31 Mart 2016

La fontaine masalları 'Kurt ile Köpek'

Bir masal var kaf dağının ardında. Köpekle tazıyı anlatıyor masal , biz ne desek boşuna .Köpekler kuş uçurmaz olmuş çiftlikten, kurt bundan etkilenmiş tabi. Tazıya dönmüş açlıktan… Bir köpek görmüş dağda, yağlı, besili, parlak tüylü,yolunu şaşırmış besbelli, “bunu yersem ne güzel olur demiş. Saldıraya geçecekmiş ama çekinmiş.Aşağıdan alıp yaklaşmış yanına.
– İyi ense yapmışsınız maşallah demiş. Köpek şöyle uzun uzun bakmış.
– Siz de yapabilirsiniz bayım demiş. Benim gibi beslenmeyi isteseniz beslenirsiniz. Yaşamak sayılmaz sizinki, hep sefil olmak kötü bir şey besbelli. Ne bu böyle, ne rahat bir uyku, ne ağız tadıyla yenen bir lokma yemek.Gelin benim yanıma dünya varmış deyin. Kurt bayağı merak etmiş doğrusu. Nasıl bir işmiş ki bu ?
– Orda işim ne olacak benim ?

Çomar gülmüş:
– Hiççç demiş.Fakir fukaraya saldıracaksın, evin adamlarına kuyruk sallayacaksın, sahibine hoş görünmek tek görevin. Bunun karşılığında artık ne varsa hepsi senin. Tavuk kemiğimi istersin , güvercin, bıldırcın kemiği mi. Bu arada sırtını okşarlar sabah ve akşam keyfe bak.
Kurdun ağzı kulaklarına varmış , gözleri dolmuş sevinçten… Köpeğin peşine takılmış çiftliğe doğru yol alırken, boynunda bir iz görmüş
– Bu da nesi ? demiş.
– Hiçç demiş köpek
– Hiç ama ne ?
– Değmez konuşmaya bile nene gerek
– Söyleyin canım merak ettim işte.
– Tasmanın yeri olacak
– Neee? Bağlıyorlar mı ? demiş kurt; öyleyse her istediğin yere gitmek yok.
– Yook demiş. Köpek ne çıkar bundan ?


Kurt yolunu çevirmiş başka yöne:
-Sizin olsun eti de kemiği de ben özgürlüğümü kimselere veremem, kimsenin boyunduruğu altına giremem, demiş ve uzaklaşmış ordan. Gidiş o gidiş….



Walt Whitman 'Özgürlük'

Özgürlük
 Çoğu insan özgürlüğü yanlış anlıyor, hatta bazen onu doğru olarak anlayan kimseyle henüz karşılaşmadığımı düşünüyorum. Tüm evren Mutlak Yasalar’dan ibarettir. Özgürlük eylemlere ancak yasalar kapsamında olduğu sürece serbestlik sağlar.

Gerileyen, gelişmemiş olan, dar zihinli ancak sayıca daha fazla olanlar için özgürlük düşüncesi, yasalardan kaçmak demektir ki bu elbette imkansızdır. Tüm dünyevi zenginliklerden daha değerli olanı özgürlüktür; acı çekerken kendini sıkmaktan ve kilise kurallarının darlığından özgürleşmek; davranışlarda özgürleşmek, kılık kıyafette, eşyada özgürleşmek; yerli modaların dayatmalarından ve saçmalıklarından özgürleşmek, siyasi partilerin gösterilerinden ve siyaset kurallarından tamamen özgürleşmek ve hepsinden iyisi, hemen her birimizin özgürlük kavgası yapıp durduğumuz halde esiri olduğumuz kusurlu alışkanlıkların, nefsin zorba egemenliğinden tamamen özgürleşmektir.

   Böyle bir serbestlik anlayışıyla gerçek demokrasiye, onun yüksekliğine ulaşabilir miyiz? Bizler doğumdan ölüme kadar, her hareketi ve zamanın her dakikasını kapsayan karşı konulmaz yasalara tabi olduğumuz halde bir paradoksun eseri olarak bundan kaçıp özgür iradeye sığınmaya çalışırız. Oysa tuhaf da görünse bizler özgürlüğe sadece yasaların bilgisiyle ve onlara üstü örtülü bir boyun eğişle erişebiliriz. İnsan iradesinin, insanın özgür ruhunun önemi sözlere sığmayacak kadar büyüktür. Ancak yasaları anlayarak ve onlara uyarak gerçek özgürlüğe ulaşılabilir. Çünkü, Özgürlük Yasası en mutlak ve yüksek olandır.

