– Geçen zamanın hiç farkında değilim. Halbuki müzik zamana bağlıdır.
Ancak bir parçayı defalarca baştan çalabilirsiniz; yani başa
dönebilirsiniz. Belki de bu yüzden geçen seneleri asla düşünmem. Bir
yerde yaşım yoktur. Her gün yeniden dünyaya gelirim. Çocukluğumda bir
söyleşi sırasında yaşımı soran gazeteci beye 100 yaşında olduğumu
söylediğimde adamcağız bu kelimelerdeki derin anlamı bulmaya çalışmıştı.
Aslında 100, 25, 12 veya 3 benim kafamda hep aynıydı, bunu anlatmaya
çalışmıştım. Yaş kompartmanına insanları zorla koymak kanımca çok
kısıtlayıcı. Maalesef moda olan bir davranış.
75’inci Yaş konserleri organizasyonu ve katılımıyla,
orkestralarımızdan müzikseverlerimize Türkiye’nin size saygı selamı
gibiydi. Bu vesileyle sormak istiyorum: Türkiye’de sizi bugüne kadar en
mutlu eden jest, en çok üzen tavır neydi?
-Çok keyifli ve güzel bir sene geçirdim. İlham verici ve duygulandırıcı
da… Üstünlük nitelemelerinden hep kaçınmışımdır. Bu yüzden “en”le ilgili
konudan bahsetmeyeceğim. Ancak ülkemizde kaliteli sanatçıların giderek
çoğalması beni ne kadar mutlu ediyorsa, onların karşılaştığı giderek
artan ilgisizlikten kaygı ve üzüntü duyuyorum.
Bestelerim hâlâ çekmecede
Kompozisyon ve orkestra şefliği öğrenimi de almıştınız, fakat
bu alanlardaki çalışmalarınızı görmedik. Bestelerinizi ortaya
çıkarmayı, orkestra yönetmeyi düşünüyor musunuz; doğaçlamalardan oluşan
resitalleri sürdürecek misiniz?
– Bestelerimi yeterince ilginç bulmadığımdan çıkarmıyorum. Ama yine de
çalışmaya devam ediyorum. Doğaçlama yapmayı hep sevmişimdir. 20. yy’ın
ortalarına kadar, emprovizasyon hakiki müzik istidatı olan her
müzisyenin vazgeçilmez uğraşıydı. Büyük bestecilerin hepsi olağanüstü
doğaçlama yeteneğine sahipti. Örneğin genç Beethoven’in eserlerinin,
yaptığı emprovizasyonların yanında sönük kaldığı söylenir. Hocam Wilhelm
Kempff, 11 yaşında verdiği ilk resitalin son parçasının dinleyiciler
tarafından kendisine verilen bir tema üzerine emprovize ettiği
çeşitlemeler ve füg’den oluştuğunu anılarında anlatır. Ne yazık ki 20.
yy’da doğaçlama yapmak eski önemini kaybetti. Bu asrın sonlarına doğru
caz müzisyenlerinin etkisiyle doğaçlama daha serbest bir şekilde
yapılarak tekrar canlandı. Şimdi daha fazla kısa parçalardan oluşan
emprovizasyonlara rastlanıyor. Günümüzde bir piyanistin belirli klasik
formları kullanarak güçlü bir yapıt emprovize etmesinin çok ilgi
çekeceğini sanmıyorum. Belli de olmaz…
Birçok “ilk”e imza attınız, en çok hangisi size gurur veriyor?
– Gurur duymak aklımın köşesinden bile geçmez. Ben bir plak projesini
bitirince, hiçbir zaman ona geri dönmem. Yeni kayıtlarımı düşünerek,
planlar yaparım. Yine de birkaç önemli etaptan bahsetmem lazım gelirse,
aklıma ilk başta Beethoven’in Liszt tarafından piyanoya uygulanan 9
senfonisi kayıtlarım, Chopin’in tüm eserlerini kapsayan 15 CD ve
Boulez’in üç sonatının bulunduğu kayıttan bahsedebilirim.
“İdil Biret 100” serisindeki son külliyatın Bach/Mozart’a
ayrılmasının, yıllar sonra tekrar Bach’a dönüşünüzün, serinin son
CD’sinde ise sadece Schubert’e yer vermenizin özel nedeni var mı?
– Bach her zaman yaşamımda büyük rol oynadı. Bir aralık o devirde
yapılan süslemeler barok müzik uzmanları arasında şiddetli münakaşalara
sebep oldu. Bir yerde müziğin yorumundan fazla süslemelerin doğru veya
yanlış yapılmasına odaklanıldı. Ben de bu yüzden programlarımda ancak
piyano için bestelenmiş eserlere yer vermeye karar verdim. Seneler
geçtikçe barok süslemelerle ilgili polemik hızından biraz kaybetti. Ben
de bu çok sevdiğim eserleri kaydetmeye karar verdim.
Schubert’in bestelerine eşsiz liedleri ve oda müziğine hayranım.
