04 Eylül 2016

Doğan Kuban - Yarını Baştan Tanımlamak

Din ile Uygarlık Arasında Aziz Cehalet     
Sevgili okuyucular, bizim halkımızın 1071’den bu yana aşağı yukarı 900 yıllık okuma yazma bilmeyen bir geçmişi var. Cumhuriyetin başında %90’ı köyde oturan halkın okuma yazması yoktu. Kaldı ki bu, çifte kavrulmuş bir okuma yazma bilmemekti. Çünkü bu toplum Arapçayı, Kuran dili olduğu için dinle bir tutan bir körlükten gelmektedir. Cumhuriyetin erken döneminde imza atanın okuma yazma bilen kadar önemli olduğu dönemleri anımsıyorum. 

Günümüzde de Çağdaş uygarlığa dili, bilimi, sanatı, estetiği ve davranışlarıyla direnen Türk toplumunun en aziz varlığı cehalettir. 

Bunun temelinde halkın kendi dinini bilmemek olduğunu hiç düşündünüz mü? Bu yargıyı şöyle kanıtlamak olası: Dini namaza ve oruca indirgemiş Müslümanlar ağızlarından Bismillah sözünü düşürmezler. Oysa bu bir kısaltmadır. İslam öğretisi Kuran’dan kaynaklanır. Her sure ‘esirgeyen, bağışlayan ve acıyan Allahın adı’ ile başlar. Sadece adı işle başlamaz. Kuran Allah’ın insanları bağışlayıcı, esirgeyici iradesine uyarak birlikteliğe çağıran bir inançtır. Allahın birliği insanların birleşmesi için en yüce çağrıdır. 

Sabahtan akşama ayrılık çağrısı yapanlar bunun ayırdında mı? Ne var ki bizim değil Arapça, okuma yazma bilmeyen insanımız Besmele’nin anlamını (mealini) hiçbir zaman anlamamıştır. Eğer Tanrı acıyor, esirgiyor (neden? Hatadan!) ve bağışlıyorsa (neyi? Hatayı!) Müslümanların ilk uyması gereken bu davranışlardır. Bunu her ayetin başında yineliyor. Bunlar, bütün insanlık için, birlik ve sevgi çağrısıdır. 

İslamda, bunun kadar önemli ve birlikteliği zorlayan bir başka özellik, Peygambere inanmanın da birleştirici olmasıdır. Bunu anlamadan yaşamını sürdüren Müslüman, inancının temel ilkelerinden habersizdir. Arap ve Müslüman dünyasının haline bakın. Birleşmeye yönelik bir söylem işitiyor musunuz? Silahlar insanları sadece mezarda birleştiriyor. Elleri birbirlerinin boğazında olanlar bazı şeyleri bilmiyorlar. 

TEMELDE TOPLAM BİLGİSİZLİK VAR 
Biz Arap olmadığımıza ve Arapça anlamadığımıza göre Türkiye’de dinsel bilgisizliğin tümel bilgisizliğin temeli olduğunu hiç düşündünüz mü? Geçenlerde bir genç dostuma komşuları Arapça öğrenmesini tavsiye etmişler. İyi ki boğazını kesmediler. Siz Türklerin bütün tarih boyunca Arapça öğrendiklerini işittiniz mi? Pakistanlı, Afganlı, Bangladeşli, Çinli, Endonezyalı Müslümanlar Arapça mı konuşuyorlar? 

Kimi bölücü cahiller (bunlara İslam’da münafık denir) medrese mollası ile halkı karıştırmaya başladılar. Toplumun, sabahtan akşama, ileri geri konuşan sokaklar dolusu insanına bunları soran var mı? 

Arapça cahil bir toplumun dili olduğu için, Peygamberin hadislerinde de belirtildiği gibi, İslamda bilgiye çok önem verilmiştir. Bu sadece din bilgisi olamaz. Kuran’da ekmek nasıl yapıldığı, tohum nasıl ekildiği yazılı değil. Otomobilden de söz edilmiyor. 

