07 Ocak 2015

Charlie Chaplin " Hayat ön provası yapılmamış bir tiyatro gösterisidir. "

Aklım başımda olduğu için Tanrı'ya inanmıyorum.    

Ayna benim en iyi arkadaşımdır; çünkü ben ağladığımda o asla gülmez...
    
Beni anladıkları için, seni anlamadıkları için alkışlıyorlar.

    (Albert Einstein'a söylediği söz.)

    Benim hayatımdaki en büyük düşman zamandır.
 
    Gülüşlerim, acılarımı örtmeye çalışan acı işçilerdir.
 
    Bir kişiyi öldürürsen katil, milyonlarca kişiyi öldürürsen kahramansın.
 
    Dünya herkese yetecek büyüklükte. Onun için, başkasının yerini kapmaktansa, çalışarak gerçek yerinizi bulun.
 
    Genellikle insanlar sizi kritik edip sizinle alay etmek için her zaman bir eksiğinizi bulacak ve kimse sizi olduğunuz gibi kabul etmeye yanaşmayacaktır. Bunun için,doğru bildiğiniz şekilde yaşayın ve kalbinizin sizi yönlendirdiği yere gidin!
 
    Gün sonunda yapmadıklarınla değil yaptıklarınla yargılanırsın.
 
    Hayat dar alanda trajedi, geniş açıda komedidir.

    Hayat ön provası yapılmamış bir tiyatro gösterisidir. Bu, alkışı olmayan tiyatronun perdesi kapanmadan; gülün, şarkı söyleyin, dans edin, âşık olun... Hayatınızın her anını değerlendirin.

    İnsanlar ölmeyi bildikleri sürece özgürlük yok olmayacaktır. Hayatta beni mutsuz edebilecek en büyük şey, lükse alışmaktır.
    Gülümsemeden geçirdiğin hergün, kayıp bir gündür.
    Konuşursam beni sadece İngilizce bilenler anlayacak; ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir ve dünya İngiltere'den ibaret değil.
    Neden olmasın? Ne de olsa kendi malı.

    ("Tanrı ruhunu affetsin" diyen papaza cevabı.) Son sözleri

    Zaman en iyi yazardır. Her zaman mükemmel sonu yazar.

    Üzgünüm ama ben bir imparator olmak istemiyorum. Bu benim işim değil. Kimseyi yönetmek ya da fethetmek de istemiyorum. Herkese yardım etmek istiyorum.Yahudi, Yahudi olmayan, zenci, beyaz. Hepimiz başkalarına yardım etmeliyiz. İnsanlık böyle başlar. Biz birbirimizin mutluluğu için yaşamayı isteriz, kötülüğü için değil. Biz birbirimizin mutluluğu için yaşamayı isteriz, üzüntüsü için değil. Bu dünyada, herkes için yer vardır, yeryüzü zengindir ve bunu herkes paylaşabilir. Yaşam tarzımız özgürlük ve güzellik olmalıdır. Ama biz yolumuzu kaybettik. Açgözlülük insan ruhunu zehirledi, dünyayı nefretle kuşattı, bazıları bizi üzüntü içinde bıraktı. Hızlı geliştik ama bu sırada kendimize de zarar verdik. İstediklerimizi elde etmek için makineleri kullandık. Bilgimizi olumsuz, zekamızı sert ve kaba kullandık. Çok fazla düşündük ama çok az hissettik. Makinelerden çok, insanlığa ihtiyacımız var. Zekadan çok şefkat ve kibarlığa ihtiyacımız var. Bunlar olmadan yaşam şiddet dolu olur ve her şeyi kaybederiz.

    Uçaklar ve radyo bizi yakınlaştırıyor. Bu icatlar insanlığın erdemlerini etkileyecek ve insanlar arasındaki kardeşliği ve birliği geçekleştirebilecek. Şu anda bile sesim milyonlarca insana, milyonlarca umutsuz erkek, kadın ve çocuğa erişiyor. Sistemin kurbanlarına ve işkence çeken kişilere ve hapisteki masum insanlara. Beni duyanlara şunu söyleyeceğim, umutsuzluğa kapılmayın. Umutsuzluk şu an üzerimizde ama bunu da atlatacağız. İnsanlığın ilerlemesinden korkanlar ezilip gidecekler. İnsanlığın nefreti geçecek, diktatörler ölecek ve onların insanlardan aldığı güç insanlara geri dönecektir. Son insan ölene kadar özgürlük asla yok olmayacaktır.

    Askerler, kendinizi bu zebanilere teslim etmeyin. Sizi küçümseyen, sizleri köle yapan yaşamlarınızı sistematikleştiren, ne düşüneceğinizi, ne hissedeceğinizi, ne yapacağınızı söyleyen sizi terbiye eden, size koyun gibi davranıp, savaşa gönderen bu insanlara. Kendinizi makine kalpli, makine düşünceli, bu makine kalpli, makina adamlara teslim etmeyin. Sizler makine değilsiniz, sizler koyun değilsiniz, sizler insansınız. Kalbinizde insanlık sevgisine sahipsiniz. Sizler nefret etmezsiniz sadece hiç sevilmemiş olanlar nefret eder hiç sevilmemişlik doğal olmayandır. Sevgisiz ve nefret dolu olmayın. Askerler, kölelik için savaşmayın, özgürlük için savaşın!