Dinleyici olarak ilham dolu oda müziği eserleri daima tercihimdir.
Empromptüler, “müzikal anlar” ve bazı dört el için yazılmış nefis
eserlerinin dışında Schubert’in piyano müziği nedense beni pek çekmez.
Bu dahi kompozitör özellikle sonatlarında piyanonun bütün imkanlarını
kullanmaz. Büyük blokları andıran akorlarla mücadele eden piyanist
tınısının sertleşmemesi için epey uğraşır. Anlatılana göre besteci
Wanderer Fantezisi’ni yazarken çok kez içinden duyduğunu
gerçekleştirememenin çaresizliği içinde hiddetle çalışmayı bırakırmış.
Böyle bir olayın piyanoyu tümüyle ehlileştiren, örneğin Liszt gibi bir
bestecinin başına gelebileceğini düşünemiyorum. Kanımca Liszt’in
Schubert’in lied’lerinden yaptığı derleme ilham ve klavye bilgisini
birleştiren, piyano repertuvarının en güzel ve başarılı sentezlerinden
biridir.
125 CD’ye rağmen bugüne kadar seslendiremediğiniz için üzüldüğünüz, haksızlık ettiğinizi düşündüğünüz besteci var mı?
– İlk aklıma gelen, fantezi dolu yazı tarzıyla arı müziğin birleştiği Haydn’ın birbirinden değişik, enfes sonatları.
Maraton konserler sansasyona dönüşmemeli
Olağanüstü repertuvarınıza karşın çok nadiren maraton
konserler veriyorsunuz; geçen yıl İstanbul Festivali’ni resitallerle
açmıştınız; yakında yeni proje var mı?
– Bence hakiki maraton, örneğin bir seri resitalde piyano repertuvarının
en önemli eserlerini çalmaktır. Çocukluğumda Paris’te Artur Rubinstein
birkaç konserde 17 önemli piyano konçertosunu icra etmişti. İşte bunlar
maratondur. Ben de 1976’da Montpelier Festivali’nde 3 konserde 9
Beethoven senfonisini, aradaki boş günde de Liszt’in az bilinen
eserlerine ayrılmış biraz çılgın bir program çalmıştım. İki Brahms
konçertosunu da aynı konserde birkaç kez çaldım. Tek konserde Boulez’in
2’nci Sonatı’yla, Structures’ların ikinci kitabını La Rochelle çağdaş
müzik festivalinde icra etmiştim. Çok konsantrasyon ve güç ister maraton
tipi konserler. Asıl mesele icracıların işin sansasyon tarafını
dinleyicilere unutturup, hakiki müzik yapmalarıdır.
Defalarca seslendirdiğiniz eserleri bile her konser öncesinde
baştan çalıştığınıza göre, anılar da canlanıyor olmalı; en çok hangi
hocanızın sesi kulağınızda, hangi besteci omzunuzun başından ayrılmıyor?
– Rahmaninof’un icralarındaki mükemmeliyet ve çalışındaki asalet bana
her dinlediğimde hayranlık vermiştir. Scriabin’in son eserlerinde
kullandığı armonilere de yakınlığım vardır. Bach ise çocukluğumdan beri
yanımdadır.
Günde ortalama kaç saat çalışırsınız?
– Piyano başına oturmadan, notaları okuyarak da eser öğrenilebilir.
Ancak egzersiz için klavye şarttır. Lüzum olduğunda, özellikle plak
kaydında, günde 10 saat durmadan çalıştığım olmuştur.
Tanıştığınız büyük virtüözlerin ses dünyasından, kaybettiğimiz değerlerden neleri özlüyorsunuz?
– Eski büyük piyanistlerin her birinin kendine özgü bir tınısı var.
Kişilikleri belirgindi. Ayrıca legato (müzikal cümleleri birbirine bağlı
çalma) sanatına vakıftılar. Nüans yapmayı bilirlerdi. Günümüzde çok kez
olduğu gibi FFF’den (fortissimo, mümkün olan en yüksek sesle çalmak),
duyulmayan PPP’lere (pianissimo, mümkün olan en yumuşak çalış)
geçmezlerdi. Onlar için başta eserin anlamı önemliydi; çaldıkları
besteden faydalanıp, kendilerini ortaya çıkarmak değil…
Son 25 yılda yaşadığımız elektronik devrim sizce klasik müziğe neler getirdi, neler götürdü?
– Götürdüklerini şöyle sıralayabilirim: Bu teknoloji esasen pop müziği
için gerçekleştiğinden uzun zaman pianissimolar (pp ve ppp) analog
teknoloji kadar iyi kaydedilemedi. Sonraları teknoloji ilerledikçe daha
iyileşti. Burada çarpıcı bir örnek Magda Tagliaferro’nun 1955 kaydı
Saint-Saens’in 5. Konçertosu. LP kaydındaki ses kalitesi olağanüstü.
