"Adam İngilizin dokuduğu kumaştan elbiseyi giyiyor, Alman malı lokomotifin çektiği trene biniyor. Namaz vaktine ne kadar kaldığını cebindeki İsviçre malı saate bakarak kestiriyor. Odesa'dan getirilen Rus unundan yapılma ekmek yiyor ama şapkayı giyince kafir olacağını sanıyor."
Önsöz
'Cumhuriyet 1, Türkiye Üçlemesi'nin üçüncü kitabıdır- İki cilt
olacak.
Objektif bilim adamları Milli Mücadele ile başlayıp Cumhuriyetle
süren bu dönemi Türk Mucizesi diye adlandırıyorlar.
Birinci ciltte
Büyük Zafer'den Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadarla olaylar yer
alıyor. Bir yanda cumhuriyetçiler var, Öte yanda bu daha iyi, daha
İnsanca, daha onurlu düzeni istemeyenler. Ders ve ibret verici, uyarıcı
bir dönem. Bu dönemi bilmeden sonraki olayları doğru değerlendirmek zor
olur.
Emperyalizmi, paralı askerlerini, işbirlikçilerini yenmek, bu
hayasızca akının kökünü kazımak, kurtuluşun sadece bir parçasıydı.
Gerçek kurtuluş için Batı ülkeleri ile baş edebilecek kadar güçlü olmak,
yoksulluğu, ilkelliği, geriliği, çağdışılığı, bilgisizliği yenmek, aldı
özgür kılmak, aydınlanmayı yaşamak, bağnazlığa son vermek, hoşgörüyü
yerleştirmek, kadın-erkek eşitliğini sağlamak, yüzde doksan üçü
okuryazar olmayan halkı bilgilendirmek, eğitmek, yurttaş olmalarını
sağlamak, millet olmak, sanayileşmek, salgın hastalıkları kırmak
gerekiyordu.
Bunlar ancak barış döneminde başarılabilirdi.
Bunun için
Türkiye'yi parçalamak amacıyla çok çeşitli planlar hazırlamış, uygulamış
ve sonunda yenilmiş Müttefiklerle önce ateşkes, sonra da barış masasına
oturmak gerekiyordu.
Yoksul Türkiye'nin zaferi bütün mazlum ülkeleri
etkilemiş, Müttefikler yani emperyalizm bundan çok rahatsız olmuştu.
Barış için çok zorluk çıkardılar. Sevr'in yumuşatılmış bir örneğini
kabul ettirmek için çalıştılar. Hatta İngiltere, Çanakkale olayım bahane
ederek-dünyayı yeniden Türkiye'ye karşı savaşa davet edecektir.
Mudanya Anlaşması ile Lozan Andlaşması görüşmeleri sırasında
Müttefiklerin tutumları, davranışları, oyunları, tuzakları, üslupları
unutulmaması gereken olaylardır. Lozan bu yüzden eşi bulunmayan, uzun ve
çok çetin bir boğuşma halinde geçmiştir. Kuva-yı Milliye ruhu ile
emperyalizm, Çanakkale'den, Anadolu'dan sonra, Lozan'da da karşılaşmış
ve Kuva-yı Milliye ruhu galip gelmiştir. Lozan'da barış, canavarın
karnından sökülüp çıkarılmıştır'.
Mudanya ve Lozan Milli Mücadele'nin
masa başındaki devamıdır. Birkaç kez savaşın eşiğine gelinmiştir.
Her
iki görüşmeyi de emperyalist anlayışın ve ahlakın iyi bilinmesi için
genişçe yansıttım. Bu anlayış ve ahlaki iyi bellemeli-yiz. Kaç zamandır
yine devreye giriyor.
İç sorunlar da çok dramatiktir:
Mecliste
gelenekçiler ile cumhuriyetçilerin çekişmesi, saltanatın kaldırılması,
Ali Kemal'in yakalanması, Vahidettin'in ve hainlerin kaçması,
karşı-devrimin oluşmaya başlaması, Milli Mücadeleyi başlatan kadronun
İkiye bölünmesi iç sorunların başhcasıdır.
