Kuşlar arasında yarasa ne ise, düşünceler arasında kuşku da odur: ikisi de hep alacakaranlıkta uçarlar. Kuşkularımızı
baskı altına almak, hiç değilse göz altında bulundurmak zorundayız
çünkü kafamızı bulandırır, arkadaşlarımızı yitirmemize yol açar, işimizi
alt üst edip çığırından çıkarır. Kralları zorbalığa, kocaları
kıskançlığa, bilgin kişileri bocalamalara, kara düşüncelere sürükler
kuşku. Gönlümüzün değil, kafamızın bir yetersizliğidir kuşkular. Yiğit
yaratılışta kişilere kuşkunun pek zararı dokunmaz çünkü böyleleri
çoğunlukla enine boyuna düşünür, haklı bir neden bulmadıkça bir konuda
kuşkuya kapılmazlar; korkak yaradılışlarda ise kuşku çok kolay kök
salar. İnsanı, az bilmek kadar kuşkulandıran hiçbir şey yoktur, onun
için kuşkuyu bilgimizi arttırmakla yenmeye çalışmalıyız, sürekli
içimizde taşımakla değil. Ne istiyor insan? Çalıştırdığı ya da birlikte
iş gördüğü kimseleri birer ermiş mi sanıyor? Onların da kendi
çıkarlarına bakacaklarını bilmiyor mu? Bu bakımdan kuşkularımızı
gidermenin en iyi yolu, bu kuşkular gerçekleşmiş gibi işlerimizi görmek,
yanlışmış gibi de dizginlemektir. Kuşkularımızdan, kuşku duyduğumuz şey
gerçekmişçesine tetikte olmaktan yararlanmalı ancak bundan zarar da
görmemeliyiz. İnsanın içinde kendiliğinden doğan kuşkular çok can yakar.
Gerçekte böyle kuşku ormanına düşen insanın yolunu bulabilmek için
başvuracağı en doğru şey, kuşkulandığı kişi ile açıkça konuşmaktır.
Böylece, insan hem gerçeğin iç yüzünü eskisinden daha iyi öğrenmiş olur
hem de karşısındakinin kuşku uyandırabilecek davranışlardan bundan böyle
sakınmasını sağlar. Ama, bayağı yaradılışta kimselere bu yol uygulanamaz, çünkü onlar
kendilerinden bir kez kuşku duyuldu mu bir daha hiçbir zaman içtenlik
göstermezler, İtalyanlar, "Sospetto licentia fede"1, derler, kuşku
inancı başından savarmış sanki. Oysa gerçekte kendini haklı çıkarabilmek
için, inancı körüklemesi gerekir...Francis Bacon