suçluyor ve diyor ki: "Lenin ve Ekim Devrimi bu değildi. Nitekim Uzun Yürüyüş ile Çin Devrimi de bu değildir."
Görülüyor ki, bütün bu tartışmalar, bu kaynaşmalar insanların toplumun bugünkü durumu içinde kendilerini mutlu saymamalarından doğmaktadır. Gençlerin, dahası Hippilerin görüşleri de budur. Onun için çağımızın bunluk nedenlerine inmek için başkaldıran üniversitelilerin davranışlarına ve sözlerine önem vermek yerinde olur. Sırası gelmişken, Rudi Dutschke, Wolfgang Lefèvre gibi Alman öğrenci liderleriyle D. Cohn-Bendit, Jacques Sauvageot gibi Fransız öğrenci liderlerinin görüşlerini bir araya getiren bir kitabı okurlarıma salık vermek isterim. Ne İstiyoruz? adını taşıyan bu kitabı Doğan Hızlan hazırlamış, Mehmet Faruk da dilimize çevirmiştir. Kitabın sonunda ayrıca Doğan Hızlan’ın "Türkiye’de Gençlik Hareketleri" adında bir incelemesi de yer almaktadır.
Amerika’da saldırgan bir ordunun hizmetine girmeyi istememek eğiliminin gençler arasında pek yaygın bir hale gelmesi de Garaudy’yi çok düşündürtmüştü. Öte yandan Japon gençliğinin Enterprise adındaki Amerikan uçak gemisine karşı yapmış olduğu gösterilerle Batı Almanya Üniversiteleri öğrencilerinin her şeyi yıkıp yeniden kurmak eylemleri Garaudy’ye ışık tutmuştu. Fransız yazarı paraya tapan toplumun "Üretim için üretim", "Yaratmak için yaratmak" formüllerinin artık XX. yüzyıl ya da yakınlaşmakta olan XXI. yüzyıl insanının dertlerine yeterli olmadığını görüyordu. Çağımız insanları bu temellere dayanan bir sanat ve ahlakın karşısındaydılar. Bir kız üniversite öğrencisi, Garaudy’ye yazdığı mektupta şunları demişti:
"Ben kuşkululuğun ne olduğunu anlamış bir kuşaktanım. Bu kuşak, büyüklerinin başlarında geçenlerden sonra kesin bir gerçeği kabul edemez artık. Güvenimiz gene de çok. Ama büyüklerimizin bizim için acı çekmiş olmasını, yaşamlarını bu yolda yitirmiş bulunmasını düşünmek ezici bir sorumluluk. Bu sorumluluk bize ağır bir yük oluyor. Başlarımız üzerine tutulan bahsi boşa çıkarmaya hakkımız yok bizim. Belki gençlerin sabırsızlığını körükleyen nedenler arasında bu çok önemli sorumluluk da vardır."
Garaudy Sosyalizmin Biiyük Dönemeci adlı kitabına "Artık susmanın olanağı yok." sözüyle başlıyor. Çünkü yırtıcı bir "elden geçirme" gereklidir artık. Sosyalistler, sosyalist olmayanlar, sosyalist düşmanları için de gereklidir bu. Garaudy soruyor: "Kapitalist ülkelerin en gelişmişlerinde bile, bu şaşırtıcı değişmeyi insan ilişkileriyle bağdaştırmak için ne yapıldı? Aynı sorunla karşı karşıya olan sosyalist ülkelerde de ne yapılabilmiştir?"
Oysa insanlık tarihi öyle bir aşamaya gelmiştir ki, insan mutluluğu için bir şeyler yapma gereği çıkmaktadır ortaya. Garaudy’ye göre bu aşama üç sonsuzun dize getirilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu üç sonsuzdan biri, atom gücüne söz geçirebilir duruma gelmemizdir. Bu durum "maddenin kontrol altında ayrışması çağını açıyor ve elimize insanların zenginliğiyle olağanüstü gücüne sınır tanımayacak türlü imkânlar veriyor."
Dize getirilen ikinci sonsuz, ilk uzay yolculuklarıyla sağlanmıştır. Bu yolculuklar insanların değişimine "ve belki de kozmosa göçmesine sınır tanımayacak bir ufuk açıyor ve gezegenlerin insanlara koyduğu sınırlar aşılıyor."