  Sığ anlayışlarda özgürlük; kendini tüm yasalardan, tüm kısıtlardan muaf tutmak olarak görülmektedir. Bilge olanlar ise tam tersine bunda yasaların yasasını görmektedir, yani şuurlu iradenin veya insanın bir parçasının; tüm zamanlar boyunca varolmuş, tarihte yer etmiş, ölümsüzlüğün ispatı olan, tüm nesnel dünyaya ahlaki bir amaç ve insanlığa saygınlığını veren; evrensel, ebedi, ve şuursuz olanla birleşmesini görmektedirler.

Çeviren: Işık Uçkun


Fakir Baykurt - Eşekli Kütüphaneci

Yıl 1943.
Genç Mustafa'nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi'ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.
Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:

"Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun." Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.

- Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
- Alıyorum.
- Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten...

23 yaşındaki genç memur "Ne yapayım, ne yapayım?" diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce "Deli misin bey?" der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir.

Çünkü o zaman da şimdiki gibi, "Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da" zihniyeti aynen var.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır.
İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne "Kitap İare (Ödünç) Sandığı" yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
Kütüphaneye de bir yazı asar:
"Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz."


Köydeki çocuklar şaşırır.
Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var.
Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.

"Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak" der.
Mustafa artık Ürgüp'teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel'le köy köy gezmektedir.
Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca'nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa'nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar.
Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.
Zenith ve Singer'e mektup yazar:
"Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım" der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar. Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, "kendi görev tanımı dışında davranıyor" diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.

Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp'e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.
Girişimcilik ne biliyor musun?
Bulunduğun yere yenilik katmalısın.
Mutlaka adım atmalısın.
Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.
Bakın Nevşehir'den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.








Sıcak bir yaz günü, peribacaları diyarına Yunanistan’ın Larisa şehrinden Dimitrios Katsikas adında biri gelir. Bu genç adam, yıllar önce bu topraklardan göçe zorlanan büyükbaba ve büyükannelerinin izini sürmek, bir daha buraya dönemeyen akrabalarının yerine bu güzel yerleri gezmek istemiştir. Tesadüfler karşısına yörenin sevilen şahsiyetlerinden “Baba” lakaplı Aziz Güzelgöz’ü çıkarır. Aynı yaşlardaki bu iki genç kısa sürede kaynaşır. Dimitrios, Aziz’in evine konuk olunca, bu büyüleyici diyarda inanılmaz bir adamla tanışır. Aziz’in babası Mustafa Güzelgöz’dür bu kişi; namı diğer Eşekli Kütüphaneci.
Ürgüp’teki kitaplığı yönetirken otuzdan fazla köyün halkına eşekle kitap taşıdığı için takılmıştır bu ad ona. Herkes, özellikle de kadınlar, kitap okusun diye yıllarca çırpınmıştır Mustafa Güzelgöz.
Dimitrios ile Eşekli Kütüphaneci arasındaki sevgi köprüsü yöreyi birlikte gezerlerken iyiden iyiye pekişip güçlenir. Bu arada kan kardeşi olan Aziz ile Dimitrios’un aklına, Ürgüp ile Larisa’yı “kardeş şehir” yapma fikri düşmüştür. Ama bu o kadar da kolay olmayacaktır...
Fakir Baykurt’un, klasik anlatımının tüm olanaklarından yararlanarak, gücü yetene, hatta bitene dek, hasta yatağında yazdığı bu son romanında, sevgi, kardeşlik, azim, cesaret gibi duygular yine okuru sarıp sarmalıyor.


29 Mart 2016

Stefano D'Anna - Tanrılar Okulu

 
Düşlerimi akıl sınırlarımın üstüne çıkaran, duygularımı bilmediğim derinliklere yuvarlayan, özgür olabilmem için beni çağıran, bana rehberlik eden ve hepimizin içinde zaten var olan Dreamer'a...

