“Hırsız bile utangaç davranır uykuya karşı; hep sessizce çalar gecenin içinde. Ama utanmaz gece bekçisi, edepsizce çalar düdüğünü.” Zerdüşt (MÖ. 2000)
Göstergebilimle Analiz
Bağırmanın nedenlerini ve sonuçlarını göstergebilim (fenomenoloji) yardımıyla bilimsel ve felsefi tespit etmeye çalışacağız. Göstergebilim; göstergelerin yorumlanmasını ve işaretlerin anlaşılmasını inceleyerek özü “numen” ortaya çıkaran bir felsefe dalıdır.
BİYOLOJİK NEDEN
Bağırmanın Biyolojik Kaynağı
Bağırma, insanın doğal vücut fonksiyonlarının bir yan ürünüdür. Solunum amacıyla ciğerlere doldurulan hava, karbondioksit yüklü şekilde boşaltılır. Normalde nefes alıp verme sessiz şekilde gerçekleşir; ancak insan, vücudunu çeşitli şekillere sokarak, ses yolundaki organ ve yapılara müdahale ederek, vücuttan çıkan havaya şekil verir ve çeşitli sesler çıkarır. İşte vücuduna egemen olamayan insan, bu karbondioksit havaya egemen olamaz.
Bebeklik ve Çocukluk Dönemi
İnsan; doğumunda başlayarak biyolojik olarak bebeklik ve çocukluk dönemi geçirir. Özellikle bebeklik döneminde, beliren ilk hayvani benlik olan “id”in egemenliği altındadır. Çocuk ise, tıpkı hayvanlar gibi, sadece kendisini düşünür, başkasını düşünmez. Çünkü bu çağda “başkasını düşünmek” gibi yetisi yoktur. Bunun gibi insani yetilerin bu çağda çocuğa kazandırılması gerekir. Bu çağlarda kazandırılmayanlar büyüdüklerinde çok egoist olurlar. Ezanı ve salayı kontrolsüz, bağırarak ve başkasını rahatsız etmeyi düşünmeden okuyanlar, çocukluk dönemlerinde bu eğitimi mutlaka almamışlardır.
Oral Dönem
Bebeklik ve çocukluk döneminde bedenin en önemli parçası ağızdır. Bu dönem insanın oral dönemidir. Oral ya da ağızal dönemde bireyin haz kaynağı ağızdır. Bu nedenle bebekler her şeyi ağızlarıyla tanımaya çalışırlar. Yeterli beşeri eğitim almayan bireyler oral evrede saplanır (oral fiksasyon) kalırlar. Bağırmak (screaming), insanın bebeklik ve çocukluk aşamasındaki oral döneminin iletişim aracıdır. Bebeklerin tek iletişim biçimidir. Bu dönemde bebek acılarını ve isteklerini bağırmakla iletir. Ağız dönemi ile saldırganlık niteliği birlikte gider. “Ağlamayan çocuğa meme vermezler” şeklindeki Türk Atasözünün günümüzde dahi kullanılıyor olması, Türkiye’nin hala bebeklik döneminde olduğunu gösteriyor. Bebek bağırması, “ingaaa” bağırmasında görüldüğü üzere “a-i” sesli harfleriyle uzatmalı bağırmadır. Bu bağırma, merkebin anırması ile aynıdır.
“A” Harfiyle Bağırmayı Sevmek
Bebekler, “ingaaaa” diye “a” harfiyle uzatarak bağırmayı severler. Yaşlılar ise “aaaaah” nidasıyla dert yanmayı severler. A harfiyle bağırmayı sevenler, bebeklik dönemindedirler.
Türkiye, ortak alanı ulusal çapta sala adı altında vakitli ve vakitsiz bütün gün boyunca “aaaaaa” diye yüksek sesli hoparlörlerle bir bağırmanın istilası altına alınmıştır. Bu durumun, ne Kuran’da ne de Hadislerde olmak üzere, İslam’da hiçbir meşruiyet kaynağı yoktur. Bu çağdışı yapıyla çağdaş ve bu çağda var olunamaz.
Animallığın Hümünallığa Egemenliği
Bağırmak, biyolojik hayatın yani insanın hayvanlığının bir özelliği olduğundan insandaki animal yapının hümünal yapısına egemen olduğunun göstergesidir. Bebeklik ve çocukluk döneminde beşeri, hümünal düşünme yoktur, doğal, biyolojik ve animal düşünme vardır. İnsan biyolojik olarak geliştikçe, ağız dönemini ve o dönemin arazları olan bağırmak, saldırganlık, çok konuşma gibi animal davranışlarının yerini düşünme ve hümünallik alır.
ANTROPOLOJİK OLARAK
İnsanlığın gelişimini inceleyen bilim dalı olan Antropolojiye göre bağırma; insanlığın toplumsallaşma öncesi ilkel yaşamın bir iletişim aracı ve bir ilkel insanın dilidir. (Arthur Janov, The Primal Scream) Antropoloji; insanlığın, bir insan bebeğinin geçtiği dönemlerden ve aşamalardan geçtiğini tespit etmiştir. Biyolojik olarak insan bebeğinde otomatik görüldüğü üzere, antropolojik olarak ilkel insanlık da bağırarak iletişim kurardı. Daha sonra dili icat edince konuşarak iletişim kurar oldu ve bağırmayı azalttı ve çağımızda bağırmayı suç yaptı.
Çağımıza kadarki dönemlerde bedensel kaynaklar kullanıldığından insanlık için ağız çok önemli idi. Ama artık bedensel organlar etkinliğini kaybettiğinden ağızla iş yapmak terk edilmiş, düşünle ve onunla icat edilen araçlarla iş yapmaya geçilmiştir. Fakat çağı yakalayamamış olanlar, hala insanın biyolojik ve insanlığın Antropolojik çocukluk döneminde kaldıklarından ağızla iş yaparlar. Bunlar, Antropolojik ağızcıl (oral) karaktere ve kişiliğe sahip kişilerdir.
Vahşilik
Doğal Durum, Orman Yaşamı
İnsanın bağırmasının en temel nedeni vahşiliktir. Vahşilik, insanoğlunun ormanda yaşadığı ilkel dönemdeki doğal halidir. İnsanın doğal yapısı vahşidir. Vahşilik; biyolojik, doğal duygular (pathos)la davranmaktır. Bağırmak, vahşi iletişim aracıdır.
Nağme ve Orman Yaşamı
Orman yaşamında bütün canlılar nağme yaparlar. Bu nağmeleri notadan yoksundur ama insanilik nazarında düzensizlik sayılan bir doğal düzeni vardır. Bu, doğanın çaldığı müziktir. Genellikle tiz ve pes olmak üzere iki notadan ibarettir. Ezan ve sala hatta Kuran, doğal orman müziğine dökülerek okunuyor.
Vahşinin Özellikleri
Vahşi kişi kaba ve barbardır. Bunlar, vahşilik döneminin davranışlarıdır. Kabalık; incelik karşıtıdır; özensiz, gelişigüzel yapılmış, zevksiz, sakil davranıştır. Kaba kimse; terbiyesiz, görgüsü kıt, nezaketsizdir. Vahşi; sözlü ve fiziki şiddet kullanarak dikte eder, ikna etmeye uğraşmaz. Yemeğine odaklı tek boyutlu düşünür. “Dediğim dedik, çaldığım düdük” der. Vahşi ortak ve orta yol bilmez. Vahşide iki kişi yoktur, tek kişi vardır. Başkasını düşünmez.
G. Frazer şöyle der: “Günümüz vahşileri, göreceli vahşidirler. Medeniliğe kıyasla ilkeldirler. Fakat asıl ilkel insana kıyasla ilkel değildirler. Yine de kültürlüdürler. Çünkü bütün bulgular, mevcut her insan ırkının, en gelişmişinin ve en ilkelinin, günümüz kültür düzeyine ancak milyonlarca yıla yayılmış uzun ve sancılı bir tırmanışın ardından ulaştığını gösterir.”
