13 Nisan 2014

Unutma - Ayten Mutlu


erguvanlardan koru anılarını
gecikmiş bir yağmur gibi çözülüyorsa akşam
"içindeki şarkıyı" mırıldanan masada
geçmiş bir zamanı yanıtlıyorsa kalbin
ve ışıklar
ayın saklı yüzünde kırılıyorsa

soğuk bir ürperti gibi dolaşıyorsa
yangınlardan artakalan teninde
çırılçıplak bir kıvılcım
ırmakları koru göz yaşlarından

"bir belirip bir görünmez" olduysa hayat
düşlerinden koru yalnızlığını
balkonuna ansızın konuveren bir kuşun
balkonundan ansızın uçuveren bir kuşun
kostak kanatlarından
koru içindeki yorgun rüzgârı

ama "ağır bir su gibi" biriktirdiğin
baharlardan kalmış yabani bir erguvan
açıverdiyse ansızın
soğuk bir gecenin ortasına kurulmuş bir masada
"göğün altından geçmeyi" sakın unutma

Şarkılar - Oğuz Atay

DÜN, BUGÜN, YARIN
When I was a little child ,
Bir yokluktu Ankara.
Apres moi dull and wild
Town ne oldu, que sera?

İTHAF ve MUKADDİME

King Soloman Speare'di adının İncilcesi
Süleyman Kargı dosttur Türkçeye tercümesi
Hamlet için Horatio neyse öyleydi bana.
Kıbrıs dolaylarından göçmüş anavatana.
Yıkık bir sur üstüne büyük, cesur ve mağrur. 
 
Saplanmış bayrak gibi Ankara'da oturur.
Selim Işık tek ve Türk. Ve duygulu, amansız.
Sabırsız ve olumsuz, yaşantıda cansız
Sanılırdı; gerçekti, hayır gerçek değildi.
Tutunamayanların tarihine eğildi.
Kelime ve yalnızlık hayatın tadı tuzu
Kucaklamak isterdi ölümü ve sonsuzu.
BİRİNCİ ŞARKI
Dokuz yüz otuz altı. Tarih düşüldü. Niçin?
Doğumu önemlidir - yani kendisi için.
Buruşuk yüzler, bezler arasında bir canlı
Başpamağını emdi (yıkanmamış ve kanlı)
Cahildi, ne bilsin libidonun adını
Duymuştu belki belki aşkın kokusunu, tadını
Sonradan uzun olan yumuk parmaklarında.

İlk resminde beyazdı kundağı gibi yüzü.
Bir taşra konağında yaşadı ilk gündüzü.
Büyükanne, Osmanlı sabrıyla ağır ağır
Salıyor beşigini. Dede bunak ve sağır.
Gelin ürkek ve şaşkın, dede doksanı aşkın,
Gözlerinde kalmamış hiçbiri aşkın.
Ne zaman yemeğini yedigini bilmiyor.
gördügü karısı mı gelini mi bilmiyor.

Asırlık ayakları, evde bir hastalıktı
Geceleri dolaşan. Dalgın karnı acıktı;
Kalktı yer yatagından, iki ayaklı hüzün.
Selim'in beşigine uğradı, beyaz tülün
Altında yatan teni okşadı. Titrek elin
Tuttuğu son canlıydı. Snaki, " Mutfağa gelin!"
Diyen bir sese doğru yönelirken, bir ağrı
Saplandı. Ölü buldu onu sabah rüzgarı

İlk rüzgarın teriyle (bilincin eşiginde)
Islanarak uyandı; kıvrandı beşiginde
Kundagıyla büyük ve beyaz bir elma kurdu
Esirlik türküsünü bütün eve duyurdu.
Baba geniş yatakta döndü; yorganı kaptı;
Anne, meme vermenin sancısıyla haraptı.
İlk ve son kocasının, " Çocuga bak Müzeyyen!"
Mırıltısıyla kalktı kadın kokan yerinden.

Corridos adasında Permanlar arasında
Elinde kendi gibi kuru bir barracinda
Tutarak,i on ikinci derece bir denklemi
Kaygısız çözmesiyle, Ferrania Sandolem'i
İndirerek tahtından kadın saltanatına
Son veren Panton Hipyos ya da önce atına
Sonra kadına tapan Hun gibi Numan Işık
(oysa ilk yıllarında anneme nasıl aşık).
Uykulu gögüsleri-kim bilir ne kadar tazeydi.
İİpek geceliginin içinde sert ve diri
(mektuplarında Numan Bey, aşkını esli Türkçe
-evlenmeden elbette- anlatırmış anneme)
Kayarken karanlıkta, dede bir taş yıgını
Gibi, genç lohusanın acıttı ayağını.
Acı bir çığlık kesti Selimin nefesini
Belki o anda duydu korkunun ilk sesini.

