25 Ağustos 2016

Murathan Mungan "İyi bir kitap yalnızca okuma hazzınızı beslemez, aynı zamanda sizde uyandırdığı duyguyu başkalarına aktarma arzusu verir size. Yaşamın döngüsü mirası devretmek üzerine kuruludur."

Şairin Romanı...Kendi boşluğunuzla yüzleşmeden varlığınızı dolduramazsınız. Şiir bizim kendimiz olmaya açılan kapımızdır. Ama bazen kendi kapımızı yüzümüze kapatırız. Kim olursanız olun, nasıl olursanız olun, ama kendinize girip çıktığınız bir kapınız olsun çocuklar. Az olun, ama hakiki olun! Bir gün kendi kapınızı çalacak yüzünüz olsun.


Bir yolcu, yolda her şeyi görmez..Yolu her şeyde görür. Her şey bir yoldur çünkü.

Bilmek hayatta kalmaktır..Unutmayın, ne kadar çok şey bilirseniz yaşama şansınız artar. Hem sonra öğrenmeyi bir sanat, bir yaşama biçimi haline getirmeniz gerekir, bunun sırrıysa, öğrenmenin aynı zamanda bir haz, bir zevk olduğunu anlamaktan geçer. Öğrenmenin hazzı olmadan insan tamamlanamaz. Bakın çevrenizdeki birçok insanın yarım kalması bu yüzdendir.

mutlu musunuz peki?
"huzurluyum. Mutluluk benim için hiçbir zaman önemli olmadı. Daha cok raslantı gibi yaşadım mutluluğu. Kısa anların hediyesi gibi. Yaşamın karşıma çıkardığı bazı anlar benim için mutluluk demekti, o kadar.

Kibrit Çöpleri...Yaranın çıplağına vurulmaz. Anlatmaya soyunanlar buna güvenir. Giyinik yaralarla yazanların, anlatanların hikayelerindeyse bizi inandırmayan bir şeyler vardır. Sonra yara kilitleri. Kimilerinin ilk yarası kendinin kilidi olur; bir daha açılmaz. Yarasının farkında bile olmadan yaşayanlarınsa anlatmaya, dinlemeye değer hiçbir hikayeleri yoktur, onların düzayak mutlulukları vardır; kolay sevinçleri.

Aşkın Cep Defteri...Bazı insanların yüzü buralı değildir. Görür görmez anlarsınız. Çekip gideceklerdir, hem de ilk fırsatta. Dolayısıyla onlara bakarken onları yaşanan anın boşluğuna çivilemek istercesine bütün gözlerinizle bakarsınız. İleride anımsamanızı kolaylaştıracağına inandığınız dipdiri bir dikkatle bakarsınız. Sonradan yaşadıklarınız ne olursa olsun, ilk bakışta gördükleriniz doğru çıkar. Çekip giderler gene de. Yazınızda yazılıdır bu.
Bakışlarınızda da.

Kader aradığı kişiyi insanın karşısına her seferinde kapı komşusu olarak çıkarmaz. Uzakları yakın etmek düşer size. Haritaları seviniz.
 
Üç Aynalı Kırk Oda...Varlıklarını özür diler gibi suçlu duygularla kıvranarak yaşayan, ancak sevilirlerse dünya tarafından bağışlanacaklarını düşünen, bütün o bedbaht kadınların, o dipsiz sevilme ve şefkat ihtiyacı sonuçta esaretleri oluyor.

Bazı şeyleri ötekilere/onlara anlatmak güçtür. anlamaya hazırdırlar. anlamak isterler. anlamaya çalışırlar. fakat asıl zor olanın, sizin için güç olanın, bu anlatma çabası olduğunu anlamazlar.

Hiçbir şeyi sahiden yaşayamıyorum. sevinemiyorum, sevemiyorum. bütün duyarlılıklarım sahte, düşünülmüş, tasarlanmış, bütün inceliklerimin etkisi ve sonuçları hesaplanmış. bütün duyarlı yanlarımın çürüdüğünü duyumsuyorum. sanki gövdemin bir parçası usul usul çürüyor. karşı çıktığım bir dünyanın parçası oluyorum. (...) acı çekmeyi kuruyorum, sevmeyi, aşık olmayı, dost, arkadaş olmayı kuruyorum. sonra kurduklarımı yaşıyorum, kurduklarıma insanları inandırmak istiyorum.inanmadıkları zaman deliriyorum, suçluyorum, suçlanıyorum.

Hiç önemsemiyormuş gibi gözüküp, deliler gibi önemsiyordum. bu da benim ikilemimdi.

Ne zaman içime biraz fazla baksam, yükseklik korkum depreşir.

Geçmiş bir ecza dolabı kadar temiz ve "steril".Geçmişteki hiçbir şeyin değiştirilemezliği,ölüme yakın bir keskinlik kazandırıyor yaşadıklarına.Geçmişe hiç dokunulamıyor.Hatıra,zalim kudretini dokunulmazlığından alıyor.Tek tek kişilerin hayatları masala benzese de,hayatın kendisi oyuna benziyor.

