29 Ocak 2021

Neyzen Tevfik "Ben hayatım boyunca hürriyeti aradım, bulur gibi olduğum zaman da ya gasp ettiler veya çalıverdiler. Ben bağrı açık ve bağrı yanık insanların hizmetçisiyim."

Feleğin kahpe başında
            paralansın parası
            Ben güzel sevmeğe geldim,
            değil ekmek yemeğe.

Eğer etrafınızda olup bitenlerden, ülkenin içinde bulunduğu durumlardan gün gelir yüreğiniz daralır, boğazınızı birileri sıkıyor gibi olursa ve siz elinizin, ayağınızın bağlanmış gibi olduğunu düşündüğünüzde sığınacak bir yer ararsanız alın elinize Neyzen Tevfik'in şiir kitabını, göreceksiniz oldukça rahatlayacaksınız.

Bakın Avram Galanti Bodrumlu, ki o da Bodrum'un yetiştirdiği ünlü insanlardan biridir ve Neyzen Tevfik'in akranıdır, 1945 yılında yayımlanan "Bodrum Tarihi" isimli kitabının 93. sayfasında (bu kitap Rasim Özgürel tarafından sadeleştirilip 1996 yılında BOSAV yayınları arasında yayımlanmıştır.) Neyzen Tevfik'i şöyle anlatmaktadır; "Neyzen Tevfik 1296 yılında (1878) Bodrum'da dpğmuştur. Kendisi doğum tarihini şu beyitle anlatır;

Tamam bin iki yüz doksan altı salinde
Kademzen oldu şu hake o ruh-i nalende

Tevfik, ben Bodrum ortaokulunun son sınıfında iken, kendisi ilkokuldan çıkıp ortaokulun ilk sınıfına gelmişti. Babası ortaokul öğretmeni Hasan Fehmi Efendi idi. İlkokul ile ortaokul yan yana oldukları için, Tevfik ilkokulda iken bile teneffüs zamanlarında ortaokula, babasının yanına gelirdi. İnce, zeki, hassas, hareketli olan bu çocuk başak sapından ve kamıştan düdük yaparak çalar ve çocukları etrafına toplardı. Çaldığı zaman ciddi ve coşkun bir tavır takınırdı.

Ben ortaokulu bitirdikten sonra Bodrum'dan ayrıldım. Bir süre sonra Bodrum ortaokulu öğretmeni Hasan Fehmi Efendi Urla'ya atanmış ve İzmir'e yakınlığı dolayısıyla Tevfik öğrenimini ilerletmiş, hem de aşık olduğu müziğe devam etmiştir.

1949 yılının sonuna doğru Kahire'ye gittim. Bir gün kahvede iken, tavla oynanan bir yerden kulağıma yabancı olmayan bir sese geldi. Bu ses Tevfik'in sesidir dedim. Hemen oynanılan yere gittim ve onu gördüm. Yanında neyi vardı.

..............."

Tevfik daha 7-8 yaşlarında iken bir gün babası ile sahilde dolaşırken Tepecik kahvesine giderler, orada otururlarken yakından bir yerden bir ney sesi gelir, bu ses küçük Tevfik'in yüreğinde derin izler açar. Babası; "Bunlar dervişlerdir oğlum, ney üflemektedirler" der.

Tevfik Urla'ya yerleşmelerinden sonra bir gün çarşıda gezinirken bir berber dükkanından gelen ney sesi onu çok etkilemiş ve dükkandan içeri girerek ney çalan berber Kazım Efendiden kendisine de ney çalmasını öğretmesini istemiştir. Bu sıralar 15-16 yaşlarındadır. Ancak ailesi eğitimini aksatacağını düşünerek bir müddet sonra bu dersleri engellemiş ancak bu durum Tevfik'in sağlığının bozulmasına neden olmuştur. Hastalığı yüzünden öğrenimi aksar, tedavi için götürülen hacılar, hocalar fayda etmez, sonunda İstanbul'da bir Musevi doktor; "bu çocuk neye meraklı ise bırakınız üflesin onu" der. İstanbul'dan mutlu dönen Tevfik şu mısrayı yazar, "kavuştu aşık-ı şeyda o yar-ı canana yine". Yıllar içerisinde ney çalmayı ilerleten Tevfik'i babası bilahare İzmir'e götürür ve Mevlevi Şeyhi Nureddin Efendiye teslim eder. Böylece Tevfik Mevlevi Dergah'ına adımını atar ve Neyzen Cemal Beyden de ders almaya başlar. Tevfik bu günlerini şöyle anlatır;

"Nota ile meşke devam etti, şöyle birkaç mah
Sema, mıtrıba girdi, ney elde, başta külah"

Mevlevi dergahında yetişen Tevfik artık 20 yaşlarına geldiğinde usta bir neyzen ve usta bir şairdir. 1900'lü yılların başında İstanbul'a yerleşen Neyzen Tevfik, Fethiye Medresesine devam etmiş, burada ünlü yazarlar ve şairlerle tanışmıştır. Fakat dilinin belası Yıldız tarafından takip edilmeye başlanınca Mısır'a kaçmış ve orada 7 yıl kalmıştır. Bazıları bu kaçışın Sultan Hamid'in korkusundan değil Şair Eşref'in hasretinden olduğunu söylerler. İstanbul'a dönüşünden sonra sıhhati sık sık bozulur hale gelmiştir. Bunda içkiyi fazla kullanmasının etkisi de vardır.