Bilgisizlik bağlamında Arapça’da çok sözcük var: Cehl = bilmezlik; Cahil = bilimsiz, bilgisiz, tecrübesiz, toy; Cühela = bilgisizler, kendini bilmezler, münasebetsizler; Cehalet = bilmezlik; Cahili anud = inatçı cahil; Cahilane= cahilce, bilgisizce; Cüretı cahilane = bilgisiz ataklık, bilgisizin cesareti; Tecahül= bilmezlikten gelme. 

Bu sonuncusu Türk toplumunda yaygındır. Biraz ahlaksızlık kokar. Okuma yazmayı hiçbir zaman öğrenemeyen Osmanlı toplumu ve Arapçayı hiçbir zaman öğrenemeyen bugünkü Türk toplumu bu nüans’ları hiçbir zaman öğrenemedi.

Cumhuriyet bazı bilinçli insanlara cehaleti aşıp bilgiye uzanma yeteneği vermiş olsa da, hala ‘cahil’ sözcüğünü kullandığımıza göre bu okuma yazma bilmeyen toplumun bilgisinin sığlığını düşündürüyor. 

“DÜŞÜNCESİZ TÜRKLER” 
Türklere cahil diyen önce Batılılar. İstatistikler de onları doğruluyor. 16.yüzyılda sultanın ünlü vakanüvisi Naima, Etrakbiidrak (düşüncesiz Türkler) diyerek Arapça okuyamayanları sınıflandırmış. Sultan buna bir şey demiş mi acaba? Cumhuriyet bizi kör cahillikten kurtardı. Dünyanın en cahilleri arasında değiliz. Fakat cehalet artık sadece okuma yazma bilmemek düzeyinde algılanmıyor. Bugün dünya hakkında doğru bilgilenme gerektiren bir kültür aşamasında yaşıyoruz. Buna ulaşamamak, daha tehlikeli cehalet. 

Bunu gerçekleştirememenin iki nedeni var: 
a Ortaçağdan sonra Müslümanlar dünya kültürüne hiçbir katkıda bulunmadılar; 
b Türkiye dışında Müslüman dünyası 19. Yüzyılda sömürge idi. Bizim toplum bunların hâlâ farkında değil. Okumuşu da dahil. Arapça bilmedikleri için dinlerini de bilmiyorlar. Dincilerin uydurma Türkçesini Kuran’ın yerine koyuyorlar. Kendi dilini bilmeyen Arapçayı da öğrenemez. İnancını kendi diliyle anlatamayan dindar da olamaz. 

Osmanlının Arapça bileni Türkler’e “düşüncesiz Türkler” demiş. 26 milyon öğrencisi olan Türkiye’de biz hâlâ Cehalet’den neden söz ediyoruz? Ne var ki geçenlerde işitip okuyuculara duyurduğum gibi, sokakları dolduran kalabalıklar aşağıdaki soruları yanıtlayamıyor: Libya nerede? Afrika’da bir yerde; Van nerede? Doğuda bir yerde; 29 Ekim 1923’de ne oldu? Ben tarihle ilgilenmiyorum;1000 liraya bir milyar diyorsunuz! Alışkanlık. Ben matematik bilmem. 

DİLİNİ BİLMEYEN BİR TOPLUM 
Sevgili Okuyucular, 
1950’den bu yana her şeyi politika gözlüğünden, politikayı da futbol gözlüğü ile gören ve Müslüman olduğu için Arapça öğrenmesi gerektiğini düşünen, fakat değil Arapçayı kendi ana dilini bile öğrenemeyen bir toplum yetişti. Bunun acıklı, daha doğrusu acı ve tehlikeli sonuçları var. Ve giderek iyileşmiyor. 