Bu kitap bir harita, bir kaçış planıdır. Amacı, sıradan bir insanın önceden çizilmiş ve geçmişten derin izler taşıyan kader yolunu değiştirmek için dünyanın insanı uyutarak ona dayattığı kurgusundan, varoluşun serzeniş ve suçlama dolu tanımlamalarından kaçarken izlediği yolu size göstermektir. Dreamer'la ve onun öğretisiyle tanışmamış olsaydım, bugün böyle bir kitap ortaya çıkamaz ve ben tek bir satırını bile kaleme alamazdım. Elimden tutarak, beni zaman ve ölüm kavramlarının olmadığı, refahın 'hırsızları ve çürümüşlüğü' tanımadığı 'düş'ün, cesaretin ve kusursuzluğun dünyasına götürdüğü için Dreamer'a şükran borçluyum. Bu öze geri dönüş yolculuğunda, vasat düşünceler, olumsuz duygular, ikinci el inançlar, elden düşme yargılar gibi pek çok saçmalığı terk etmem gerekli. "Kendi kendimi alt etmek", yakından tanımak ve Varlığımın daha karanlık olan taraflarını kabullenip, göğüslemek zorunda kaldım. Gördüğümüz, dokunduğumuz, hissettiğimiz, tüm çeşitliliğiyle gerçek sandığımız her şey, aslında dünyamızın ötesinde var olan görünmez bir evrenin bir sinema perdesine düşen yansımasından ve de- onun nedensel gerçeğinden başka bir şey değildir. Gözle göremediğimiz şeylerle çevrelendiğimizi, 'düş' tarafından yaratılan bir dünyada yaşadığımızı, bizim için önem taşıyan ve gerçek saydığımız her şeyin aslında görünmez olduğunu kabullenmemiz hiç de kolay bir şey değildir. Tüm düşüncelerimiz, duygularımız, arzularımız ve hayallerimiz görünmezdir. Umutlarımız, hırslarımız, sırlarımız, korkularımız, şüphelerimiz, şaşkınlıklarımız, ikilemlerimiz, kararsızlıklarımız ve beğeni, arzu, karşıtlık, sevgi ve nefret gibi tüm hislerimiz zayıf ve algılanamaz olmakla birlikte, tek gerçek olan varoluşa aittirler.

 Görünmeyen; metafizik, şiirsel yada mitolojik bir olgu olmadığı gibi, gizemli yada olağanüstü bir şey de değildir. Ancak "görünmeyen" için, fenomenler veya olaylar dünyasındaki, ya da gerçeğin tabiatı içinde durağan bir oluşum demek de doğru olmayacaktır. İnsanlığın her döneminde, tarihi dönüm noktasının, entelektüel iklimin değişime uğraması, görünmeyenin sınırlarının devamlı olarak genişlemesine yol açmaktadır. Ve "görünmeyen", sofistike araçların kullanılması sonucunda günümüz bilimsel araştırma konularının arasında daha kapsamlı yer almaktadır. Bu kitap, bozguna uğratılmış, çöküşe geçmiş bir insanlığın içinde, sıkça rastlanan türde bir insanın yeniden doğuşunun hikâyesidir. Onun özüne geri dönüş yolculuğu, kayıp bütünlüğünün arayışında top yekûn bir göç
hareketidir.
Bu yolculuğa çıkmanın ilk şartı ise, kişinin içine düştüğü kölelik durumunu fark etmesi ve kabullenmesidir. Dünyanın her köşesine yayılmış sefaletten, her tür suçu işlemeye ve savaşmaya kadar dünyada var olan tüm sorunların asıl nedeni, insanlığın duygu ve düşüncelerindeki olumsuzluk halidir. Yaşadığımız dünyayı ne yazık ki olumsuz duygular yönetmektedir. Bunlar gerçek dışı duygulardır, üstelik hayatımızın her noktasını ele geçirmiş durumdadırlar. İnsanın kendi yazgısını değiştirebilmesi için psikolojisini ve doğru kabul ettiği inanç sistemini değiştirmesi gerekmektedir. Kavgacı, kırılgan ve fani bir zihniyetin yarattığı zorbalığı kökünden çıkarıp atması şarttır. Yaşadığımız gezegeni yok etmekle tehdit eden, kanser ya da Aids değil, insanın kavgacı düşüncesidir. Dünyamızın olağan görüntüsünün arkasındaki gerçek sebep de budur. Dreamer'ın işaret ettiği yol ise, tıpkı akıntıya karşı yüzen somon balığının nehirde izlediği yol gibi korkutucu ve hayret verici, yorucu ve keyifli, tuhaf ve gerekli bir yoldur. Dreamer'ın bu felsefesini, başlarda bütün insanlığa en baştan beri dayatılan genel yaşam kurallarına karşı çıkmak gibi algılamıştım; oysa gerçek, bu kuralların evrensel bir düzen tarafından öngörülmüş ve istenmiş olduğudur ve bu da yine bu felsefenin en yüce görüntüsüdür.

