Küçülmeden büyüyemezsin. Küçücük minicik bir zerre olduğunu bilmezsen, büyüdüğünü sadece zannedersin.
Etrafına bir bak, bir düşün herşeyin önce bir çekirdek olduğunu, sonra yavaş yavaş gelişimini tamamladığını hatırla. Bu döngü canlı tabiatı için değişmez bir kuraldır.
Kalbinin derinliklerindeki o engin denize ulaşabilmek için önce küçük minicik bir su damlası olmayı isteyeceksin. Hemen okyanus olmak istersen sadece o olduğunu zannedersin, ben oldum dersin, içindeki Tanrı’yı bulduğunu zannedersin. Bulduğun sadece ve sadece senin sen olmana izin vermeyen benliklerinden başkası değildir.
Bir çiçek tomurcuk olmadan açamaz. Tomurcukluğun güzelliklerini ve zorluklarını bilmeden olgun bir gül olamaz.
Bulunduğun her evredeki seni seveceksin, eksikliklerinle seni seveceksin.
Kendinin hangi evrede olduğunu bilip, küçük adımlarla tortularını temizlemeye, eksikliklerini tamamlamaya ilerlersen, sendeki sene ulaşırsın.
Kum tanesi olmadan kumsal kumsal olur mu? Su damlası olmadan okyanus olur mu?
Varlığın bilir özünün ihtişamını. Fizik alemdeki şartlar unutturur ne kadar bene sahip olduğunu. O benliklerdir insanoğluna damla olmadan okyanus olduğunu zannettiren.
Varlığınla fizik alemdeki senin bir olması içindir bu çaba; o zaman tekliği asıl seni yaşarsın, bütün perdeler kalkar, hiçlik başlar. Artık sen, sen zannettiğin değil, olman gerekensindir. Başlangıçta olduğu gibi…
Bu döngüyü her insanoğlu tamamlamak zorundadır, amacı budur.
Hiç Olmak
“Hiç Olmak” kendini değersiz hissetmek değildir. Tam tersine içindeki zenginlikleri keşfedip, bedenli kimliğinin özüne göre bilgisinin hiçliğini fark etmektir. Bunu anlayan varlık küçüklüğünü anlar. Varlığın tekamül seviyesine göre gösterdiği dirayet, özveri, sadakat gibi düşünceler artık onunla bir olmaya başlar. Yalnızlık duygusu şuur sahasını kaplar. Çokluğun içindeki yalnızlıktır bu. Bu durumu kabullenmesi o kadar kolay değildir. Çoğalan yalnızlığında mutlu olmaya başlar. Bu insanoğlunun beşeri varlığıyla anlayabileceği bir mutluluk değildir. O artık içindeki Tanrı’yı bulma yolunda önemli bir adım atmıştır. Artık ne bir insan ne de bir Tanrı’dır. Teşevvüşü yaşamaya başlamıştır. Tıpkı kozasından çıkmayı bekleyen bir kelebek gibi kendindeki değişimi izlemeye başlamıştır. Artık içindeki benler azalmış, tam bir sakinlik hüküm sürmektedir. Duru, dup duru bir okyanus gibi. Baktığın zaman sadece dinginlik veren engin bir su, ama içine daldığında seni hayrete düşüren müthiş bir zenginlik…
Hiçlik insanoğlunun kendi içindeki okyanusu seyretmesi, içine dalıp zenginliklerini fark edeceği ana kadar sabırla beklediği durumdur.
Öyle bir durumdur ki; beklenti yoktur, acelecilik yoktur, kuşku yoktur. Sadece sakinlik vardır. Yalnızlık vardır…
Sabretmek
Sabretmek; neye sabretmek, niye ve kimin için sabretmek? Şunu anlamak gerekir ki hiçbir güç, hiçbir enerjinin insanoğlundan beklentisi yoktur. Buna ihtiyacı hiçbir zaman olmamıştır ve olmayacaktır. Önünde duran bu koca dağa kendin için tırmanıyorsun, zirvesindeki ödül için.
O dağa her insanoğlu tek başına çıkmak zorunda. Yoluna çıkan taşları tek tek aşmalı. Bunu yaparken canı yanacak, vazgeçecek ama sonra tekrar kalkıp yoluna devam edecek. Başka çaresi yok. Yolun sonunda ödülü kendisi. Özünü bulmaya gidiyor. Kendiyle buluşmaya, bir olmaya… Bu çağrıya kulak vermese olur mu?
Dağa tırmanırken önüne çıkan en büyük taş sabırdır. Hiçbir şey bilmeden, ne olduğunu bilmeden sabretmek, tevekkül etmek, dünya hayatında yaşadığı zorlukları kendi özünün hazırladığını, kendi iyiliği için olduğunu bilmeden sadece hissederek beklemek, güvenmek, isyan etmemek. Bu dağın kendi içinde, kalbinin üzerinde olduğunu bilmemek, hissetmemek.
Her bir taşı aştığında hislerin artar, zirveye çıkmak için acele edersin. Şunu unutma ki bu yolda aceleciliğe yer yok. Aldığın her yeni bilgi özüne işlemezse ileriye tek bir adım atamazsın, yerinde sayarsın.
