Kayık Yaz mevsiminin civcivli zamanlarında binbir sesli bir ezgi gibidir ırmak, yukarılardan bayır aşağı akıp gelir ezgi, dört bir yanı çağıltıyla doldurur. Ama kıyıya yakın daha bir durgundur ırmak, daha bir mırıltılı ve adeta kendi içine gömülmüş. Geniştir öte yandan, çevresindeki topraklar arasında sergilediği gücün anlamı ayrılıktır. Kuzeye doğru kararır vadi ve pek geçit vermez. Yakın bir uzaklıkta tepeler yan yana dizilir, gökyüzüne doğru bir kümbet oluşturan ormanlar yukarılardan sarkar aşağı ve uzaklarda daha sarp tepeler yer alır, havanın açık olduğu sevimli günlerde vadiden içeri doğru yumuşak bir kavis oluşturur. Irmağın üstünde dar bir alana sıkışmış ormanın ilk karanlığında malikâne bulunmaktadır. Kayıkçı Josip Poje ne zaman ırmaktan karşıya yolcu ve yük taşısa, her seferinde görür onu. Malikâne hep karşısında durur. Yanıp tutuşan beyaz bir rengi vardır ve Josip’in gözleri önünde ışıl ışıl belirir ansızın. Josip’in gözleri gençtir, iyi görür. Uzaktaki çalılıklarda dalların eğilip bükülüşlerini fark eder, ister değnek kesmek için ırmağın karşı kıyısına giden sepet örücüler olsun, ister eşraftan kişiler, Josip hemen kokusunu alır müşterilerinin. Zaman zaman bir yabancının ya da gülen erkekler ve renk renk giysilerle şen kadın topluluklarının çıkıp gelerek karşıya geçmek istedikleri olur. Sıcak bir ikindi vaktidir. Josip tek başınadır. Kıyıdaki yumuşak kumlar üzerinde ırmağın hayli içerisine uzanan küçük köprüde dikilmiş durur. İskele, çalılık arazinin yalnızlığı içinde bir yere kurulmuştur. Kumlu ve taşlıktır burası, yavaş yavaş genişleyerek çayırlara ve tarlalara dönüşür. Kıyıyı topluca görebilmek olanaksızdır, tüm bakışlar çalılıklarda boğulup gider. Biraz yumuşak bir zemin üzerinde aralarda kalan yollar yeni oluşmuş yara izlerine benzer. Bu kararsız günde tek değişiklik bulutların oyunudur. Onun dışında yorucu bir dinginlik duyurur sesini ve suskun bir sıcak tüm nesnelere damgasını vurur. Bir ara başını çevirir Josip, karşıdaki malikâneye bakar. Arada su vardır, ama yine de pencerelerin birinde malikânenin sahibini, “bey”i görür. O, Josip, pek çok saat ayakta dikilebilir ya da uzanıp yatabilir yere, her Allahın günü aynı suyun sesini dinleyebilir, oysa bazen “şato” diye nitelenen beyaz evdeki bey bir tedirginliği ister istemez içinde taşır. Bazen bu, bazen öbür pencere önünde dikilmiş durur, bazen de ormandan inip gelir aşağı, Josip de beyin ırmaktan karşıya geçirilmek istediğini sanır. Ama bey, ırmağın gümbürtüsünden ne kadar işitebilirse artık, hayır diye seslenir Josip’e, kıyı boyunca amaçsız yürüyüp gider, aynı yolu dönüp gelir yeniden. Josip’in sık sık gördüğü şeydir bu. Bey çok güçlü biridir, yılgınlık ve çaresizlik yayar çevresine, ama iyi kalplidir, herkes de söyler bunu. Josip, daha fazla düşünmek istemez bu konu üzerine. Gözlerini araştıran bakışlarla yollarda gezdirir. Gelen kimse yoktur. Josip güler. Gönlünü eğlendirecek küçük eğlenceler bulmuştur kendine. Koca adam olmuştur, ama kumlar içinde