Halkı coşturan olaylar
sürmektedir: İstanbul'a gelen Re-fet Paşa'mn ve bir bölük Türk askerinin
olağanüstü karşılanışı, Trakya'nın il il geri almışı, İstanbul'u geri
almak için yapılan gizli hazırlıklar, Türkîngilİz futbol karşılaşması,
sonunda işgalcilerin Türk sancağını selamlayarak çekip gitmeleri, Türk
ordusunun İstanbul'a girmesi bu emsalsiz olayların başlıcalarıdır.
Özgürlük, toplumsal uyanışa, değişime de yol açar. Kadınlar peçelerini
atmaya, çarşaftan çıkarak manto giymeye başlar. Büyük sorunların nasıl
çözüleceği daha yoğun olarak konuşulup tartışılır. M. Kemal Paşa'mn
dünyaya kapalı bir doğu ülkesini cumhuriyete, aydınlanmaya, uygarlığa,
çağdaşlaşmaya adım adım hazırlaması, halkın çağrıya katılması bu dönemin
en önemli özelliğidir. M. Kemal Paşa'mn örnek bir aile olmak için
yaptığı talihsiz evlilik de bu dönemde yer alıyor. Dönem Ankara'nın
başkent olması ve türlü çatışmalardan geçilerek 29 Ekim 1923'te
cumhuriyetin ilanı ile sona eriyor.
Birinci cildin içeriği bunlar. Bir
sorunun yanıtını hemen vermek istiyorum. Atatürk niye büyüktür, niye hiç
eksilmeyen bir minnet ve saygı ile anıyoruz?
Bunun yanıtını bilmeyen
yalnız yabancılar değil, birçok vatandaşımız da bilmiyor.
Dünyada
ülkesini savaşta zafere kavuşturan birçok komutan var. Milletini daha
ileri bir toplum yapmak için çalışmış birçok önder de var. Ama yokluk,
yoksulluk içinde ikisini birden başarmış bir kişi var: Atatürk.
Sıfır
imkânla, işgal edilen vatanını kurtarmış, emperyalizmi ve yardakçılarını
yenmiş, ülkesini tam bağımsız yapmış, bununla kalmamış, milletini
çağdaşlaştırmak, kadm-erkek eşitliğini sağlamak, halkını uyandırmak,
kalkındırmak için devrimler gerçekleştirmiş, bir doğu ülkesinde demokrasinin kapısını açmış böyle bir önder, bilge, millet
atası hiçbir ülkenin tarihinde yer almıyor.
Yabancılar bu yüzden Atatürk
saygımızı anlamıyorlar. Tarihlerinde bir örneği yok ki.
Ama ya
Atatürk'ün büyüklüğünü anlamayan vatan kardeşlerimiz? Onların anlamaması
yetişmelerinden, telkinlerden kaynaklanıyor. Böyle yetiştiriliyorlar.
Oysa tarihimizi bilseler, düşünseler, kafalarına yerleştirilen
önyargıları, yanlış bilgileri aşabilseler onlar da bu büyüklüğü
benimseyecek, Atatürk'ün Allahm bir lütfü olduğunu anlayacaklar.
Tarihimizi doğru bilsek sorunlarımızın yarısı kendiliğinden çözülür.
İkinci cilt, Cumhuriyetimizin Atatürk'ün hayatı ile sınırlı olarak Kasım
1938'e kadarki 15 yılını yansıtacak.
Neyimiz varsa bu döneme borçluyuz.
Birçok yurtseverlik, özveri, toplumsal kahramanlık destanı ve hainlik
olaylarıyla dolu olağanüstü bir dönem bu. İkinci ciltte de 'Türk
mucizesinin' hikâyesini anlatmaya devam edeceğim.
Yine belgesel bir
roman olarak.
Bu mucizeyi dokuyan bütün olayları tümüyle anlatmak
imkânsız. Cumhuriyet döneminin baskın niteliği çağdaşlaşmak, çağdaş
uygarlığa ulaşmaya çalışmak, bu yolla kalkınmak, uyanmak. Bu dönemle
ilgili bütün özellikleri çağdaşlaşma terimi kucaklıyor: Milliliği de,
laikliği de, bağımsızlığı da, özgürlüğü de, cumhuriyetçiliği,
dolayısıyla demokrasiyi de.