Bu kitap 'sıra dışı bir varlığın' rehberliğinde çalışmak ve hazırlanmakla geçen yılların öyküsüdür; O'nun bana verdiği ödevlerin en imkânsız görünenini ,ben bir ödül olarak kabul ettim: Bu, Evrensel bir 'Okul'un kurulması göreviydi, yani sınırlan evrene uzanan bir Üniversite.

......Bireysel bir Devrim düşledim  geçmişteki insanlığın zihinsel paradigmalarını altüst etmeye muktedir ve onu içinde taşıdığı kargaşa, şüphe, korku ve ıstıraplarından sonsuza dek özgürleştirecek bir devrim...  Bir Okul düşledim  Ekonomi ve ahlaki değerler, eylem ve düş, fmansal güç ve  sevgi gibi daimi çatışma halindeki karşıtlıkları uzlaştırma konusunda yeni nesil liderler yetiştirecek bir okul......

 'Tanrılar Okulu' her geçen gün gözlerimin önünde büyüyüp gelişirken, ben de kendimi yeniden oluşturduğumu hissediyordum. Ve burada yazarı gibi görünüyor olsam da, aslında kitabın yazılış tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğunu biliyordum. Dreamer'ın yasaları, O'nun düşünceleri sürekli aklımı kurcalıyor ve birçok kısmı hâlâ anlaşılmayı bekliyor. Prometheus'un aklını kullanması gibi, ben de Dreamer'ın dünyasından kurnazca bir parıltı yakaladım ve tıpkı benim gibi bayağılık cehenneminin katlarını terk etmeye gönüllü, kadın erkek, tüm insanlara armağan olarak günün birinde bağışlamak üzere ona sıkı sıkıya sahip çıktım. Bir zamanlar yazmanın, özellikle de öğretmenin gerçek anlamda vermek olduğuna inanırdım. Oysa şimdi biliyorum ki, öğretmek yalnızca kişinin kendini bilmesi, ne denli tam olmadığını keşfetmesi ve bu eksikliğini iyileştirmesi için başvurduğu bir hiledir.

"Kişi ancak bilmiyorsa, öğretebilir,"
 demişti Dreamer, "
 gerçekten bilen öğretemez! 'Anladığımız' şeyi, 'gerçekten' bizim olanı bir başkasına aktaramayız. Mutluluk, zenginlik, bilgi, istek ve sevgi dışarıdan edinilecek  şeyler olmadıkları gibi, başkaları tarafından da verilemezler; onlar sadece hatirladıklarımızdır ve özümüzün demirbaşlarıdır; her insanın sahip olduğu bir tür doğal mirastır.

Hiçbir politika, din ya da felsefe sistemi toplumu dışarıdan değiştiremez.  Ancak ve ancak bireysel bir devrim, yeni bir psikolojik doğuş, her insanın tek tek, hücre hücre Oluşundaki yaralarının sarılması bizi daha refah bir  gezegene, daha zeki, daha doğru, daha mutlu bir medeniyete taşıyabilir."
Dreamer'ın yanında öğrendiklerimi aktarırken, 'devrimsel' özellik taşımalarına rağmen sadece insanlığın, bana göre bugünkü durumunu ilgilendiren konularına değindiğimi ve okuyucunun algılama ve kabullenme yetisini aşabileceğine inandığım bazı olayları ve yaşadığım durumları kitabın bölümlerine dahil etmekten bilinçli olarak kaçındığımı bilmenizi
isterim.