Evin arka bahçesi otlar ve tahta perde.
Anılar başladı mı? Paslı bir kilim yerde,
koruyor dış dünyadan. İlk böcekler elinden
Kayıp geçiyor. Nine düşmüyor dilinden
Belirsiz anlamlarla uuytan ninnileri
Hu diyen dervişleri ürkünç ecinnileri.
Dandini ve dasdana, kov bostancı danayı
Yemesin lahanayı, yemesin lahanayı.

Bir yaşında kızamık, iki yaşında sıtma,
Yakaladı Selim'i. Yavtum terleme koşma!
Terli bir uyanıştan sonra tam üç yaşında
Dişti yatağa baygın. Ağlayarak başında
Kuran okur annesi; bir açılsa gözlerin.
Ne diyorsun Allahım duyulmuyor sözlerin.
Baba mırıldanıyor; Selim Işık, güzel şey!
Ağlıyor gürültüyle; hey rahmetli Numan Bey!

Kasabanın tek doktoru topal Muvakkar.
Muvakkar'ın tek gözü birazcık şehla bakar.
"Topal doktor kalksana, lambaları yaksana,
Selim elden gidiyor, çaresine baksana."
Muvakkar'ın gözüvarmış derler annemde
Babama severek varmış derler annem de.
O zaman kaç senesi; tıp bildiğiniz gibi.
Bütün umut Allahtan; hep bildiginiz gibi.

"Zatürreé. Geceyi atlatırsa ümit var.
Kışın olsa giderdi." (dışarıda ıslak bahar).
Birden gözünü açtı: karanlık pencereler,
Yağmur izleri. Selim, "Atatürk'ü gördüm,"der.
Taşrada yetişirken öğrendigi tek dildi
Türkçe, cahil Selim'in. Bu kadar diyebildi.
Oysa bilseydi (canım) biraz da Fransızca
"Voila Atatürk maman" derdi muhakkak orda.

Az gelişmiş babanın az gelişmiş tek oğlu ,
Şimdi hatırladımda gözlerim doldu.
Donuk aydınlıgında idare lambasının,
Üzerine eğilen gölgenin (babasının)
Varlığından habersiz, soluk bir ateş gibi
Küçüçük yatağında. Bir aydınlık belirdi:
"İşte güneş doğuyor. Kurtuldu, yaşayacak!"
Yamalı bir yıldızdı ilerde ışıyacak.

İzin ver Selim biraz, Hegel, Fichte diyelim,
Felsefeyle ilişkin bir de ekmek yiyelim
Böyle byurdu Kargı, thus spake King Solomon
Yerindedir bu yargı, evet haklı Platon,
Felsefeyi seviniz, fakat koparmayınız.
Demekle özetliyor: bu dünyada yalnızız.
Özür dilerim senden bu sutunda açıkça,
Çoçukluk günlerimde kapılmıştım çocukça.

Kelimenin anlamı: sevmek demek Yunanca.
Filo. Sofyayı sevmek oluyor Filosofya.
Hatırlarsın pasajda Lefter'in meyhanesi,
Servis yapar, şarkı söyler; biraz kısıktı sesi,
"O Sofya mu, Sofya mu. Sensiz içmek olur mu?"
Kır saçlı laternacı biraz mahsun dururdu,
'İn nino veritas'. Ders sofistlerden Duzikos,
Tarih felsefesinde, 'Armoniko Muzikos...'

"Gene sapıttın Selim. Seni kim durduracak?"
Söylemiştim Süleyman: ben başlamazsam ancak
Durdurulabilirim. Ayrıca fakir dilim
Bağlı hece vezniyle, taş kesildi sağ elim.
Hecenin çarmıhına çivilenmiş ellerim.
Kafiye tanrısına kurban oldum. Efendim?
"bir şarkının sonuna kadar sabredemedin."
Bundan kaybediyorum, böyle olduğum için.

