27 Şubat 2015

Amin Maalouf "Milliyetçiliğin birinci erdemi her sorun için bir çözümden çok bir sorumlu bulmak değil mi dir?"

Hayat başlar ve biter! Nasıl başlayıp nerede sona erdiği değil, ikisi arasına neler sığdırılabildiğin önemlidir.

    Beklediğim yarınlar dünde kaldı.


    Öyle bir an gelir ki tüm kararlar kötüdür; sorun, sonradan en az pişman olacağın kararı bulup seçmektir.


    Dünyaya uyanık gözle bakan kişi, yaşamın çürüyüp giden bir tohum olduğunu, gözler kuşkusuz... 


Yalnızca özgür bir ruh, üstünde mutsuzluktan başka bir şey bitmeyen çayırlardan vazgeçip, sonsuzluğun kokusunu içine doldurmayı bilir.

    Geçici bir mutluluk mu? Hepsi öyledir; bir hafta ya da otuz yıl da sürse, son gün geldiğinde aynı gözyaşı dökülür.


    Eğer insanların her zaman akıllarıyla hareket ettiklerini varsayarsak, dünyanın gidişatından hiçbir şey anlayamayız. Akılsızlık tarihin en güçlü ilkesidir.


    Eğer önündeki kapılar bir daha yüzüne kapanacak olursa, hayatının sona ermediğini düşün.. Sona eren şey yalnızca hayatlarının birincisidir ve diğeri başlamak üzere sabırsızlanmaktadır.. O zaman bir gemiye bin, seni bekleyen bir kent vardır.
 
    Zamanın iki yüzü var, dedi Hayyam kendi kendine. Zamanın iki boyutu var: Birisi uzunluğudur ki güneşin döngüsüyle ölçülür. Bir de zamanın derinliği var ki tutkuyla ölçülür.
    
Bedevi bir kadına bir gün en çok hangi çocuğunu sevdiğini sormuşlar. Kadın şöyle yanıt vermiş: ‘Hasta olanı iyileşene kadar, en küçüğünü büyüyene kadar, yolda olanı da eve dönene kadar.


  İnsanın kendi iç hesaplaşmalarıyla tamamen baş başa kalmak istediği anlar vardır ve o noktada en küçük bir dış müdahale bile saldırı gibi algılanır.

Her şey çürüdü: Arkadaşlık, aşk, adanmışlık, akrabalık, inanç, sadakat. Hatta ölüm. Evet, bugün ölüm bile bana kirlenmiş, bozulmuş gibi geliyor.