Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.
Ne oldu? Yapmayı unuttuğu bir şeyi mi anımsadı birden? Ya da yeryüzünde tek gerçek değerin kendisine verilmiş bu olağanüstü yaşam armağanını korumak, her şeye karşın sağ kalmak, direnmek olduğunu mu anladı giderayak? Yoksa bilinçsiz canlı etin ölüme kendiliğinden bir tepkisi miydi bu?
Bakır küllük oradaydı; yatağa uzanıp kadının bitmeden söndürdüğü sigaralardan birini içmişti. Daha bekliyormuydu? En kötüsü kafasındaki tutarsızlıktı. Bu akşam dışarıya çıkıncaya değin kaç kere karar değiştirmişti.
Bir arabanın gürültüsü uzaklaşırken duyduğu ayak sesleri kapının önünde kesildi. Koltuğa tutunup doğruldu. Giren yoktu. Kapıya koşup dışarıya baktı. Sağda, ileride başı örtülü bir kadın gidiyordu. Kıvırcık saçlı bir genç geçti kaldırımdan başını çevirmeden. Gelmeyecekti anlaşılan. Ne bekliyordu bu kadından, ya da bir kadından? Yüksek sesle 'Canı cehenneme' dedi.
Beş gündür, özellikle bugün olanaklarda bir azalma olmamış mıydı?
Kaçmayacaktı. Durumunu başkalarının yargısına bırakmayacaktı.
Başka olanaklar da vardı elbet.
Garson soyulmuş, dilimlenmiş portakallarla şişini getirdi. Gözleri çakırdı bunun; elleri esmer değildi. 'Esmer elliler iyi yüreklidir, der bir arkadaşım.
Önemli olan insanın edimleriydi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: Ölüm.
İstemeden kirleniyor insan.
Kapının üstündeki kemerde koyu yeşil üstüne ak yazılı büyük teneke levha: Anayurt Oteli. (Düşman elindeyken belirli bir direnme gostermemiş kasaba ya da kentlerde kurtuluşun ilk yıllarındaki utançlı yurtseverlik coşkusunun etkisi belki.)
İki çeşit içen vardır.Biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer.Birde şu çevrendekilere bak.Bunlar neden içiyorlar? Toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için.Çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için.Dışarıda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır.Sokakta hiç gülmemek için burda gülerler.Böylesi az içer.Ya ben? İçiyorum da kurtulabiliyor muyum? Belki yalnız baş ağrısından...
Yeryüzünde canlı kalmanın birbakıma suç işlemeden olmayacağını
bilemeyen, kendilerini suçsuz sanan insanlardan çekiniyor, utanıyordu.
Bir oteli yönetmekle bir kurumu, geniş bir işletmeyi, bir ülkeyi
yönetmek aynı şeydi aslında. İnsan kendini, olanaklarını tanımaya,
gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyordu,
dayanamıyordu. Ülkeleri yönetenler iyi ki bilmiyorlardı bunu; yoksa bir
otel yöneticisinin yapabileceğinden çok daha büyük hasarlar yaparlardı
yeryüzünde.
Bir eylemin ertesini, sonuçlarını göze alabilirse ya da bunlara kayıtsız kalabilirse, insanın yapamayacağı şey yoktu.
Yüksek sesle konuşulanlar, tartışılanlar hep bilinen şeyler olduğuna göre ülkenin yönetimini asıl etkileyen, düzenleyen şeyler bu fısıltılarda gizliydi anlaşılan.
Gelmeyecekti anlaşılan. Ne bekliyordu bu kadından, ya da bir kadından?
Bedenin dayanma gücünü zorlamak da bir çeşit kendini öldürmek değil miydi?
Kaçılır mı hep? Bu tedirginlik yaşanır mı boyuna? Bilinmeyenin tedirginliği.