Medenilik
Bağırmak işte bu vahşiliğin ve medeniyetsizliğin göstergesidir. Medenilik; insan aklı olan logosla davranarak, insanın, kendisini bu ilkel vahşi hayvan seviyesinden yükseltmek için çaba harcayan kişidir. Medeni; kibar, nezaket sahibi ve başkasını düşünen kişidir. Medeni bir kişi istese de bağıramaz. Bağırabilen kişi medeniyetsiz kişidir. Medeniyetsiz oluşunu bağırarak ağızla dışavurur.
Vahşilikte kalmış insanın medeni olması imkansızdır. Ne kadar vahşi ise medenilikten o kadar uzaktadır. Antropolojinin tespitine göre; insanlık, dünyanın her yerinde son derece ilkellik düzeyinde başlamıştır. Bu ilkel başlangıcın ardından bütün insan ırkları, günümüzde bulundukları seviyeye ulaşana dek, farklı hızlarda sürekli olarak yukarı yönde ilerlemiştir.
Fakat günümüzde birçok kişi ve toplum, hala içinde bulunduğu çeşitli vahşilik ve barbarlık düzeylerini, geri kalmış sosyal ve entelektüel gelişimin birçok derecesini temsil etmektedir. Aynı ülkede göreceli çağın medeniyetini yakalamışların yanında yakalayamamışların bulunması, atalarının bu medenileşmedeki düzey farklılığından kaynaklanır. Yakalayamayanlar, mutlaka tarih sahnesine daha geç çıkmış insanlardır. Nitekim tarih sahnesine geç çıkmış olanların hiçbir felsefi fikir ve bilimsel bilgi icatları yoktur. Hayatlarını, hep daha ileride olanlardan aldıkları fikir ve bilgilerle yaşarlar. İnsanların algılayışları, tarih sahnesine çıkış zamanlarına göre değişiklik gösterir. Mesela bin yıl önce tarih sahnesine çıkanla on bin yıl önce çıkanların tanrı, insan hakları gibi bütün algıları farklıdır.
İlkel, Animal İletişim
Sosyal Etoloji
Sosyal Etoloji, hayvanların toplumsal davranışlarını inceleyen bilim dalıdır. Hayvanların da sosyal davranışları vardır. Toplu hareketler yaparlar, toplumsal yaşarlar. Hayvanlar, iletişimlerini bağırarak kurarlar. Birbirlerini bağırarak bastırmaya çalışırlar. Ortak düşmana karşı toplu bağırarak saldırırlar.
Ezan ve salanın bugünkü okunuş biçimindeki bağırma, insanın animal doğasında bulunan ve orman hayatında iken kullandığı bu yaban hayatının iletişim animasyonudur. Okuyucular birbirini bastırmak için ve ortak düşman gördükleri dinsizlere karşı birlikte bağırmaktadırlar. Hatta birbirlerinin sesini bastırmak için bağırarak okumaktadırlar. Günümüz hümünallik düzeyi, bunu kabul etmiyor.
Hayvansal İletişim
En ilkel iletişim biçimi; böğürmek, ulumak ve kükremek şeklinde olan bağırmadır. Bu iletişim animaldır. Gürültü ve bağırmak, doğal iletişim ve iş yapma işidir. İlkel insan; bağırınca daha iyi anlattığını, daha iyi anlaşıldığını, böğürünce istediğini yaptırabildiğini düşünürdü. İlkellerin oluşturduğu toplumlarda etkin olabilmek için diğerlerini duygusal bastırmayı gerektiren desibeli yüksek miktarda bağırma kullanılır. Tartışmaya izin vermeden, kendi dediğinin kabul ettirilmesini amaçlar. Dil ise insanın ürettiği insani iletişim aracıdır. Dil ile iletişim kuramayanlar, doğal sesle gürültüyle ve bağırmakla iletişim kurarlar.
Devlet; ezanı, toplumuyla bir ilkel iletişim aracı olarak kullanıyor. Toplumuyla çağdaş düşünsel fikir diliyle iletişim sağlayamadığı için ezandaki yüksek sesli bağırma iletişim kuruyor. Ezanın bağırarak okunması onu bir iletişim kurma aracı olmaktan çıkarıyor. Öğrenilmiş ve insan ürünü bir dili, bağırmak nedeniyle dil olmaktan çıkarıp, anlamsız ağustosböceği animal bağırmasına döndürüyor. Kelimelerin fonemlerini ve fonetiğini bozuyor, değiştiriyor. Kelimeleri, anlam türetilemeyecek seslere dönüştürüyor.
Humunal Ethology/İnsani Etoloji
İnsanın bir biyolojik yani animal, bir de insani yani hümünal yapısı vardır. Dolayısıyla davranışları bu iki yapıdan kaynaklanır. Hayvani ve insani davranışları vardır. İnsani etoloji, insanın hayvani davranışlarını inceler. İnsanın hayvani davranışları hayvanlarınkilerle aynıdır. Hayvani davranışlar içgüdüseldir, otomatiktir.
Dış Faktör, Uyaran, Tutulma
Hayvanlar dış faktör uyaranıyla hareket ederler. Kendisini uyaran çemberle ilişkili yaşarlar. Dış olan bir şeyin içe alınması ile hareket ederler. Dış uyaranla bir tutulma halindedirler. Yapabileceği dış uyaranla tutularak sadece otomatik davranmaktır. Uyaranına karşı duramaz.
Duygularına tutulmuşlukta, beşeri düşünmeli değil, hormonal dürtüsel bir davranış vardır. Tutulma, varlıkla ilişkiye girme imkanından yoksun olmak demektir. Bu, tutulma nedeniyle kendi kendisiyle çevresi arasında asılı kalır. Bir varlık olarak ne kendisini ne de çevresini algılayabilir. (Giorgio Agamben, Açıklık, 57.)
Hayvan, besin bulduğu çevre, avlandığı alan ve benzerlerinin bulunduğu grupla ilişki içindedir. Bitkinin ve hayvanın yaşam alanlarında canlının, güdülendiği hareket itkisi doğrultusunda tipik hareket edişini görürüz.
Bitki ve hayvanlar, kendilerinin dışında kalan bir şeye bağlıdırlar ve ne içeriyi ne de dışarıyı görürler. Gece kelebeğinin kendisini çeken aleve teslim olması gibi, nefsine teslim oluyor. Aleve tutulmuş halde kalışına karşı kör oluyor. Ağaçlar, yeterli ısıyı alınca çiçek açarlar. Horoz, sabah güneşini alınca öter. Bunların hepsi dış faktörde tutulmadır.
Çıplak kadını görünce tahrik olan erkek, dış faktörle hareket ediyordur. Hayvanlar bile böyle değildir. Hayvanların hepsi çıplaktır. Hiçbir hayvan, hayvanın çıplaklığından tahrik olarak cinsel ilişkiye girmez. Üreme mevsimi gelince cinsel ilişkiye girer. Dolayısıyla çıplak kadınla tahrik olan erkek, hayvan da değildir.
Ses-Dil Ayrımı
Sesten dile geçmek, medeniliğin göstergesidir. Ses çıplak hayvanidir. Hayvan, bağıran canlı iken insan konuşan canlıdır. Canlı varlıklar içerisinde konuşan tek varlık insandır. İşte dil ve konuşmanın bir araya gelmesiyle şehir ve medeniyet meydana gelir.
