Yeditepe Öyküleri, Abidin Dino tarafından 1934-1940 arasında yazılmış olan beş kısa öyküden oluşan kitaptır. Yeditepe
başlığındaki ilk öykü 1934 yılında Servetifünun dergisinin 2258-573.
sayısında yayımlanmıştır. İkinci öykü 1934'te yine Servetifunun
dergisinde, üçüncü öykü 1939'da Yeni S.E.S., dördüncü öykü 1940'ta
Yeniyol'da, beşinci öykü ise yine 1940'ta ancak bu kez Küllük'te
yayınlanmıştır. Kitapta yer alan desenler de yine Abidin Dino'nun
kendisine aittir.
SUNU
Abidin Dino, ölümünden sonra da bizleri şaşırtmaya devam ediyor.
Eller ve özellikle Pera Palas’tan sonra yayımlanan, uzun yıllar boyunca çeşitli aralıklarla dönüp dönüp yazdığı Sinan’ın düşsel yaşamöyküsünün ardından gelen Toplu Yazıları, ölümüne değin yakın çevresi dışında pek bilinmeyen yazarlık yönünü öne çıkardı Dino’nun.
Abidin, yaşamı boyunca sürekli yazdı ve çizdi. Ölene değin: Sözcüğün gerçek anlamında, son nefesine değin, belki ilk kez titreyen eline karşın, küçücük not defterlerine notlar düşmeyi, desenler çizmeyi sürdürdü.
Bu kitapçıkta yer alan beş öykü ise çok eskilerden geliyor. 1930’lardan. Yeditepe başlığını taşıyan ilk öykünün yayım tarihi 1934. Dönemin önemli dergisi Servetifünun’un 2258-573. sayısında yayımlanmış. Demek ki, bu öyküyü yazdığında Abidin, yirmi bir-yirmi iki yaşlarında. Sait Faik henüz ilk kitabı Semaver’i (1936) yayımlamamış.
İkinci öykü Kasım 1934’te gene Servetifünun’da (ama artık adı Uyanış), üçüncüsü 1939’da Yeni S.E.S., dördüncüsü 1940’ta Yeniyolda, beşincisi gene 1940’ta ama bu kez Küllük’teyayımlanmış.
Abidin’in 1934’te Sovyetler Birliği’ne gittiğini biliyoruz.
Eller ve özellikle Pera Palas’tan sonra yayımlanan, uzun yıllar boyunca çeşitli aralıklarla dönüp dönüp yazdığı Sinan’ın düşsel yaşamöyküsünün ardından gelen Toplu Yazıları, ölümüne değin yakın çevresi dışında pek bilinmeyen yazarlık yönünü öne çıkardı Dino’nun.
Abidin, yaşamı boyunca sürekli yazdı ve çizdi. Ölene değin: Sözcüğün gerçek anlamında, son nefesine değin, belki ilk kez titreyen eline karşın, küçücük not defterlerine notlar düşmeyi, desenler çizmeyi sürdürdü.
Bu kitapçıkta yer alan beş öykü ise çok eskilerden geliyor. 1930’lardan. Yeditepe başlığını taşıyan ilk öykünün yayım tarihi 1934. Dönemin önemli dergisi Servetifünun’un 2258-573. sayısında yayımlanmış. Demek ki, bu öyküyü yazdığında Abidin, yirmi bir-yirmi iki yaşlarında. Sait Faik henüz ilk kitabı Semaver’i (1936) yayımlamamış.
İkinci öykü Kasım 1934’te gene Servetifünun’da (ama artık adı Uyanış), üçüncüsü 1939’da Yeni S.E.S., dördüncüsü 1940’ta Yeniyolda, beşincisi gene 1940’ta ama bu kez Küllük’teyayımlanmış.
Abidin’in 1934’te Sovyetler Birliği’ne gittiğini biliyoruz.
