10 Eylül 2015

İçimdeki Tanrı "Özünüz öyle muhteşem, öyle saf, öyle temiz ki. Çünkü onda “Tek” olandan bir parça var. "

Birbirinizden Farklı Değilsiniz
Koca bir dağı bir anda yıkabilir misin?
Kalbinin üzerine katman katman döktüğün katranları da bir anda temizleyemezsin. Bunları bir anda temizlememen gerekir. Hemen tam bir temizliği insanoğlu kaldıramaz; ya delirir ya da inanç sistemini sorgulamaya başlarsın. Yavaş yavaş, sindire sindire. Özünüzle buluşmak için acele etmeyin. Acelecilik sizdeki katmanların azalmasına değil artmasına yol açar.
Uygulama:
Yalnız olarak rahat bir ortama girin. Çevrenizdeki herhangi bir varlığa odaklanın; bir yaprak, bir çiçek… Onun enerjisiyle bir bütün olduğunuzu düşünün, ondan farkınız olmadığını düşünün.
Saçma mı geldi? O zaman yapmayın, hazır değilsiniz…
Onunla bir bütün olduğunuzu, o olduğunuzu hissedin. Onun karşılaştığı zorlukları kendiniz karşılaşmış gibi hissedin. Onun etrafına yaydığı güzellikleri de siz yayıyormuşsunuz gibi hissedin.
Sırayla bu tekniği hayvanlar ve en son da hiç tanımadığınız insanlarla deneyin. O hissi yakalayabilirseniz, o varlığa bir daha asla eskisi gibi bakamazsınız.
Hiçbirinizin birbirinizden farkı olmadığını, birbirinizin tamamlayıcısı olduğunuzu ve her birinizin özünün ne kadar güzel olduğunu anlarsınız.
Madde aleminin insanoğluna giydirdiği katman katman elbiseye bakma. Onun saf, temiz, çıplak olan özüne bakmayı öğren. Hiçbiriniz birbirinizden farklı değilsiniz. İyi insan kötü insan diye birşey yok. Eksikliklerini fark eden ya da henüz fark etmeyen insan vardır. Bunu sakın unutma…
Engeller Gelişiminiz İçindir
Özünüz öyle muhteşem, öyle saf, öyle temiz ki. Çünkü onda “Tek” olandan bir parça var…
Birer tohumsunuz siz. Düzgün mükemmel tohumlarsınız. Dünya’ya, madde alemine saçıldınız, toprakla buluştunuz, filiz vermeye başladınız. Fırtına, rüzgar, kuraklık gibi dış etkenler sizin özünüzün ne güzel bir tohum olduğunu unutturdu.
Büyük bir mücadele başladı. Siz mücadele ettikçe dış etkenler daha da arttı. İsyan ettiniz. Neye, kime, niçin isyan ediyorsun? Bu oyunu sahneye koyan da, oynayan da, seyreden de sensin.
Halbuki, gelen fırtınanın senin bitkini nasıl güçlendirdiğini düşünsen, bir sonraki fırtına için daha hazırlıklı olmanı sağladığını düşünsen, sabırla o fırtınanın sana öğrettiği bilgiyi içine alsan, bir daha öyle bir fırtınayla karşılaşmazsın.
Karşınıza çıkan her engel sizin gelişiminiz içindir.
Karanlık Zannettiğin Aydınlık
Kim bilebilir senin içindeki zenginliği senden başka. Ararsın senin içindekini birinin söylemesini, sana yol göstermesini. Boşuna; bu zamanda böyle birini bulamazsın. Herkes kendi iç dünyasını anlamakla uğraşırken kimse kimseyle ilgilenemez. Siz beşer varlığınızla anlayamazsınız fakat hepiniz kalplerinizin derinliklerinde hissediyorsunuz, kum saatindeki kumların azaldığını.
Bilmeden, aradığınızın ne olduğunu bilmeden, istediğinizin ne olduğunu bilmeden aramak. Karanlıkta yolunu bulmak için bir ışık ararsın, küçücük bir ışık, yolunu aydınlatacak, bilmediğin, karanlık ama bir o kadar da muhteşem bir çekimin olduğu yolu aydınlatsın diye. Kimseyi arama sana fener tutması için; kalbine bak, bak nasıl ışıldıyor, pürüzsüz, kesiksiz bir ışık. Dikkat edersen, o ışığın önündeki yoldaki her zerreyi nasıl aydınlattığını görürsün.
Sır sensin. Senin kalp ışığının aydınlattığı gibi hiç bir beşer varlık senin yolunu aydınlatamaz. Her varlık kendi yolunu kendi aydınlatabilir. Yolun sonunu mu merak ettin, ne mi var? Teklik var, bir olmak var, sen varsın. Asıl senle buluşma var. Bunu kalbinin derinliklerinde hissediyorsun, bunun için sana zifiri karanlık gelse de, bu yolda yürümek istiyorsun. Onun için bir rehber arayıp duruyorsun…
Bu zamanda dünya realitesindeki varlıklar kendilerine rehberlik yapabilecek durumdadırlar. Sadece ilk kıvılcımı yakacak birilerine ihtiyaç duyabilirler.
Artık kalplerin dillenme zamanı geldi.
 