Hormon-logos Ayrımı
İnsan, logosu ve dili aracılığıyla kendisini, kendi çıplak yani biyo hayatından dışlar. Canlı varlık, logosa sahip olmakla şehirde ve medeniyette yer alır. Dili üreten logostur. Logos, beşeri akıldır. Doğal akıl, hormondur ve biyo yani çıplak hayattır. Hormonun dili ve konuşması yoktur, bağırması vardır. Logos, canlının kendi doğal sesini bastırır. Şehirde biyo hayata yer yoktur. Biyo hayat aşamasında kalanlarla şehir ve şehir hayatı oluşturulamaz. Ortak yaşam alanını biyo yapıyla ezan ve sala okumakla esir alınan şehirler, orman hayatı ortamına dönüştürülür.
Antropolojik Makine
Kendisini kontrol edemeden nefesi tükenene kadar aşırı bağıran kişi, antropolojik makinedir. Aynı zamanda konuşamayan, dili olmayan ve bağırarak iletişim kuran ilkel insandır. İnsanlığın dil öncesi safhasını aşamamış, insanın algısal aşamasına ulaşamamış, hayvanlığının algılamasıyla hareket etmektedir. Bu kişide animal duyguların egemenliği vardır.
Otomatlaşmak
Biyolojik beden otomatik çalışır, beşeri düşünme yaparak düzenleme yapmaz. Otomatlaşmada özne yitip gider. Doğal animal duygular egemen olur.
Antropomorf İnsan/Antropofor İnsan
Antropomorf insan; insan biçimli, insan bedeni ile kaplanmış hayvandır. Bu insan, maymun-insandır. İnsanın maymun olduğuna karşı çıkanlar, genellikle insanileşmemiş insanlardır. Kendilerinin içinde bulundukları hayvani durumun, bir hastalık olarak teşhis edilip adlandırılmasını, kendileri hayvanımsı davranmayı çok severler ama böyle adlandırılmalarını hiç sevmezler. Çünkü hayvanlığın kötü olduğunu kendileri de bilinçaltında bilirler. Antropofor insan ise, insanlaşmakta olan hayvandır. İnsan, kendisini, hayvanlığı aşması ve insana dönüştürmesi ölçüsünde insan olur. (Giorgio Agamben, Açıklık, 19)
SOSYOLOJİK AÇIDAN
Bağırmanın İçeriği
Bağırmada; stres ve baskı altında olunma vardır. Dolayısıyla bir rakiplik, döğüş ve düşmanlık ortamı var demektir. Dövüşme isteğini ve arzusunu gösterir.
Rakiplik
Bağıran kişi, bağırdığı kişiyi rakip olarak gördüğünden bağırır. İçindeki enerjiyi tümden salmayı ve tüm gücü kullanmayı sağlar. Rakibin üstesinden geleceğini rakibine ifade eder. Rakibinin konsantrasyonunu dağıtır ve atağını keser. Rakibi korkutup moralini bozmak ister.
Güçlü Olduğunu Göstermek
Bağırmak, tamamen insanın orman döneminde güçlü olduğunu ağızla gösterme çabasıdır. Bağırmak, gücün yettiği kişiye yapılır. Güçsüz kişinin, kendisinde güç bulunduğu vehminde olmasıdır. Karşı tarafı çocuk görmek, onlar üzerinde kontrol kurmak ve onları kontrol altında tutmak vardır. Boş ve sanal kibir içerir.
Antagonizm, Düşmancılık
Antagonizm, düşmancılık demektir. Bağıran kişilikte egemen olan doğal durum, antagonizma yani düşmancılıktır. Çünkü doğada antagonizma vardır. Bağırmada, muhatap kişileri düşman görmek vardır. Onlara bir şeyi zorla dayatarak kabul ettirme vardır. Düşman; Birinin kötülüğünü isteyen, ondan nefret eden, ona zarar vermeye çalışan kimsedir.
İntikam Almak
Bağırmada başkasından intikam almak da vardır. İntikam almak, hayvansal ve ilkel insan duygusudur. Bir kişiye nefret duygusu beslenmek ve onunla iletişim kurmayarak, kendisine verilen bir imkanı, onun kafasına vurmak için kullanmak vardır. Bağırarak okunan ezanda din sayesinde eyleme geçerek intikam almak vardır.
Bunlar, sosyolojik hastalıklardır ve daha çok Antropolojik olarak geri kalmış, hedefine ulaşmayı kendi ürünü düşünsel silahla başaramayan, düşmanlığını, tanrı vergisi ses ve yetki gibi araçları istismarla ve kendi çıkarı için kullanmakla eyleme döken toplumlarda ve kişilerde görülür.
Kabadayılık
Kabadayılık, daha üstün konumda ya da güçlü olanın, karşısındakini, genellikle istediklerini yaptırmak amacıyla etkilemesi, ezmesi ve gözünü korkutmasıdır. Bu durum, doğrudan sözlü veya fiziksel tacizi içerebileceği gibi isteksiz birini zorla ikna etmek, tehditle ya da manipüle ederek istediklerini yaptırmak gibi daha üstü örtülü yöntemleri de kapsar. Kabadayılık yapanlar otoriter, idare etmek veya baskın olmak ihtiyacı olan özelliklere sahip kişiliklerdir. Kabadayıların öz saygılarında eksiklik olduğuna dair kanıtlar vardır.
Mobing
Mobing; bir veya bir grup insanın, bir kimseye veya bir gruba sosyal kabadayılık yapmasıdır. Özellikle hiyerarşik yapılanmış gruplarda ve kontrolün zayıf olduğu örgütlerde, gücü elinde bulunduran kişinin ya da grubun, diğerlerine psikolojik yollardan, uzun süreli sistematik baskı uygulamasıdır.
Pısırıklığı Dışavurma
Bağırmada, kişinin içindeki pısırıklığı dışavurması vardır. Bağırmak; büyük adam ve egemen olamamayı teşhir etme hastalığıdır. Tatminsizlik sentromu, bastırılmış duyguları tatmin, iktidarsızlık zafiyetidir. Doğan görünümlü görünmektir. Antikite özlemi, geçmişi arama hastalığı, ülkeyi paylaşamama sorunudur.
Sevdiği Müziği Başkasına Zorla Dinletmek
Ezan okunuş biçimi, sevdiği müzik parçasını, gündüz ve gece bakmadan, arabasında sonuna kadar açarak herkese zorla dinleten sokak zibidisinin yaptığından hiç farklı değildir. Gece yarısında havai fişek atmak, düğün konvoylarında kornalar çalmak hep aynı sosyo-psikolojik bozuklukların göstergeleridir.
İfade Özgürlüğü
Türkiye, devlet eliyle ezan okutması ve herkesi onu dinlemekle mecbur etmesiyle, ülkede ezan dışı ifade özgürlüğü bulunmadığını ulusal çapta haykırmaktır. Ülkede ezan okumaya karşı çıkma özgürlüğü yoktur. Sadece ezan okumanın istenmesi ifadesi özgürlüğü vardır.
Ezanda Kavga Etmek
Ezanı okuyan kişi, ezan silahıyla ezanla ve biriyle kavga ediyor, dövüşüyor gibi okuyor.
PSİKOLOJİK ANALİZİ
Psikolojik olarak bağırmak; kişinin kontrolden çıkması nedeniyle sesinin, yettiği kadar olanca gücüyle çıkmasıdır. Bağırmak, en kolay uygulanan yöntemdir, çünkü onu kullanan araç ve kaynak, doğal olarak insanın animal bedeninde mevcuttur. Animal duygularını kontrol edememesidir. Hümünalleşemediğinin göstergesidir. Sinirlenme sonucu sesi haddinden fazla yükseltmektir. Korku ve kötü bir harekete karşılık vermek vardır. Kendini belli ve ifade etme konusunda son noktayı kullanmaktır. Acziyet ve çaresizlik göstergesidir. Acziyetten doğan öfkeyi dışa vurmaktır. Kendisinden uzak kalmış olmayı gösterir.
