“Sahip olmak” şeylere, nesnelere ilişkindir ve bunları görüp, tutmak ve de tanımlamak kolaydır. “Olmak” ise, yaşantılara ve bazı içsel süreçlere dayandığı için, dile gelmesi, tanımlanması zor ve hatta imkânsızdır. Kişilik dediğimiz, dışa vuran yanlarımızı, yani taşıdığımız maskeleri tanımlamak mümkündür. Çünkü bu, dışlaşmış bir nesne, bir “şey”dir. Ama yaşayan insanı, ölü bir resim ya da cansız bir madde gibi tanımlamak mümkün olmaz. Kişinin karakteri, davranış biçimi ve yaşam anlayışı üzerine birçok şey söylenebilir ve bu söylenenler, o kişinin psişik yapısının anlaşılmasında önemli katkılar yapabilir. Ancak o kişinin tüm benliğini, bireyin o tek başınalığını, bir kereye özgülüğünü ve “öyle oluşunu” tam olarak kavramak hiçbir zaman mümkün değildir. Kişiler, kendi parmak izleri gibi öylesine farklı, bir kerelik ve çeşitlidirler ki, onları duygu ya da sezgi yoluyla bile tam anlamak imkân dışıdır. Çünkü birbirinin aynı olan iki insan yoktur dünyada. Bu ayrılığı ve farklılığı ortadan kaldırabilmenin tek yolu, kişilerin birbirleriyle canlı ilişkilere girişmeleri ve hep birlikte yaşam dansına, o akışa katılmalarıdır. Bu yolla bile tam bir karşılıklı özdeşliğe ulaşılabileceğini sanmak, yanıltıcı olur. Küçücük bir davranış birimini bile, tam anlamıyla tanımlayanlayız. Mona Lisa’nın gülümseyişi üzerine sayfalarca yazı yazabiliriz ama, o gülücüğü sözcüklere yakalayamayız hiç. Aslında herkesin gülümseyişi (sahte, maske olarak kullanılan ve klişeleşmiş gülümsemeler dışında) Mona Lisa’nınki kadar bir kereliktir ve tanımlanamaz. Bir insanın gözlerinde beliren pırıltıda, yürüyüşünde, yüzündeki bir değişiklikte ya da ses tonunda oluşan değişmelerde beliren sevincini, nefretini, ilgisini, hayranlığını veya kendini beğenmişliğini sözcüklerle tanımlamak ya da tam olarak anlatmak, hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.
18 Mart 2019
Erich Fromm - Sahip Olmak ya da Olmak
“Sahip olmak” şeylere, nesnelere ilişkindir ve bunları görüp, tutmak ve de tanımlamak kolaydır. “Olmak” ise, yaşantılara ve bazı içsel süreçlere dayandığı için, dile gelmesi, tanımlanması zor ve hatta imkânsızdır. Kişilik dediğimiz, dışa vuran yanlarımızı, yani taşıdığımız maskeleri tanımlamak mümkündür. Çünkü bu, dışlaşmış bir nesne, bir “şey”dir. Ama yaşayan insanı, ölü bir resim ya da cansız bir madde gibi tanımlamak mümkün olmaz. Kişinin karakteri, davranış biçimi ve yaşam anlayışı üzerine birçok şey söylenebilir ve bu söylenenler, o kişinin psişik yapısının anlaşılmasında önemli katkılar yapabilir. Ancak o kişinin tüm benliğini, bireyin o tek başınalığını, bir kereye özgülüğünü ve “öyle oluşunu” tam olarak kavramak hiçbir zaman mümkün değildir. Kişiler, kendi parmak izleri gibi öylesine farklı, bir kerelik ve çeşitlidirler ki, onları duygu ya da sezgi yoluyla bile tam anlamak imkân dışıdır. Çünkü birbirinin aynı olan iki insan yoktur dünyada. Bu ayrılığı ve farklılığı ortadan kaldırabilmenin tek yolu, kişilerin birbirleriyle canlı ilişkilere girişmeleri ve hep birlikte yaşam dansına, o akışa katılmalarıdır. Bu yolla bile tam bir karşılıklı özdeşliğe ulaşılabileceğini sanmak, yanıltıcı olur. Küçücük bir davranış birimini bile, tam anlamıyla tanımlayanlayız. Mona Lisa’nın gülümseyişi üzerine sayfalarca yazı yazabiliriz ama, o gülücüğü sözcüklere yakalayamayız hiç. Aslında herkesin gülümseyişi (sahte, maske olarak kullanılan ve klişeleşmiş gülümsemeler dışında) Mona Lisa’nınki kadar bir kereliktir ve tanımlanamaz. Bir insanın gözlerinde beliren pırıltıda, yürüyüşünde, yüzündeki bir değişiklikte ya da ses tonunda oluşan değişmelerde beliren sevincini, nefretini, ilgisini, hayranlığını veya kendini beğenmişliğini sözcüklerle tanımlamak ya da tam olarak anlatmak, hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.