İlk baskısı 1982 yılında yapılan Huzursuzluğun Kitabı, sonraki süreçte bulunan yeni el yazmaları ve düzeltmelerle bugünkü haline kavuşuyor. Kitabın başkahramanı olarak okurun karşısına, bir kumaş mağazasında muhasebecilik yapan Bernardo Soares adlı bir adam çıkıyor. Yazar, okuruna kendi düşüncelerini bir dış-kimlik olarak yarattığı Soares’in günlüğünden aktarıyor. Ait olmadığı işinden ve geçmişinden sıyrılmak adına sürekli yazı yazan başkahraman, yaşamına ait huzursuzluk duyduğu tüm olguları bir bir kağıda döküyor. Ve böylece ortaya Huzursuzluğun Kitabı çıkıyor.
Dönemine göre kendini çok iyi yetiştirmiş, ancak öğrendikleri karşısında hayata belirli bir anlam yükleyemeyecek kadar boşluğa düşmüş bir adam olan Bernardo Soares; gece saatlerini tüm düşüncelerini ve sorgulamalarını yazarak geçiriyor. Bazen kendisini tüm insanlardan farklı ve üstün gören yazar-kahraman, bazen de oldukça yalnız ve ümitsiz bir adam oluveriyor. Bu yönüyle Suares, iyisiyle kötüsüyle bilge insanın içten bir tasvirini oluşturuyor. Bu ilginç adamın düşüncelerini okurken, ona karşı ne hissedeceğiniz konusunda karar veremeyeceksiniz. Ancak bu eşsiz eseri bitirdiğinizde, Soares sizin için unutulmaz bir dost; kitap ise huzur bulduğunuz bir yuvaya dönüşecek.
* * *
“Gerçekten çoğu zaman dinlerken düşündüklerimden dolayı hatırlamam bile söylenenleri.”
“Müziğin ya da düşün hafif bir soluğu, ne olursa olsun, yeter
ki öyle ya da böyle bir şey hissetmemizi sağlasın,ne olursa olsun, yeter
ki düşünmekten bizi alıkoysun.”
Ey donuk mutluluk… Ey yolların kavuştuğu yerdeki sonsuz durak!
Düşteyim ve dikkat kesilmiş zihnimin ardında benimle düşlere dalan biri
var… Ve belki de ben, var olmayan o Kimse?nin düşüyüm sadece…
Adeta var olmaktan vazgeçmişim, gene de var olduğumun bilincindeymişim gibi özgür hissediyorum kendimi.?
Ve bütün yaptıklarım, bütün hissettiklerim, bütün yaşadıklarım
herhangi bir şehrin sokaklarındaki günlük hayattan bir yayanın
eksilmesinden ibaret kalacak.?
Düşlere daldığım zaman, görüyorum. Bir yolculukta bundan fazla
ne yapabilirim? Sadece hayal gücü çok zayıf olan insanlar, bir şeyler
hissetmek için yer değiştirmeye ihtiyaç duyar.?
Ve gece yığınları halinde kat kat yayılan şehrin tek bir yerine, soğuk sedef mavisiyle karışık bir beyazlık vurmuş.?
Düşe dokunursan ölür, dokunduğun nesneler ise duygularının yeşerdiği alanı olduğu gibi kaplar.?
Penceremden sarkmış, koca şehirdeki rengarenk yığınları
seyrederken ruhum tek bir düşünceyle meşgul. Bütün samimiyetimle ölmek,
hesabı kapatmak, dünyadaki hiçbir şehrin üzerinde bir daha asla ışık
görmemek, bir daha asla düşünmemek, hissetmemek, güneşin ve günlerin
akışını ardımda bir paket kağıdı gibi bırakmak, geniş yatağın kenarına
oturup, var olmak için elimde olmadan harcadığım çabayı, ağır bir
kıyafet gibi üzerimden çıkarmak istiyorum.?
Herhangi bir duyumu kaydetmeyeli uzun zaman ?belki günler,
hatta aylar- olmuş; artık düşünmüyorum, öyleyse yokum. Kim olduğumu
unuttum; yazı yazamaz oldum, çünkü var olmayı bilmiyorum artık. Anlamsız
bir uyuklama hali içinde başkalaştım. Hatırlamıyor olduğumu fark
ettiğime göre, demek uyanmışım.?
Adı: Kesin konuşmak olan delilik; adı: İnanmak olan hastalık,
adına: Mutlu olmak denen alçaklık ? hepsi dünya kokuyor, hepsinde adına
dünya denen hüzünlü şeyin tadı var.?
…ama gerçek bir iç içe geçme, bir bedenle bir başkasının iç
içe geçmesi bile değil. Öyleyse neye sahibiz, evet, nedir sahip
olduğumuz??
Ve aslında bunca şeyin nedeni, sokağın köşesine kadar giden serin esintinin, birden yön değiştirip tenimi okşamış olması.?
Öyle anlar oluyor ki sıradan yaşamın her ayrıntısı, yalnızca
varlığıyla bile ilgimi çekiyor, her şeyi açık saçık okuyabilme derdine
düşüyorum.?