1937 sonuna değin bu ülkede kalan Abidin, buradan Paris’e gitmiş, 1938’de yurda dönmüştü. Bu durumda, bu öykülerin ilk ikisini yurtdışından göndermiş olması gerekiyor gibi. Ama bunun doğruluğundan kuşkum var. Yayımlanış tarihleri altı yıllık bir süreye yayılmış da olsa, dikkatli bir okur, bunların uzun aralıklarla yazılmamış olduğunu kolaylıkla görür. Daha ilk öyküde, derginin düştüğü neşredilmemiş kitabından, bir sonrakinde yakında neşredilecek kitabından notları da, bu görüşümü doğruluyor. Kanımca, bu beş küçük öyküyü, yazıldıkları dönem ve o dönemin Türk yazını göz önünde tutularak değerlendirmek gerektirir.
Bu değerlendirmeyi yaptığımızda şaşırtan bir olguyla karşılaşıyoruz: O dönemin Türk öykücülüğünde, bu öykülerin benzeri yok. (Belki, Sait Faik’in Semaver’deki bir öyküsünü, Kırlangıç Yuvasındaki Kadın’ı bu yargının dışında tutmalıyım.)
Buna karşılık bu öyküler, garip bir biçimde, Babel’i anımsatıyor. Onun Odessa Öyküleri’ni., Abidin, Sovyetler Birliği’ne gittiğinde Babel’le tanışmış ve aralarında yakın bir dostluk oluşmuştu. Ne var ki, Yeditepe Öyküleri’nin ilki yayımlandığında, Abidin, Rusya’da değildi, henüz Rusça da bilmiyordu. O yıllarda, Babel’in öykülerinin Fransızcaya çevrildiğini ise sanmıyorum. Dolayısıyla, bu yakınlık, bu benzerlik habersiz bir yakınlık olsa gerektir.
Abidin, gençlik yıllarında, arada bir Tophane’deki esrar tekkelerine uğradığını, o yöredeki yosmalarla, esrarkeşlerle, toplumun lümpen tabakasıyla “tanıştığını” anlatırdı. O günlerden kalan birçok deseninde bu insanların yüzlerini görürüz.
Yaklaşık yetmiş yıl sonra, bu öyküleri, kitaplıkların karanlık köşelerinden bulup çıkaran yorulmaz Turgut Çeviker’in çabalarıyla Yeditepe Öyküleri, işte bu desenlerden birkaçının eşliğinde okuyucuya ulaşıyor. Dediğim gibi, Abidin, ölümünden sonra da, bizleri şaşırtmaya devam ediyor.
Bu değerlendirmeyi yaptığımızda şaşırtan bir olguyla karşılaşıyoruz: O dönemin Türk öykücülüğünde, bu öykülerin benzeri yok. (Belki, Sait Faik’in Semaver’deki bir öyküsünü, Kırlangıç Yuvasındaki Kadın’ı bu yargının dışında tutmalıyım.)
Buna karşılık bu öyküler, garip bir biçimde, Babel’i anımsatıyor. Onun Odessa Öyküleri’ni., Abidin, Sovyetler Birliği’ne gittiğinde Babel’le tanışmış ve aralarında yakın bir dostluk oluşmuştu. Ne var ki, Yeditepe Öyküleri’nin ilki yayımlandığında, Abidin, Rusya’da değildi, henüz Rusça da bilmiyordu. O yıllarda, Babel’in öykülerinin Fransızcaya çevrildiğini ise sanmıyorum. Dolayısıyla, bu yakınlık, bu benzerlik habersiz bir yakınlık olsa gerektir.
Abidin, gençlik yıllarında, arada bir Tophane’deki esrar tekkelerine uğradığını, o yöredeki yosmalarla, esrarkeşlerle, toplumun lümpen tabakasıyla “tanıştığını” anlatırdı. O günlerden kalan birçok deseninde bu insanların yüzlerini görürüz.
Yaklaşık yetmiş yıl sonra, bu öyküleri, kitaplıkların karanlık köşelerinden bulup çıkaran yorulmaz Turgut Çeviker’in çabalarıyla Yeditepe Öyküleri, işte bu desenlerden birkaçının eşliğinde okuyucuya ulaşıyor. Dediğim gibi, Abidin, ölümünden sonra da, bizleri şaşırtmaya devam ediyor.
Ferit EDGÜ
Kandilli, Mart 2001
Yeditepe hiç de bildiğiniz gibi değildir. Yeditepe, yedi derya, yedi rüzgar, yedi gurbet bağlar.