Bu nedenle ikinci ciltte asıl kurtuluş olan
çağdaşlaşmayı, Atatürk'ün bu büyük idealini anlatmaya çalıştım. Dönemin
iyi anlaşılması için insan ilişkileri, giyim kuşam, mekân ve benzeri
hayat ayrıntılarına da değindim.
Karşı düşünceleri ve hareketleri de
anlattım. Şeyh Sait isyanına ve İzmir suikastına yer verdim. Türk
tarihinin ezeli sorunu olan karanlık ile aydınlık, ortaçağ ile
çağdaşlaşma arasındaki çatışmayı yansıtmaya çalıştım. Yan konulardan
önemli olanları da ihmal etmedim. Hiç olmazsa dipnotlarda bilgi sundum.
Bu dönemi de, Diriliş ve Şu Çılgın Türkler gibi, sağlıklı, dürüst
belgelere, güvenilir, namuslu tanıklara dayanarak, gerçeğe en uygun
biçimde yansıtmaya gayret ettim. İkinci cildin sonunda yer alacak olan
geniş kaynakçaya bakarak bu konudaki yoğun gayretimi görebilirsiniz. Bu
dönemle ilgili aleyhte eserleri de yok saymadım, hepsini inceledim,
gerekenlere kaynakçada yer de verdim.
Sevgili gençler!
Bütün bu özenler,
dikkatler, çabalar, emekler, araştırmalar, kılı kırk yarmalar, sizlere
ve çevrenize, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun ve ilk 15 yılının
gerçek hikâyesini anlatmak içindir.
Bir iki roman tipinin dışında herkes
ve her olay gerçektir. Hepsinin kanıtları ve tanıkları dipnotlarda
gösterilmiştir.
Diriliş'ten ve Şu Çılgın Türkler'den gelen birkaç roman
tipi Cumhuriyet'te de yer alıyor. Bunlar o dönemlerin tipik kişileridir. Kolay anlatım için bazı olayları birleştirdim. Kişileri, düşünce ve
üsluplarını saygıyla dikkate alarak konuşturdum.
Cumhuriyet dönemi de,
tıpkı Çanakkale ve Milli Mücadele gibi yazarın hayaline ihtiyaç
göstermeyen, çarpıcı, büyük olaylarla dolu. Bu bakımdan kendiliğimden
bir sahne yazmış, bazı şeyleri abartmış değilim.
Gerçeğe ihanet etmedim.
O dönemin bir bölümünü yaşadım, Atatürk'ü görebilmiş son kuşaktanım. O
dönemle ilgili yazılı her kaynağı elden geçirdim. O dönemi içinden bilen
birçok kişiyle konuştum. Önemli olanların adını kaynakçada belirttim.
Daha önce, yakın tarihimizle ile ilgili yalanları, sahtecilikleri,
uydurma ve çarpıtmaları derlemiş, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele
adlı kitabımda, doğrularıyla birlikte açıklamıştım. Sahte tarihçiler ve
yalan üreticisi yazarlar uzunca bir zaman bu konularda yalanlara ara
vererek, susmuşlardı.
Yakın zamanlarda yalan rüzgârları gazetelerde,
televizyonlarda yeniden esmeye başladı. Bu kez bazıları yalanlara
cumhuriyet dönemini de katıyor. Birbirlerine destek vererek sahte bir
tarih üretmeye çabalıyorlar. Bu yazılan okurken, konuşanları dinlerken
utanıyorum, midem bulamyor. Bilimsel kılıklı kitaplar da yazıyorlar. Ama
bilgisizlikleri, önyargıları, bilimsellikten uzaklıkları satır
aralarından akıyor.