TIK

İçimdeki Tanrı

Erdoğan Aydın - Türkler Nasıl Müslümanlaştı

Bakınız


Türkler Nasıl Müslümanlaştı? | t2174a

 
Bu 70 yıl süren Türk-arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları ; 
 
1- 100.000’in üstünde Türk katledilmiştir.
 
2- 50.000’in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
 
3- Şehirler yağmalanmış , ganimet diye halkın herşeyi talan edilmiştir.
 
4- Tüm zenginlikler , tarihi eserler yokedilmiş , yakılmış , yıkılmıştır.
 
5- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamında” 40.000 Türkün kesilerek 24 km yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.( Tarihte örneği çok azdır.)
 
6- Aynı şekilde “Curcan Katliamında da esir alınan 40.000 Türk’ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş , cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
 
7- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman yerine getirilmemiş,”Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
 
8- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
 
9- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
 
10- Bu tarihi gerçekler “islam etkilenmesin” düşüncesiyle gizlenmekte , bahsedilmemektedir.Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir. Bundan da Araplar nasiplenmektedir.

Kaynak Kitap: ”TÜRKLER NASIL MÜSLÜMANLAŞTI ?”  Erdoğan Aydın
 

Sarı öküzün hikayesi

Eski zamanların birinde bir otlakta öküz sürüsü yaşarmış.Yaşarmış yaşamalarına ama civardaki aslanlar bir türlü rahat bırakmazlarmış onları. Hemen her gün saldırırlarmış bu sürüye. Öküz dediğin öyle yabana atılır bir hayvan değil ki, bir araya toplandılar mı kolayca defetmesini bilirlermiş o koca aslanları.
Gün geçtikçe aslanları almış bir kaygı. "Herhalde bize bu otlağı terk etmek düşüyor" demiş aslanlardan birisi. "Evet" diye tasdik etmiş diğerleri.
"Nereye gideriz" diye düşünürlerken "Bir dakika" diye bir ses duymuşlar gerilerden. Herkes dönüp bakmış sesin geldiği tarafa. Sürünün en çelimsiz, ama kurnaz mı kurnaz bir ferdi olan topal aslanmış söze atılan.
"Hayır" demiş, "Hiçbir yere gitmiyoruz. Siz bana bırakın, ben hallederim bu işi."
İnanmamış kimse ona ama "Haydi bir şans verelim ne çıkar" diye düşünmüşler.
Topal aslan elinde beyaz bayrak gitmiş öküzlerin yanına. Öküzlerin lideri olan boz öküz sormuş ne istediğini.
Topal aslan "Saygıdeğer öküz efendiler" diye başlamış lafa:
"Bugün buraya sizden özür dilemek için geldik. Evet size defalarca saldırdık, ama niye biliyor musunuz? Hep o sizin aranızdaki sarı öküz yüzünden... Onun rengi gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Onu gördük mü ne kadar barışsever olduğumuzu unutup size saldırıyoruz. Bunların hepsi sarı öküzün suçu. Verin onu bize, siz kurtulun biz de barış içinde yaşayalım!"
Boz öküz, diğer önde gelenlerle görüşmek üzere geri çekilmiş. Hepsi de sıcak bakmışlar bu teklife. Bir tek yaşlı benekli öküz "Olmaz" demiş ama kimseye dinletememiş sözünü.
Zavallı sarı öküz teslim edilmiş aslanlara. Diğerleri üzülmüşler üzülmesine ama elden ne gelir ki! Bütün sürünün selameti için bir öküz. Gerekliymiş bu.
