Onlar sürülmüş topraksa, bizler el değmemiş, derin ve bereketli çernozem toprağıyız. Sadece çalışmamız lazım. Bizler -genç halklar- Almanlara, Fransızlara ve İngilizlere göre iki, üç hatta on kat daha fazla çalışmalıyız. Önce onlara yetişmeli, daha sonra da onları geçmeliyiz!
Birgün mutlaka bu ülkeleri geçeceğiz! Sadece şehirli nüfusun eğitimiyle sınırlı kalmayacağız. Köylerde bir tek ilkokul ve perişan durumdaki kütüphanelerle yetinmeyeceğiz. Her bir köylünün, balıkçının ve katran toplayıcısının evini bilginin ışığıyla aydınlatacağız. Küçük çocukları terbiye ederek güçlü, gelişmiş ve gururlu bir yeni nesil yetiştireceğiz.
Birgün mutlaka bu ülkeleri geçeceğiz! Sadece şehirli nüfusun eğitimiyle sınırlı kalmayacağız. Köylerde bir tek ilkokul ve perişan durumdaki kütüphanelerle yetinmeyeceğiz. Her bir köylünün, balıkçının ve katran toplayıcısının evini bilginin ışığıyla aydınlatacağız. Küçük çocukları terbiye ederek güçlü, gelişmiş ve gururlu bir yeni nesil yetiştireceğiz.
Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Mustafa
Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez çevrildi. Atatürk, kitabı
okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran olmuştu. Derhal
kitabın ülkedeki okulların, özellikle askeri okulların müfredatına dahil
edilmesini emretti.Türk
askerleri ülkelerindeki "yaşamı yenilemek" için mutlaka bu kitabı
okumalıydılar. O vakitler, kitap okadar çok ilgi gördü ki, Kuran-ı
Kerim'den sonra en çok okunan kitap haline geldi.
Bu
kitap tüm yoksulluğa, imkansızlığa ve elverişsiz doğa koşullarına
rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına,
profesörlerden öğrencilere, doktorlardan işadamlarına kadar, her
meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya'yı,
ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele
verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak bir şekilde gözler önüne
sermektedir.Halkların destansı özverisiyle yoksulluktan kurtularak,
ekonomik, politik ve kültürel olarak nasıl mükemmel bir ülkede
yaratılabileceğini gösteren, okurlara dudak ısırtan ölümsüz bir eser.
1960'ta
Türkiye'de, Cemal Gürsel tarafından darbe yapıldı. Birkaç ay sonra
Cumhuriyet gazetesi darbede yer alan subaylara, dünya görüşlerini ve
eğitim seviyelerini öğrenme amaçlı bir anket yaptı. Ankette şöyle bir
soru da yer alıyordu: Okuduğunuz hangi kitap sizi en çok etkiledi?
Cevapların çoğu aynı kitabı işaret ediyordu: Beyaz Zambaklar Ülkesinde.
HALK AYDININ AYNASIDIR
Prof.Dr.Cihan Dura
HALK AYDININ AYNASIDIR
Prof.Dr.Cihan Dura
Emperyalizm’in
Türkiye’yi yeniden nüfuzu altına alması, İsmet Paşa döneminde ABD ile
yapılan İkili Antlaşmalar'dan sonra başladı. Bu etki günümüzde çok
tehlikeli boyutlara ulaşmış bulunuyor. Sık sık tekrarlamak lazım bu
gerçeği…, çünkü bilmeyen çok yurttaşımız var. “Halkımız kayıtsız,
umursamaz, her türlü boyunduruğa kolayca boyun eğer” diyerek eli kolu
bağlı yerimizde oturamayız. Ben o boyca küçük, ama içerik ve anlamca çok
büyük olan kitaba, Atatürk'ün, “gençlerin, aydınlarımızın mutlaka
okumasını istediği” o kitaba dönüşler yapıyorum böyle zamanlarda...