Ney ile Mey hastası olarak hayatının son yıllarını kah hastanede, kah kahvehanede, kah tımarhanede, kah meyhanede geçiren Neyzen Tevfik 28 Ocak 1953'de 76 yaşında geride iki müzik eseri (Nihavend saz semaisi ve Şehnaz buselik saz semaisi) ve iki şiir kitabı (Hiç ve Azab-ı Mukaddes) ve yüzlerce basılmamış şiir bırakarak hayata gözlerini yumar. 

Neyzen kendini şöyle tanımlar; "Ben hayatım boyunca hürriyeti aradım, bulur gibi olduğum zaman da ya gasp ettiler veya çalıverdiler. Ben bağrı açık ve bağrı yanık insanların hizmetçisiyim." Bazen de "Neyzen Tevfik sazı ile sözü ile düzü ile seyyar bir ibret-i mücessemdir" der. (düz : rakı anlamındadır)

Bence Neyzen Tevfik Bodrum'dan çıkmış bir şair, bir bestekar, bir ney ustası ve bir ölçüde halk kahramanıdır. Diyeceksiniz ki hepsi tamam da halk kahramanlığı nerden çıktı. Gayet basit, bir kere var mı onun gibi hayatının her döneminde hiç korkmadan, hiç çekinmeden hatta ülkenin en baskıcı yönetimlerle yönetildiği devirlerde bile tüm yöneticilere olan tepkisini açıkça ve alaylı bir üslupla dile getirebilen, onları en acı şekilde hicveden. Öyle ki, onun yazdıklarını eğer dikkatlice okursanız, söylediklerinin ölümünün üzerinden 52 yıl geçmesine rağmen aktüalitesinden bir şey kaybetmediğini göreceksiniz. İşte aşağıdaki dörtlük son günlerdeki ahvalimize ne kadar da uyuyor;

Kimse ta'yip edemez biz kafa göz yarsak da
Döğüşe, kavgaya var elbet milletin hakkı
Yatalı beş senedir sade mısır ekmeğine
Kalmadı halkımızın Hint horozundan farkı
(1915)

Toplumumuzda en ufak bir şeyden büyük kavgaların, cinayetlerin çıkması, stadyumlardaki kavgalar bu Hint horozluğundan değil de nedendir?

Neyzen Tevfik'in en çok nefret ettiği şeylerden birisi de yobazlıktı. Çok içki içtiğinden ve kendilerine göre inançsız saydıklarından ona "zındık" derlerdi. Neyzen ise şöyle tanımlardı onları;

Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden,
Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.
Kara bir kinle taassup pusudan çıktı yine,
Yurdu şahane cehalet yeni baştan bürüdü.

Bir gün zevzeklerden biri sormuş üstada
- "razakı" acaba "rakı" ile kafiye olur mu diye
Neyzen gülmüş:
- "Yalnız kafiye değil meze bile olur"

Hilmi Yücebaş'ın Neyzen Tevfik isimli eserinde (1973) şöyle bir anlatı var;
" Özgürlük ve insanlık aşığı, yergi ve ney üstadı Neyzen Tevfik'i adını açıklamayan bir düşünürümüz ne güzel anlatmıştır:
- Bence Mevlana ile Neyzen arasında yakın bir ilgi vardır. Bu iki kişinin de ulaşmak istediği hedef aynı, fakat izledikleri yollar ayrıdır. Mevlana, Ney'i Dergah'a sokmuş, Neyzen Tevfik Dergah'tan çıkararak halkın ayağına götürmüştür. Mevlana'nın Ney'i ile Neyzen'in Mey'i aynı tasavvuf potasında birlikte eriyen iki kardeştir. Mevlana'ya Veli, Neyzen'e deli diyenler,veli ile deli arasındaki büyük tasavvuf kavramını anlamayanlardır. Neyzen şu yalancı dünyaya kendini tanıtmak için gelmedi ama yine de gerçek dünyası tanınmadan göçüp gitmiştir. Saygı ile anıyoruz. Tevfik Hüda'dandır."

Son olarak onun sufi düşüncesini ve heyecanını anlatan şu dörtlük onun tüm yaşamını da kısaca özetlemektedir.

Serserinim, düştüm aşkınla neye,
Nasıl girdin elimdeki şu neye?
Hem seversin beni Neyzenim diye,
Hem de sarhoş diye destan edersin.

Evet biz de burada şehrimizin yetiştirdiği bu büyük hiciv ve ney ustasını bir kere daha sevgi ve saygıyla anıyoruz.

 A.Rasim Özgürel