Yalandan, çarpıtmadan, uydurmadan daha ayıp, daha
ahlak dışı bir şey düşünemiyorum. Okurları, izleyenleri amaçlarına uygun
sahte bir tarihle uyutmak, kandırmak, aldatmak, öz tarihlerinden
soğutmak, yerine uyduruk, yapma, bütünüyle sahte bir tarih yerleştirmek
istiyorlar. Bunu her fırsattan yararlanarak yapıyorlar. Eskiyi
abartıyor, yeniyi bir ucundan tutup karalıyorlar. Aralarında gepgenç
insanlar var. Belli ki bilimsellik, bilim ahlakı nedir, hiç bilmiyorlar.
Doldurulmuş plaklar olarak tarihe aykırı hikâyeleri, dedikoduları
mekanik bir biçimde seslendiriyorlar. Bu yalanların ve yanlışların
başlıcalarmı dipnotlarda göstereceğim, gerekli açıklamaları yapacak,
doğruları da belirteceğim.
Sevgili gençler!
Cumhuriyetin ne kadar büyük
bir nimet olduğunu anlamak için Afganistan'ı, Irak'ı, İran'ı,
Pakistan'ı, Emirlikleri, Suudi Arabistan'ı, Suriye'yi, Mısır'ı,
Libya'yı, Tunus'u, Cezayir'i, Fas'ı, Müslüman Afrika'yı düşünün.
Cumhuriyetin önünde hazır bir model yoktu. Yolunu düşünerek, arayarak,
deneyerek açtı. Şartlardan, ihtiyaçlardan, imkânlardan, tarihten
yararlandı. Para yok, kredi yok, yetişmiş yeterli sayıda eleman, uzman
yok, araç-gereç yok. Osmanlıdan borca batık bir miras kalmış. O altın
kuşağın iki gücü vardı sadece: Akıl ve yurtseverlik. Bu iki güçle yola
çıktılar.
Mucizeler yarattılar.
Her şeyi başarabildiler mi? 15 yıla sığabilecek her şeyi çok fazlasıyla
başardılar. Eksikleri tamamlamak sonraki kuşaklara düşerdi. Sonraki
kuşaklar görevlerini yaptılar mı? Bunu duygusallığa, partizanlığa
kapılmadan dürüstçe sorgulamamız gerek.
Dünyada bağımsız, çağdaş, özgür
tek Müslüman devletiz.
Yeniden kuruluş, kurtuluş, kalkınma sürecinde,
deneme ve arayış içinde, elbette yanlışlar yapıldı. Ormanı bırakıp da
ormandaki bir gelişmemiş ağacı ele alıp Cumhuriyet dönemini, hele ilk
altın kuşağı bütünüyle eleştirmeye yeltenmek büyük ayıptır.
Tarihte ve
dünyada eşi olmayan çarpık, utandırıcı bir tutum bu.
Devlet, Milli
Eğitim Bakanlığı, üniversitelerimizin çoğu, Türk Tarih Kurumu ve benzeri
Cumhuriyet kuruluşları susuyorlar. Bu da o yalanlan üretmek kadar ayıp
bir durum.
Sevgili gençler!
Bu yalanlara, çarpıtmalara, yutturmalara
karşı uyanık durun. Sizi kandırmalarına izin vermeyin. Gerçeğe saygı
duyun ve gerçeği dürüst, namuslu kaynaklardan yararlanarak öğrenmeye
çalışın. Doğru, gerçek tarihinizi yanlışları ve doğrularıyla öğrenin.
Ağzı kalabalık, kalemi karışık olanlara karşı dikkatli olun. Kanıtsız,
belgesiz, tanıksız iddiaları yani dedikoduları ciddiye almayın. Vicdanınız ve sağduyunuz pusulanız olsun. Tarihimizdeki doğrulardan
yararlanın, yanlışlardan uzak durun.
Şunu bilmenizi çok istiyorum: Bu
kitabı yazarken her şeyden fazla gerçeğe saygı duydum.
Sizlere
Cumhuriyet döneminin doğru, gerçek, dürüst, sevgi ve vefa dolu, özenli
bir fotoğrafını sunuyorum.
En iyi dileklerimle.
Turgut Özakman
Eylül
2009, Ankara