Bağırmada muhatabı azarlamak ve meydan okumak vardır. Kişi bağırdığı kişiyi değersiz ve hakir görüyordur, onu küçük düşürüyordur. Bağırma ile hayvani zevk ve haz alınır. Bağırmak, geçici sonuç verebilir ama kalıcı sonuç vermez. Başkasına bağırmak, onun düşünmesini engeller. Devlet günde beş kez, gündüz ve gece bilinçaltına işlemek amacıyla bağırtarak ezan ve sala okutmasına rağmen toplumun ne medeni ne de dindar olduğu görülüyor. Bağırmak, beşeri düşünme işlemi gerektirmeyen bir eylemdir.
Türkiye’de bütün sosyal ve siyasal zihniyet, düşünmeme ve düşündürtmeme ekseni üzerindedir. Düşünmeyenler bağırır ve hep kavga içinde olur. Bağırmak, ezandan ve Kuran’dan düşünsel olarak zevk almayı önlüyor. Bağırmak, karşıdakini sinirlendirir, konsantrasyonunu bozar. Bağırmalı ezan okunduğunda hiç kimse işine konsantre olamaz. Namazda bağırarak Kuran okuyan hoca, namaz kılanların konsantrasyonunu yani huşusunu mutlaka bozuyordur. O nedenle imamla namaz kılmada huşu bulunmaz.
Bağırmak, kişiye baskı yapmaktır. Azarlamak vardır. Kendisine bağırılan kişi, bağırana nefret duyar ve ona düşmanca duygular besler. Dolayısıyla ezan da bundan nasibini alır. Kaş yaparken göz çıkartılıyor. Uykusundan ezan bağırmasıyla ürkerek uyanan çocuklar ezandan nefretle büyüyeceklerdir.
Ezan ve salada bağırmak, karşısındakileri küçük görmek vardır. Bu ezanla, küçük ve hakir gördüğü insanları Allah’a ibadet etmeye çağırmak çelişkidir.
DUYGULARA BASKI
Ezanın bağırarak ve gürültülü okunuşuyla, düşünlere değil duygulara hitap eder şekilde okunuyor. Ezanın gürültüsüyle, toplumsal düşünmeme yapmaya alıştırılma, düşünmeme habitusu kazandırma vardır.
Ama duyguların çirkin yönüne hitap ediyor. Zevk, neşe, suhulet gibi sanatsal güzel yönüne değil. Bunda sadizm ve mazoşizm vardır.
Türkiye’de ezanın okunuşu duygulara hitap edecek şekildedir. Müzikli bağırmak duyguları uyuşturur, düşünmeden alı koyar. Ezanı, duygulara hitap eden müzik kalıplarına dökerek algılar. Ezanın okunuş biçimi, logos boyutu olan anlamıyla işi yoktur. Tanrının kelamını, ismini müzik güfte malzemesi yapar.
Bağırarak okumak, duygulara şiddet ve baskı uygulamak içindir. Halbuki çağımız, duygulara baskı ve şiddet uygulama değil, düşünlere hitap etme çağıdır. Fakat düşünlere hitap edebilmek için düşünme işlemini yapabiliyor olmak gerekir. İşte duygulara şiddet uygulayarak ezan okumakla, namaz vakti duyurulmuyor, düşünlere hitap etme acziyeti ilan ediliyor.
Geçmişte otorite tesisi, bağırarak duyguları etkilemekle yapılıyordu. Üst, astına bağırmak yetkisine ve hakkına sahipti. Günümüzde ise bağırmak kabalıktır ve eşitsizliği ifade eder. Kimsenin kimseye bağırarak otorite kurma hakkı ve yetkisi yoktur.
Kulağa Hitap
Bağırmakta kulağa hitap vardır. Kulak yoluyla beyin etkilenmek istenir. Doğal duyu organlarıyla algılanan malzeme, doğal zihne hitap eder. Doğal akıl biyolojik, animal düşünme yapar. Ezanda beşeri akla hitap etmek yoktur.
Kulaktan almak, bir başkasından almaktır. Dolayısıyla kişi, zorunlu olarak bir başkası olmaktadır. Halbuki “bir kulaktan giren öbür kulaktan çıkar”, “sokma akıl yedi adım gider” şeklinde deyimlerimiz vardır. Kulakla eğitim, henüz okuma öğrenmemiş çocuklara yapılır. İleri yaşlarda da hala kulakla eğitilen toplum, öğrenme konusunda çocuk aşamasındadır demektir. Sürekli çocuk olarak yaşamak ve kalmaktır. İşte böyle bir toplumu elbette birileri, kişisel çıkar sağlamak amacıyla güdecektir. Böyle bir toplumun, kendi başına yaşaması için gerekli olan özgür olması ve kişiliğine kavuşması beklenemez.
Ezan ve Duygu Yansıtması
Pathosla Algılamak
İnsanda logos ve pathos olmak üzere iki türlü algılama vardır. Pathos: Söylevcinin kandırmak, razı etmek, heyecanlandırmak ya da büyülemek istediği dinleyicinin duygularına hitap etmesidir. Pathos dinleyicinin duygulanımıdır. Dinleyici kendi duygularının ve söylevcinin etkisinde kalır.
Ezanın okunuş biçiminde pathos kullanılıyor. Ezanın bağırarak ve gürültülü okunuşuyla, düşünlere değil duygulara hitap eder şekilde okunuyor. Fakat duygular coşturulmuyor bilakis bastırılıyor. Ama duyguların çirkin yönüne hitap ediyor. Zevk, neşe, suhulet gibi sanatsal güzel yönüne değil. Zorla dikte uygulanıyor. Zorla dikte uygulayan insanların demokrat olacaklarına dünya entelektüel kamuoyu hiç inanmaz. Ezanın gürültüsüyle, topluma düşünmeme habitusu kazandırılır. Çünkü bağırmak düşünmeyi önler. Bağırarak ezan okuyan kişi bu bağırmaktan sadist ve mazoşist olmak üzere çifte zıt zevk alıyor.
Ezanın okunuş biçimi, insanın doğal duygularına hitap etmektedir. Halbuki beşeri duygululuğuna hitap etmelidir.
Azarlamak
Bağırmada azarlama vardır. Bağırarak ezan okuyan kişi, ezanda kimi azarlıyor? Namaz kılmayanları azarlıyor ama namaza çağırdığı yani zaten namaz kılan kişileri de azarlamış oluyor. Aslında kendisi sabah erkenden kalktığı halde kıskancından herkesi azarlıyor.
Azarlamanın olduğu yerde dostluk olmayacaktır. İşte namaz kılanların birbirleriyle ve hocanın cemaatle dostluk kuramamalarının nedenlerinin temeli bu azarlayıcı bağırmadır. Çünkü azarlanan kişi, azarlayana kızar. Kamuoyunda bağırmanın, en büyük hata oluşu ise, bağırmanın birçok kişinin önünde ortaya konuşudur.
Histeri
Bağırmak bir histeri hastalığıdır. Histeri, psikonevroz bozukluktur. Kişinin, davranışlarını ve hareketlerini kısmen kontrol edememesi olan psikosomatik hastalıktır. Histeri, hastanın bilinçaltına ittiği bozukluğun bedene yansımasıdır. Histerik hasta, kendindeki ruh sağlığının bozukluğundan habersizdir. Ezandaki bilinçaltına itilen bozukluk, din düşmanı adı altında, kişinin kendisinin düşmanı gördüğü kesimden intikam almasıdır, kendisini onlara ispat etmesidir. Din sayesinde kavuşulan bu imkan hor kullanılmaktadır. Bu tavır, sürdürülebilir değildir, çünkü yanlıştır ve bir psikolojik hastalıktır. Yanlış, bozuk ve hasta davranış sürdürülebilir değildir.
ŞİDDET
Şiddet; başkasına zarar veren fiziki ve oral ya da sözlü baskıdır. Şiddet başkasını egemenlik altına almak amacıyla uygulanır. Animallikten hümünalliğe geçememekten kaynaklanır. Muhatapların düşünleri etkilenemediğinde duygularını etkilemek için yapılır. Duyguları etkilemektir. Çağımız duygulara değil, düşünlere hitap etme çağıdır.