Üçüncü sonsuz ise otomatik kontrol ve elektronik beyin alanıdır. Elektronik beyinler "birkaç yıldır insan hesaplarının yerini öylesine alıyor ki, insan beyni yaratıcı görevinde özgür kalıp gelişebiliyor. Beynin gerçek gücü, artık önünde açık duran perspektifler karşısında baş döndürücü bir düş gücünü aşıyor. Her şeyin mümkün olabileceği sanılıp gerçek hayatla, gerçekleşebilecek hayat arasında acı bir fark olduğu duygusu hemen kendini duyuruyor."
Garaudy bu aşamanın istenen değişikliği sağlamamış olmasını bu aşamanın ters biçimde kullanılmasına da bağlayıp şunları söylüyor:
"Atom gücü aslında üretmede değil, yok etmede kullanılmıştır. Uzayda yaratılan olağanüstü destanlar, gitgide büyük devletler arasında, askeri art düşünceler nedeniyle, bir prestij yarışmasına dönüşmüştür." Sosyalizmin Büyiik Dönemeci yazarı, sadece insan çalışmalarının otomatikleşmesine bağladığı umudunu yitirmemiştir. Ama bunun durumu da pek belirgin değildir daha. Bu otomatikleşme "insanlığı bir teknokratik totalitarizmin yeni ayrımlarına mı, yoksa insanı, bütünüyle, eşine rastlanmamış yaratıcı imkânlar yönünden bir özgürlüğe mi götürecektir?" Bütün sorun insanların elini kolunu bağlayjp oturmamasıdır. Bu yeni aşamanın doğurduğu çelişkilerin bilincine varmak ve yeni bir dünyanın ufkunu açacak gerekli girişimlere başlamak zamanı gelmiştir. Yazar bu girişimlere kimin yol açacağı sorusu üzerinde de durmakta ve bu arada Sovyet yöneticilerinin eleştirisine girişmektedir. Ama bu eleştiriler "ayrıcalık gözetilmeksizin yapılmıştır." diyor ve Sovyetizme karşı olmadığını da bir kez daha belirtmek gereğini duyuyor.
Aslını ararsanız Garaudy, bu düşüncelere bir yıl içinde gelmiş değildir. Partisi içinde yıllarca birtakım eleştirilerde bulunmuştur. Ne ki ona: "Parti içinde kalmak koşuluyla, bütün görüşlerini açıklamakta özgürsün." dedikleri halde bu, bir aldatmacadan öteye geçememiştir. Garaudy bu konuda diyor ki: "Parti, yalnızca Siyasal Büro ya da Merkez Kurulu demek değildir ki... Parti, partililerin bütünüdür. Oysa, bu konuda hangi korku, hangi çekingenlikle bilemiyorum, tabanı oluşturan partililere hiçbir zaman hakemlik işini vermediler. Partililere yararlı başağı, karamuktan ayırmayı bilmeyen bir azınlık gözüyle bakıldı. Partinin yayın organlarından hiçbiri... resmî çizgiden ayrılan görüşleri partililerin önüne sermedi. İşte bu kitabı yazmaya ve tartışmaları halkoyu önüne getirmeye beni kararlı kılan da bu oldu."
Nedir, Garaudy’nin kitabı Fransız sollarının saldırısına uğramaktan geri kalmamıştır. L ’Humanité gazetesinin yönetmeni ve Seine-Saint-Denis Milletvekili Bay Etienne Fajon, Garaudy’yi toplumda değişiklik isteyen bir sağcı diye suçlandırdıktan sonra şunları söylemiştir: "Toplumun ilerlemesini üretici güçlerin değişmesine bağlamak ve onu iyelik ilişkileri ile bu ilişkileri değiştirme zorunluğundan ayırmak Marksizmden uzaklaşmak ve technocratiqu bir görüşe yönelmek anlamına gelir." Bay Etienne Fajon, Garaudy’nin parti mekanizmasına karşı söylediklerini de eleştirmiş ve Garaudy’nin çağın gereklerine uymak için önerdiği şeyin, bitmez tükenmez parti tartışmaları ile partinin birbirine düşman bölüklere ayrılmasından başka bir şey olmadığını belirtmiştir. Ama Garaudy, Etienne Fajon’u karşılıksız bırakmamış ve Fransa’ya uygulanacak örnek bir sosyalizmin yeryüzünde bulunmadığım belirttikten sonra "Partimiz Çekoslovakya’ya yapılan askeri müdahaleyi kınadıktan sonra bu davranışın nedenlerini araştırmak, bu davranışın berisindeki siyasal ve kavramsal ilkeleri araştırmak neden suç olsun?" diye sormuştur.
