Neden yazılır? Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bir kez bu zavallılıktan sıyrılmaya görsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazı yazılır. (Ya da kendi kendine kanıtlamak için). Çünkü, insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Tezer Özlü’nün yurtdışındayken Türkiye’deki dergilere yazdığı, dünya edebiyatıyla, sinema ve tiyatroyla kurduğu ilişkiyi kendi edebiyatı içinden yorumladığı yazılardan oluşan “Yeryüzüne Dayanabilmek İçin”, yazarın iç dünyasını takip eden tutkun okurlar için yeni bir ışık sağlıyor. “Çocukluğun Soğuk Geceleri” ve “Yaşamın Ucuna Yolculuk”un yazarından yine yaşamla ve ölümle hesaplaşan yazılar…
*
Ben bu coşkulu havaya gene biraz melankoli getirmek zorunda kalacağım. Onun için hepinizden özür dilerim. Batı kültürü ve batının bizi nasıl etkilediği seminer konusu kapsamında olduğundan. İlkin biraz buna değineyim. Her zaman olduğu gibi gene çok bireyci davranacağım. Başka türlüsü elimden gelmiyor. Toplumun oluşumunda en çok bireyin varlığına önem veren bir bireyciyim.
Okumayı dört yılda sökebildim. Söker sökmez Capote’yi,
Steinbeck’i okudum. O zamanlar batı, Yakındoğu ve Asya gibi coğrafi
ayrımları hiç mi hiç bilmiyordum. Üçüncü dünyayı da bilmiyordum. O
zamanlar üçüncü dünya kavramı belki de daha oluşmamıştı.
Ama Steinbeck’i taşrada, on yaşımda bulduğuma göre, nasılsa diğer yazarları da bulacaktım.
Ama kanımca yazı yazmak coşku, hafif melankoli, taşkınlık gibi psikolojik bir semptomdur.
İnsan
yazarlık hastalığını –az da yazsa– sürekli olarak içinde taşır. Ben, bu
hastalığa ancak dayanamayacak hale gelince, neredeyse psikoza girecek
duruma geldiğimde yazabilen bir hastayım. Batı kültürünün düşüncelerimi
ne denli etkilediği konusuna gelince: Dünya edebiyatını Almanca
okuyorum. Bu nedenle edebiyat ufkum çok geniş oluyor. Türkçeye
çevrilmemiş birçok yazar Almancaya güzel çevirilerle çevrilmiş. Bunları
hazır bulabiliyorum. Bunun yanısıra tabii ki okuduklarımdan
etkileniyorum. Ama düşüncelerimi ve beni biçimlendiren olgu, yalnız tek
başına batı, batı edebiyatı, batı felsefesi, batı düşüncesi olamaz.
Çünkü ben 38 yaşındayım ve 38 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyorum.
Zaman zaman iki dilde düşündüğüm oluyor. Çünkü Almancayı çok iyi
öğretmişler bana. Rahibe disiplini ile. Bazan Almanca düşüncelerimi aynı
güçte Türkçe söyleyebiliyor muyum diye, kafamda kendi kendimi
sınıyorum.
Çünkü benim için en önemli dil Türkçedir. Çevirdim mi,
demek Türkçeden hiç uzaklaşmadım diye mutlu oluyorum. Çok öfkelendiğim
zaman Almanca homurdandığım oluyor. İki dil bilmekten kaynaklanan,
sığınacak bir dünya aramanın alışkanlığı mı?
Aslında batıyı, kuzeyi, güneyi, kuzeybatıyı ve geçmiş bütün zamanları, burada, Akdeniz duyarlılığı içinde ve bir üçüncü dünya ülkesinde yaşamak mutluluğuna ermiş, otuz yıllık yaşamlarına bir asrın olayları sığdırılmış ender mutlu insanlardan biri sayıyorum kendimi. Her olaydan ve sıkıntılardan çok şey öğrenileceğine inanıyorum. Hani bir İsviçre dağ köyünde, İtalya’ya bile inmemiş, öyle havaya, göle, ineklere ve çayırlara bakarak yaşayan insanlar tanıdım. Ben, bu tür bir yaşamı mutluluk saymıyorum. Beni etkileyen, yaşadığım ülkenin ve batı ile bağların oluşturduğu ikilik’tir.
Neden yazılır? Dünya acılı olduğu için yazılır.
Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması
çok güç bir işlemdir. Ama insan bir kez bu zavallılıktan
sıyrılmayagörsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte
böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazı yazılır.
(Ya da kendi kendine kanıtlamak için). Çünkü, insanın kişisel özgürlüğü,
kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan,
acıları coşkuya, bunalım yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka
dönüştürebilir. Ben dünyama egemen olmayı edebiyatla öğrendim. Çok
sevdiğim üç yazarın, üç cümlesini –benim neden yazdığımı çok iyi
anlattığı için– edebiyat yaratıcılığının kıpırdanışlarını çok iyi
yansıttıkları için burada vurgulayacağım:
“Hiçbir zaman sakin olamamak, sanırım benim kaderim.”
Italo Svevo (Zeno’nun Bilinci romanından)
“İnsanın konuşmak için konuşmadığını böylece öğrendim, ‘bunu yaptım’,
‘şunu yaptım’, ‘yedim, içtim’ demek için konuşmadığını, aksine kendi
yaşam görüşünü geliştirmek, bu dünyada neler olup bittiğini kavramak
için konuştuğunu.”
Cesare Pavese (Yeni Ay romanından)
“İşte gidiyor, felaketlerin anası, koşuyor ve tüm dünyayı kendisiyle birlikte eve götürmeye çalışıyor...
Ne garip, insan keşfetmeyegörsün, nasıl da tüm dünyaya sahip olabiliyor.”
Djuna Barnes (Gecenin Uzantısı romanından).
Bir cümle de ben eklemek istiyorum:
“Yaşamla ve ölümle hesaplaşmak için yazıyorum”.