Türkiye’de din, şiddet uygulanarak uygulanıyor. Ezanın okunuş biçiminden başlayarak din eğitiminin her kademesinde sözlü ve fiziki şiddet uygulanıyor. Din, insanlara zorla kabul ettirilebilen bir şey olduğu gösteriliyor. Mesela kişinin bedenine fiziki zorlama kullanmaksızın Kuran hafızlığı yapılamaz. Namaz ve oruçta olduğu gibi ibadetler, bedene fiziksel şiddet uygulanmaksızın ifa edilemezler.
Hiç kimse, başkasının karı ve kazancı için başkasına şiddet uygulamaz, kendisine sağlayacağı için uygular. Şiddeti uygulayana kar ve kazanç sağlayacağı için şiddet uygular. Peki bu şiddeti uygulama hakkını ve yetkisini nereden alıyor? Şiddetin her türlüsünün suç sayıldığı bir çağda şiddet uygulayan neden cezalandırılmaz?
Dehşet
Ezan okuyuş biçimi, sanki tehlikeli bir durumla karşılaşılmış gibi, dehşet içerir. Dehşet, kişinin tehlikeli bir durumla karşı karşıya kaldığında veya korkunç bir şey gördüğünde hissettiği duygudur. Ezan, sürekli dehşete maruz kalınmış gibi fobi oluşmuş halde okunuyor.
ŞİDDET ve SALDIRGANLIK
Saldırganlık
Hayvansal bir davranış olan saldırganlığın nedenlerini, hayvanların davranışlarını inceleyen Etoloji adlı bilim dalı ortaya koyar. Etolojinin tespitine göre, hayvan ve insanın biyolojik yapısı aynıdır ve aynı davranışları aynı nedenlerle gösterir. Bu bilime göre, saldırganlık her canlıda biyolojik olarak mevcut olan, kendi varlığını sürdürmek ve isteğini çevreye kabul ettirmek için muhatabın duygularını fiziksel, animal kapasite ve güçle etkilemek isteğidir. İstenmeyen durumlar karşısında insanda doğan ve insanı köpürten öfkenin ve kızgınlığın doğurduğu ilk ve en önemli duygusal tavırdır. Ağızla bağırmak, fiziksel yeti ile yapılan animal saldırganlıktır.
Bağırmanın Şiddet ve Saldırganlık İçermesi
Bağırma Dini
Bir din düşünün ki bütün hizmetleri bağırma ile veriliyor. Kuran okuma, vaaz, ezan okunuşu hep bağırmakla icra ediliyor. Bu din bağırma dinidir. Bağırmak hakarettir ve sözlü şiddettir. Başkasını rahatsız etmeyi düşünmemektir. Değerlere göre anormal olan bir davranış, din adı altında normal görülüyorsa, o din için ortaya konan imaj açısından çok kötü bir durumdur.
Sabahın köründe herkes uykuda iken stereolu ve ekolu hoparlörün ses ayarını sonuna kadar açıp kendi sesini de avazı çıktığı kadar bağırarak ezan okumak bu çağda nasıl izah edilebilir?
Başkasını rahatsız etmeyi düşünmeyen yani beşeri hümünal düşünmeyi yapamayan ya da animal düşünme yapan din adamlarına sahip olması, bir din için en büyük şansızlıktır. Siyasal, sosyal ve ekonomik amaçlı okunmasıdır. Egemenliğinin göstergesi olarak kullanmaktır. Halka ver ezanı, al elindeki kazanı.
“Halk böyle istiyor” söylemi, yanlışı meşrulaştırmak için gerekçe değildir. Halk vergi vermek de istemiyor ama onun isteğine bırakılmıyor. Bağırarak ezan okumak, ülke çapında devlet eliyle yaygın ve örgün şiddet eğitimidir. Şiddetin devlet eliyle empoze edildiği bir toplumdan şiddetin sadır olmasından şikayet etmek çelişkidir ve samimiyetsizliktir.
Sevgisizlik
Bağırmanın olduğu yerde sevgiden söz edilemez. O nedenle bağırarak ezan ve Kuran okuyan kişi, insanlara sevgi duymuyordur, sevgi öğretemez; düşmanlık, kin ve nefret öğretir.
İki insan birbirini sevdiğinde birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. İki insan birbirini daha da fazla severse artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar, çünkü kalpleri birbirlerine daha yakınlaşmıştır. Bir süre sonra fısıldaşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.
İnsanda en etkili güç, sevgidir, korku değildir. Korku duygulara, sevgi düşünlere hitap eder. İnsan sevdiği şey ve kişi için canını severek feda eder. Ama korktuğu şey ve kişi için canını feda etmez, bilakis onu canı pahasına ortadan kaldırmaya çalışır.
Kızgınlık ve Öfkeyi Dışavurmak
Bağırmak, bir şeye kızgınlıktan doğar. Kızgınlık, kavgacı davranışıdır ve muhatabı oral dövmektir. Öfke, bir acziyetten doğan kızgınlık durumudur. Kızgın insanlar bağırırlar, kabarırlar, yumruklarını sıkarlar, dişlerini gösterirler veya tehditkar bir yüz ifadesi sergilerler.
Bağırmak, çığırmak ve çığlık atmak; öfkeyi dışarıya boşaltmanın, kendini rahatlatmanın hatta bazen içindeki sıkıntı veya üzüntüyü, söküp atmanın en kolay yoludur, çaresizliktir. Aslında, kişi, kişilerin kendisinden uzak kalma mesafesine oranla bağırır. Kızgın insanlar olayları tarafsız bir şekilde değerlendirme ve davranışlarını kontrol etme yeteneklerini kaybederler.
Ezanın okunuş biçiminde bütün bu kızgınlık ve öfke tavırları ağızla sergileniyor. Ezan, düşmanlık duygusu olan kızgınlıkla ve öfke ile muhatabı döver gibi okunmaktadır. Ezanda bağırmak, özür dileme gereği olmadan dinsel bağırmaktır. Türkiye’nin her yeri bu kızgın bağırma ezan okuma ile doludur. Bundan kurtulunacak sakin hiçbir yer yoktur.
Her tarafı cami ve sayısız minare ile doldurmakla ülkenin her yeri gürültüsüz yaşanır olmaktan çıkarılmaktadır. Ülkeyi bir kızgınlık cehennemine çevirmektedir. Yani ne yapmak istiyorsun? Ne yapıyorsun? Ne sonuç ne ürün üretmiş oluyorsun?
Suçluluk Psikolojisi
Bağırmada, suçlu kişinin aşırı tepki vermesi ve başkalarını bastırarak susturmak isteği vardır.
Bağırmak, gerçekten de suçluluk psikolojisinin bir ürünüdür. Suçlu insan hırçınlaşır.
Büyük Harf ve Öfke
Büyük harf, isyanın ve öfkenin yazıya dökülmesidir. Bağırmak, bir yazının büyük harfle okunuşu ve öfkenin sese dökülüşüdür. Arapça Alfabede küçük harf yoktur, hepsi büyük harftir. Bu nedenle ezanın Arapça okunması üzerinde ısrar edilir.
Kabalık
Bağırmak kabalık göstergesidir. Kabalığı övünülecek bir hareket olarak görmek, insanın on binlerce yıl önce hayvanımsı insan olarak ormanda yaşadığı doğa döneminin özelliğidir. Orman döneminde kabalık üstünlük, güçlülük, otorite, egemenlik göstergesidir. Uçakta CİP bölümünde oturan biri ayağa kalkıyor, koridoru tıkıyor. Arkasından biri geliyor, yol vermesini bekliyor. Yol vermeyince, “Geçebilir miyim?” diyor. Başını arkaya çeviren CİPçi kızarak ve kabararak kabalıkla, “Geç, geç!” diyor. İşte ülkenin sözümona üst tabakasının yapısı.