Kitabın adını bilen, hatırlayan, değerini bilen, okuyup ders çıkaran ne
yazık ki azdır aramızda: Beyaz Zambaklar Ülkesinde…
Grigory
Petrov’un kitabının ana fikri, verdiği ana mesaj; aydınların, halkı
küçük görmemesi, onunla hemdert olması, hattâ ayağına kadar giderek, onu
aydınlatması, yetiştirmesi, sorunlarına çare bulmasıdır. Atatürk’ün de
aydınlara vermiş olduğu görevlerin en başında gelenlerden biri budur.
Unutmayalım ki halk aydının aynasıdır. Aydın halka bakınca aslında
kendini görür, dolayısıyla, hatalarını, sorumluluklarını ve ödevlerini
de görür. Tabii görebilenler için, gerçek aydınlar için bu sözüm.
Büyük
Uyarıcı’nın “okulların müfredatına konulmasını istediği” kitaba, bu
sebeple sık sık dönüşler yapıyorum. O kitabın sayfalarında işgal
altında bulunan yoksul bir ülkeden, o ülkenin “halk”ından söz
ediliyordu, yoksul, eğitimsiz, yabanıl bir halktan, perişan, tembel, ilkel, geri...
Derken,
nasıl olduysa bu ülkede bir öncü adam, onun peşinden başka aydınlar
ortaya çıkıyor. Sayıları azdır ama yurtseverler, fedakâr, kararlı ve
yetenekliler. Halkı sahipleniyor, sırça köşklerini terk edip onun
ayağına gidiyor, ona bilimin ışığını, yüksek ahlakı ve değerleri
götürüyorlar. Gittikçe çoğalıp çok geçmeden bütün ülkeyi kaplıyorlar.
Aslında“halk” bile denemeyecek o insanlara hizmet aşkıyla, onlara ışığı
götürme idealiyle yanıp tutuşuyorlar. Bütün rahatı tepiyor, boş,
masabaşı polemiklerini bırakıp yürüyor, koşuyor, bütün engelleri
aşıyorlar; sayıları gittikçe artıyor, on kişiyken, on binler oluyor;
ellerinde meşaleler, bütün ülkeye yayılıyorlar.
İki yaratıcı güç bir araya geliyor!
O
kutsal buluşmadan yepyeni bir toplum doğuyor. O perişan halk
canlanıyor, okumaya, çalışmaya, düşünmeye, iş yapmaya, ürün vermeye
başlıyor; ülke bayındırlaşıyor, kalkınıyor.
Hangi ülkeydi bu ülke, biliyorsunuz: Finlandiya!...
Peki o her şeyi başlatan tek adam, o öncü adam kimdi? Johan Wilhelm Snelman’dı (1806-1881) o, Finlandiya’nın Atatürk’ü!...
Snelman bir filozoftu. Yaşamı boyunca ülkesinin kalkınması için çırpınıp durdu.
O ve onun oluşturduğu halk öğretmenleri ordusu, "bataklıklar ülkesi" olan Finlandiya'yı "beyaz zambaklar ülkesi"ne dönüştürmeyi başardı.
O ve onun oluşturduğu halk öğretmenleri ordusu, "bataklıklar ülkesi" olan Finlandiya'yı "beyaz zambaklar ülkesi"ne dönüştürmeyi başardı.
Snelman,
askerlerden, öğretmenlerden, din adamlarından, doktorlardan, iş
adamlarından,… oluşan gönüllüler ordusuyla ülkesinin yoksulluktan
kurtarılmasının, ekonomik, politik ve kültürel açıdan mükemmel bir
duruma getirilmesinin öncülüğünü yaptı.
***
Bize
gelince, biz başarılı olamadık. Atatürk’ün bütün çabalarına, verdiği
örneklere, bütün yol göstermelerine rağmen, yoksulluktan, tembellikten, eğitimsizlikten, gerilikten
tam kurtulabilmiş değiliz. Halkımıza devlet, millet, bilim, sosyal
ahlak, ulusal egemenlik, tam bağımsızlık, cumhuriyet, laiklik gibi
yüksek değerleri tam olarak anlatıp benimsetemedik.