 Tamamı

Mark Twain "Bazen merak ediyorum, dünyayı yönetenler bizimle kafa bulan zeki insanlar mı, yoksa gerçekten bu kadar embesiller mi?"





Platon - Sokrates’in Savunması

Platon (MÖ yaklaşık 428-MÖ yaklaşık 348): Bugünkü üniversitenin atası sayılan Akademia’nın kurucusu ve hocası Sokrates’i konuşturduğu diyaloglarla felsefeyi yazıya en iyi aktarmış ustalardan biridir. Bu kitapta birbirini tamamlayan dört diyalog yer almaktadır. İlk diyalog olan Euthyphron’da yargılanışının öncesi anlatılır ve dinsizlikle suçlanan Sokrates’in inançları hakkında bilgi verilir. Sokrates’in Savunması’nda ise yargı süreci anlatılmaktadır. Kriton’da hüküm sonrası anlatılır, bir yurttaşın saygı duyması gereken ilkeler tartışılır. Platon’un en şiirsel eserlerinden biri olan Phaidon’daysa Sokrates’in son günü anlatılırken ruh hakkındaki düşünceleri yansıtılmaktadır.
 
 
 Sokrates'in mahkemesi (MÖ 399), filozofun iki suçlamadan suçunu belirlemek için yapıldı: Atina panteonuna karşı asebeia (dinsizlik) ve şehir devletinin gençliğinin yozlaşması; suçlayıcılar Sokrates'in iki dinsiz eylemine atıfta bulundular: "şehrin kabul ettiği tanrıları tanımamak" ve "yeni tanrılar oluşturmak".
 

Herakleitos - Fragmanlar


Kendinizi başkasına anlatmayın..
Sizi sevenin buna ihtiyacı yoktur.
Sevmeyen de inanmayacaktır zaten…
Onun hayatında bir seçeneksen,
Onun senin bir önceliğin olmasına izin verme.
İlişkiler en iyi dengeli olduğunda yürür…
Uyandığında iki seçeneğin var…
Tekrar uyuyup bir rüya görmek, ya da uyanıp rüyanın peşinde koşmak…
Bize değer verenleri ağlatır, vermeyenler için ağlarız…
Bizim için hiç ağlamayacaklara değer veririz…
Garip ama gerçek…
Bir kez bunu anlasak değişmek için hiçbir şey geç değil…
Mutluyken söz, üzgünsen cevap, öfkeliysen karar verme…
Zaman nehir gibidir…
Aynı suda iki kez yıkanılmaz…
An’ı yaşa, geçen su bir daha gelmez…
Hep meşgulsen, hiç müsait olamazsın…
Hep zamanının olmadığnı söylersen, hiç zamanın olamaz…
Hep “yarın yapacağım” dersen, yarın hiç gelmez…“


Şems-i Tebrîzî "Bil ki güneşe bakmaya cesareti olmayan gölgede kalmaya, gölgeyi ışık sanmaya mahkumdur."


Bazen dönüp arkasına bakması gerekir insanın, 
nerden geldiğini unutmaması için. 

Eğer susarsan konuşman daha aydınlık olur...
Çünkü sükutta hem sessizliğin ışığı, hem de konuşmanın faydası gizlidir. 

Eğer çok konuşmak faydalı olsaydı, iki ağzın ve bir kulağın olurdu. Onun için az konuşup, çok dinlemek daha faydalı!
 
 
 