Üstünlük Taslamak
Bağırmak, üstünlük taslamaktır. Hayvanlar, kendi toplulukları içinde üstünlük sağlamaya öncelikle bağırmakla çalışırlar. Bağırmak hayvanların, kendilerini ve yaşadıkları alanı korumak, yiyecek elde etmek, topluluk içinde belirli bir aşama sırası kurmak için egemenlik alana girmek isteyenlere, dövüşe gerek bırakmamak için bir tehdit gösterisidir.
Hakaret
Bağırmada hakaret vardır. Aşırı bağırmada; kişi, kendisinin karşısında birilerinin varlığını varsayar ve karşısındakini bastırmak için yırtınır.
Beşeri Düşünme Yokluğu
Bağırmanın olduğu yerde beşeri akılla düşünme yoktur. Bu durum, sarhoşluk durumudur. Sarhoşluk durumunda insanda animal akılla düşünme egemen olur. Kükremiş durumda olduğundan, “başkalarını rahatsız etmek, uykusuz bırakmak, onlarda duyma bozukluğu doğurmak” gibi bağırmanın doğuracağı, beşeri ya da hümünal düşünmeyi gerektiren hiçbir şey düşünemez.
Kendini Fark Ettirmek
Bağırmak, kendisini başkalarına fark ettirmedir. Hele de sağır olmayana bağırmanın başka izahı yoktur. Ona, “Karşında sağır mı var ne bağırıyorsun be,” denir. Şimdi böyle durumlara düşüren bir dinadamına sahip ülke, hümünal sayılamaz. Çok bağırmak, bağıran kişinin sağır olduğunu da gösterir. Bu durumda “sağır duymaz, uydurur” durumu söz konusu olur. Bağıran hoca, bağırmayı uyduruyordur.
Aşağılama ve Küçümseme
Bağırmada, bağıranın kendisini yükseltme, bağırdığı kişiyi aşağılama ve küçümseme vardır. Ezan okunuşunda hem Allah ve peygamber lafızlarını bağırarak ve haddinden fazla uzatmada onlara hem de okunan kişilere karşı bir aşağılama ve küçümseme vardır.
Duyarsızlık
Duyarsızlık, ilgisizlik ya da kayıtsızlık; bir kişinin, toplumun veya diğer insanların duygusal, sosyal veya fiziksel yaşamlarına ilgi ve saygı duymamasıdır, onları önemsememesidir. Kişide duyarsızlık bir hastalıktır. Bu hastalığa şizofreni hastalığı neden olur. Bağırarak ezan okumada başkalarına karşı bu duyarsızlık söz konusudur.
Anksiyete
Psikiyatride bir grup hastalığın genel adı olan anksiyete; endişe, kaygı korku, gerilim, tedirginlik ve sıkıntı halidir. Yaşanan iç çatışmaların sonucudur. Öğrenilmiş davranışlardır. Canlıların dış ortama uyum çabasında koruyucu bir tepkidir. Denetim dışına çıkıp kişinin işlevselliğini aksattığında anksiyete bozuklukları olarak incelenir. Ezan okunuş biçiminde lafızları aşırı bağırma ve uzatma nedeniyle anksiyetenin yani kaygının varlığı görülür. Bir kaşık suda fırtına koparmanın örneğini göstermektedir. Bir tane sesli harfte yüz harflik kaygı sergileniyor.
Psikosomatik Hastalık
Psikosomatik hastalık, psikolojik hastalıkların ağızla dışavurumu hastalığıdır ve bozuk psikoloji kökenli fiziksel hastalıklarının ve davranış bozukluklarının genel adıdır. Psikanaliz açısından bu hastalığın fenomeni, insanın kendisine odaklanmasının azalması ya da kaybolmasıdır. Kişi davranışlarını ve hareketlerini kısmen kontrol edemez. İçe dönük insanlarda görülür. Çocukluk döneminde yaşanan olumsuz durumların sonradan ortaya çıkması şeklinde başlar ve nedenleri arasında iç sıkıntının bedenle özdeştirilmesi yer almaktadır. Mutlaka tedavi edilmesi gerekir.
Yine bu hastalıklar, kendisini beşeri düşünme ürünleriyle gerçekleştiremeyenlerin, Tanrı’nın verdiği ağız gibi hazır (a priori) doğal aygıtlarla ispat etme çabasıdır. Çağımızda bu yollarla ispat etmenin hiçbir değeri olmadığı gibi böyle kişiler animal ya da “hayvanımsı insan” veya günümüzün tabiriyle, “insanımsı hayvan” olarak görülürler. Ezanın yüksek sesle bağırarak okunuş biçimi, okuyanın psikosomatik hastalıklarının semptomlarını gösterir.
FELSEFE AÇISINDAN
Bağırmanın felsefi okuması şudur:
Thymotik Öfke
İnsanda; kanıtlama, ispat anlamında thymos denen bir yeti vardır. Thymostan kaynaklanan kabul görme ve kendini ispat etme arzusu aynı zamanda insan bencilliğinin de psikolojik mekanıdır. “Thymotik ben”, gerek kendi şahsıyla gerekse başka insanlarla ilgili şeyler hakkında kendi değer yargısının kabul edilmesini talep eder. Kabul görme arzusu, kendini kanıtlamanın bir biçimidir, kendi değerlerini çevreye yansıtmaktır. Başka insanların, bu değerleri kabul etmemesi öfkeye yol açar.
Megalothymia
Aciz ve liyakatsiz olduğu halde hırslı olan kişi, üstün kabul edilme arzusu olan “megalothymia” duygusuna sahip olur. Bu duygu, aynı zamanda avamın düzeyinde olduğu, avam düzeyinde ürünler verdiği, popülist amaçla görünürde öyle göründüğü halde onlarla aynı düzeyde eşit görülmek (isothymia) istememekten kaynaklanır.
Ezan, Ses ve Göz
İnsan ancak göz sayesinde dünyanın dışına çıkabilir. Kuram da, ancak insanın gözünü gökyüzüne çevirdiğinde başlar. İlk filozoflar gökbilimcilerdi. Varlığı, sese göre belirlenmiş bir insan, duygularla yönetilir, düşünlerle değil. Ancak içerik, anlam ve duyguyla doldurulan ses, duyguların gücüne hükmedebilir. Duygu, duyguyla doldurulmuş bir varlık tarafından belirlenebilir, duygusallıkla değil. Duygusallık animal, a priori, verili bir kapasitedir, duygu ve düşünme ise insanın ürettiği kazanımlı, a posteriori, hümünal bir üründür.
Ağızla İş Yapmak
Türkiye, bugün tamamen, “Lafla peynir ekmek gemisini yürütmek” deyiminde belirtildiği gibi ağızla yürüyor. Herkes ağızla haksız kazanç elde ediyor. Hiç kimse ülkeye kuruş kazandıracak kafa işi olan düşünme işlemi yapmıyor ve böyle ürün üretmiyor. Tv’de haber ve program sunuculuğu, şarkıcılık, Kuran okuma, vaaz, yorumculuk, Kuran tefsirciliği, İslam’ı anlatma, siyasal iktidar ve muhalefet, tvlerde tartışmalar, açık oturumlar böyledir.
Nihilizm
Nihilizm; değerlerden tamamen yoksun olma durumuna verilen addır. Bu değer yoksunluğu ya da “yargılama ölçütlerinin boşalması” Nietzche’ye göre edilgin ve etkin olmak üzere iki biçim alır. Edilgin nihilizm biçiminin semptomu çöküş ya da çürümedir. Diğer biçim olan etkin nihilizm, güçsüz sanatçının gizlediği bir arzusu olan “güç istenci”ni ortaya koyar. Bu ikinci durum, başta ezanı bu okunuş biçimiyle okutan dinin başkişisi DİB Başkanı olmak üzere, onu okuyan din görevlileri için tamamen geçerlidir.