Ne olur tutma artık beni hece vezniyle
Allahın, senin ve tüm sevenlerin izniyle
Çözülsün zincirlerim, tutulan kol çalışsın.
Bir espri uğruna harcatmayın, alışsın
Selim Işık insana. Söylesin şarkısını
Kesintisiz, acemi. Ey ölü ruh! kıyam et!
Beğendin mi Süleyman?"Beğenmedim devam et."

İKİNCİ ŞARKI

Orta Asya'daki pembe elipsin içinden
Çıkan kırmızı oklara binerek, Bozkurtlar (kanatlı) Çin'den
Nasıl uçmuşlarsa Tanca'ya kadar,
Ben de (altı yaşımda) dar
Ve yüksek çamurluklu tenezzühle (Ford T modeli) Ankara'ya ulaştım
Sağ salim. 'Yağmur Çayevi'nin önünde dolaştım
Uyuşan bacaklarımı oynatarak Ankara'nın toprağında.
Taşhan,
Bana dünyanın en büyük meydanı gibi geldi.
Gözüne güneş gelmesin diye elini
Siper eden Mehmetçik heykeli ne güzeldi.
Ve büstlerinden yalnız göğsüne kadar tanıdığım Atatürk
Kabartmalı ve yüksek
Bir mermerin üstüne çıkmış atıyla.
(Böylece tanışmış oldum heykel sanatıyla.)
Baba, oradaki kadın sırtında ne taşıyor?
"Bomba." Neden? "Türk yurdu topyekun savaşıyor."
Savaş cephede bitti (yirmi yıl önce).
Oysa, bir türlü bitmez okul kitaplarından ince
Sesimle okudugum
Şiirlerde (Zafer Bayramı münasebetiyle)."Oğlum,
Bu ne Şeker ne de Kurban Bayramı,"
Derken babam haklıydı,
30 Ağustos günü elini öperek ondan
Para istedigim zaman.
(Babama şiir okumayı bile düşünüyordum o sırada.)

Babam şiir sevmezdi. Evimize arada
Gelen Mimar Cemil Uluer yalnız şiir yazardı.
(Babam bu adama nedense kızardı.)
"Bir kere, mimar değil bu herif.."
Diye başladı mı, hafif
Üzülürdü annem. "Canım Numan Bey
-bey derdi babama- bu kadar şey olma (şey derdi annem sık sık).
Adamcagıza yazık."
Mimar Cemil şiir bina ederdi.
Kışlık kömürü bizim evden giderdi.
Müsteşar Namık Beyi ziyaretlerinde de arz-ı hürmetleriyle
Ve kimin okdugu belli olmayan hikmetleriyle
Dolu kitabını sunar; bir kat giyilmiş elbise alır (yazlık).
Şair ve mimar olmaktan vazgeçtim(yazık).

Sevmedim okulu önce,
'Öğretmenim' tutmadı yerini annemin (bence.)
Beni çingenelere vermek istemeseydi
Babam, bir dev anası gibi
Görünen öğretmenden kaçardım (ne iyi olurdu).
Korkuyu
Bahçedeki huysuz ve parlak kanatlı
Horoz tanıttı bana.
Bir de öğretmenim Rana.
"Kulağını çekerim. konuşma, terbiyesiz,
Yakarım ağzınızı. çişim geldi derseniz.
Kırarım notunuzu haylazlık ederseniz.
Yarına satır satır ezberlensin dersiniz."

Yorganı attım üzerimden o gece,
Çıplak ayakla taşlara bastım o gece. Kırk derece
Ateşim çıksın diye bekliyordum. Sakın
Göndermesin babam beni okula yarın,
Olur mu Allahım. -Allahım diye başlamışken
Dua edeyim hemen:
Babama, bana ve nineme
Ve apartmandaki Baha Beye, karısına ve oğluna
Ve mahalledekilere ve rahmetli dedem Hüsrev kuluna
Ve Ankara'dakilere ve Türkiye'dekilere
Ve dünyadaki bütün iyilere
Rahatlık ver.
Onların içinde (varsa eğer)
Hırsız, fena
Ve kötülük etmek için insana
Fırsat bekleyenlere
VE beni azarlayan kapıcımız Kamber'e
Ve beni bahçede korkutan horoza
Ve ezberimi bilmezsem ceza
Verecek öğretmene
Rahatlık verme.
(Ceza vermezse rahatlık ver.)

Yeter
Bu kadar. Allah kızar sonra çok istersen.
Yalnız unuttum; ne olur rahatlık versen
Galatasaray oyuncularına. Yarın
Maçları var da; yenilmesinler sakın.

