04 Kasım 2013

William Shakespeare "Bütün dünya bir sahne, Ve tüm erkekler ve kadınlar sadece oyuncular.."

 

“All the world's a stage,
And all the men and women merely players;
They have their exits and their entrances,
And one man in his time plays many parts,
His acts being seven ages. At first, the infant,
Mewling and puking in the nurse's arms.
Then the whining schoolboy, with his satchel
And shining morning face, creeping like snail
Unwillingly to school. And then the lover,
Sighing like furnace, with a woeful ballad
Made to his mistress' eyebrow. Then a soldier,
Full of strange oaths and bearded like the pard,
Jealous in honor, sudden and quick in quarrel,
Seeking the bubble reputation
Even in the cannon's mouth. And then the justice,
In fair round belly with good capon lined,
With eyes severe and beard of formal cut,
Full of wise saws and modern instances;
And so he plays his part. The sixth age shifts
Into the lean and slippered pantaloon,
With spectacles on nose and pouch on side;
His youthful hose, well saved, a world too wide
For his shrunk shank, and his big manly voice,
Turning again toward childish treble, pipes
And whistles in his sound. Last scene of all,
That ends this strange eventful history,
Is second childishness and mere oblivion,
Sans teeth, sans eyes, sans taste, sans everything.”

 
 "Bütün dünya bir sahne, Ve tüm erkekler ve kadınlar sadece oyuncular; Onların çıkışları ve girişleri var, Ve bir adam kendi zamanında birçok rol oynar, Eylemleri yedi çağdır. İlk başta bebek, Hemşirenin kollarında mırıldanma ve kusma. Sonra sızlanan okul çocuğu, çantasıyla Ve parıldayan sabah yüzü, salyangoz gibi sürünerek Okula isteksizce Sonra sevgili, Kederli bir türkü ile fırın gibi iç çekerek Hanımının kaşına yapılmış. Sonra bir asker, Garip yeminlerle dolu ve pard gibi sakallı, Onurda kıskanç, kavgada ani ve hızlı, Balon itibar arayışı Topun ağzında bile. Sonra adalet, İyi kapon astarlı adil yuvarlak göbekte, Sert gözleri ve resmi kesilmiş sakalı ile, Akıllı testereler ve modern örneklerle dolu; Ve böylece rolünü oynuyor. Altıncı yaş değişiyor Yalın ve terlikli pantalon içine, Burunda gözlük ve yanda kese ile; Onun genç hortumu, iyi korunmuş, çok geniş bir dünya Büzüşmüş gövdesi ve büyük erkeksi sesi için, Yine çocuksu tizlere doğru dönerek, borular Ve sesinde ıslık çalar. Hepsinin son sahnesi, Bu garip olaylı tarihi sona erdirir, İkinci çocukluk ve sadece unutulma, Dişleri yok, gözleri yok, tadı yok, her şeyi yok.”
 
Can Gürzap "Yaşam Aktörü Olarak İnsan" 
 
İnsan, belirli bir zaman diliminde var oluşu doğal ve toplumsal koşullarla belirlenen ve çevresiyle ilişki-iletişim kurabilen bir varlıktır.

Bedeni olan ve bu bedenini kullanma özelliklerine sahip bir canlıdır. Bu bedenin içinde beyni olan ve beyin özelliklerini kullanabilme yeteneklerine sahip bir canlıdır. Yine bu bedenin içinde ruhsal özellikleri olan bir canlıdır.

Sesi olan ve sesini kullanma özelliklerine sahip bir canlıdır. Biz önce onun iki özelliğini görürüz ve duyarız:

Beden özelliklerini ve ses özelliklerini.

Karşımızdaki insana bazen, "rol yapma" ya da "oynama" deriz. Bu elbette bir serzeniştir.

Peki, bir insana oyuncu olmadığı halde acaba ne zaman "rol yapma" denir?

Samimiyetsiz olduğu zaman, numara yaptığı zaman, yalan söylediği zaman. Rol yapmak, aktörün sanatsal icraatıdır. Yani mesleki bir tanımlamadır.

Ancak, her ne kadar aktörün görevi, genel anlamda, rol yapmak ya da oynamak olarak belirlenmişse de, aktör, sahne üzerinde ya da kamera karşısında rolünü oynarken başarısızsa, yönetmen tarafından "rol yapma" ya da "oynama" diye uyarılır. Böyle bir uyarı aslında, aktöre de bir serzeniş sayılır. Bu onun başarısız olduğu anlamına gelir.