Bu ezan okuyan sanatçının konumu, sanatçı dışavurumun hiçliğinden gelen sürekli bir meydana çıkıştan başka bir kimliği ve kendisinin bu yanındaki anlaşılmaz yerinden başka zemini olmayan içeriksiz insandır. Bu içeriksiz sanatçı imgesi, Türkiye’de düşünme işlemi yapmayan bir din görevlisi olmaktadır. Sanat ile dünya arasında yarılma yaşayan bu sanatçı hoca, sanatı ve ezanı nihilizm durumuna sürüklemenin içinde kısılıp kalmıştır.
İçeriksiz İnsan
İçeriksiz insan, düşünme işlemini yapan motor yitimine uğramış insandır. Bu da, jestlerin yitimini doğurur. Jestlerin yitimi, bedeni bir bütün olarak kavramanın ve onu kontrol etmenin yitimidir. Nefesi bitene kadar bağırarak ve uzatarak ezan okuyan kişi, bedenini değil, bedeni kendisini kontrol etmektedir. Kendisini ölçme, anlama ve denetleme yetisinden yoksundur.
Odradek/Ruhsuz İnsan/Meta Fetişizmi
Alman romancı ve düşünür Franz Kafka (1883-1924)’nın “odradek” adlı bir kahramanı vardır. İnsan-biçimli bir canlı ama ruhsuzdur. Meta fetişizmine mahkum olmuş bir insan canlısıdır. Yaptığı işi, değerinden çok ötesinde bir fiyata satmaya çalışır. Manevi değerlere ve malzemelere maddi değer atfederek çağın dinsel-maddi sembolüdür. Odradek, insanlığın dayanacağı mevcut değersel kategorileri iptal ederek hiçbir dinsel, manevi, insani zemin bırakmaz. İşte bu; negatif teoloji ya da peotik ateolojinin bir sembolüdür. Bu hümanizm çağında, ülkenin din görevlilerinin odradek olması çok hazindir. Odradek, Farabi’nin hayvanımsı-insan figürünün değişik versiyonu olan insanımsı-hayvan figürüdür.
Ezan ve sala okurken; sınavı olan, ders çalışan, okulda ders yapan, evinde ilim çalışan, dinlenen, uyuyan insanların varlığını, kimseyi rahatsız ettiğini, kul hakkı yediğini düşünmeden libidinal coşku ile aşırı bağıran içeriksiz ve ruhsuz kişiden din adamı olmaz.
İfrat-Tefrit
Bir kişi, halka ezan ve sala okurken aşırı uzatmakla dinin yasakladığı “ifrat”, yalnız başına namaz kılarken, kısa kısa ve hızlı hızlı okumakla “tefrit” günahlarını işlemektedir. Dinin istediği “orta yol yani ölçüye” sahip değildir.
SOSYAL PSİKOLOJİ AÇISINDAN
Ezan okuyan kişi, aşırı bağırmakla, sosyal psikolojik davranış bozukluklarını, ağız ile dışavurmaktadır. Bağıran kişide ve devlette mutlaka sosyal psikolojik hastalık vardır. Düşünmenin egemen olduğu çağımızda düşünme ile değil duygularla, kafa ile işlerin yapıldığı çağda ağızla iş yapmak, en büyük sosyal ve siyasal psikolojik hastalıkların kaynağıdır.
İnsan; psikolojik acısını, sosyal olarak ağlama, bağırma ve inilti gibi yollarla dışavurur. Bu dışavurum, bir ihtiyacın açığa çıkmasıdır. Ezanda bağırmakla sosyal olarak dışavurulan ihtiyacın ne olduğu tespit edilmelidir. Ezanla dışavurulan en temel ihtiyacın, toplumsal kimlik olduğu görülmektedir, çünkü ezan, toplumun ürünü olan kimliği bulunmadığından, toplumsal kimlik olarak kullanılmaktadır.
Türkiye ve Bağırmak
Türkiye; yaban hayattaki gibi bağırmanın çok büyük değere sahip olduğu düşüncesindedir. Konuşmalarını, okumalarını bağırarak yapar. Sanatın, güzelliğin ve etkinin bağırmakta olduğunu bilir. Bu nedenle konuşurken, ezan ve Kuran okurken ne kadar çok bağırılırsa o kadar çok iyi ve değerli görülüyor. Bu durum bebeklik, vahşilik, yabanilik ve animallıktır.
Kendi Toplumuna Bağırmak
Ezanla kime bağırılıyor? Kendi toplumuna bağırıyor. Bir kimse, kendi toplumuna niçin bağırır? Kendi toplumuna bağırmak, Türkiye’nin kolektif bilincini, bütün toplumsal özelliklerini, sanatını, insancıllığını, din anlayışını, ahlakını, siyasal ve sosyal zihniyetini ifade ediyor. Ezanın okunuş biçimi ile bunu günde beş kez en yüksek sesle bütün ülkede dünyaya ifşa ediyor ve halkına öğretiyor. Birbirine yakın insanların birbirlerine bağırmalarının nedeni, fiziken yakın olmalarına rağmen hakikaten birbirine uzak olmalarıdır. Türkiye toplumunun, birbirine uzak olduğu ezanın okunuş biçiminde açığa çıkıyor.
Bir kimse, kendi toplumuna niçin bağırır? Onu düşman gördüğünden veya ona istemediği bir şeyi yaptırmak istediğindendir. Bu toplumda eline bir imkan geçiren herkes, toplumuna bağırarak ağızla, oral şiddet uyguluyor. Eline siren geçiren ambulans ve diğer araçların sürücüleri de toplumuna bağırıyor. Bağırarak baskı ve şiddet uyguluyor. Bazıları, aracının susturucusunu çıkarıp egzosunu bağırtıyor. Cumhurbaşkanı bağırıyor. Düşünme işlemi yapamadığından kafası ile başkalarını etkileyemeyenler, ellerini kullanamadığından eli ile başkasına şiddet uygulayamayanlar, bağırmakla ağızlarıyla şiddet uygulamaktadırlar.
Toplumsal Histeri (Mass Hysteria)
Histeri; gerçekleşemeyecek arzulardır. Toplumsal histeri, sosyal psikolojide bir sosyo-psikolojik hastalıktır. Devletin ezanı aşırı bağırtılı okutması bir sosyal histeri hastalığıdır. Ezanın aniden yüksek sesle bağırılarak okunmaya başlanması, histeri hastalığıdır. Kendi çıkarı için başkasını düşünmeme hastalığı vardır. Sanki toplu olarak hissedilen bir tehlike algısı kuruntusu vardır. İslam yok oluyor korkusu. Bu durum, tek tek bireylerde kuvvetli anksiyeteye dönüşür ve bunun sonucunda fiziki semptomlar baş gösterir. Nitekim her konuda herkes birbiriyle kavga ediyor, hakaret ediyor, cephelere ayrılıyor, hiç kimse birbirini anlamıyor, anlamak da istemiyor. Ezanın böyle bağırılarak okunması, dinin ve devletin elden gideceği korkusu toplumsal histerisini doğurur. Bu teoriye göre zor zamanlar yaşanan bir topluluk dönemin şartları yüzünden tabiri caizse “kafayı sıyırıyor” ve bir anda ortaya çıkan bir kıvılcımla toplumsal kırılma noktası yaşıyor.
SONUÇ
Bütün bağırmalarda yukarıda saydığımız biyolojik, antropolojik, sosyolojik, psikolojik ve felsefi gibi hastalıklar bulunur. Buna ezan ve salayı bağırarak okumak da dahildir.
