05 Eylül 2017

Baba Öyküler - Jehan Barbur

"Doğru sevilmek ve yeterince sevilmek diye bir şeyin, insan ırkının sadece çok nadide elemanlarının başına geldiğini sanmıyorum ben. Benim annem babam da, ya yanlış sevilmiş ya da hiç sevilmemiş insanlar. Beni çok sevdiler. Ama bazen de yanlış sevdiler." 
-Ece Temelkuran-

Ali Nesin'den Fazıl Say'a, Sevinç Erbulak'tan Serra Yılmaz'a, Barbaros Şansal'dan Fırat Tanış'a
"Baba Öyküleri"ni anlatmayı kabul etmiş yirmi güzel insan var bu kitapta.

Jehan Barbur'un yürek sesiyle, susamadıkları, şaşırtıcı, coşkun, derin sohbetler ediyorlar. Kimi babasına sevdalı, kimi küskün, kimi yaralı. Kimi özlüyor, kimi unutmak istiyor... Onlar anlattıkça, yalnızlığımız azalıyor. Jehan Barbur sordukça, kendi öykülerimiz dile geliyor.

 - - - - - -

 

“İyi ki hikâyeler var; yoksa yaşanmışlığımıza sırt çevirip, şimdiyle umarsızca oyalanacaktık.” diyor Jehan Barbur, Ercan Kesal için yazdığı önsözde. Baba Öyküler. Bir Gümüşlük akşamında, dostların buluştuğu bir masada, Erkan Oğur’un babasını anlattığı hikâyeden yola çıkarak Baba Öyküler’i yazmaya karar veriyor Jehan Barbur. Hepimizin az çok tanıdığı 21 ismin kapısını çalıp babalarının hikâyelerini soruyor. İçtenlikle anlatılan 21 öykü bir araya geliyor.

Jehan Barbur’un o büyülü, şiirsel sesini sayfaları çevirirken duyuyoruz ama sözü anlatanına, kendi sesini sahne arkasına bırakmış. Sahne önüne sadece her ismin önünde yer alan kısacık önsözlerde çıkıyor. Öyle güzel şeyler yazmış ki önsözlere, onlar da ayrı ayrı kısacık hikâyeler gibi. Atilla Birkiye’nin önsözünde “ince ince rakı içen” diyor mesela ve ekliyor; “Çünkü rakıyı nasıl içerse bir adam, hayatı öyle yaşıyor, kadınları da öyle seviyordur.”

En çok etkilendiğim öykülerden biri Mine Söğüt’ünki elbette. Bütün kitaplarını, bütün yazılarını okuduğum Mine Söğüt’ün babasını okuyorum, Mine Söğüt’ün o nefis cümlelerinden. Boğazımda hep bir düğüm. Sayfaları hiç bitmesin diye okurken, ara sıra da sessiz sedasız bir gözyaşı. Daha çocukken hayattaki duruşuna, içinde doğallıkla var olan ilkelerine, hayata dair algısındaki gelişime hayran oluveriyorum yine. O “yazdıklarıma benzemem ben” dese de, yazdıklarına hiç benzemese de, nasıl, neden, ne kadar harika yazdığının ipuçları bir bir çıkıyor, görünüyor cümlelerinde.

Barbaros Şansal. Benim için hep uzak kalmış bir isimdi bu kitaba kadar. Ona dair birkaç haberi okumuşumdur en fazla. Öyküsünü okurken, her cümlede biraz daha büyüdü gözümde, öykü tamamlandığında sonsuz saygı duyduğum bir insana dönüşüverdi. Jehan Barbur’un önsözünde dediği gibi; “Onunla sadece babasını konuşamazdık. Anlatacakları vardı ve bence ‘İnsan nedir?’ başlıklı bir ders olarak neşredilmeliydi.”

Boğazım düğüm düğüm yine, Ece Temelkuran ve Nebil Özgentürk’ün baba öykülerinde. Nebil Özgentürk’ün kendi babalığına dair tüm içtenliği ile anlattıkları da tüm babalara ders niteliğinde.