Bir Snelman, kat kat üstünü çıktı, ancak onun davasını sürdürecek aydın kuşaklar çıkmadı!
Görevimizi yerine getiremedik.
Öyle ki Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun bundan 80 yıl önce yaptığı tespit (Yaban, 1932) ne yazık ki hâlâ geçerli:
Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin.
Bir kafası vardı, aydınlatamadın.
Bir vücudu vardı, besleyemedin.
Üzerinde yaşadığı bir toprak vardı, işleyemedin.
...
Onu hayvanî duyguların, esaretin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın.
O katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti.
Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin.
Ne ektin ki ne biçeceksin.
***
Geri
kalmış bir ülkede kalkınmanın ilk koşulu aydınların halka gitmesi,
onunla buluşması, ona el uzatması, onun anlayıp benimseyeceği şekilde
bilim, teknik, kültür ve yenilik götürmesidir.
ATATÜRK boşuna mı uyardı: “Başarı
için, ülkeyi kurtarmak için aydınla halkın zihniyeti arasındaki
ayrılığı durdurmak gerekir. Bu ikisi arasında doğal bir uyum olmalıdır.
Bunun için de halk biraz yürümesini hızlandırmalı, biraz da aydınlar çok
hızlı gitmemelidir. Görev, önce aydınlara düşer.”
Kabahati halkta gören aydınlar!...
Bu söze dikkat!
Ve bir mucize olsa, Atatürk bugün çıkıp gelse, aydınlara şöyle hitap ederdi:
Ey
Türk aydını! Sakın ola ki halkını küçük görme. Onu bağrına bas, derdin
yap dertlerini. Onun diliyle konuş, tatlı konuş. Güven ver, sevdir
kendini, iletişimini hiç eksik etme. Her gün daha yakınında bulacaksın
onu. Unutma: bilgidir, akıldır, sabır ve iknadır bizim araçlarımız.
Örgütlenin, dernekler kurun, platformlar oluşturun. Girin halkın
arasına, her yere gidin, konuşun, dinleyin, anlayın halkın sorunlarını.
Güven vererek, yalın bir dille, güzel örneklerle en tesirli şekilde
anlatın bulduğunuz çözümleri. Sizden öncekiler, bütün uyarılarıma
rağmen, çok ihmal ettiler bu görevi, siz etmeyin!
Sorunları,
uygun çareleri halkı gözlemleyerek, dinleyerek, onunla birlikte
yaşayarak bulun. Sakın aktarmacı olmayın, Batı taklitçiliğinden uzak
durun. Çoğu aydınımız ne yazık ki Batı taklitçisidir, Batı kopyacısıdır.
Sakın ha, siz onlar gibi olmayın. Bu büyük hatamızın da üzerine
yürüyün, hep birlikte yürüyün. Bilim ilkemin ışığında önce halkınızı
tanıyın, doğrudan doğruya onu gözlemleyin, araştırın, sorunlarını bulun, önlemler
alın, çareler geliştirin; halkın arasına girerek, onun dünyasını
tanıyarak, onun dünyasını öğrenerek, görüşlerinizi, uygulamalarınızı
onun ruhundan, onun yaşamından esinlenip geliştirerek... Özen gösterin
doğal uyumu sağlamaya, daha da ileri götürmeye. İşinizi, görevinizi iyi
planlayın, görüşlerinizi olgunlaştırın. Amaçlarınızı, araçlarınızı iyi
belirleyin. Uzmanlara başvurun, işbirliği yapın. Ancak bir hazırlıktan
sonradır ki atılın ortaya. Herkesin kolay anlayacağı şekilde anlatın,
uygulayın ve uygulatın önlemlerinizi.
Kabahati halkta gören aydınlar!...
Bu altın öğütlere dikkat!
cihandura.com