Albay Atmaca tatil yapmak amacıyla bir kıyı köyüne gelir. Burada bir
evin çatı katını kiralar. Yalnız yaşayan bir kişidir. Asker olmasına
rağmen hayatta en kaçtığı şey ise kavgadır; bir gece alt kattaki bir
aileye ait komşu balkonda eşlerin kavgalarına istemeden, bir rastlantı
sonucu tanık olur. Giderek bu kavgaya inanılmaz ve vazgeçemediği bir
güçle bağlandığını farkeder. Kendine şu soruyu sorar: "Kavga mı yaşama
güzelliğini ve anlamını veriyordu, yoksa yaşam kavgaya karşın mı
güzeldi?"
" Tam oturmak üzereyken sağ yanında, bilemedin bir buçuk metre aşağıda, bir başka balkonda, küçük bir odaya açılan camlı kapının yukarısında ki buzlu lambadan vuran ışığın altında, bir sofranın çevresinde, konuşmadan, kımıldamadan, neredeyse soluk bile almadan oturan dört kişi: Bir adam, bir kadın, bir küçük kız ve bir küçük oğlan gördü; birdenbire, çok güzel bir ezgi dinlemiş ya da çok güzel bir resim görmüş gibi, içinde bir yerlerin derinden derine titrediğini, gözlerinin yaşardığını duydu. “Ne oluyor? Bana ne oluyor?” diye geçirdi içinden. Pek de alışık olmadığı bu beklenmedik içtenliğe bir neden aradı, bütün gece süren bir otobüs yolculuğunun ardından, gün boyunca tek başına deniz kıyısında oturup, tek başına yüzmenin, herkesin gülüp şakalaştığı bir lokantada tek başına yemek yemenin etkisi olabilirdi bunda. Böyle bir günden sonra, böylesine dingin bir aile görüntüsüyle karşılaşmanında, balkonun zayıf ışığında belli olduğu kadarıyla, kadının uzaksıl bir güzellik veren yüzünün, şaşılacak ölçüde ince görünen ellerinin, kollarının, bedeninin, çocukların sarı ve kıvırcık saçlarının da bir etkisi olabilirdi. "