Bu yabani hayat hastalıklarına sahip ve oradan çıkıp geldiği haliyle kalmış, hiçbir medenilik ve bilimsel terbiye verilmemiş kişiler din adamı yapılmamalıdır. Din adamı yapılacak kişilere, din bilgilerinden daha çok adabı muaşeret, medenilik ve insanilik eğitimi verilmelidir.
Şimdi, okuduğu ezan biçiminin toplumda ne gibi kötülükler aşılayacağını düşünemeyen ve farkında olacak kadar bilgili olmayan bir din adamının, dinin insanlara iyilik ve insanlık için geldiğini iddia etmesi hiç inandırıcı olmaz. Bu ezanla yetişen çocukların aynı özellikte yetişmeleri gibi sosyal sonuçları işin cabasıdır.
Ezan okurken, meydanları inleterek bağırmada, haykırmada, süpersonik büyüklük savaşı vermek vardır. Din pratisyenleri bencilce bağırma ihtiyaçlarını elde etmeyi, ezan ve Kuran okumakla kamusal ortamda gidermektedirler. Ezan okuyanlar, ezanı okudukları kitleyi düşman görüyorlar gibi okuyorlar.
Türkiye’de ezanın okunuş biçimi, bir açıdan da düşmanlık içerir. Düşmanlığı dışavurma vardır. Ezanı bağırarak okuyan kişide antagonistlik yani düşmanlık vardır. Kendi halkını düşman görmektir. Çünkü bağırma, düşmanını etkisizleştirmek içindir. Düşmanına, kendi gücüyle değil, tanrının gücünü kullanarak egemenlik dayatması vardır. Antagonist yapıda, insanilik yoktur. Doğal ya da vahşi yaşamda olduğu gibi, her şeyin birbirinin yemi olması nedeniyle, her canlı, kendisinden başka herkesi düşman görür.
Bencil çıkarını elde etmenin doğuracağı kamusal negatif sonuçları düşünmüyor. Kişisel kalitesiyle büyüklük ve üstünlük taslayamayan aciz kişiler, ezan sayesinde tanrı gücü ile büyüklük ve üstünlük taslarlar.
Ezanın okunuş biçimi mobing içermektedir. Devlet, ezanla halkına karşı üstünlüğe ve dövme hakkına sahip olduğunu gösteriyor. Türkiye’de devlet, bütün ülkede yüz binlerce ezanla grupça uygulanan ulusal oral kabadayılık uyguluyor. Ezanın okunuş biçimi dolaylı kabadayılık içerir. Kabadayılık içeren ezan okuyan kişi, konumuna göre oral kabadayılar arasına girer.
Ortak Alan
Çağımızda kamusal ortak alan tarafsız ve nötr olmak zorundadır. Bu, tıpkı apartmanlardaki ortak alan gibidir. Bu ortak alanlar, apartmanın bir dairesinin zihniyetiyle dizayn edilemez. Herkesi içerecek şekilde nötr ve tarafsız olmasını ihlal etmek kanunlarımızda suç yapılmıştır.
Türkiye’nin nüfusunun %30’u çocuktur. Yani 25 milyon kişi namazla mükellef değildir. Bu kişilere, namazın sünnetlerinden ve farzlarından olmayan ezanı dinlemeyi dayatmanın anlamı nedir? İslam’da namazın neden camide kılınması farz yapılmamıştır? Hele de Cuma akşamları ve sabahları, yine uydurma olan kandil geceleri “sala” adı altında ve bahanesiyle ortak alanı saatlerce bağırma gürültü kirliliğine esir etmek ne İslami ne de insanidir. Kuran’da ve Hadislerde bulunmayan, insanların sonradan uydurdukları bu salanın dini okunma gerekçesi ve referansı nedir? Üstelik uydurulan salanın formatına da uyulmuyor.
“Türkiye’de ezan ve saladaki bağırma, en ilkel insanın iletişim biçimidir.”
Ortak alanın bir dine ve mezhebe dayalı hale getirilmesi kabul edilebilirse de, kandil geceleri, Cuma akşamları ve sabahları gibi bahanelerle aşırı bağırmakla, insanların işitsel hayatının saatlerce sekteye uğratılması kabul edilemez. Bu süre zarfında hiç kimse birbirini duyamıyor. İletişim hayatı duruyor. Peki neden ve ne için? Peki ne sonuç doğuruyor?
İslam’da farz olan ibadet namazdır. Ezan, namazın sünneti bile değildir. Dolayısıyla ezansız namaz geçerlidir. Peki bir devlet, farz olan namazın kılınmasını halkına zorlamıyor da ezanın herkes tarafından dinlenmesini neden zorluyor? Bunun nedenlerini bilimsel ve felsefi olarak daha önceki bir yazımızda yazmıştık. Bu, her şeyden önce bir çelişkidir. Devlet, ezanı, varlığını göstermek ve otoritesini hissettirmek amacıyla halkına oral işkence ve şiddet uygulamak için kullanmaktadır. Fakat devletin bu eylemi, toplumun şiddet aşısı yapmakta ve onu birbirine şiddet uygulayan bir toplum haline getirmektedir. Devlet, halkını önemsemiyor.
Şimdi bir bakıyorsunuz, bir anda vakitli ve vakitsiz, “aaaaaaaa” diye ortalıkta ulu orta bir bağırma duyuluyor. Ne olduğu anlaşılmıyor. Çünkü kelimeler kayboluyor. Minareden geldiğini görünce “sala” olduğu anlaşılıyor. Okullarda ders ve sınav yapıldığı, işinden gelip dinlenenin, hastanın varlığını düşünmeksizin. Çağımızda bu, hiçbir açıdan kabul edilemezdir.
Devlet eliyle ezan ve salayı bağırarak okumak, Antropolojik olarak toplumu insanlığın bebeklik döneminde bırakmaktır. Biyolojik olarak insanın bebeklik çağının oral döneminin aygıtlarını kullanmayı sürdürerek büyümesini önlemektir. Sosyolojik olarak toplumu bağıran bir toplum yapma eğitimi vermektir. Psikolojik olarak toplumu düşünsel değil duygusal yapma eğitimidir. Çağdaşlık açısından toplumu çağdışı bırakmak ve çağdışı olduğunu dünyaya ilan etmektir. Çağdaş değerlere göre toplumu rahatsız etmemek, bir egemen zihniyeti herkese zorla dinletmemek gibi çağdaş anlayışlarının, bu ülkede olmadığını haykırmaktır. Kanunen suç olan, gürültü ile başkalarını rahatsız etme yasağını çiğneyerek kanun tanınmadığı ve suç işleme habitusu kazandırma ilan edilmektir.
Esenler-Davutpaşa-Güngören üçgenindeki ortak alanda 20.05.2018 tarihinde Pazar günü, sabahtan ikindiye kadar değişik camilerden farklı vakitlerde vakitsizce en az yirmi adet sala dinledim. Sala okuma adı altında metalik acayip ve garaip bağırmalarla ortak alan işgal edilerek insanların saatlerce zorla rahatsız edilmesi ne demektir? Ne ile izah edilebilir ve meşrulaştırılabilir? İnsanların dinlenme vakti, hangi hakla işkenceye çevirebilir? Sala adı altında bağırma yapmaksızın, medeni bir şekilde ölü anonsu neden yapılamıyor? İlla da anonstan önce “Allah ve Peygamber” kullanılarak metalik bağırmak mı gerekiyor? Bu bağırmanın dini gerekçesi nedir? İstanbul şehrini, modern teknolojik araçlarla ilkel orman hayatına çevirmekten başka bir nedeni olamaz.
Türkiye, başka hiçbir İslam ülkesinde bulunmayan dinde aşırılıklara gitmesinin ve kraldan çok kralcı olmasının nedeninin izahını Türkiye’nin şu sosyolojik bulgusu ortaya koyar:
“Politika sonradan küskünlere, kapitalizm sonradan görmelere, dinler de sonradan dönmelere bel bağlar.”