Şarabi Haller


Şarabi Haller
Ömer Hayyam “Cemşit” rubaisinde:
Yıkık bir saray bu dünya dedikleri
Gece ve gündüz atlarının durak yeri
Yüz Cemşit’den arda kalmış bir dünya bu
Yüz Behram kendinin sanmış bu gökleri.” der…
Cemşit: Zerdüşt dininin kutsal kitabı Avesta’da geçer. Pers ülkesi kralıdır. Kral Cemşit bağ bozumu sonrası çok sevdiği üzümleri kışın bile yemeği umarak, büyük küplere doldurulup mahsende saklanmasını emreder. Zaman içinde üzümler çatlayarak fermantasyon ile köpürmeye başlar ve farklı kokular yükselir.
Bunun zehirli olabileceğini düşünen Cemşit, küplerin üzerine zehirlidir diye yazdırır. Depresyona giren cariyelerinden biri ölmek ister ve zehirli sıvıdan içmeye başlar. Zaman içinde cariyede ne gam kalır ne keder. Bunun üzerine cariye durumu Cemşit’e anlatır.. O günden sonra şarap, Cemşit’in ve tören yemeklerinin vazgeçilmez içkisi olur.
Fransa’nın Chardonnay üzümünün orijini; Kudüs’ün tepelerindeki bağlardır. İbranice etimolojisi Shaar-adonay yani “tanrının kapısı” demektir.
Şarap – Peynir ilişkisi:
6 bin yıllık Sümer tabletinden; “Onda olup da bende olmayan ne var? O bana taze şarabını sunar, ben ona taze süt veririm. O bana olgunlaşmış şarabını sunar, ben ona iyi peynirlerimden veririm.”

 felsefe taşı 

23 Mart 2016

Don Miguel Ruiz - Bilginin Sesi

Doğru olan gerçektir. 
Doğru olmayan gerçek değildir. 
O bir illüzyondur, ama gerçek gibi görünür. 
Sevgi gerçektir. 
O yaşamın en yüksek ifadesidir.
 
*

Bilginin Sesi'nde, Miguel Ruiz bize hepimiz için çok önemli olan derin bir gerçeği hatırlatmaktadır: Duygusal ıstırabımıza son vermemizin, hayatta tekrar mutlu olmamızın, bütünlüğümüze yeniden kavuşmamızın tek yolu yalanlara, özellikle kendi hakkımızdaki yalanlara inanmayı bırakmaktır. Kadim Toltek bilgeliğine dayanan bu aydınlatıcı kitap bize gerçeğe olan imanımızı tekrar nasıl kazanabileceğimizi ve kendi sağduyumuza nasıl geri dönebileceğimizi çok açık biçimde göstermektedir.

Ruiz bu kitapla kendimizi ve diğer insanları algılama biçimimizi çarpıcı bir biçimde değiştirmekte ve bir-iki yaşındayken algıladığımız bir realitenin, bir gerçek, sevgi ve mutluluk realitesinin kapılarını açmaktadır.
 

Charlie Chaplin "Evrensel bir nimet olan sessizlikten zevk alabilenler, dünyanın en mutlu kişileridir."



Özdemir Asaf - Çırılçıplak

Küstahlığımı nezaketim götürdü
Saadece kendime bakakaldım.
Kararsızlık bir an sürdü.
Gizlenen insanların ortasında ben kaldım,
Çırılçıplak.

Selâmımı tanıdıklar götürdü.
Saygı bekleyince alçaldım.
Kararsızlık bir an sürdü.
Kendini beğenmişlerin ortasında ben kaldım,
Çırılçıplak.

Ağlamayı ölenler götürdü.
Kendimi ölmez sanınca ufaldım,
Kararsızlık bir an sürdü.
Ölülerle dirilerin arasında ben kaldım,
Çırılçıplak.

Sonsuzluğu ufuklar götürdü.
Yarattığım dünyaların içinde daraldım.
Kararsızlık bir an sürdü.
Başlangıç ile bitiş ortasında ben kaldım,
Çırılçıplak.

Aydınlığı bulutlar götürdü.
Yıldızlara doğru yol aldım.
Kararsızlık bir an sürdü.
Varanlar ile duranlar ortasında ben kaldım,
Çırılçıplak.


Yunus Emre "Küçük insanlar dengini, büyük insanlar kendini arar. "


 



20 Mart 2016

Adnan Yücel "Gün bitse de gökyüzünde; Günler daha mühürlenmedi. Çünkü dilde söz, Çiçekte renk, Zamanda gelecek bitmedi."