"Bu çocuk ne olacak böyle. Müzeyyen? Yaramaz
Olsaydı pısırık olacagına. Hiç kimseyle konuşmaz
Sınıfta. Tek başına koşar durur bahçede. Onu
Eve kapatmak doğru mu?
Çalışkan fakat korkak." Annem üzüldü
Fakat belli etmedi. 'Öğretmenim' çok güldü
Çarpınça ağaca 'Affedersiniz'
Dediğimi anlatırken. Annem sözü kısa kesti: "Dersiniz
Başlayacak. Vaktini aldım Rana.
İnşallah büyüyünce lazım oşur vatana."
Olmadı kimseye lazım. Aranmadı
Aramayınca.
Okul boyunca
Ne futbol takımına alındı, ne sınıf mümessili olabildi.
Nedense bir yönüyle -belki de her yönüyle- saf kalabildi.
Yalnız bir korku kaldı kuşkuyla karışık;
Sonunda kötü bir şey olur korkusuyla yaşadı Selim Işık
Her olayı. Eski bir yara izi içinde sızladı, her eğilişinde
İnsanlara. Dünyaya bir daha gelişinde
Çocuk ve korkusuz yaşamak ister sürekli.
Büyümek, yalnız tutunanlara gerekli.
İkinci gelişinde çırıl çıplak dolaşacak
Kelimenin bütün anlamıyla çırıl çıplak

Hep birlikte (son sınıflar) toplandık arka bahçede.
"Çıktık açık alınla'yı söyledik bir agızdan
Müzik sınavıydı bu (toptan).
Herkes pekiyi aldı, imtihan iyi gitti
Son günüydü okulun, müjde ilkokul bitti.

Yaz sıcagında evde
Canı sıkılmasın ve
(Zararlı ilişkileri olmasın sokakta)
Kış günü
Eski hastalığının izlerini taşıyan göğsünü
Üşütmesin düşüncesiyle
Eve kapandığı zaman -yani okul dışındaki bütün saatlerde-
Divanda otururdu
Durmadan dergi okurdu.
(Siz 'libidonun Ölümü'
Filmini gördünüz mü?)
Binbir Roman, Yavrutürk,
Çocuk Haftası. "Büyük
Adam olacak." Misafirler saygıyla bakar yüzüme,
Sevgili büyüklerim: işte size bir manzume

Sabah erken kalkarım
Ne yüzümü yıkarım
Ne sokağa çıkarım.
Kışın soba yakarım
Yazın camdan bakarım
Hayattan yok çıkarım.

Öğlen olur yemek yerim
Fırçalanmaz hiç dişlerim
Acaba ne yapsam derim
Kovboy filmine giderim
Dönünce kızar pederim.

Akşam olur güneş batar
Babam hep anneme çatar
Cici çocuk erkenden yatar
Hayat sıkıcı ne kadar.

ÜÇÜNCÜ ŞARKI

Siz de benim gibi,
Günleri
Sevgiyle isteyerek
Değil de, takvimden yaprak koparır gibi gerçek
Bir sıkıntı ve nefretle yaşadınızsa, Ankara güneşi sizin de
Uyuşturmuşsa beyninizi. Ata'nın izinde
Gitmekten başka bir kavramı olmayan
Cumhuriyet çocugu olarak yayan,
Pis pis gezdinizse (o sıralarda adı Opera Meydanı olan)
Hergele Meydanı'nda bu sarı ve tozlu alan
İğrendirmediyse sizi,
Bir taşra çocugu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi,
Kaybettiniz (benim gibi)
Oysa,
Aynı Hergele Meydanı'nda
Gölgede on beş, güneşte yedi buçuga tıraş eden
Berberleri görmeden
Yalnız renkli yanını yaşadıysanız hayatın
Ve hergele ve beygir olduğunu duymadıysanız atın
Sakalı uzamış seyyar satıcılara kese kağıdı satmadınızsa,
İçinde aüt ve salebin olmadığı 'donduma kaymak'tan tatmadınızsa
(Aynı Hergele Meydan'ında)
Kazandınız. (Kimse yoktu -çirkinlikten başka- Selim'in yanında)
En bayağı ve en müstehcen
(Fakat fiyatı ehven)
Romanları kiralamak içingecesi beş kuruşa
Samanpazarı'na çıkan yokuşa
Değilde sağa sapın. Etiler'in at oynatmış oldugu Ankara'da
Hamalların gittiği Sümer sinemasıyla aynı sırada,
Pardayan, Pitigrilli ve Fantoma
Ve Hayber Kalesi ve Tahir ile Zühre bir arada
Yığılmış bir tezgahın üzerine. 'Geceleri Okumayınız'
Orhan Çakıroğlu'nun maceralarını.
Selim Işık, dünü bugünü yarını
İşte bu ortam içinde öldürdü.
Eksiklik duygusunun acısıyla güldürdü.
Ucuz düşüncelerindeki ucuz düzen, ucuz romanların ucuz yaşantısı
Ucuz huysuzlukların ucuz saplantısı
Ucuz ucuz ucuz ucuzdu.
Dalgın, sinirli, suskun huysuzdu.