Bir öykü bitiyor, hemen çeviremiyorum sayfayı, okuduklarımı bir süre demlendiriyorum içimde. Sonra merakla sayfayı çeviriyorum, yeni bir isim yeni bir fotoğraf ve yeni bir önsözle karşımda.

Ali Nesin Aziz Nesin’i anlatıyor. İbretlik hikâyelerle dolu bir öykü elbette. Bir hikâye var, 1993 yılında, Aziz Nesin 78 yaşında ölümünden iki yıl önce, bir kar kış kıyamet günü, Bilkent servislerine gitmek için Ali Nesin’le bir yokuş çıkıyorlar. Ali Nesin taksi tutmaları konusunda ısrar ediyor. Sonunda Aziz Nesin oğluna çıkışıyor: “Oğlum ben parayla çocuklara kalem alıyorum, defter alıyorum.”

Baba öyküler bunlar, öyle kolaycacık hemencecik ilerlenemiyor sayfalarda…

Ya Sevinç Erbulak’ın şu cümleleri: “Sonra bütün bu yaşananları bedensel ve ruhsal olarak hissetmeye başladığımda, insanın kendini ancak çok önemsediği bir hayatta mutsuz olabileceğini idrak ettim. Yaşadığımın sadece Mecidiyeköy, Maya Sokak, Birlik Apartmanı’ndaki Sevinç’in annesinin ve babasının başına geldiğini düşünürsem, çok bencilleşmiş ve körelmiş olurdum. Herhangi biriyiz. Sadece herhangi biri… Ve zordur herhangi biri olmak…”

Fazıl Say’ın baba öyküsü aynı zamanda Türkiye’nin 70’lerinin 80’lerinin öyküsü. Karşımıza birçok tanıdık çıkıyor bu öyküde; Mithat Fenmen, Metin Altıok, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Yaşar Kemal, Gülten Akın… İyi insan olmanın yeterli olmadığını söylüyor Fazıl Say ve diyor ki; “Köprüden önce son çıkış olduğunu herkes biliyor ve son çıkışlar bir referandumla kırıldı. Şimdi kazansak bile olanların geri döndürülmesi, adaletin, yargı sisteminin tekrar dönmesi, tüm yapılanmaların değişmesi, uzun yıllar alacak. Ondan sonra sabredeceğiz. Ümitle… Türkiye’de ümitle devam etmek gerekiyor. Çocukluğumda izlediğim babam ve dostları bir şekilde ümidi elden bırakmamışlardı. Öyle olmalıydı; bugün de öyle olmalı.”

Bu yazıya sığmayan daha nice isim; Yekta Kopan, Serra Yılmaz, Fırat Tanış, Bülent Ortaçgil, Tansu Okan, Filinta Önal, Sait Ali Köknar, Sevan Nişanyan, Enver Aysever, Ezel Akay, Murat Ateş. Baba öykülerini anlatıyorlar… Jehan Babur öyle güzel, öyle anlamlı, öyle tadına doyulmayan bir iş çıkarmış ki, eminim kitaba almak istediği ama alamadığı daha bir sürü isim olmuştur… Çünkü kitap bittiğinde benim de birçok isim geldi aklıma, ah keşke onların da baba öykülerini okuyabilseydim dediğim…

Jehan Babur kitabın girişinde diyor ki; “Bana anlattıkları hiçbir şeye ihanet etmeden, onların gerçek seslerinin önüne geçmemeye gayret ederek yazdım Baba Öyküler’i. İçlerinde bir yerde, ara ara kendi öykümle de göz göze gelerek.”

Baba Öyküler’in hikâyelerinde dolaşacak her okur da kendi öyküsü ile göz göze gelecek içlerinde bir yerde…

Kendi Öykünüzle Göz Göze Geleceğiniz "Baba Öyküler