Aktörün sahnede ya da kamera karşısında başarısız olması ne demektir:

Samimi olmaması, konuşmasının ve hareketlerinin abartılı olması, doğru duyguları, doğru anlatımla seyirciye aktaramaması.

Sonuç olarak, yaşamdaki insanla sahnedeki insanın, kendilerini ifade etmelerinde aynı doğrular geçerlidir.

Büyük oyun yazarı William Shakespeare'in Beğendiğiniz Gibi oyununda Jaques şöyle der: "Bütün dünya bir oyun sahnesidir. Kadın, erkek bütün insanlar da sadece oyuncular. Her birinin giriş ve çıkış zamanları vardır.

Perdeleri yedi çağ olan oyunda insan pek çok rol oynar. Evet, gerçekten de dünya bir oyun sahnesidir, oyun sahnesi de bir dünya.

Oyun sahnesi, yeryüzünün her yerindeki her tür yaşantıyı bir ayna gibi yansıtır. Ama bu ayna, sanatın büyülü bir yansımasıdır. Bu yansımanın elden geldiğince gerçekçi olması gerekir ki sahne, yaşamın gerçeklerini çarpıtmadan yansıtabilsin.

• •

Öte yandan yaşamın gerçeklerini bire bir dokuyup yaşayan da insandır.

Sahnede bir insanı yaratıp yaşatana "sanat aktörü", yaşamı bire bir yaşayana da "yaşam aktörü" denebilir.

Tiyatro ve sinema yaşamın aynalarıdır. İki saatlik oyunun ya da filmin her anı gerçek yaşamdan kesitlerdir. Bu aynadan sürekli olarak değişik yaşamlar yansır. Bu yansımanın seyirciye ulaştığı her anın, yaşatılan bir gerçeklik içinde olması gerekir.

Demek ki oyuncunun görevi seyirciyi yaşatmaktır. Ama, onun seyirciyi yaşatabilmesi için önce kendisinin yaşaması gerekir. Duyguları, bedeni, sesi ve konuşmasıyla gerçekleştirir bu eylemi. Ama, bütün bunları yönlendiren önemli bir güç vardır: konsantrasyon. Yani "beyinsel yoğunlaşma."

Konsantrasyon, kişinin beynindeki enerji santralidir. Herhangi bir işi yaparken güçlü bir konsantrasyon içinde olmak gerekir. Yapılan işte beyinsel yoğunlaşma bedensel yoğunlaşmayı da oluşturur. Konsantrasyondan yoksun olarak yapılan işin sonuncunda gerekli başarıyı elde etmek zordur. Çünkü, yapılan iş yeryüzündeki en önemli varlık olan insanı yaşatmaktır, insanı yaratmaktır.

Aktör oynadığı bir insanı yaratırken, beden ve fonetik, yani hareket ve konuşma özelliklerini kullanır. Ama bu özelliklerini doğru bir biçimde kullanabilmesi için, bazı birikimlerin harekete geçip devreye girmesi gerekir: Bunlar bilgi birikimi, gözlem birikimidir.

Aktör, sahnede ya da perdede, yaratacağı kişinin oluşma sürecini, bilgisini, o güne kadar gözleyip beyninde depoladığı değişik kimlik ve kişilikleri yaşam platformuna taşıyarak gerçekleştirir. Ama, bu uygulamaları yaparken araştırma ve inceleme sonucu gözlem birikimini hem sorgular hem de sağlamasını yaparak doğruya yaklaşmaya çalışır.

Canlandırmanız gereken kişilik bir hırsız, bir doktor, bir milletvekili, bir asker, bir fahişe olabilir ama, nasıl bir doktor, nasıl bir asker ya da nasıl bir fahişe? Öyle ya binlerce fahişe, binlerce doktor binlerce asker var çevremizde, ama bunların hiçbiri fizik olarak, kişilik olarak birbirlerine benzemez.

O zaman karşımıza bir soru çıkar; sahnede canlandıracağımız oyundaki asker, doktor ya da milletvekili sözcükler aracılığı ile fiziksel ve ruhsal olarak nasıl ele alınmıştır? Aktörün, önce bunu doğru bir biçimde anlayıp çözümlemesi gerekir.

İşte aktörün, yaratacağı kişiliği anlama ve çözümleme süreci, bilgi ve gözlem birikimiyle bütünleşip yavaş yavaş canlanır. Et, kemik ve ruha bürünür. Sonra da oyuncunun canlandırma gücüyle hayat bulur.

Aktörün başarısızlığı, yukarıda belirttiğim öğelerin birkaçının ya da çoğunun sahnede ya da perdede doğru bir biçimde gerçekleşememesinden kaynaklanır.

