07 Şubat 2017

İsmail Hakkı Tonguç " Öğretmenlik mesleği, fikirsiz, ilkesiz insanlarla güçlenemez."

Aydınları serbest okuma alışkanlığı kazanmayan toplumlarda, düşündüğünü yazan ve açıklayan pek az insan olur. Böyle insanların kıt olduğu yerlerde, fikir hayatı canlanamaz. Toplumun en önemli işleri kanılarını saklayan, esen rüzgâra göre fikir değiştiren kişilerin elinde kalır. Öğretmenlik mesleği, fikirsiz, ilkesiz insanlarla güçlenemez.


Ahmet Cemal "Onat Kutlar'ın düşündürdükleri."

Metis Yayınları’nın “rüyanın gör dediği” başlıklı 2016 ajandasını gözden geçirirken, eylül ayında Onat Kutlar’dan (“Düşle Gerçek arasında”) yapılmış bir alıntı ile karşılaşıyorum:  “Bu gördüklerimiz, görmekte olduklarımız mı düş, yoksa geçmiş yıllarda yaşadıklarımız mı? Biri doğruysa öbürü nasıl doğru olabilir? Nasıl bir alacakaranlık… Geceyle gündüzün arasına sıkışmış uzun bir kör saat. Geçmişle geleceğin, doğuyla batının, ölümle yaşamın arasına sıkışmış. Alacakaranlık görünmez bir çevrintiyle yutup götürüyor her şeyi. Bu noktada onurla alçaklığın sınırı birbirine karışır.”

Elimde olmaksızın “sakın bugünlerde yazılmış olmasın bu satırlar?” diye düşünüyorum. Ama hayır. Alıntı, Onat Kutlar’ın 1989’da Can Yayınları arasında çıkan “Yeter ki Kararmasın” adlı kitabından yapılmış. Yani neredeyse otuz yılı bulacak bir geçmişe ait.

Düşlerle gerçeklerin inanılmaz  kargaşası… 

Onat Kutlar gibi en günlük, en sıradanmış izlenimini uyandıran gözlemlerini bile çok sağlam bir tarihsel toplumsal bilgi dağarcığını temel alarak değerlendiren düşünürlerin yazdıkları, çoğu zaman onyıllar sonrasına bile ancak hazin diye nitelendirilebilecek atıflarda bulunur; böylece de bir tür geleceğin tarihi diye adlandırılmayı hak eder. Hele söz konusu gözlemler, insanlığın üç bininci yılının ilk çeyreğinde bile henüz tarihin her şeyden önce bir hesaplaşma zemini olduğu bilgisinden yoksun bir halde ve hâlâ “tarih tekerrürden ibarettir” gibi dedelerin dedesinden kalma köhne özdeyişlerin(!) ışığında yaşamaya çabalayan toplumlarda yapılmışsa, durum kesinlikle böyledir. 

Oysa tarih, ancak ondan ders almasını bilmeyenler için tekerrürden ibarettir ve böyle umarsız bir cehaletin pençesine düşmüş olanların bırakın uzak bir tarih diliminde, henüz daha dün sayılabilecek bir geçmişte olanlarla karşılaşmaları halinde yaşayabilecekleri tek yazgı, şaşırmaktır.

‘Biri doğruysa öbürü nasıl doğru olabilir?’ 

Nasıl başlıyordu Onat Kutlar’dan yapılan alıntı? “Bu gördüklerimiz, görmekte olduklarımız mı düş, yoksa geçmiş yıllarda yaşadıklarımız mı? Biri doğruysa öbürü nasıl doğru olabilir? Nasıl bir alacakaranlık…” 

Yukarıdaki, aslında hem bir tarih, hem de bir mantık sorusudur. Çünkü düşler ile gerçekleri birbiriyle karıştırmak, özellikle siyaset alanında ülkeyi ancak bir alacakaranlığa ya da aslında kapkara bir ciddiyetsizlik ortamına sürükleyebilir. Hemen bir örnek: Ana muhalefet partisi CHP, nisan ayındaki referandumun -kısaltarak söylüyorum- “hukuka uygun ve demokratik” bir ortamda gerçekleşebilmesi için bir “Meclis Komisyonu” kurulması amacıyla önerge verecekmiş! Peki, hangi demokratik organa? Daha birkaç hafta öncesine kadar insanların birbirlerini dövdükleri ve ısırdıkları, gizli oylama kuralını da yürürlükteki anayasayı açıkça ihlal ederek hiçe saydıkları bir parlamentoya! 

Ne diyordu Onat Kutlar yukarıdaki alıntının sonunda? “Alacakaranlık görünmez bir çevrintiyle yutup götürüyor her şeyi…”

Ahmet Telli "İnsana en çok şiir yakışıyor sonra yeryüzüne yağmur, gökyüzüne mavi."


 


Friedrich Nietzsche - Deccal

İyi nedir? - İnsanda güç duygusunu, 
güç istemini gücün kendisini yükselten her şey.

Kötü nedir? -
Zayıflıktan doğan her şey.

Mutluluk nedir? -
Gücün büyüdüğü duygusu 
- bir engelin aşıldığı duygusu.

Doygunluk değil,
daha çok güç; genel olarak barış değil, 
savaş; erdem değil, yetenek (Rönesans tarzı erdem, virtit, moralinsiz erdem).

Zayıflar,
nasibi kıtlar yıkılıp gitmelidir: bizim insan sevgimizin baş ilkesi. Ve onlara yıkılıp gitsinler diye de yardım edilmelidir.

Herhangi bir günahtan daha zararlı olan nedir?  
- Nasibi kıtlara, zayıflara duyulan acımadan doğan eylem - Hıristiyanlık. 


Önsöz 
Bu kitap en azlarındır. Belki de onlardan hiçbiri yaşa mıyor daha. Onlar benim Zerdüşt'ümü anlayanlar olacaklar: kendimi daha bugünden işitilecek kulaklar bulanlarla nasıl karışhrabilirdim ki? Ancak öbür gündür benim olan. Kimileri öldükten sonra doğar. 
 
Kişinin beni anlamasının, hem de zorunlukla anlamasının koşulları - bunları pek iyi bilirim. Benim yalnızca içtenliğime, tutkuma dayanabilmek için, düşünsel konularda katılık kertesinde dürüst olması gerekir kişinin. Dağlarda yaşamaya alışkın olması gerekir - çağın siyasetinin ve halkların çıkarcılıklarının sefil gevezeliğini kendi altında görmeye. Aldırmaz olmuş olması gerekir, hiç sormaması gerekir, doğruluk yararlımıdır diye, bir kötü kader olup çıkar mı diye ... Bugün kimsenin sorma yürekliliğini göstermediği sorulara sertliğin verdiği yatkınlık; yasaklanmış olana yüreklilik; labirente önceden belirlenmişlik. Yedi yalnızlıkta edinilmiş bir deneyim. Yeni bir müzik için yeni kulaklar. En uzaklar için yeni gözler. Şimdiye dek sağır kalınmış doğrular için yeni bir vicdan. Ve yüce üslubun iktisat istemi: gücünü, heyecan lanmalarını derli toplu tutmak. .. Kendi kendine saygı; kendi kendine sevgi; kendi kendisi karşısında koşulsuz bir özgürlük...
 
İşte! Bunlardır benim okurlarım ancak, benim sahici okurlarım, benim önceden belirlenmiş okurlarım: geri kalan neye yarar ki - geri kalan insanlıktır yalnızca. Kişinin gücüyle, ruhunun yüksekliğiyle insanlığa tepeden bakması gerekir - horgörüsüyle . . . Friedrich Nietzsche