Garaudy bu yılın mart ayında yayımladığı Bütün Gerçek (Toute la Vérité) adlı son kitabıyla da kendisine yöneltilen suçlamaları daha kesin bir dille savmaya çalıştıktan sonra kitabın beşinci bölümüne Emile Zola’mn o ünlü Dreyfus duruşması dolayısıyla yayımladığı Suçluyorum adlı kitabının adını verdikten sonra Sovyet yönetmenlerini sosyalist eylemi baltalamakla suçluyor ve diyor ki: "Lenin ve Ekim Devrimi bu değildi. Nitekim Uzun Yürüyüş ile Çin Devrimi de bu değildir."
Görülüyor ki, bütün bu tartışmalar, bu kaynaşmalar insanların toplumun bugünkü durumu içinde kendilerini mutlu saymamalarından doğmaktadır. Gençlerin, dahası Hippilerin görüşleri de budur. Onun için çağımızın bunluk nedenlerine inmek için başkaldıran üniversitelilerin davranışlarına ve sözlerine önem vermek yerinde olur. Sırası gelmişken, Rudi Dutschke, Wolfgang Lefèvre gibi Alman öğrenci liderleriyle D. Cohn-Bendit, Jacques Sauvageot gibi Fransız öğrenci liderlerinin görüşlerini bir araya getiren bir kitabı okurlarıma salık vermek isterim. Ne İstiyoruz? adını taşıyan bu kitabı Doğan Hızlan hazırlamış, Mehmet Faruk da dilimize çevirmiştir. Kitabın sonunda ayrıca Doğan Hızlan’ın "Türkiye’de Gençlik Hareketleri" adında bir incelemesi de yer almaktadır.
Bu arada bu düzen değişikliği ya da kalkınma düşüncelerinin çokluk gençler arasında filizlenmesinin gençlerin düşünmek için çokça "boş zaman"ı ellerinde bulundurmalarından ileri geldiğini de söylemek isterim. Amerikan filozofu John Devey de bu "boş zamanen gereğine parmak basmıştı. Eflatun’un da devletin yönetimi için filozofları seçerken, onlara, eylemleri üzerinde düşünmek zamanı ayırdığını da anımsayacak olursak gençlerin ellerindeki hâzineyi iyi değerlendirdikleri sonucuna varmış oluruz. Ama bu düşünceler gençleri nereye götürecektir? Cohn-Bendit’in dediği gibi sinemaya gidip kötü filmi domates yağmuruna tutmaya mı? Her ne halse, gençler bugün konuşmaya başlamıştır. Garaudy’nin kitabı da başladığı sözlerle bitiyor:
"Artık susmanın olanağı yok."
"Artık susmanın olanağı yok."
TIK
- - -
Asıl
adının Ahmet Selahattin olduğunu söyleyen Birsel 1919 yılında
Bandırma'da doğmuş, ortaöğretimini İzmir Erkek Lisesi'nde (1937) yapmış,
yüksek öğrenimini ise İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümü'nde
tamamlamıştır (1948). Birsel, fakülteye gittiği yıllarda Nişantaşı
Ortaokulu'nda başladığı Fransızca öğretmenliğine (1943) mezun olduktan
sonra da bir süre devam etmiştir. Burhan Arpad'la ABC Yayınevini kurmuş,
sonradan İhsan Devrim'in de ortak olduğu bu yayınevi, tek parti
iktidarının kışkırttığı faşist ve uluscu öğrencilerin ünlü Tan
gazetesini tahrip ettikleri olaylar sırasında yıkılmıştır. 1942 yılında
İnkılâpçı Gençlik dergisinde yayımlanan "Bulut Geçti" adlı şiiri
yüzünden, aile kurumunu yerdiği gerekçesiyle mahkemeye verilmiş ve iki
yıl süren dava sonunda beraat etmiştir. Birsel öğretmenlikten
ayrıldıktan sonra Ankara ve İstanbul'da iş müfettişliği, kitaplık
müdürlüğü gibi çeşitli görevlerde bulunmuştur. Birsel Türk Dil Kurumu
Yayın Kolu Başkanlığı da yapmıştır (1960-1973). Salâh Birsel Ankara
Üniversitesi Basım Evi Müdürü görevinde iken emekli olmuştur. (1972)
Edebî yaşamı:
Yazın alanına Gündüz dergisinde yayımlanan (1937) şiirleriyle erken
yaşlarda giren Birsel, daha sonraki yıllarda İnkılâpçı Gençlik
dergisinde yazmış, Sokak, İnsan, Yenilikler gibi ya kendisinin çıkardığı
ya da yayımına doğrudan katıldığı dergilerde yer almıştır. 1940'ların
yeni Edebiyat hareketi içinde aktif rol üstlenen Birsel, Garip
Şiiri'nden farklı bir yol arayan şiirleriyle dikkati çekmiş, ama ilgisi
giderek şiirden düzyazıya ve asıl anlamda denemeye kaymıştır.