 
Deniz yok olursa diyor bir çocuk 
Balık kaybolursa 
Ne derim benden sonraki çocuklara 
İnsanlar kaybolurken gözaltılarda 
Çöllerde boğulan nehirler 
Ey çocuk 
Nasıl varır okyanuslara
 

Adı karanfil ki suçu rengidir 
Özgürlük dilinde bir imge 
Tutsaklık dilinde bir söylencedir 
Karanlıkta bir el koparır dalından 
Artık ölüme varmış bir işkencedir


Orman yok olursa diyor bir çocuk 
Ağaç kaybolursa 
Ne derim benden sonraki çocuklara 
İnsanlar kaybolurken gözaltılarda 
Dalından koparılan tomurcuk 
Ey çocuk 
Nasıl meyvelenir sana ve diğer çocuklara
 

Adı narçiçeği ki suçu patlamak 
Birdenbire güneşe haykırmak 
Ve güneş diliyle kıpkızıl çoğalmak 
Karanlıkta bir el koparır dalından 
Adı kayıptır artık 
Daha meyveye bile durmadan
 

Aç gözlerini o çığlıklaraı çocuk 
Kayıp analarının gözlerine bak 
O gözler ki karanfil kıvrımında nar çokluğu 
Sevda denizlerinde oğul ve kız yokluğudur 
Her biri bir depremdir yüreklerde 
Her biri açlık içinde zulüm tokluğudur 


Sen ki bir badem dalısın baharda 
Yüzünde solgun bir yeşil akşamı 
Dalıyor gözlerin bir çağın artıklarına 
Kazılardan yeni çıkmış gibisin 
Bakışlarında düş fosilleri 
Güneşli bir yeşili özler gibisin 


İnsanlar kaybedilirken ey çocuk 
İnsanlık adına 
Nasıl başlar bu yeşil ve mavi yolculuk 
Hangi gemi kalkar bu ülke limanlarından 
Hangi mavilikler karşılar seni 
Kıyılar zincir olmuş bileklerde 
Dalgalar yargısız infaz 
Al kalemi eline ey çocuk 
Yeşilin ve mavinin şiirini yeniden yaz
Adı Kayıp
 

"Gün bitse de gökyüzünde; Günler daha mühürlenmedi. 
Çünkü dilde söz, Çiçekte renk, Zamanda gelecek bitmedi."

Yaşar Kemal - Bugünlerde Bahar İndi

  İlkgençlik yıllarında, hikâye ve romandan önce, şiir yazmaya başlayan Türkiye’nin evrensel yazarı Yaşar Kemal, şiirlerini Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan Bugünlerde Bahar İndi adlı kitapta topladı.
Yaşar Kemal’in, Ekim başında okurlarla buluşacak Bugünlerde Bahar İndi adlı kitabı; ağırlıklı olarak 1940’larda yazılan, 50’ler ve 60’larda devam eden ve sonuncusu 1973’te yazılan usta işi şiirlerden oluşuyor. Kitapta, ilk kez yayımlanan şiirlerin yanı sıra; Kovan, Ülkü, Toprak, Küçük Dergi, Çığ, Görüşler adlı dergilerde ve Vatan ve Akşam gazetelerinde yayımlanan şiirler de yer alıyor.
Yaşar Kemal bu ilk şiir kitabını hazırlarken, seçtiği şiirlerin pek azında değişiklik yaptı. Ayrıca, onun şiirine özel sesini veren özelliklerden biri olduğu için, kitapta Yaşar Kemal’in özgün yazımı aynen korundu.
Kitapta yer alan şiirlerde öfkeyle umut, başkaldırıyla sevgi iç içe yer alıyor. En kasıntılı şairin bile özgünlüğünden ürkebileceği bir şiir yazıyor Yaşar Kemal: O, çalışmak isteyip işsiz kalan Kemal Sadık’ın hüznünü, direncini, umudunu, dile getiriyor... Kitapta, daha önce yayımlanmamış ancak Zülfü Livaneli tarafından bestelenmiş Ulaş ve Merhaba şiirleri de yer alıyor.
  
 
Tohumlar bitki yapar tohumlar 
Adam yapar, insan yapar, yürek yapar 
Demirci örsü gibi, kıpkızıl ve güzel ve çiçekli ve aydınlık 
Ve dertli ve sımsıcak, al da canının içine koy ve gözü yaşlı 
Ve ölüme ve zulüme 
Ve adamın adam öldürmesine karşı 
Ve soyguna karşı, Ve köleliğe karşı.
 

18 Mart 2016

Turgut Özakman - Diriliş (Çanakkale 1915)

Tarihin en eski milletlerinden birinin dirilişi...
Ateşten geçerek, kan içinde, bir daha uyumamak, benliğini unutmamak, kandırılmamak, sömürülmemek, ezilmemek, ölmemek üzere çığlık çığlığa dirilişi...
 
