Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri nitelikli 
(!) köleler haline getirmek için onların belleklerini silermiş. Bunu 
şöyle yaparlarmış: Önce tutsağın başını kazır, saçlarını tek tek 
kökünden çıkarırlarmış. Bu arada bir deveyi keser derisinin en kalın 
yeri olan boynundaki deriyi tutsağın kanlar içindeki kazınmış başına 
sımsıkı sararlarmış. Kuruyup büzülen deri kafayı mengene gibi sıkıp, 
dayanılmaz acılar verirmiş. Bir yandan da kazınan saçlar
 büyüyüp dışarı çıkamayınca başına batarmış. Tutsak başını yerlere 
vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, yürek parçalayan çığlıkları 
duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört beş 
gün aç susuz bırakılırmış. Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu 
ölürmüş. Kalanlar ise belleklerini yitirirmiş. Tutsak zamanla kendine 
gelir yiyip içerek gücünü toparlarmış. Ama o artık bir insan değil, 
ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olurmuş. Bir mankurt kim
 olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu 
bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği 
olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış. Ağzı var, dili yok, 
itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike 
arz etmeyen bir köle. Onun için önemli olan tek şey efendisinin 
emirlerini yerine getirmekmiş. “Gün Olur Asra Bedel” yapıtında anlattığı bir efsane  
 “Sarı Özbek’i işgal eden düşmanlar tutsaklara korkunç işkenceler 
yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir 
işkence usulleri varmış. Önce esirin başını kazır, saçları tek tek 
kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi
 yatırıp keser, derisini yüzermiş. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, 
taze taze esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. 
Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür,
 ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan
 bir ‘mankurt’, yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş. Bundan sonra 
deri geçirilen tutsağın boynuna başını yere sürtmesin diye bir kütük ya 
da tahta bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız
 bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı, aç susuz güneşin altında 
öylece birkaç gün bırakırlarmış. Sarı-Özek’in kızgın güneşine ‘mankurt’ 
olmaları için bırakılan tutsakların çoğu ölür, beş-altı kişiden ancak 
bir ya da ikisi sağ kalırmış. Onları öldüren açlık ya da susuzluk değil,
 başlarına geçirilen soğumamış deve derisinin güneşte kuruyup büzülmesi,
 başlarını mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar vermesiymiş. Bu 
dayanılmaz acılar sonunda tutsak ya ölür, ya da aklını hafızasını 
yitirirmiş. Bir ‘mankurt’ kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden 
geldiğini, anasını babasını bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında 
değilmiş.” Cengiz Aytmatov - ‘Gün Olur Asra Bedel’(Gün Uzar Yüzyıl Olur)