Gerçekten de günlerce sürüye saldıran olmamış. Huzur içinde geçer olmuş günleri. Ama aslan milleti bu, ne kadar sabreder ki? Hele öküz etinin tadını aldıktan sonra."Acıktık !" demişler
Topal aslan boz öküzün yanına giderek "Selam !" diye girmiş söze:
"Gördünüz ya biz aslanlar ne denli uysal milletiz. Yalnız buraya bunu söylemek için gelmedim. Büyük bir problemimiz var!.."
"Nedir?" demiş boz öküz merakla.
"Şu sizin uzun kuyruklu öküz" demiş topal aslan ve devam etmiş:
"Öyle uzun bir kuyruğu var ki nereden baksak görünüyor. O kuyruğu salladıkça bizim de aklımız başımızdan gidiyor. Gözümüz dönüyor, sürüye saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Gelin verin onu bize bu mevzuyu burada kapatalım. Eskisi gibi barış ve huzur içinde iki taraf da hayatını sürdürsün."
Boz öküz yine istişare yapmış sürünün ulularıyla. Yine sadece benekli öküz olmuş karşı çıkan. Hepsi de "Verelim gitsin" demişler...
İstişare daha da kısa sürmüş bu defa. Dışlamışlar uzun kuyruğu sürüden.
Saatler sürmüş zavallının çırpınışları ama sonunda o da yenik düşmüş aslanlara.
Tekrar tekrar yinelenmiş bu olanlar. Her geçen gün daha da semirmiş aslanlar, alabildiğince güçlenmişler.
Öküzlerse her geçen gün daha da zayıflamışlar, seyreldikçe seyrelmişler.
Aslanlar küstahlaştıkça küstahlaşıyorlarmış. Artık bir sebep bile söyleme gereği duymuyorlarmış. "Verin bize şu öküzü sonra karışmayız" derlermiş sadece.
Zavallı öküzlerin "Hayır" diyebilecek güçleri kalmamış. Hepsi birer birer can veriyorlarmış aslanların pençesinde. Boz öküz de aralarında olmak üzere birkaçı kalmış en sona.
"Ne oldu bize, ne zaman kaybettik bu harbi aslanlara karşı, oysa ne kadar da güçlüydük?" diye sormuş biri boz öküze. "Biz" demiş boz öküz, gözleri nemli ve sesi pişmanlıkla titreyerek, "Sarı Öküz'ü verdiğimiz gün kaybettik bu kavgayı!."

Tezer Özlü - Yaşamın Ucuna Yolculuk

 
Anısına...
Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük.

Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar.

Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başldadığı an.

Birisinin teniyle yanyana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı. Ya da daha derin algılamak mı. Kendi varoluşum. Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu.

Yaşamın, daha doğrusu yaşamın ortasında, tüm özlemlerimin doyumsuz kaldığını nasıl da algılıyorum. Ama artık yorulmaksızın aramak yok. Aranan yaşantılar arandı.

Yaşandı. Bir kısmı gömüldü. Yeniden toprak oldu. (...) İnsan yaşamının mutlak en önemli olgusu sevilen bir insanı özlemek, istemek. Onun yanındayken de özlemek, istemek. Oysa yaşam genellikle insanın bir başına kalması. (...)

Her anı ölüdür.

Şimdi sen de bir ölüsün. Her zaman benimle birlikte olan, birlikte taşıdığım sözcüklerime dönmem gerek. Sözcüklerim olmadan o gökyüzüne nasıl dayanabilirim. O caddeye, o geceye, gecelere, uykuyla uyanıklık arasında öylesine yatıp uyuyamadığım için sinirlendiğim ve herşeyi düşünüp, kalkıp düşündüklerimi sözcüklere çeviremediğim gecelere.