Altımızda kalabalık bir aile otururdu.
Masasının üzerinde bir kuru kafa dururdu,
Ortanca oğulları tıp talebesi Saffet'in
(Sırıtan kabustu benim için.)
Ne olur şu kuru kafayı kaldırınız
Beni korkutmaya yok hakkınız
Herkes doktor olamaz ki,
Siz bana iyisi mi
Nazım'dan şiirler okuyun.
Hani şu 'Culus-u Humayun'
Diye sözlerini pek anlamadığım
Fakat mısralarının sesini sevdigim şiir,
Bir de 'Ölüme Dair'
Sonra da Liszt'in İkinci Macar Kampanasını
Ve Puccini'nin Tosca Operasını
(Canım, mandolinle çaldıgım arya)
Çalarsınız gramafonda.

Bir yumuşama gelir yüzüne
Kafatası durur gene
(Fakat bir tülbentle örtülü)
Caruso'nun eski plakta hırıltılı sesi duyulur yalnız
Sonra tıp talebesiyle kurşun asker oynarız.

Cranium fibula radius
Sacrum patella carpus
Nasıl ezberlenir Allahım
Arapça dua eden insanın Latince kemikleri?
Saffet kulun anatomiden çaktı,
Selim kulunla oynamayı bıraktı.
Alt katta bir kiracı daha: Ecmel Karakaş
Ve garı meşru karısı (yavaş
Söyle duymasınlar). Bana yüz vermiyor bahçede güzel kızı
(Oysa bahçede geçirdim bütün yazı)
Dut ağacına çıkıyor benden kaçarak,
"Sen de arkasından çıksana ahmak!"
Daha daha: pısırık, beceriksiz, korkak.

En üst katta, karrşımızda, Airf Beyin refikası
Laima Hanım ut çalardı (Sarahaten acaba söylesem darılmaz mı?)
İster taşrada ister İstanbul'da olsun
İster burnunuza mangal dumanı dolsun
İster merdiven sahanlıklarınızda
Kalorifer dairesinden gelen linyit kokusu,
Hepsinden daha kuvvetli ve etkilidir dokusu
İçinize işleyen 'alaturka'nın. Küçük yaşta içirilir yavaşça
Derinin altına (çiçek aşısı gibi). Arkadaşça
Sokulur okşayarak,
'Sine-i suzanımı' eder helak
Pek tesiri duyulmasada gündüz
(çünkü o saatlerde ya kahvede vakit öldürürüz,
Ya da paydos zilini bekleriz dairede)
Saat beş oldu mu, bin altı yüz kırk sekiz metrede
Ve bilmem kaç kilosıklda başladı mı yayına Türkiye Postaları,

Yatağında zevkle inletir hastaları
Hemen fasıl heyeti,
Duyulur dört bucagında yurdun. Akşam nöbeti
Tutan sınrdaki erden,
İki kere mars oldu üstüste diye, terden
Pantolonu iskemleye yapışan pişpirik İsmail'e kadar
Herkesin cigerine mikroplu havayla birlikte dolar.

Sırtı hafif kamburlaşmış ve dar göğüslü
Tamburlardan yavaşça yayılır havaya, akşamüstü.
Efendiyi ve uşagı birlikte mesteden
Makamdan makama ve besteden
Besteye geçerekten
"Tek tek ataraktan bade süzerekten"
'Çıkmam Allah etmesin meyhaneden'
Çıkmam korkusuyla alaturkasıyla beni kahreden
İçki Evinden, ölmeden önce.
Bence
Alyuvar, akyuvar, bir de alaturkadan mürekkeptir kanımız'
Dinlerken sıkılsada canımız,
Nasıl birşeydir (acaba güzel midir?)
Kim bilir.

