27 Şubat 2015

Yılmaz Odabaşı " Boşuna çırpınma gökyüzü: Yurdum kadar ağlayamazsın. "

 Kimse bilmez be canım bir yara bir ömrü nasıl kanatır.

 Notaları kurşunlanmış bir şarkıdır yalnızlık.

 Kısa bir öyküdür hayat; uğrunu upuzun acılar çektiğimiz.

 Başkasının nüshası olacağınıza, kendinizin aslı olun.


 Yıllar da, acılar da geçmek içindir.

 Hayat, düşlerimizin gerisindeki kırıntılardır.

 Boşuna çırpınma gökyüzü: Yurdum kadar ağlayamazsın...

 Öyle bir serüven ki hayat: Karanlıkta Polyanna’lar, ışıklarda Paylaço’lar dolaşır.

 Mutsuzluğu ve yalnızlığı seçiyorum; çünkü herkes mutluluğu ve kalabalığı seçiyor.

 Ve and olsun ki hiçbir toprak ve hiçbir vatan, daha kutsal değildir insandan!

 Dilediğin kadar uzağa git, hep aynı gökyüzünü paylaşacağız.

 Yürek, daha mahremdir bedenden.

 Her rüya, bir hayatın içinden geçer ve her hayat, aslında bir rüyanın içinden.

 Herkes kırılamaz. İnce bir dal olmak gerekir kırılmak için. Ama dünya kütüklerin.

 İyi olmanın da bir şerefi vardır ve herkes ahlakı, bilinci ve duyarlığı kadar iyidir.

 Yitirdiğin her şeyde kazandığın bir şey var, kazandığın her şeyde biraz yitirdiklerin…

 Tutkularınızı, düşlerinizi ve yolculuklarınızı ertelemeyin. Çünkü çürürler; çünkü dokunduğu her şeyi çürütür zaman...

 Herşeye rağmen "kalmak"tı sorun; kişilikte, aşkta, düşte, inançta ve  sevgide kalmak.

  İnsanın aşkı da yaşadığı hayata benziyordu; dağınık yaşayanın aşkı da dağınık kalıyordu.

 Ben, iki şeyin apansız geldiğine inanırım: Aşk ve ölüm. İkisi de geldiğinde “git” diyemezsiniz. İkisinin de önemi ve büyüklüğü, belki de geldiklerinde “git” diyemediğimiz içindir.

 Bir akvaryumu yazmak, akvaryumda yaşamaktan kolaydır. Bu yüzden her dize biraz eksik, her şiir biraz yalandır.

  Bizden daha kötü durumda birinin elini tutarken, üşüyen birine rastladığımızda ona bir ceket giydirirken, tuttuğumuz, üzerini örttüğümüz aslında kendi vicdanımızdır...

 Bazen bir denizde kıyıları amansızca döven iri dalgalar olmaktansa, aykırı bir su damlası olmak yeğdir.

 Aşkın kavgasını veremeyenler hiçbir şeyin kavgasını veremezler. Aşkın özgürlüğünü yaşamayan ve yaşatmayanlar ise, hiçbir özgürlüğü hak edemezler.

 Biz, acının dip kısmını göze alamadığımız için, mutluluğun üst kısmı da bizi göze alamıyordur.

 Düş oldukça peşi sıra insandır;  çünkü en çok da düşlerin bize hesap sormaya hakkı vardır.

  Yaşarken hayatın, yazarken dilin, düşünürken bilincin belirlenmiş sınırları altüst edilebilmelidir.

  Umudu seviyorum, umutsuzluğu seviyorum; çünkü ikisini kardeş kılan hayatı seviyorum.

 Taşın bile kırılabilir olduğu şu dünyada, insanın kırgınlıklıkları da hep anlaşılabilir olmalıdır.

  Yaşvaklığın ya da fırlamalığın prim yaptığı bir dünyada önce asalet sakatlanır.

 Herkes bilir gitmesini. Bir zaman öğrenirsin gideni sırtından öpmesini.

 Hayatla ve zamanla ilgili fazla düşünmemek gerekir; her ikisi de kendi kurgularını -sizin adınıza -ve çoğu zaman sizin dışınızda- yaparlar zaten.

 Bir kent, gidince ve bir sevda, ayrılınca biter mi? Bir kent bitse bile, bir sevda bitse bile, o kente ve o sevdaya gitmiş olmak bitmez ki...

 Yalnızlığımda seni büyüttükçe kalabalıklaşacağım; sen kendi kalabalığında hep yalnız olacaksın.

Her Ömür kendi gençliğinden vurulur.

Bir şeylerin kötü gitmesinden daha kötüsü de, bu arada kötülüğün meşrulaşıp kanıksanarak galip gelmiş olmasıdır.

Gerçeğinizden hoşnut değilseniz, yeni bir gerçek olmaya gidersiniz.

Ezberlediklerimizde değil, inceliklerimizle insan oluruz.

Umuttan umudu kesmemek istiyorum; çünkü hala hayatın düşlere borcu var.