Dilini bilmeyen ve çağdaş tüketim hastası bir müşteri olarak beyni yıkanmış, yönlendirilmiş, bilimi de kendi diliyle değil, İngilizce öğrenmeğe zorlanan bu toplum, Cumhuriyetin ilk 27 yılından sonra, yavaş yavaş yozlaştı. Eskisinden çok daha fazla okuduğu doğru. Fakat bu, dünya cahili olmasını engellemiyor. Gerçi toplumlar sade yollarını kaybetmiş olanlardan oluşmuyor. Ne mutlak iyi var, ne de mutlak kötü. Her şey karşıtlıklar içinde olduğu kadar buluşmalar ve örtüşmeler içinde biçimleniyor. 

Fakat çağımızın dünyası, yolunu şaşıranların bir daha geri dönemeyecekleri bir doğal dönemece geldi. Modası geçmiş ideolojilerin söylemlerini yineleyenlerin sözleri havanda su dövmek demek. Hiç birinin dünyanın susuzluğuna, enerji krizine, bilgisizliğe çözüm getirecek bir önerisi yok. Çünkü tüketim ekonomisi ile iç içe geçmiş bu ideolojiler, sadece en geri kalmış, toplumları değil, sözde gelişmiş toplumları da olumsuz etkiliyor. Çünkü iletişim ve psikolojik propaganda, tüketimin hizmetinde akıl almaz bir etkinlikle çalışıyor. Günümüzün temel cehaleti de bundan kaynaklanıyor. 

Yaşamak isteği, dünyaya gelenin hakkıdır. Fakat insanlar dünyadaki durumlarını değerlendirecek bilgiye sahip olamıyorlar. Örgütlü güçlerle mücadele de edemezler. İnsanların çoğunluğunun bu zavallı durumunu kendi lehlerine çeviren insanlar var. Bunlara aslan ya da çakal olarak bakmanız sorunu değiştirmiyor. Sürekli beyni yıkanan toplumların tepkilerinin bir yönde toplanması olanaksız. Geri kalmış toplumlar ileri gidenlerin pazarı oluyor ve daha çok olacak. Sonunda bu bilinçsiz tüketim dünyası kendi mezarını kazıyor. 

Bu durum dinlerin, felsefelerin, bilgelerin, yüzyıllardır söylediklerine aykırı, ama sahne değişmiyor. Bu sahnelerde oynayan kişilerin bir fırtınada damdan uçacak kiremitler kadar önemsiz olduğunu unutmamak gerek. Kışın dallara tutunmuş son yaprakların dayanması, ağaçların çırılçıplak kalmasına engel olmuyor. Kışa çıplak gireceğini öngöremeyen topluma, gelişmemiş deniyor. Arapçası cahil. 

Bin yıllık bir toplumsal düşünce birikimi noksanlığı olan cehalet, neredeyse genetik bir davranış bileşenidir. 
 
Doğan Kuban

Dünya tarihi yeni bir aşamaya girdi. Eski kapılar kapandı. Yeni çıkış yolları bulmak ve halka duyurmak, yeni bir tür uygarlık ve can kurtarma savaşıdır. Dünyanın tepetaklak olduğunu ya da olacağını kabul etmek, başımızın üzerinde yürümeyi öğrenmek kadar zordur. İnsanlara vaat edilen gelecek parlak değil. Fakat ülkenin ‘Vur patlasın, çal oynasın!’ vurdumduymazlığını bırakması gerek. İçinde yaşadığımız durum, çağdaş bilim ve teknolojinin önerdiği çözümlerin sınırlarını zorlarsa, gelecek umudu zayıflar. Bu durumu topluma anlatmak aydınların sorumluluğudur. Einstein çok zaman önce ‘Eğer bu dünyada yaşayacaksak, her şeye yeniden başlamak gerekecek!’ demişti. Aydının savaşı buradan başlıyor. Bu yeni bir devrimdir. Silahla değil, akılla olacak...Yarını Baştan Tanımlamak