27 Kasım 2014

Franz Kafka "Belirli bir noktadan sonra geri dönüş yoktur. Bu noktaya erişmek de gerekir."

 
Düz bir yolda yürüyor olsaydım, tüm ilerleme isteğine rağmen hala gerisin geriye gitseydin, o zaman çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye doğru kayması, bulunduğun yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzluğa kapılmana gerek yoktur.


Bir topluluğu kontrol etmek, bireyi kontrol etmekten kolaydır. Bir topluluğun ortak bir amacı vardır. Bireyin amacı ise her zaman için şaibelidir.

İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: Sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için Cennet’ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar. Ama belki de belli başlı sadece bir günahları var: sabırsızlık. Sabırsızlıklarından ötürü kovulmuşlardı, sabırsızlıklarından ötür geri dönemiyorlar.

Sen ödevsin. Ama görünürde öğrenci yok.

İnanç yoksunu olduğumuz söylenemez. Sadece yaşıyor olmamız bile, tüketilemeyecek bir inanç değeridir.

Neresindeymiş bunun inanç değeri? Yaşamamak elde değil ki?” “İşte inancın insanı çıldırtacak büyük gücü,bu ‘elde değil ki’dedir, bu olumsuzlamada açığa vurur kendini..

Olumsuz davranışlarda bulunmak bizden istenir, olumlu davranışlar ise zaten bizimdir.

Bir kitap, içimizdeki donmuş denize indirilmiş bir baltadır.

Aylaklık bütün kötülüklerin kaynağı, bütün erdemlerin tacıdır.

Kargalar, bir tek karganın göğü yok edebileceğini ileri sürer. Ona kuşku yok; ama göklerin kulağı duymaz böyle bir savı; çünkü gökler kargaların yokluğu demektir.

Yaşama başladığın anda iki görev; sınırlarını daraltmak ve bu sınırları aştığın anlarda da gizlenmeyi başarıp başaramadığını her an sorgulamak.

Bir elmanın birbirinden farklı görünüşleri olabilir: masanın üstündeki elmayı bir an olsun görebilmek için boynunu uzatan çocuğun görüşü ve bir de, elmayı alıp yanındaki arkadaşına rahatça veren evin efendisinin görüşü.

Bilgeliğin başladığına ilk işaret, ölmek isteğidir. Bu yaşam dayanılmaz görülür, bir başkası ise erişilmez.İnsan ölmek istediği için utanmaz artık; nefret ettiği eski hücresinden alınıp ilk işi nefret etmek olacağı yeni hücresine konulmak için yalvarıp yakarır. Bunda belli bir inancın kalıntısı da etkilidir. Taşınma sırasında efendi koridorda görünecek tutuklaya şöyle bir bakacak ve diyecektir ki: “Bu adamın yeniden hücreye kapatılmasına gerek yok. O bana geliyor artık…

Tinsel bir dünyadan başka bir şeyin bulunmadığı gerçeği elimizden umudumuzu alır, ama bize bir kesinlik bağışlar.

Dünyayla arandaki savaşımda, dünyanın yanında ol.

Gerçek bir düşmandan sınırsız bir cesaret akar içinize.

Yıllar önce birgün, tabii oldukça üzgün bir halde, Laurenziberg yamaçlarında oturuyordum. Yaşamdan dilediklerimi gözden geçiriyordum. En önemli ya da bana en çekici geleni, bir yaşam görüşü kazanma dileğiydi(ve -bu tabii ki onun zorunlu bir kısmıydı- yazarak bu hayat görüşünün doğruluğuna başkalarını ikna etmekti); öyle ki yaşam yine kendi doğal, keskin iniş çıkışlarını koruyacak ama aynı zamanda aynı açıklıkta bir hiç, bir rüya, bir boşlukta dolanıp duruş olarak kabul edecekti. Güzel bir dilekti belki, ama eğer doğru dürüst dilemiş olsaydım onu.

Dünyadaki uyumsuzluk, şükür ki sadece sayısal bir uyumsuzluğa benziyor.

Öte tarafa göçenlerden birçoğunun gölgesi, ölüm ırmağının dalgalarını durmaksızın yalar; çünkü ırmak bizim bulunduğumuz yerden o tarafa akar ve hala bizim denizlerimizden tuzlu tadını taşır. Sonra birden tiksintiyle kabarır ırmak, gerisin geriye akar ve ölüleri yeniden yaşamın içine bırakır. Ama ölüler mutludur; şükran türküleri söyleyip gazaba gelmiş ırmağı okşayıp severler.

Sahip olabildiklerin var, ne yazık ki, kendi varlığın yok iddiasına savunma olarak titriyorsun ve yüreğin atıp duruyor sadece. 

Belki bir şeylere sahipsin, ama kendi varlığın yok savına verdiği cevap, bir titreme ve yürek çarpıntısı oldu sadece.