Hayatı çok ciddiye almadım…
O da beni ciddiye almadı…
Yokmuşum gibi davrandı.
Olsun küskünlüğüm yok !
Zaten büyük hesapların adamı olmadım hiç !
Bir an sonrası belli olmayan hayatta
Uzun vadeli planlar yapmadım.
Her an bir yerlere gidecekmiş gibi
Valizimi hazır beklettim.
İkiyüzlüler maske takmamı istediler.
Bıyık altından gülenlerde oldu…
Olsun geceleyin yastığa başımı rahat koyuyorum ya,
Bu yeter bana !
Şöyle geriye dönüp mazime baktığım zaman,
Çok da kaybettiğim bir şey yok esasen...

Pınar Selek - Baldan Umut

Şimdi yeniden başlarken, sizlerle bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Lise yıllarında dinlediğim bir hikaye. Yürüttüğümüz özgürlük ve demokrasi mücadelesindeki duruşumuzla etkimiz ve başarımız arasındaki ilişkiyi bize sorgulatan bir hikaye. Beni çok etkilemişti. Tüm arkadaşlarıma anlattım. Bazıları biliyorlarmış. Gerçek olması muhtemel. Öyle diyorlar. Hatta anlatanlar adres bile gösteriyor.

Kısaca şöyle: Köyün birinde arıcılıkla uğraşan bir ailenin beş altı yaşlarındaki çocuğu yemeden içmeden kesilivermiş. Su ve bal dışında bir şeyin yüzüne bakmıyormuş. Ne ekmek, ne süt, ne şeker kesinlikle yemiyormuş. Ailenin, akrabaların, arkadaşların, tüm köy halkının çabaları işe yaramamış. Ufaklık balı parmaklıyor, başka hiçbir şeyi ağzına koymuyormuş. Gitikçe zayıflayan çocuğu doktor doktor, hoca hoca gezdirmişler. Büyülere, telkinlere götürmüşler. Para etmemiş. Çocuğun gözü baldan başka bir şey görmüyormuş. Tabii ağzı ve midesi de öyle...

Sonra bir gün bilen kişiler bir erenden övgüyle bahsetmişler. Her gün bir kapıya giden aile, iskelete dönen çocuğu alıp eren kişinin kapısına varmış. Yaşlı adam onları uzun uzun dinledikten sonra bir iç geçirmiş ve demiş ki:
- "Bilmiyorum, belki elimden bir şey gelir ama bana on gün müsaade etmeniz gerekir. Yine de size söz veremem. On gün sonra ne olur bilemem. Belki bir yardımım dokunur."
Ailenin tüm ısrarlarına rağmen yaşlı adam on gün sonra görüşmek üzere onları yolcu etmiş.

On gün boyunca çocuğu kapı kapı gezdiren, ufaklığın hiçbir telkin tınmayan sabit bakışlarını ve iyice güçsüzleşen bedenini umutsuzca izleyen aile, on gün sonra yaşlı adamın karşısına çıkmışlar. Yaşlı adam sabırsızlıkla kendisine bakan anneyle babanın elinden çocuğu tutup yanına çekmiş, ona şöyle bir bakmış:
- "Baldan başka şeyler de yeniyor, daha iyi oluyor..." demiş ve bir parça ekmek uzatmış. Çocuk da başını sallayıp ekmeği kemirmeye başlamış.

O günden sonra her şeyi yemeğe başlayan çocuğun ailesi bayram etmiş tabii. Ama babası bir yandan da büyük bir meraka düşmüş. "Bu dervişin söyledilerini bin kere başkaları da söyledi. Daha güzel, daha etkileyici laflar edenler de oldu. Ama çocuk niye bu adamı dinledi? İhtiyardaki keramet nedir? Dur hele... Belki işime yarar... İşin sırrını öğrenirsem herkese istediğim her şeyi yaptırırım" deyip yaşlı adamın peşine düşmüş. Onu görür görmez dolambaçlı yollardan sorusunu sormuş.

Derviş bu karmaşık laflar içindeki soruyu farkedince gülümsemiş. "Basit" demiş. "Ben de bal düşkünüyüm. Kulübenin arkasında iki kovan var. Bazı günler sadece bal yiyorum. Başka şey yemek hiç canım istemiyor. Zorunluluktan yiyorum. Siz çocuğu getirdiğinizde ağzımdan çıkan sözün sahibi olmak için on gün müsaade istedim ve on gün ağzıma bal koymadım. Zor oldu ama başardım. Gördüm ki baldan başka şeyler de yenirmiş. Bunu söyledim. Çocuk benim kendi söylediklerime yürekten inandığımı hissetti. Bu nedenle inandı" demiş ve keramet avcısı babanın gözlerine bakıp sözlerini şöyle bitirmiş: "Yürekten akan sözler yüreğe akar. Ağızdan çıkan sözler ise bir kulaktan girer bir kulaktan çıkar..."


Hikaye böyle bitiyor. Demokrasi, özgürlük, solculuk, devrimcilik, onur, ahlâk... Birçok kavramın sloganlaşıp ranta bulaştığı, ortalığı inançsızlık sardığı bir dönemde, bu hikayeyi hatırlamak bile bana güç veriyor. Umut veriyor...

Umarım herkese verir.