17. yüzyıl matematik çağı, 18.
yüzyıl fizik çağı, 20. yüzyılımız korku çağıdır. Diyeceksiniz ki korku
bir bilim değildir. Ama, bu korkuda bilimin payı var. Çünkü kuramsal
alandaki son gelişmeleri onu kendi kendini yadsımaya götürdü; pratik
alandaki gelişmeleri ise bütün dünyayı yok edebilecek duruma geldi.
Üstelik, korku bir bilim sayılmasa bile, onun bir teknik olduğu su
götürmez...A.Camus
Yaşadığımız dünyada en göze
çarpan şey, çoğu insanların, her çeşit inanç sahipleri dışında,
gelecekten yoksun olmalarıdır. Geleceğe el atmayan, gelişme, iyileşme
umudu olmayan bir yaşamın ne değeri olabilir? Aşılmaz bir duvarın önünde
yaşamak köpekçe yaşamaktır. Doğrusunu isterseniz, benim kuşağımdakiler
ve bugün atölyelere ve fakültelere girenler köpekçe yaşamış ve
yaşamaktadırlar.
İnsanların geleceğe kapalı
yaşamaları ilk kez bugün olmuyor elbet. Ama, insanlar eskiden konuşarak
bağrışarak bu duvarı aşarlardı. Kendilerine umut veren başka değerleri
yardıma çağırırlardı. Bugün kimse konuşmuyor, çünkü, dünyayı sürükleyen
kör ve sağır güçler, öğütleri, haber vermeleri, yalvarıp yakarmaları
dinleyeceğe benzemiyor. Şu son yıllarda gördüklerimiz bizde bir şeyi
kırdı. Bu şey, insanın güvenidir; o güven ki, insanlığın dilini konuştuk
mu bir başkasından insanca karşılık göreceğimize inandırırdı bizi.
Gözlerimizin önünde yalan söylediler, insanı küçülttüler, öldürdüler,
sürdüler, işkencelere soktular. Ve hiç bir kez, bunu yapanlar,
yaptıklarının kötü olduğuna inandırılamadı. Çünkü, kendilerine
güveniyorlardı. Çünkü, soyut bir kafa, yani bir ideolojinin adamı başka
bir şeye inandırılamaz.
İnsanlar arasında sürüp gelen uzun diyalog bitti. inandırılamayan bir adamdan elbette korkulur...
...Bu korku ile hesaplaşmak için
onun ne demek istediğini, neden kaçtığını bilmek gerekir. Onun demek
istediği de, kaçtığı da aynı şeydir: Öldürmenin haklı görüldüğü, insan
yaşamının hiçe sayıldığı bir dünya. İşte, günümüzün başlıca siyasî
sorunu budur. Öteki sorunlara geçmezden önce, bunun karşısında
tutumumuzu açıklamalıyız. Hiçbir şeyi kurmaya başlamadan önce, şu iki
soru üzerinde durmalıyız: Doğrudan doğruya ya da dolaylı yoldan
öldürülmek ya da işkence görmek ister misiniz, istemez misiniz? Doğrudan
doğruya ya da dolaylı yoldan başkasını öldürmek ya da işkenceye sokmak
ister misiniz, istemez misiniz? Bu sorulara hayır diyenlerin hepsi,
ister istemez, davranışlarını değiştirecek bir sürü sonuçlara
sürükleneceklerdir.