Kişiliği doğru bir biçimde yaratamayınca o yanlış kişilik, sahne üzerinde anlatılmak istenen yaşam kesitinde de yanlış olacak, bu yüzden oyunun diğer kişilikleriyle yanlış bir iletişim içinde yaşayacaktır. Yani yanlış yaşayacaktır. Bu da oyunun ya da filmin gerçekçi bir biçimde seyirciye yansıyamamasına yol açacaktır.

Oysa yaşam aktörü, yaşamında değişik kişiliklere bürünmez. Onun tek kişiliği vardır. O kişilik de kendisidir. O zaman onun, kişiliğini doğru yönde oluşturup geliştirmesi gerekir.

Sanat aktörü, bir yazar tarafından yazılmış olan yaşamı canlandırır. Yaşam aktörü ise yaşamdaki rolünü kendi yazar ve canlandırır. Onun yaşamdaki diğer aktörlerle ilişkilerini doğru ve olumlu bir iletişimle kurması gerekir.

Doğadaki her şeyin kendine özgü mantıksal bir temeli vardır. Doğanın mantıksallığını zorlarsanız, siz de zor durumda kalırsınınız. Doğanın mantıksallığı bilimsel olarak açıklanır. Bu gerçeğe aykırı davranmak, insanın kendisine ve toplumuna ve hatta insanlığa yanlış yapması demektir.

Yaşam ise dengeler ve denklemler üzerine kurulmuştur. Bu denge ve denklemlerin bazıları bizim elimizdedir, bazıları da bizim dışımızdaki belirli güçlerin elindedir.

Bizim yönetimimizdeki denklemlerin artması, yaşamdaki iletişimde dizginlerin bizim elimize geçmesi demektir. Bu da başarı oranımızın artması anlamına gelir.

Yaşamdaki aktörün de, yaşamın herhangi bir etkinliği içinde kendini doğru bir biçimde ifade edebilmesi için "gerekli şeylerin" doğru bir biçimde oluşup gerçekçi bir biçimde yaşam bulması gerekir.

Yaşamın herhangi bir etkinliği derken neyi kastettiğim konusunda bir soru işareti belirebilir. Buna şöyle bir cevap verilebilirim:

Tüm insan ilişkilerinde, iş hayatındaki ilişkilerden sosyal hayatın tüm ilişkilerine kadar bütün ilişkilerde, yani iletişimde. Bütün yaşam bir iletişim örgüsü değil midir zaten? İletişimde, öncelikle kendini doğru ifade edebilmek için, insan ilişkilerinde sağlam ve doğru malzemeyle yapılmış köprüleri kurmak gerekir.

Bir çocuğun hayatta başarılı olması istenir. Anneler, babalar, çocuklarının geleceği konusunda çeşitli dileklerde bulunurlar. İlk ve en önemli dilek, elbette sağlıklı büyümeleridir. Sonra iyi bir eğitim görmesi, bahtının açık, hayat şansının yüksek olması, bol kazançlı bir işi olup, mutlu bir yuva kurması arzulanır.

Bu arzu ve istekler bazen, "benim çocuğum büyüyünce başbakan ya da cumhurbaşkanı olacak" gibi abartılı dileklere kadar gidip dayanabilir. Bütün bu dileklerin altında çocuğun büyüdükten sonra başarılı olması özlemi yatmaktadır. Bu da çok anlaşılır bir özlemdir.

Anne baba, bir yaşam aktörü olan çocuklarının yaşamda hep baş rol oynamasını istemektedirler. 

Burada "aktör" kelimesini kullanıyorum. Çünkü, bu sanatın adı aktörlüktür. Meslekî açıdan genellediğiniz zaman oyuncuya aktör denir. Cinsiyet açısından özele indirgediğinizde ise erkek oyuncuya "aktör" kadın oyuncuya da "aktris" denir. Önceleri oyunculara "aktör" denirken, sonra "oyuncu" denilmeye başlandı. İngilizce "player" kelimesinin çevirisi olarak girdi Türkçeye. Ben de daha çok bu sözcüğü kullanıyorum. Bu bölümde oyuncu yerine aktörü kullanmaya başlamamın nedeni, temelde sahne insanı ile yaşam insanı arasında bir paralellik kurup bazı temel sorunları bu paralellik üzerine oturtmaya çalışma isteğimdir. O yüzden de sahne insanını "sanat aktörü", yaşam insanını da "yaşam aktörü" sözcükleriyle tanımlamaya çalıştım. Yaşam insanına "yaşam oyuncusu" deseydim, bu isimlendirme başka anlamlara çekilebilirdi.
 
 aymavisi.org