Benim kanıma giren başka bir sanat:
Darülbedayi'de tuluat.
(Taşırım bugüne izlerini.)
Annem, ölü doğurduktan sonra ikizlerini,
Bana gebe kaldıgının yedinci ayında,
Tepebaşı'nda, tiyaronun salaş sarayında
(Darülbedayi'de) Hazım'ın 'Lüküs Hayat' oyunuda,
O kadar gülmüş, o kadar gülmüş ki, sonuda
Korkmuş, birşey olacak diye karnındaki Selim.
Oysa Selim, bildiginiz gibi, elim
Olmak isterken gülünç oldu bu sayede
Büyük bir inhiraf oldu gayede.

DÖRDÜNCÜ ŞARKI

Baharın son günleri; kömürlükler arasında
Çamaşır ipleriyle kesilen
Üç ağaclı bahçemizin yanındaki papatyalı arsaya bitişik
Sert kaldırımlı ve yokuşu dik
Yolda, ayakkabılarımın burnunu
Çarpmamaya çalışarak sekiyorum.(Becermek mümkün değil bunu.)
Bir satıcı eşeğinin küfeleriyle sığmadıgı dar
Boğazı aşıyorum
Ve servi ağaçlarıyal kasvet
Ve daha birtakım ağır duygular veren
Küçük meydana ulaşıyorum.
Burada duvarı yıkık
Bir mezarlık ve içinde bir türbe,
(Yıllar sonra gördügüm Karacaahmet Mezarlık Bankasının -tövbe de-
Yanında küçük bir hesap sayılırdı.)
Türbenin parmaklıklarına düğümlenmiş çaputları.
Sudan çıkarılmış bir ölünün parmaklarına takılı
Yosunlar gibi görürdüm. Ve duvarın önündeki kara çalı,
Bana ölümün taştanlığını anlatan bir hocaydı kara sakallı.
Çarpık mezar taşları arasında,
Ölülerin besledigi çimenlerin ortasında
Türbedeki taş tabutlar kadar
Kayıtsızsca uzanmış çocuklar.
(Korkuları yaşları kadar)

Oysa,
Saffet Ağabeylerdeki ortanca hizmetçi Güldüm Abla,
Anlatırken ne biçimde gidilir cehenneme
Ve bakarken namaz kılan anneme
Bir eksiklik duyardım ölümün icaplarına dair
İçimde. Şair
Ve mimar Cemil Uluer, buruşuk derisi ve dişsiz ağzıyla
Gülsüm Abla daher akşam vaazıyla
Korkuturdı beni. Hayattayken sağ elle burun silmenin
ve öldükten sonra kıyamette,
(Cehennemde veya cennette)
Her kılında bir mızıka bulunan Deccal'in eşeğini bilmenin
Günah olduğunu öğremiştim.
Zavallı Selim, zavallı Selim,:
Kendi kendimi yerdim
Ne yapmalı, ne yapmalı, diye
Oysa küçük hizmetçileri Hediye.
Boş verip bütün cezalara,
Hazreti Yusuf'un kuyuya çektigi ezalara,
Adem'in buğday ağacından memnu meyveyi
Yemesine -yoksa elma ağacı mıydı?-
Kıyamet günü yanlışlıkla çevirince başını
Mızıkalıı eşeğin sesine, nasıl yanılacagına, kaşını
Fazla almanın da ayrıca günah olduğuna,
Sağ ellle temizlenen bütün pisliklerin cehennemde
Boğazına dolduğuna
Yüzünü çok yıkayan kadının
Bu nedenle alnının yazısını okuyan kadının
Başına gelenlere
Aldırmazdı. Şu karşıki apartmandaki Helen'lere
Kaçarak dudaklarını boyardı.
Benimse çok daha ciddi niyetlerim vardı.

Türbenin hemen yanında, gene dar bir sokakta,
Kerpiç bir evde, fakir arkadaşım Sabri'yle, sıcakta,
Ter ve yıkanmış kilim kokan odasında konuşuyoruz.
Pencereden giren güneş sefaleti keskinleştiriyor.Temmuz
Ayının bitkinliği ve ölüm korkusu
Kelimeleri ağırlaştırırken, terimi siliyorum
Dinsel bir korkuyla. Daha. 'Eüzü minşşeytanıracim'i bilmiyorum
Başlamak için duaya. Sabri bir din adamının yavaş
Hareketlerini taklit ediyor. Bende saygılı bir telaş,
Namaz surelerini ezberlemekle geçiriyoruz
Bizi ölüme yaklaştıran zamanı. Yıl bin dokuz yüz kırk dokuz.