 

11 Mart 2016

Ülkü Tamer - Uyku

Bana çiçek gönderme
Bir kuş ağacı gönder
Dallarında gezinsin
Kül rengi güvercinler

Konsunlar yastığıma
Uyutmak için beni
Sırtlarında kuş tüyü
Gagalarında ninni

Kaldırıp yatağımı
Uçursunlar göklere
Kendimi yıldızlarda
Bulayım birdenbire

Bana çiçek gönderme
Bir kuş ağacı gönder
Alnıma dokunanlar
İyileşmiş desinler


03 Mart 2016

Amin Maalouf - Doğudan Uzakta

Doğu’dan Uzakta 

 Geçmiş... bıraktığın yerde mi hâlâ?

Amin Maalouf’tan unutulmayacak bir “eve dönüş” romanı

Amin Maalouf’un merakla beklenen yeni romanı Doğu’dan Uzakta, kaderin ve tarihin acımasızlığında terk ettikleri yurtlarına dönen bir grup arkadaşın hikâyesini anlatıyor.

Doğu’dan Uzakta, bir yüzleşmenin romanı: Gençliklerinin en güzel dönemlerini bir arada geçiren, ülkelerinde patlak veren iç savaştan sonra farklı yerlere dağılan ve yıllar sonra, eski arkadaşlarından birinin cenazesi için tekrar ülkelerine dönen bir grup arkadaş... Açıkça belirtilmese de Lübnan İç Savaşı’nın getirdiği yıkımlara ve Ortadoğu coğrafyasının kültürel, tarihsel ve toplumsal sorunlarına dair çok çarpıcı gözlemlere de yer veren Doğu’dan Uzakta’da Maalouf, yine en iyi bildiği şeyi yapıyor: Doğu’yu anlatıyor.

“Yenikler her zaman kendilerini masum kurbanlar olarak göstermek eğilimindedirler. Ama bu gerçeğe tam uymaz, hiç de masum değildirler. Yenildikleri için suçludurlar. Kendi halklarına, kendi medeniyetlerine karşı suçludurlar. Sadece yöneticilerden değil, benden, senden, hepimizden bahsediyorum. Bugün tarihin mağluplarıysak, hem kendi gözümüzde hem de tüm dünyanın gözünde aşağılanmış durumdaysak, bu sadece başkalarının değil, öncelikle bizim suçumuzdur.”

Eddi Anter - Kabile

 
Kalabalıkların içinde hiç yalnız hissettiğiniz oldu mu? Ya insanların sizi anlamadığını düşündüğünüz? Bir başkasını memnun etmek uğruna istemeden bazı şeyleri yaptınız mı?
Bu sorulardan herhangi birine olumlu cevap verdiyseniz, hayatınızı çarkın içinde koşuşturarak geçiştiriyorsunuz demektir. Belki de farkında olmadan yaşamınızı beklemeye almışsınızdır. Yapmak istediklerinizle, yaşamayı arzuladıklarınızı hep ileriye itiyorsunuzdur; haberiniz bile olmaz.
En iyisi, sen sen ol; sürüden olma!
Farkındalığının farkında olan kişi farklı olduğunu bilir; o artık sürüden değildir. Her ne kadar istese bile o artık bir kez daha sürüye dâhil olamaz.
Farkındalığı olan kişinin hayat çarkı yavaşlamaya, hatta durmaya başlar. Bundan sonra o sadece farkındalığı fark eden değil, farkındalığın farklılığını yaşamaya başlayan kişidir.
Sürüden çıkan biri, kendini arayıp, özüne ulaşıp bulandır.
Kendinizi tanıyıp sevmek için iç dünyanıza bir yolculuğa var mısınız?
 
 Kabile 

"Umutlar yitince, karanlık konuşup sesini duyurmaya başlar.
Sen de dinlersin. İster istemez.
Genelde istemezsin ancak kaçınılmaz olur.
Umudun nefes olduğunu unutursun.
Şeytan unutturur sana.
Son umudunun varlığından o anda haberdar olursun.
O umut da bırakır seni.
Herkes gider,
her şey biter,
bir sen kalır sende."