06 Şubat 2016

Ateşe Yürüyen Savaşçı:Giordano Bruno


“Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz”
Cehaletin ve dogmanın din maskesi altında fırtına gibi estiği ‘Karanlık Çağ’ artık kapılarını kapatıyor, düşüncede, bilimde, sanatta “yeniden doğuş” yaşanıyordu. Daha önce bir kez doğan özgür düşünce, Rönesans’ta yeniden doğuyordu. Bir çağı aydınlatmış olan Antik Grek ve Roma kültürü geri çağrılmış, dinsel kavramlarla karanlığa gömülmüş düşünceler bir tarafa bırakılıp özgür aklın yol göstericiliğinde dünya yeniden keşfe başlanmıştı. Kültür ve sanatta olduğu kadar felsefede ve bilimde de insanlığın kaderini değiştirecek gelişmeler yaşanıyor ancak Tanrı adına konuşan din adamlarının özgür düşünceyle olan amansız savaşı bitmek bilmiyordu.
 
Giardano Bruno, bu savaşın kurbanlarından biriydi. Yaşamı boyunca yargılayacağı kilisenin kalbinde başladı her şey. On dört yaşında rahip adayı olarak adım attığı manastırda gizlice Erasmus‘un ve Antik Yunan filozoflarının yasaklanmış kitaplarını okuyor, manastırda bulunan aziz resimlerini yok ediyor, üstelik evren ve tanrının bir madalyonun iki yüzü olduğunu, Tanrının bir bakıma da evren olduğunu savunarak rahibelere kutsal kitabı sorgulamalarını öğütlüyordu. Ona göre Tanrı maddenin kendisiydi. Böylece ilk yargılaması gerçekleşti Bruno’nun. Bu olaydan sonra rahiplikle ve Hıristiyan inancıyla arasındaki tüm bağları kopardı. Napoli’den sonra Venedik’ten de ayrılarak Cenevre’ye gitti ve üniversitede ders vermeye başladı. Dini kabul etmediği için orada da fazla kalamadı. Paris’e giderek Sorbonne Üniversitesinde beş yıl ders verdi, ancak düşünceleri nedeniyle öğrencileri tarafından istenmeyen öğretmen ilân edildi ve üniversiteden uzaklaştırıldı. Bilimin yolundan gitmiş, Kopernik’in güneş merkezli evren modelini benimsemişti. Dünyanın güneşin etrafında döndüğünü, evrenin genişlediğini ve sonsuz sayıda evren olduğunu anlatıyordu öğrencilerine. Üstelik her fırsatta kilisenin kendi çıkarlarını korumak için dini kullandığını, ortadan kaldırılması gerektiğini ve din adamlarının tüm varlığına el konulmasını söylüyordu. Oysa kiliseye göre tek dünya vardı ve kilise Tanrının bu dünyadaki tek temsilcisiydi.  Bruno bunlarla yetinmiyor “Rölativite” (görelilik) kuramını felsefeye ve bilime sokuyordu. Yazdığı “De la causa, principio et uno” adlı kitabı çağın ötesinde bilgilerle doluydu. Tüm bunlar kilisenin itibarını zedeliyordu. Bruno bir an önce susturulmalıydı.
 
İtalyan aristokrat Macenigo tarafından “Hafıza Sarayı Teknikleri”ni öğretmesi için Venedik’e davet edildi. Bitmek bilmeyen cadı avlarından birinin daha kendisi için başlatıldığını bilmeden, çalışmalarına ve düşüncelerini savunmaya burada da devam etti. Şehirde Bruno’nun aslında sihir ve büyü öğretmek için geldiği söylentisi yayıldı. O ise bunu söyleyenlere gülüyor “Sihir doğuştan hepimizin içinde vardır, büyürken dua ederek yok etmeye çalışıyorlar onu” diyerek kiliseyle olan savaşını bir basamak daha yukarıya taşıyordu. Kilise ise evinde Bruno’yu misafir eden Macenigo‘yu tehdit etmeye başlamıştı. Bruno gibi bir sapkının yanında olmakla itibarını ve varlığını kaybedeceğini söyleyerek onu ihbar etmesini istiyorlardı. Ve bir gün Macenigo büyücülük ve din düşmanlığı yaptığı gerekçesiyle Bruno’yu ihbar etti.  Engizisyon tarafından tutuklanan Bruno’nun  yıllar sürecek mahkumiyeti böylece başladı. Venedik Engizisyonu, Bruno‘yu yargılamaya hazırlanırken Roma Engizisyonunun baskısıyla karşılaştı. Roma Bruno’yu istiyor, Venedik vermiyordu. Sonunda Venedik kent senatosu karıştı. Uzun süren oylamalardan sonra Roma’ya gönderilmesine karar verildi. Bruno’yu Roma’da ağır işkence günleri bekliyordu  Kilise, düşüncelerinden dönmesini ve tövbe etmesini istedikçe o direndi. Sorgulamalar ile sonuç alamayan engizisyon, Piompi zindanlarında ağır işkenceler uyguladı. Bruno geri adım atmadı. Bu arada engizisyon üyeleri arasında görüş ayrılıkları oluşmaya başladı. Bazı üyeler sapkınlığı nedeniyle hemen yakılmasını istiyor, bazı üyeler gizlice eserlerini okuyor, fikirlerini mantıklı buluyor ancak bunu dillendiremiyordu. Kilisenin itibarının zedelenmemesi için Bruno’nun fikirlerinden vazgeçerek tanrıya ve kiliseye bağlılığını açıklaması gerekliydi. Bruno kabul etmedi. Ağır işkencelerden yorularak vazgeçeceğini düşündüler ve yargılamayı uzun tuttular. Bruno yedi yıl boyunca yargılandı, ancak tek bir geri adım atmadı. Engizisyon mahkemesi sonunda kararını verdi. Giordano Bruno, Hıristiyanlığın kan dökmeme kuralına -çünkü İncil’de insan kanı dökmeyiniz emri vardı- uyularak eziyet edilerek yakılacaktı. Karar okundu, Bruno ölüme giderken bile düşüncelerinden taviz vermedi. Kararı okuyan yargıca “Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz” diyordu.
 
 
1600 yılının soğuk bir şubat günü Roma’nın Campo de Fiori Meydanında dili koparılarak canlı canlı yakıldı. Kilisenin kurallarını alt üst eden bu asi filozof en büyük aydınlanma savaşçılarından biri olarak geçti tarih sayfalarına.
 
“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.”