Ankara'nın bütün küçük kubbeli camilerini
Ve kararmış kiremitli mescitlerini dolaştık.'İnna ateyni
Kelkevser, Fesalli lirabbike ... hüvel ebter.'
Körpe dizlerde derman biter
Yatsı namazında, yanlış mırıldanılan kelimeler sırasında
Palabıyıklı, sakallı ve yırtık çoraplı cemaat arasında
Dini bütün iki Türk çocuğu yatar kalkar.
Sürekli (kendine amansız.) İlahiler, dualar...
Allahım peşinde
Yirmi bin fersah. Temmuz güneşinde, ağustos güneşinde,
Kirli şadırvanların çamurlu taşlarına
Uzatırlar ayaklarını yalnız başlarına.
Tozlu ayakları çamurlaştıran sular,
Avuç içinden bileklere, dirseklere kayar.
Hangi elimle yıkayacaktım hangi kulagımı?
Ne tarafa dönecektim "Selamlasana sağını!"
Pabuçları çalarlar mı dersin Sabri?
Duydun mu gazetedeki haberi
Pabuç hırsızlarına dair ?
"Haydi Selim, herkesle brlikte çevir
Sola başını." Neden Sabri bu ilahiyi öğretmedi bana?
Hiö olmazsa biraz dudaklarını oynatsana!
Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu.
Öğle namazında güneş yakar Allah deyu deyu.
Geç katıldı bu kervana, Allahım yakındır sana,
Bir o yana bir bu yana, bakar Allah deyu deyu.
Burası Allah yapısı, açılsın cennet kapısı,
Bu imtihansa hepisi çakar Allah deyu deyu.
Bu kervanda herkes yaya, rastlanmaz beye, ağaya,
İnsan aklını duaya, takar Allah deyu deyu.
Dualar bağlı toprağa, düşünce saplı batağa,
Gene camiden çıkar sokağa Allah deyu deyu.

Selim Işık yaz dindarı, yetti ona bu kadarı
Cemaat kışın ne yapar, bilmez artık o kadarı
Hacı Bayram Camisi'nin çevresindeki küçük evlerden birinde.
Yeni bir rüzgar esti (Olumsuzluk rüzgarı). Yokluk Tanrısını emrinde.
Yeni bir savaşa katıldı bütün kavgaların yedek neferi Selim
(Ben neyim, ne değilim?)

Herkes mutlu ve sorumsuz
Herkes olumlu, ben olumsuz.
Yaşıtlarım artık uzun pantolon giymenin
bağımsızlıgını yaşarken
Okulun paydos ziliyle hemen sokaga taşarken
Yıkıcı fikirleriyle aklımın ince örgüsünü karıştıran
Otuz üç yaşında benimle söz yarıştıran
Nihat Ağabeyin yanında işim neydi?
Gene böyle yıldızlı ve ılık bir geceydi
Kardeşim Süleyman; "Hiç, ama hiçbirşey yapmadık," derken
Karşımda, bardak bardak koyu çay ve paket paket ucuz sigara içerken
Çırpınıyordum: Dumlupınar, Sakarya
İstanbul'un fethi, Kosova
Birden başını kaldırıp gülümseyiverdi
Kara bıyıklarının arasından ışıyan beyaz dişleri
Bütün inançlarımı eritti.
Anlıyorsun, bilinç, inanç, bugünün sözcükleri
O, şuur ve tahripten bahsederdi.
Bunca Türk büyüğünün -bir kitaba göre elli kadardı-
Kazandığı bütün savaşları kaybettim orada,
(Ahşap evin beyaz perdeli odasında)
Ne Mohaç, ne Mercidabık, ne yeni, ne sabık
Zaferlerimiz dayanamadı. Yalnız kromda ve güreşte birinciydik artık.
Eski kahramanlklardan başka
İleri sürecek neyimiz kalmıştı dokuz yüz kırk dokuzda.
Selim Işık yenilmişti, bitmişti.
Neyse tam o sırada , Marşal Amca yetişti.