yassı taşları arayıp bulmaktan hâlâ hoşlanır. Basıldıkça esneyen ıslak kumlar üzerinde dikkatle, ağır ağır yürür. Bulduğu taşı ellerinde tartıp yoklar, sonra biraz arkaya kaykılarak fırlatır taşı; ele avuca sığmayan taş dalgalar üstünden bir vınlamayla uçup gider. Batıp batıp çıkar suya, her seferinde yine yoluna devam eder, yeniden batar, yeniden çıkar. Ardı ardına üç kez. Ama aynı işi sık sık yapacak oldu mu, taşların bazen sekiz defa sıçradığı görülür dalgalar üstünde. Ancak kaba ve kalın taşlar bu iş için uygun değildir. Saatler göze görünmeden geçip gider bir bir. Josip çoktan düşlere dalmış, suskun, içine kapalı birine dönüşmüştür. Uzak dağlar üstündeki buluttan duvar yükselir giderek. Bakarsın çok sürmeden güneşin parıltısı çekip gitmeye davranacak, beyaz sislere bürünmüş sarayları altından eteklerle donatacaktır. Belki Maria da çıkıp gelecektir o zaman. Her zamanki gibi yine geç bir saatte. Sepetinde karşıdaki bey için taneli meyveler ya da bal ve ekmek bulunacaktır. Josip de Maria’yı karşıya geçirecek, karşıda Maria beyaz eve doğru yürüyüp giderken arkasından bakacaktır. Her şeyi beyin evine Maria’nın taşıyıp götürmesine Josip bir anlam veremez bir türlü. Adamlarını gönderse ya. Geç ikindi saatleri serseme çevirir insanı. Kaygıları yorgunluk alıp götürür. Gizli saklı yollarda gezinir düşünceler. Karşıdaki bey artık genç sayılmaz. Genç Josip Poje gibi insana işte öylesine acı veren bir istek barındırmaz gönlünde. Ne diye Maria hep beyi düşünür sanki, oysa beyin kendisine dönüp baktığı yoktur. Kafasında hep büyük şeyler düşünür bey, tümü de Maria’nın akıl erdiremeyeceği karanlık şeylerdir. Beye ne kadar sık giderse gitsin, susup bir şey konuşmadıkça bey onu fark etmeyecek, Maria’nın gözlerindeki ifadeyi anlamayacaktır, susup konuşmayan Maria’yı uzaklaştırmaya bakacaktır evden. Maria’nın üzüntüsünden, Maria’nın sevgisinden hiç haberi olmayacaktır. Ve yaz geçecek, Maria ister istemez yine Josip’le gidecektir dansa. Güneş batar batmaz canlanan tatarcıklar ve sinekler şimdiden uçuşmaya başlıyor. Havada sürekli arayış peşinde, her türlü telaştan uzak çemberler çiziyor, bazen ansızın birbirlerine tosluyorlar. Derken yine ayrılıp boşluktan süzülmeye başlıyor, bir an gelip yeniden çarpıyorlar birbirlerine. Bir yerlerde hâlâ öten kuşlar var, ama sesleri pek işitilmiyor. Irmağın çağıltısı, başka sesleri kendi içinde boğup atan bir beklenti oluşturmakta. Korku ve telaş dolu, yüksek perdeden bir çağıltı. Derken bir serinlik çıkıyor, bozbulanık bir düşünceyi taşıyıp getiriyor yanında. İnsan kör bile olsa, yine de karşıda beyaz bir leke gibi duran duvarın orman içinden gelen parıltısını görebilir. Akşam iniyor. Josip kalkıp eve gitmeyi geçiriyor aklından, ama gitmiyor, bekliyor henüz. Bir karara varmak güç. Ansızın Maria’nın geldiğini işitiyor. Başını çevirip bakmıyor o tarafa ve hiç bakmayacak. Ama ayak sesleri konuşuyor yeterince. Maria’nın selamı ürkek ve çaresiz. Josip, Maria’yı süzüyor. “Geç oldu,” diyor sesi sitem dolu.