Kin tutabilen kişi, yüreğinde sakladığı sürekli öfke ateşinin kapağını, bu ateşi kusuncaya kadar kapalı tutar ama, kin neşeyi ilk nefesinde boğar. Huzur baskı altında kalır. Develerin bile kin tutmadığı bir dünyada, yüreğinde kin depoları saklayanlara acımak gerekir mi? Gerekir... Acımalıyız. Bunlar, öfkelilerden daha umutsuz vakalar.
Deli gibi sevmek hoş, sakın aptalca sevme!
İlk marifetimiz işi hınzırlığa dökmek olacak. Dünya düşünür ve bilim insanlarının uzun yıllar çalışarak ulaştığı sonuçlardan birisi, zaman hızının hiç değişmediğinde anlaşmalarıdır. Biz şimdi pervasız düşünme kanallarına dalarak, “zaman” denen önemli ve değişmez akışa musluk takalım. O ünlü zaman akışını hızlandırıp yavaşlatalım. Hatta istersek durduralım bile... Örnek mi? Buyurunuz: Bir dünya güzeli hanım zaman musluğunu kapatarak istediği yaşta dursun!..Bıkma Yaşa
Yaşadığım hiçbir dönemi küçümsemiyorum. İsterse hayal olsun derim ki, bana bir ömür daha hediye edilirse, ben eski yaşadıklarımın hepsini ama hepsini, hiçbir dakikası ve saati değişmeden bir kez daha yaşamak isterim. Hiçbir yanı ve anı değişmeden ve tıpkısını. Yaptığım yanlışların da, hepsine ama hepsine, olduğu gibi sahip çıkıyorum. Onları da bir daha yaparım. Bir insan ömrünün bütünlüğü vardır Bir insan ömrü giysi provası yapar gibi çekiştirilip değiştirilemez. O artık yaşanmış ve geçmiştir... Bitmediyse bile! Bir tiyatro eserinin yazarı eserini bitirinceye kadar istediği gibi oynar değiştirir. Ama aynı yazar kendi ömrünün geçmişini değiştiremez. Artık geçmiştir o değiştirilebilme zamanı...Bir Ömür Yetmiyor
Gülümsemekle sırıtmak, birbirine hiç mi hiç benzemez. Yerine yakışmayan herhangi bir eşya ya da hâl için "sırıtıyor" deriz. Gerçekten de sırıtmak, güzel bir ruhun çehresine yakışmaz. Bazen bir anlık hınzırlıkların belirtisidir, hoş görülebilir. Eğer sebep hınzırlık değilse, sırıtma düpedüz kafasızlıktan kaynaklanır. Oysa gülümseme, ruhsal temizliğin, duruluğun yüze yansımasıdır. Ruhun kapılarını açma korkusundan eser bulunmayışıdır... Çevrelerine kasvet saçan suratsızlara karşı insanların koruyucu melekleri, güler yüzlüler değil midir?...Uzun Yaşamanın Sırrı
Saymaya kalkışmadan, kısa bir özet yaparak diyebilirim ki, çok çeşitli yaşam sahnelerinde, zevkler ile birlikte fırsatlar içinde gittim geldim, indim çıktım. Yanlışlıklar kötü talih yüzünden doğdu, doğruluklar benim marifetimdi gibi sözler ağzımdan çıkmaz, çünkü aklımdan geçmez. Pişman olmadığım huylarımdan birisi "öğrenmeyi öğrenmek"ten hiç vazgeçmemiş olmamdır. Bu konuda bana yol gösteren sözlü ışıklardan birisine göre: "Öğrenmek akıntıya kürek çekmek gibidir. Bırakıldığı anda geriye sürüklenmekten kaçınılamaz"...Acele Etme Çabuk Ol
Eğer ben, doğduğum (1921, İstanbul) yılda dünyaya gelmeseydim, olağanüstü kibar (!) mahallelerde çocukluğum geçmeseydi, Davutpaşa Çöp İskelesi, Ispanak Viranesi, Samatya Narlıkapı Çıkmazı, Yeşilköy Bamya Tarlası gibi, kibar semtlerde (!) yetişmeseydim, ben 'ben' olamazdım...Doksan Beş Yıldan Serpintiler
Aydın Boysan'dan Aziz Nesin anısı
1973'tü galiba, Demirtaş Ceyhun telefon etti bir gün: "Yav Aziz Nesin vakıfta inşaata başladı. Birinci binayı kendi yaptı; ama yaptığını da beğenmedi. Bir profesöre proje yaptırmak istiyor, ama parasını da ödemeye kıyamıyor" dedi. "Gelin bir görüşelim" dedim. Geldiler, görüştük.
Sonra yerine gittik, arsayı da gördük. Programı da birlikte konuştuk. Şartları sordular. Dedim, "Projeyi ben yapacağım; ama proje bittikten sonra bir yemek yenecek". Aziz Nesin, "Tabii, yediririm" dedi. "Onu da yanlış anladın, yemeği de ben yedireceğim" dedim ona.
Aradan yıllar geçti. Mizah kitaplarım çıktı. Bir kitap fuarı yemeğinde onar kişilik masalarda oturuyoruz. Aziz Nesin ile aynı masadaydık. Herkes birbirine takılıyor, birisi de bana takıldı: "Ya sen bu yaştan sonra mizah yazarı olmaya korkmadın mı? Rezil olur insan yav" dedi. Ben de ona dedim ki, "Aziz Nesin o mimariyi yaptıktan sonra ben mizahta ne yapsam olur diye düşündüm". Buna da en çok Aziz Nesin gülmüştü.
Aydın Boysan'dan bir fıkra
Zengin bir iş adamının kızı, kendisiyle evlenmek isteyen erkek arkadaşını anne ve babasıyla tanıştırmak için evlerine yemeğe çağırdı. Yemekten sonra zengin iş adamı, damat adayıyla baş başa konuşmak istedi ve onu çalışma odasına götürüp evlendikten sonra ailesini geçindirmek için ne iş yapmayı düşündüğünü sordu.
Damat adayı duraksamadan yanıt verdi: Aslında benim elimden her iş gelir efendim, evlendikten sonra bir yerde kesinlikle bir iş bulurum. Sonra da nasıl olsa, Tanrı yardım eder...
Damat adayının bu yanıtını kuşkuyla karşılayan zengin iş adamı, bu kez daha somut bir soru sordu: Peki içinde kızımı oturtabileceğin bir eve nasıl sahip olmayı düşünüyorsun?
Damat adayı yine duraksamadan cevap verdi: Ben aslında çok çalışkanım. Gece-gündüz demez çalışır, para biriktiririm. Sonra da nasıl olsa Tanrı yardım eder; bizde bir ev sahibi oluruz.
Kız babasının neşesi iyice kaçtı. Bu kez sesini yükselterek sordu: Peki oğlum ileride çocuklarınız olunca onlara nasıl bakacaksınız?
Damat adayı o soruyu da yanıtladı: Biraz önce söyledim ya; gece-gündüz çalışır kazandığım tüm parayı biriktiririm. Sonra da nasıl olsa Tanrının yardımıyla çocuklarımızı büyütürüz...
Damat adayı gittikten sonra kızı koşarak babasının yanına geldi: Damadını beğendiğini gözlerinden anlıyorum babacığım, lütfen söyler misin; onun en çok neyini beğendin?
Babası kızının yüzüne dik dik baktı: Onun en çok hoşuma giden yani benim hakkımdaki görüşü, dedi ve ekledi: Beni Tanrı sanıyor!