15 Ocak 2020

Nazım Hikmet Ran...Noel Baba

Kara bir kış, bir Kânunuevvel gecesi idi...Sırtında beyaz bir kürkle gelen Noel Baba, bir senelik yoldan hediye diye buzdan boncuklar getirmişti...Boğazlanan bir puhunun boğuk ıslıkları gibi haykıran rüzgâr, uğultularla tahta evlerin hurda iskeletini sarsıyordu...Noel Baba beyaz, kalın gocuğunu kutuplardan veyahut da Sibirya’dan almışa benziyordu...Tipi, zincirinden kurtulan azgın bir deliden daha deliydi. Kar...Akşamdan beri lapa lapa, fasılasız yağıyor, sokaklarda görünen tek tük havagazı fenerleri donuk göz kırpışıyla yanıp sönüyordu...
Bu acı, bu ilikleri donduran soğuk gecede, karla örtülen tenha sokağın dar bir köşesinde yırtık paçavra ve çullara bürünen bir hayalet vardı.
Bu bir insan yavrusuydu.
Büyük, süslü ve nakışlı bir zadegân malikânesinin duvar dibinde köpeklerle koyun koyuna yatıyordu... Fırtınanın, tipinin uğultuları arasında donan ellerini zayıf nefesi ile ısıtmaya çalışıyor, yırtık çuluna biraz daha bürünüyordu.
Bu yedi sekiz yaşında kadar, altın saçlı, sevimli bir küçük, bir kaldırım çocuğu idi.
O cemiyetin kimsesizi idi.
Kardan bir gocuk içinde ve kardan bir şilte üzerinde ısınmak için nefesi ile ellerini ovuşturan küçük yavru, tipinin kırbacı altında uyuşmuştu. Yarı donmuş sıska dizlerine yaslanarak mecalsiz vücudunu yavaşça kaldırdı. Köpekler, karanlıkta parlayan fosforlu gözleriyle ona yan yan baktılar ve sanki, “Bizi bırakıp nereye gidiyorsun?" diye sormak istediler! O, hayata gözlerini açtığı zaman kendini orada, sefiller, mücrimler ve mahkûmlar yetiştiren kaldırımlarda bulmuştu.
Küçük çocuk biraz ilerledi... Kar gittikçe daha kesif yağıyor... Keskin, sert, bir tipi, kasırga halini alarak çatıları sarsıyor... Ağaçların dallarını büküyor... Kırıyor ve koparıyordu...
Küçük yavru malikânenin kapalı alt kat pencerelerinin önüne doğru yaklaştı... Soğuktan donmak üzere bulunuyordu. Gece!
Her yer, her taraf zifiri karanlık içinde, gece, içindeydi. Müphem göz kırpışlarıyla titreyen tek tük sokak fenerleri de soğuktan ürperiyorlardı! Küçük sefil, beyaz konağın alt kat pancurlarının önünden geçti. Artık binanın bahçesinde bulunuyordu... Gecenin karanlığında gözüne solgun, silik bir ziya ilişmişti... Konağın arka cihetindeki kulübeye benzeyen bir yerden beliren bu ziyaya doğru yürüdü...
Çocuk, geçerken bu pancurlardan birinin önünde durdu ve içeriye baktı. Pancur hafifçe çatlamış olduğundan içerisi görünüyordu. Bu görünen yerde bir aydınlık vardı. Burası temiz, güzel ve muhteşem bir salondu... Küçük sefil bu renkli salondaki renkli dekorlara, büyük çini sobaya, sobada kıvrılan, kıvranan alevlere ve kapısı açık iç odanın ilerisinde görünen beyaz örtülü geniş masaya baktı... Masada renkli ziyalı bir çam ağacı vardı. Çamın dallarına çeşit çeşit, minimini oyuncaklar, kotiyonlar asılmıştı...
Bu bir Noel ağacı idi... Ve oyuncaklar çok şık, çok zarifti. Küçüğün gözlerinde hafif bir nem, bir şebnem toplanmıştı... O, titreyen vücudunun ıstırabından başka, midesinin körleşen sızısının da uyandığını hisseder gibi oldu... Ve oradan uzaklaştı.
Kaldırım çocuğu konağın arka cihetindeki kulübemsi bir yerden görünen silik, donuk ziyaya doğru yaklaştı... Yürüyemiyor, uyuşan bacaklarıyla güçlükle adım atmaya uğraşıyordu. Kar ve açlık donmaya başlayan bacaklarının dermanını kesmişti. İki adım daha attı. Kulübemsi yerin önüne geldi ve durdu. Burası ahıra veya kümese benzer bir yerdi. Bu ahıra veya kümese benzeyen yeri, yandaki bir odanın penceresinden akseden bir idare lambasının ziyası kısmen aydınlatmıştı. Çocuk bu yarı harap yerin kapısının aralık olduğunu gördü. Aralık olmasa bile onu açacak kadar bir mecali kaldığını duyuyordu...
Tahta kapıyı sıska omuzunu dayayarak itti... Ve içeri girdi...
Küçük sefil, etrafına bakınınca bulunduğu yerin boş bir baraka olduğunu anladı. Köşede bir yığın saman duruyordu...
Burası bir samanlıktı...
Çocuk samanları eşeledi, içine gömüldü ve gözlerini kapadı. Minimini kafasına, beynine acı bir düşüncenin sızısı, ezası saplanmıştı. Onun insanlar içinde, kimsesi yoktu. İnsanlar içinde yalnızdı! Ne barınacak yeri, ne tanıyanı, okşayanı ne de son bir ümidi ve hayali vardı...
Babası, bir taş ocağında çalışırken yıkıntı altında kalarak ezilmişti... Annesinin, ancak, gene fırtınalı, tipili kara bir kış gecesi, ot bir yatakta gözleri kapandığını hayal meyal hatırlayabiliyordu.
İçine gömüldüğü saman yığını çelimsiz vücudunu biraz örtmüş ve ısıtmıştı. Burada hiç değilse, harap da olsa, başının üstünde bir çatı vardı. Kar yağmıyor ve tipi, bora içeri girmiyordu. Fakat açlık hâkimdi.
Ertesi sabah, erkenden süt hayvanlarına yem almak için barakaya giren bir hizmetçi, saman yığını içinde cansız bir çocuk bulmuştu. Çocuğun kapalı avucunda bir demet başak çöpü vardı. Bu onun Noel Baba hediyesiydi. 


Sözlük: Kânunuevvel: Aralık ayı. Puhu: Baykuşgillerden, orman, dağ ve kayalıklarda yaşayan, uzunluğu 65 cm., sırtı koyu kahverengi bir kuş türü. Fasıla: Aralık, ara, kesinti. Zadegân: Soylular, aristokrasi. Cemiyet: Demek, topluluk, toplum. Mecal: Güçlük, dinçlik. Mücrim: Suçlu. Kesif: Yoğun, saydam olmayan, sık, kalın. Müphem: Belirsiz. Ziya: Işık, aydınlık. Cihet: Yön, yan, taraf. Kotiyon: Kağıttan yapılmış süsler. Şebnem: Çiy. Aksetmek: Yankılanmak, yankı vermek, yansılanmak. Eza: Üzme, sıkıntı verme, üzgü.
Bütün Dünya, Haziran 2003



Nazım Hikmet 118 Yaşında!