Ya da uykunun ölümsü derinliğinde var oluşumuzun küçüklüğünü algıladığım gecelere Bu yaşama ancak beni içimde esen rüzgarları, içimde seven sevgileri, içimde ölen ölümü, içimden taşmak istiyen yaşamı, sözcüklere dönüştürebildiğim zaman ve sözcükler, o rüzgara, o ölüme, o sevgiye yaklaşabildiği zaman doluyor.
Başka hiçbir şey.

Sevgi, istenilen bir olguya aktarılır, aktarılabilir. Çeşitli anlara, çeşitli insanlara, çeşitli kentlere, caddelere, tepelere aktarılabilir. İnsan ne denli derin düşünebiliyorsa, sevgisi o denli derindir. O denli doyumsuzdur. Ve acısı da o denli büyük. Yaşam acısı.

Sen düşüncelerle yaşıyorsun, diğerleri gerçeklerle.

Öykü ve şiir yaratmak için doğmuş olanlar, aşık olmakla yetinemezler, çünkü aşkın sanatsal bir yapıtı oluşturacak entelektüel örgüsü yoktur. (...)

(...) Ondan, bu duygudan, bu istekten, içimizde yaşatma çabası gösterdiğimiz bu sevgi özleminden, özlemin biçimlendirdiği kişiden, düşüncelerimizin biçimlendirdiği derin bağlarda, bu duygular kendi dünyamızda, yalnızlığımızda kalsa da, bir rahatlık, bir kalıcılık, bir hoşnutluk akıyor. Susarken, yürürken, sigara içerken, bakarken, uyurken, severken, boşalırken.

Bu duyguyu yitirmediği sürece insanın bunalımı bile anlamlı. Duygular bir kişi olarak belirmese de. Ama insan bu duygularını, birinin tenine, bedenine aktarabilirse, bunu başardığı an yaşam inandırıcı oluyor.

İnsan hiç geçmesin istiyor varoluşu. Bu duyguyu yitirmemen gerek. İnsanda biçimlenmese de. Bu duygu beni yenen, içimde yaşayan ve ölen canlıyı yenen tek duygu.

Hiç durmadan dokuz saat araba kullandı. Kendi içine yönelik bir yolculukta. Kendi derinliklerine varmak istediğinde. Üstelik yirmi yaşının verdiği doldurulması olanaksız kaygının baskısı altında. (Ama kırık yaşında olan ben neden bitirmiyorum kendi içime olan yolculuğumu.)

Ama bitirme, bitirme. İnsan yirmi yaşında ya toplumun akılla bağdaşmayan düzenine girer ya da var olur. Uyum istemiyor, var olmak istiyor. Gidiyor. Sınırlarını zorluyor. Ben de gidiyorum. Henüz uyum duyacağım hiçbir şeyle karşılaşmadım.

(...) Oysa sevgiyi genelleştirebilmek için insanın kendisini tümüyle egemenliği altına alabilmesi gerek. Zaman zaman kendi kendimden çıktığımda, başlangıçtaki bir genç gibi bocalıyorum. Oysa ben, hiçbir zaman, hiçbir olgunun başlangıcında olmadım.

Her zaman, her başlangıç ve her son belliydi benim için. Yaşamı tıpkı, aynen Anadolu`nun sıkıcı küçük kentlerinde bulduğum biçimde avucuma ya da düşünceme ya da gözlerimin ufkuna aldım ve sonra kendi beğenime göre istediğim biçimi verdim bu önümden gelip geçen ya da benim önünden geçip gittiğim yaşam denen olguya. O durgun bunalım canlı oldu ve canlı olan durgun, bunalımlı.

Yeterince dolaştım dünyayı ve anladım ki her insan iyi ve herbiri diğeri ile eşdeğerde.

(...) Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, diriltiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz.

Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.

Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs yada tren istasyonuna, hangi havaalanına yada hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.

(...) rastlantılardan oluşan bir yaşamın yaşam olmadığını düşünüyorum. Ve kendime gerçekten rastlantılardan sıyrılıp sıyrılamadığımı soruyorum.