Peki, bütün sefahatler, zihin, beden ve ruh sefahatleri tarafından piçleştirilmiş bu toplum ne zaman son bulacak?
O zaman, dünya üstünde şüphesiz neşe olacak, medeniyet adı verilen o yalancı ve ikiyüzlü vampir sonunda öldüğünde; kraliyet kaftanı bırakılacak, asa, elmaslar, çöken saray, düşen şehir bırakılıp akıncılara ve kurda katılınacak
Hayatını saraylarda geçirdikten ve ayaklarını büyük şehirlerin kaldırım taşlarında eskittikten sonra, insan ölmek için ormaniara gidecek.
Toprak, onu yakan yangınlardan ötürü kurumuş ve her yeri kavgaların tozuyla kaplı olacak; insanların üstünden geçmiş olan umutsuzluk soluğu onun da üstünden geçmiş olacak ve artık sadece acı meyveler ve dikenden güller verecek ve ırklar daha beşikteyken sönecek, rüzgarların dövdüğü ve çiçek açmadan önce ölen bitkiler gibi..
Zira her şeyin helbet bitmesi ve üstünde yürünmekten yeryüzünün eskimesi gerekecek; zira enginlik nihayetinde, bu kadar gürültü yapan ve hiçliğin ihtişamını rahatsız eden bu toz zerresinden sıkılmış olmalı. Altın, elden ele geçmekten ve yoldan çıkarmaktan illa ki yorulacak; bu kan buharı illa ki durulacak, saray, içindeki zenginiikierin ağırlığına dayanarnayıp yıkılacak, orji illa ki bi tecek ve uyanacağız.
İnsanlar bu boşluğu gördüklerinde devasa bir umutsuzluk kahkahası kopacak; ölüme, yiyen, her daim aç olan ölüme gitmek için hayatı terk etmek gerektiğinde ... Ve her şey, hiçliğin içine doğru çökmek için çatırdayacak; ve erdemli adam erdemini lanetleyecek ve günah ellerini çırpacak.
Çöle dönmüş bir dünyada hala dolanan birkaç insan birbirine seslenecek; birbirine doğru gidecek ve kendisinden korkarak dehşet içinde gerileyecek ve ölecek. O zaman insan ne olacak, o ki halihazırda yırtıcı hayvanlardan daha kıyı cı ve sürüngenlerden daha hain? Sonsuza kadar elveda, ışıltdı arabalar, bandolar ve şöhretler; dünyaya elveda, bu saraylara, bu anıtkabirlere, suçun haziarına ve ahlaksızlığın neşelerine! Taş aniden düşecek, kendi kendini ezecek, ve üstünde ot bitecek! Ve saraylar, tapınaklar, piramitler, sütunlar, kralın mezarı, fakirin tabutu, itin leşi, bütün bunlar, yeryüzünün çimeni altında aynı yükseklikte duracak.
O zaman, mendireği olmayan deniz kıyılara vurup dinlenecek ve dalgalarını götürüp şehirlerin hala tüten külleri üstünde yıkayacak; ağaçlar büyüyecek, onları okşayacak ya da kıracak bir el olmadan yeşillenecek; ırmaklar, mineli çayırlarda akacak; doğa, kendisine karşı gelen insan olmayınca özgür olacak, ve bu ırk sönecek zira daha çocukluğundan beri lanetliydi.
Hazin ve tuhaf çağ bizimki! Bu büyük haksızlık çağlayanı hangi okyanusa doğru dökülüyor? Bu kadar dipsiz bir gecede nereye gidiyoruz? Bu hasta dünyayı yoklamaya kalkanlar, bağırsaklarında kıpraşan ahlaksızlıktan korkarak hemen geri çekiliyor.
Roma ölmekte olduğunu hissettiğinde, hiç olmazsa bir umudu vardı: Kefenin arkasından bakınca, ebediyetin üstünde parlayan, ışıltılı haçı görüyordu. Bu din iki bin sene sürdü ve işte tükeniyor, yeterli gelmiyor ve ciddiye alınmıyor; işte yıkılan kilise leri, üst üste ölülerle dolu ve taşan mezarlıkları. Ya biz, bizim nasıl bir dinimiz olacak? Bizim olduğumuz kadar yaşlı olmak ve hala Mısır' dan kaçan İbraniler gibi çölde yürümek. Vaad Edilmiş Topraklar neresi olacak?
Her şeyi denedik ve her şeyi, umutsuzca inkar ediyoruz; ve sonra, tuhaf bir tamahkarlık, ruhumuzla ve insanlığımızla bizi ele geçirdi; içimizi kemiren devasa bir endişe var, kalabalığımızda bir boşluk var; etrafımızda bir kabir soğukluğu hissediyoruz.
İnsanlık kendini makineleri d öndürmeye kaptırdı ve bunlardan oluk oluk akan altını görünce çığlığı bastı: "Tanrı bu!" Ve bu Tanrı'yı yiyor insanlık. Ölmeden önce -çünkü her şey bitti, elveda! elveda! -şarap var! Herkes, içgüdüsünün onu sürüklediği yere doğru koşturuyor, dünya, üstü böcek dolu bir kadavra gibi kalabalık, şairler düşüncelerini biçimlendirmeye zaman bulamadan geçip gidiyor, düşüncelerini kağıtların üstüne ancak atıyorlar ki kağıtlar uçuşuyor; günübirlik krallıkların ve karton asaların altındaki bu maskeli baloda her şey parlıyor ve ses getiriyor; altın saçılıyor, şarap oluk gibi akıyor, soğuk sefahat elbisesini kaldırıyor ve oynatıyor, dehşet! dehşet!
Ve üstelik, bütün bunların üstünde, herkesin kendi ucunu çekiştirdiği ve elinden geldiğince örtündüğü bir örtü var. Acı komedya! dehşet! dehşet!
Aç
gözlerini zayıf ve kibir dolu insan, toz zerreciğinin üstüne güçlükle
tırmanan karınca; kendi kendine özgür ve büyük olduğunu söylüyorsun,
kendi kendine saygı duyuyorsun, hayatı süresince o kadar aşağılık olan
sen, ve kuşkusuz alay etmek için, gelip geçen çürük bedenini
selamlıyorsun. Ve sonra sanıyorsun ki, büyüklük adını verdiğin bir
miktar gurur ve 'Toplumun' özü olan bu alçak çıkar arasında çalkalanan
bu kadar güzel bir hayat, ölümsüzlükle taçlanacak.