1990’larda yayımlanan CD transferi ise adeta başka bir kayıt. Bütün
incelikler, pianissimolar kaybolmuş. Ayrıca LP koleksiyonu yapmak büyük
bir zevkti. 1950’lerde yayımlanan plaklar, özellikle kutular birer sanat
eseriydi. Örneğin: Gieseking yorumuyla Mozart’ın tüm solo piyano
eserleri kutusu. İçindeki kitabın kalitesini, zarafetini anlatacak
kelime bulmak zor. O dönemdeki Angel (EMI) kayıtlarının Fransa’da
hazırlanan kapaklarının her biri ayrı güzellikteydi. Bu kalite LP
devrinde giderek azaldı. CD döneminde tekrar bir canlanma oldu, anlamlı
kutular yapıldı. Fakat MP3, internet, YouTube döneminde bu koleksiyon
yapma keyfi tamamen kayboldu. Müziğe erişim çok kolaylaştı Bu da bir
bakıma değer kaybına yol açtı. Dijital teknolojinin kazançlarına
gelince… Kayıt ve dağıtımı tekeline alıp oligopol oluşturan DG, EMI, RCA
Columbia/Sony gibi büyük firmaların müzik dünyası üzerindeki hakimiyeti
kırıldı. İstedikleri sanatçıyı yıldız yapan, diğerlerini önleyen düzen
yıkıldı. Değerli sanatçılar bu firmalara ihtiyaç olmadan kayıt yapma,
dinleyiciye ulaşma imkanı buldu. LP döneminde kolay bulunmayan 20. yy’ın
ilk yarısına ait efsane kayıtların hemen tamamı tekrar gün ışığına
çıktı. Internetten erişim kolaylaşınca, efsane kayıtları dinleyen genç
müzisyenler müziğin sadece büyük plak firmalarının kendilerine empoze
ettiği yeni yıldızların tekelinde olmadığını mukayese ederek görebildi.
Böylece, örneğin, 1960’larda büyük reklam kampanyalarıyla lanse edilen
piyanistlerin Chopin kayıtlarının 1930’lardaki Raoul von Koczalsky,
Ignaz Friedman, Artur Rubinstein gibi piyanistlerin efsane kayıtları
yanında ne kadar sönük kaldığı da görüldü. Gizlenen gerçekler ortaya
çıktı. Bunu anlayabilmek için Ignaz Friedman’ın kaydettiği Chopin’in Op.
55, No. 2 Noktürn icrasını, 1960 sonrası kayıtlarla mukayese etmek
yeterli.
Türkiye’de çağdaş müziğin yarınları adına size en çok umut veren gelişmeler, kişiler?
– Bu başlı başına bir söyleşi konusu olabilir ancak…
Kültür Bakanlığı’na ait tüm orkestraların kapatılması gündemde. Sizce klasik müziğimiz, kültürümüz bu darbeden sağ çıkabilir mi?
– İki yıl önce TÜRSAK gündeme geldiğinde Sabancı Üniversitesi’nde
yaptığım konuşmada bu konuya değinmiştim. Aynı şeyleri söyleyeceğim:
Tasarı gerçekleşirse Türkiye 90 yıl süren olağanüstü çaba ile geldiği bu
ileri noktadan Tanzimat Devri, hatta 3. Selim dönemi öncesine
dönebilecek, ülkemiz müzik festivallerimize davet edilen yabancı
orkestra, şef ve solistlerle yetinmek zorunda kalacak, giderek, müzisyen
ithal eden Basra Körfezi şeyhliklerine benzeyecektir.
100’üncü yaş için hayaliniz?
– İyi sıhhatte olup uğraşımı, yenilerini de katarak, devam ettirmek.
Kitaplar ve iyimserlik
Son okuduğunuz 3 kitap?
– Ce Que J’ai Voulu Taire (Sandor Marai), The Journal of a Tour To the
Hebrides with Samuel Johnson (James Boswell), Yeni Hümanistler (John
Brockhan derlemesi), Huzursuzluğun Kitabı (Fernando Pessoa).
Bir gence hayata atılmadan önce mutlaka okuması, dinlemesi gereken hangi 3 kitap ve 3 albümü önerirdiniz?
– İlyada ve Odysseia, Shakespeare’in oyunları, Goethe’nin Faust’u
(Birinci bölüm)… Müzik olarak Rahmaninov’un tüm kayıtları,
Furtwangler’in idare ettiği Wagner icraları (özellikle Tristian ve
Isolde), Pablo Casals yorumuyla Bach’ın solo çello için süitleri…
İyimserliğin sihirli formülü?
– Mantıklı olmak, izafiyete inanmak, mizah duygusu, karşılık beklemeden verici olmak…
Son zamanlarda sizi en çok öğrenmeye çeken şey nedir?
– Eskiden beri merak ettiğim konuları derinleştirmeye çalışıyorum. Bu arada Almanca ve Rusça’yı da ilerletmeye çalışıyorum.