Sabretmek, beklemek, beklentisiz beklemek, ne olacağını bilmeden beklemek tam bir teslimiyet gerektirir. Kendine, özüne güven. Bilsen ki o dağın zirvesinde dup duru bir okyanus var. O okyanus seni o kadar uzun zamandır bekliyor ki…
Etrafına bir bak, bir düşün herşeyin önce bir çekirdek olduğunu, sonra yavaş yavaş gelişimini tamamladığını hatırla. Bu döngü canlı tabiatı için değişmez bir kuraldır.
Kalbinin derinliklerindeki o engin denize ulaşabilmek için önce küçük minicik bir su damlası olmayı isteyeceksin. Hemen okyanus olmak istersen sadece o olduğunu zannedersin, ben oldum dersin, içindeki Tanrı’yı bulduğunu zannedersin. Bulduğun sadece ve sadece senin sen olmana izin vermeyen benliklerinden başkası değildir.
Bir çiçek tomurcuk olmadan açamaz. Tomurcukluğun güzelliklerini ve zorluklarını bilmeden olgun bir gül olamaz.
Bulunduğun her evredeki seni seveceksin, eksikliklerinle seni seveceksin.
Kendinin hangi evrede olduğunu bilip, küçük adımlarla tortularını temizlemeye, eksikliklerini tamamlamaya ilerlersen, sendeki sene ulaşırsın.
Kum tanesi olmadan kumsal kumsal olur mu? Su damlası olmadan okyanus olur mu?
Varlığın bilir özünün ihtişamını. Fizik alemdeki şartlar unutturur ne kadar bene sahip olduğunu. O benliklerdir insanoğluna damla olmadan okyanus olduğunu zannettiren.
Varlığınla fizik alemdeki senin bir olması içindir bu çaba; o zaman tekliği asıl seni yaşarsın, bütün perdeler kalkar, hiçlik başlar. Artık sen, sen zannettiğin değil, olman gerekensindir. Başlangıçta olduğu gibi…
Bu döngüyü her insanoğlu tamamlamak zorundadır, amacı budur.
Hiç Olmak
“Hiç Olmak” kendini değersiz hissetmek değildir. Tam tersine içindeki zenginlikleri keşfedip, bedenli kimliğinin özüne göre bilgisinin hiçliğini fark etmektir. Bunu anlayan varlık küçüklüğünü anlar. Varlığın tekamül seviyesine göre gösterdiği dirayet, özveri, sadakat gibi düşünceler artık onunla bir olmaya başlar. Yalnızlık duygusu şuur sahasını kaplar. Çokluğun içindeki yalnızlıktır bu. Bu durumu kabullenmesi o kadar kolay değildir. Çoğalan yalnızlığında mutlu olmaya başlar. Bu insanoğlunun beşeri varlığıyla anlayabileceği bir mutluluk değildir. O artık içindeki Tanrı’yı bulma yolunda önemli bir adım atmıştır. Artık ne bir insan ne de bir Tanrı’dır. Teşevvüşü yaşamaya başlamıştır. Tıpkı kozasından çıkmayı bekleyen bir kelebek gibi kendindeki değişimi izlemeye başlamıştır. Artık içindeki benler azalmış, tam bir sakinlik hüküm sürmektedir. Duru, dup duru bir okyanus gibi. Baktığın zaman sadece dinginlik veren engin bir su, ama içine daldığında seni hayrete düşüren müthiş bir zenginlik…
Hiçlik insanoğlunun kendi içindeki okyanusu seyretmesi, içine dalıp zenginliklerini fark edeceği ana kadar sabırla beklediği durumdur.
Öyle bir durumdur ki; beklenti yoktur, acelecilik yoktur, kuşku yoktur. Sadece sakinlik vardır. Yalnızlık vardır…
Sabretmek
Sabretmek; neye sabretmek, niye ve kimin için sabretmek? Şunu anlamak gerekir ki hiçbir güç, hiçbir enerjinin insanoğlundan beklentisi yoktur. Buna ihtiyacı hiçbir zaman olmamıştır ve olmayacaktır. Önünde duran bu koca dağa kendin için tırmanıyorsun, zirvesindeki ödül için.
O dağa her insanoğlu tek başına çıkmak zorunda. Yoluna çıkan taşları tek tek aşmalı. Bunu yaparken canı yanacak, vazgeçecek ama sonra tekrar kalkıp yoluna devam edecek. Başka çaresi yok. Yolun sonunda ödülü kendisi. Özünü bulmaya gidiyor. Kendiyle buluşmaya, bir olmaya… Bu çağrıya kulak vermese olur mu?
Dağa tırmanırken önüne çıkan en büyük taş sabırdır. Hiçbir şey bilmeden, ne olduğunu bilmeden sabretmek, tevekkül etmek, dünya hayatında yaşadığı zorlukları kendi özünün hazırladığını, kendi iyiliği için olduğunu bilmeden sadece hissederek beklemek, güvenmek, isyan etmemek. Bu dağın kendi içinde, kalbinin üzerinde olduğunu bilmemek, hissetmemek.
Her bir taşı aştığında hislerin artar, zirveye çıkmak için acele edersin. Şunu unutma ki bu yolda aceleciliğe yer yok. Aldığın her yeni bilgi özüne işlemezse ileriye tek bir adım atamazsın, yerinde sayarsın.
Sabretmek, beklemek, beklentisiz beklemek, ne olacağını bilmeden beklemek tam bir teslimiyet gerektirir. Kendine, özüne güven. Bilsen ki o dağın zirvesinde dup duru bir okyanus var. O okyanus seni o kadar uzun zamandır bekliyor ki…
TIK