"Keçi
Çobanı Kuzu Çobanı" adlı denemesiyle 1970 TRT Deneme Başarı Ödülü'nü,
Şiir ve Cinayet adlı kitabıyla Türk Dil Kurumu Deneme-Eleştiri-Gezi
Ödülü'nü (1976), Paf ve Puf adlı kitabıyla da İş Bankası-Deneme-Eleştiri
Büyük Ödülü'nü (1982), Yaşlılık Günlüğü kitabıyla da Sedat Simavi
Edebiyat Ödülü'nü (1986) kazanmıştır.
Yapıtları
Şiir:
Dünya İşleri (1941), Hacivatın Karısı (1955), Ases (1960), Kikirikhane (1961), Haydar Haydar (1962), Köçekçeler (1980), Bütün Şiirleri (1986)
Şiir:
Dünya İşleri (1941), Hacivatın Karısı (1955), Ases (1960), Kikirikhane (1961), Haydar Haydar (1962), Köçekçeler (1980), Bütün Şiirleri (1986)
Roman:
Dört Köşeli Üçgen (1961)
Dört Köşeli Üçgen (1961)
İnceleme / Araştırma:
Şiirin İlkeleri (1952), Rüştü Onur (1956), Sen Beni Sev (1957), Fransız Resminde İzlenimcilik (1967), Goethe (1972), Seyirci Sahneye Çıkıyor (1989)
Şiirin İlkeleri (1952), Rüştü Onur (1956), Sen Beni Sev (1957), Fransız Resminde İzlenimcilik (1967), Goethe (1972), Seyirci Sahneye Çıkıyor (1989)
Deneme:
Kendimle Konuşmalar (1972), Seyirci Sahneye Çıkıyor (1975), Kurutulmuş Felsefe Bahçesi (1979), Paf ve Puf (1981), Halley Kimi Kurtarır (1981), Amerikalı Tolstoy (1982), Bir Zavallı Sarı At (1985), Yapıştırma Bıyık (1985), Şişedeki Zenci (1986), Asansör (1987), Kediler (1988), Hafiyeler Önde Gider (1991), Nezleli Karga (1991), Yalnızlığın Fırınlanmış Kokusu (1992), Tarih / Salâh Bey Tarihi: Kahveler Kitabı (1976), Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu (1976), Boğaziçi Şıngır Mıngır (1980), Sergüzeşt-i Nono Bey (1982), İstanbul - Paris (1983), Günlük (1955), Kuşlar Örtünmek (1976), Hacivat Günlüğü (1982), Yaşlılık Günlüğü (1986), Aynalar Günlüğü (1988), Bay Sessizlik (1990), Gece Yarısı Mektupları (1991)
Kendimle Konuşmalar (1972), Seyirci Sahneye Çıkıyor (1975), Kurutulmuş Felsefe Bahçesi (1979), Paf ve Puf (1981), Halley Kimi Kurtarır (1981), Amerikalı Tolstoy (1982), Bir Zavallı Sarı At (1985), Yapıştırma Bıyık (1985), Şişedeki Zenci (1986), Asansör (1987), Kediler (1988), Hafiyeler Önde Gider (1991), Nezleli Karga (1991), Yalnızlığın Fırınlanmış Kokusu (1992), Tarih / Salâh Bey Tarihi: Kahveler Kitabı (1976), Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu (1976), Boğaziçi Şıngır Mıngır (1980), Sergüzeşt-i Nono Bey (1982), İstanbul - Paris (1983), Günlük (1955), Kuşlar Örtünmek (1976), Hacivat Günlüğü (1982), Yaşlılık Günlüğü (1986), Aynalar Günlüğü (1988), Bay Sessizlik (1990), Gece Yarısı Mektupları (1991)
Birsel'in J.
Janet (Hizmetçiler), M. Jacob (Genç Bir Şaire Öğütler), M. Duras (Bütün
Gün Ağaçlarda) gibi bir çok yazardan yaptığı çevirileri de
bulunmaktadır.