Çünkü sevmek, sessiz ve tek başına bir şeydir. Sevmek yalnızlıktır. O'nu eskisi kadar sevmeyeceğinden korkuyordu. O'nu uyandırmaktan korkuyordu.
Eskisi kadar sevemeyecekti, belki de hiç sevemeyecekti. Çünkü arada o orman, o karanlık, o geçitvermez, o yeşermekten kararmış orman olmayacaktı artık. Duman inceliğinde bir boşluk dolanıyordu yüreğini.

Hayatımda bir şeyler değişsin istiyorum. sürekli bir şeyler değişsin. sonra da çok korkuyorum. her şey değişecek diye korkuyorum.

 Bazı umutlar başka zamanlarındır

Murathan Mungan...iyi sanatın, iyi şiirin bir yardımı da buydu insana..sizi sahip olmadığınız zamanlara taşırdı; yalnız geçmişe değil geleceğe de.

Sanat değişimi biriktirir, zamana yayar. İyi bir kitap yalnızca okuma hazzınızı beslemez, aynı zamanda sizde uyandırdığı duyguyu başkalarına aktarma arzusu verir size. Yaşamın döngüsü mirası devretmek üzerine kuruludur.

Acı veriyorsa geçmiş, geçmemiş demektir.

Aşk,her mekana kendi rengini verir.Dünya değişti sanırız.

Aşk da bir nasip işidir.Herkese nasip olmaz.

sen şehre sırtını dönen uykusuz dağlı gemiler nerde (ki çoğu hüviyetidir melankolinin) nerde aykırı mavzerler (onlara sığdıramazsın ki öfkelerini) barut esmeri tenine sevdalarımı sürdüğüm nasıl taşıdın bunca yıl delirmiş saçlarında o eski şark yelini biliyorum dokunsam parmaklarım kırılır dokunmasam eşkıya uykusuzluğu çetin silahlar gibi.

En iyi çare budur. Ayrılık başlangıçta zor gelir onlara, üzülürler, dem çekerler ama bir süre sonra varlıkları acı bir özgürlük kazanır. Derin bir baş dönmesi yaşarlar...bırakın başları dönsün kendilerinden. İki kişilik yalnızlıkları tek kişilik yalnızlığza inene kadar yalnız kalsınlar.

Senelerce, senelerce evveldi;
Bir deniz ülkesinde... ve belki de
birbirine aktardığım defterlerin hepsinde
bu şiir vardı:
Senelerce, senelerce evveldi;
Biz seninle orada, o deniz ülkesinde tanıştık
uzak denizler, uzak yakınlıklar içinde
bir Kadırgada iki korsan
tarih, yarın, ütopya dolu sandıklar arasında
birbirimizi yaralarından tanıdık
dışı korsan, içi iç denizlerde yaşayan çocuklardık
konuşamadıklarımız bir bulut kalınlığında
duruyordu aramızda
oysa konuşsak yada dokunsak birbirimize
çekip gidecekti içimizdeki o korkunç noksanlık
batık gemilerin deniz diplerini saran
umutsuzluğu vurmuştu yüzümüze
birbirimizden ve aşkın keşfedilmemiş gizlerinden
ürküyorduk
bir definenin ikiye paylaştırılmış haritasında
bilmeden
birbirimize doğru ilerliyorduk.

Kadından Kentler...Sonradan çok düşündüm: Madem insanların gerçekleri değişiyordu, neden içinde yaşadıkları değil, yaşamayı seçtikleri geçmiş zaman parçası kendi gerçekleri olmasındı? Vazgeçmenin mutluluğu yok muydu? Bütün bu soruların derinleştiği, gerçeğe ve zamana açılan kapılar benim içimde de açıldığında, artık o yoktu. Bunları konuşabileceğim kimse yoktu. Bana kendi kendime konuştuğum geniş bir zaman kaldı.

Hayatın eski günlere benzediği zamanlar neşelendirirdi onu. Bir koşu komşuya seğirtircesine eski zamanlara gidip gelir; gözleri o günlerin buğulu ışığıyla parlar, konuşurken sesi incelirdi. Belki de hayat herkes için gençlik demekti.

Onun gün günden dalgınlaşan gözleriyle, kendisinin gün günden farklılaşan gözleri arasında günlerin değişen ışığı can yakıyordu. Annesiyle kendisini yalnızca ana-kız değil, aynı hikâyede benzer kaderi paylaşan iki kadın olarak düşünmeye başlamıştı. Bir yerlerde kendilerine ait bir dünyayı kaybetmiş iki kadındılar sanki; anne-kız olmalarıysa sadece tesadüftü.

Bu anın hüzün verici, dramatik bir an olduğunu biliyor, ama kendi fazla bir şey hissedemiyordu. Herkesin içinde kırılan yerin sahibinden götürdüğü şeyler farklıydı.

Bazı anlar kendiliğinden uzar. Öyle oluyor. An uzuyor. İçinde bulunduğu an, bütün hayatına yayılırcasına uzuyor.

Bazı Yazlar Uzaktan Geçer...Bir anıyı görmeye gittiğinizde neye dokunsanız canınız acır.