BEŞİNCİ ŞARKI

Ttunanmayanların destanıdır bu şarkı
Dostum Süleyman Kargı.
Eller boşta kalıyor, tutnamıyorlar toprağa
Anlatamıyorlar anlatılamayanı.
Anlatmak gerek: Düşman sarmış heryanı
Oysa, mesela Selim Işık
Anlatmadan anlaşılmaya aşık.
Böyle adama
(Darılma ama)
Yaklaşmaz hiçbir güzellik,
Doğduğu günden bu yana kalbinde bir delik,
Almak için bütün sızıları içine.
Her zaman utanmıştır başkalrı yerine.
Elim varmıyor yazmaya, inmeyelim derine.
Taş devri, Sabri devri, Nihat devri, Tunç devri
Aşık oldu -söyleyemez- utanç devri.
Hep utandı hayatı boyunca,
(Annesi yıkamak için soyunca)
Sınıfta birinci olduğu gün, eve geç kaldım, diye üzüldü.
Canı sıklıdı güldü, kalbi incindi güldü.
Allahı ya da ona engel olan gizli kuvvetleri
Hiçbir zaman kızdırmak istemedi.
Küçük pazarlıklar yaptığı,
Camide korkarak taptığı
Zamanlarda sürdürdü bu uzlaşımcı varlığı.
Annesinin yün fanilasına taktıgı nazarlığı
Çıkaramadı yıllar boyunca. İlk defa domuz eti yerken
Arkadaşlarını ısrarlarıyla geneleve giderken,
Hep ONUNLA (O kimdi?) bozmamaya çalıştı arayı,
İki gün oruç bile tuttu bir Ramazan ayı.
(Sapı silik ve tutuk bir tabancaydı.)
Bir gün ölürse, ona vatan bir mezarlık yer verecek.
Oturdu bir destan yazdı; kendini yerecek.
Sazını ve cesaretini aldı eline (bütün cesareti,
Daha kötü bir şeyler olması korkusundadır).
Canını dişine takarak,
Yazılmış eski destanlara bakarak,
Sözü uzattı durdu.
İşte şöyle buyurdu:
Numanoğlu Selim derler adımız
Gürültüye geldi her feryadımız
Nedense tamamdır itikadımız
Dikilen her kumaş bol gelir bize

Çocukken güneşin tadını bilmedik
Büyüdük kadının tadını bilmedik
Bizi anlayacak kadın bilmedik
Sevgisiz bir hayat çöl gelir bize

Bize öğretilen her söze kandık
'Yasaktır' 'Memnudur' dendi, inandık
Hep 'Girilmez' levhasına aldandık
Bu tutulan, yanlış yol gelir bize

Benim cefalı yarim kafamdır
Divanda düşünmek bütün safamdır
Mülkiyet benimçün büyük evhamdır
Senin olanları nideyim gayrı

Dostun vefalısı bütün isteğim
Kız peşinde olan dostu nideyim
Her an yaşamalıyım kendi gerçeğim
Kendi içimdeki indeyim gayrı

Dostlar dedi: bu can bizden değildir
Düşman kırdı, oysa buzdan değildir
Çare yok dünyadan gideyim gayrı

Bana ilham getirdin
(Hem de yaktın bitirdin)
Ey! Elesius dağlarından esen rüzgar
Kıssamız burada biter
Bu kadar.

Çokluk senindir - Turgut Uyar

 
özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir

suya giden bir adam mesela omuzunu eğri tutsa
güneş su ve adamın omzundaki eğrilik senindir

ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir

kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir

bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin soyunun bıraktığı güçler artık senindir

çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir.

Kelimeler - Özdemir Asaf

Yarıda kalmış aşklarının hesapları içinde
Denizlere açıldı içimizden biri
Niçin gittiğini söylemeden.
Doyulmamış arzularla doluydu yelkenleri.
Yıpranmış kelimelerin verdiği güvenden.
Bulacak sanıyordu yenilikleri.
Her an bir yeni su vardı,
Her yeni suda bir yeni an.
Deniz, dalgalarıyla gösteriyordu dışından
Yaşananla düşünülenler arasındaki farkı.
Bitmeyordu köpüklerle renkler
Bir başka damlada, bir başka ışıkta başlamadan.
Gözlerinin önünde bir oyun,ardında bir oyun.
Dışında ne varsa yeni, ne varsa gerçek.
Yeni manzaralarla gelen yeni duygular
Hani, eski keLimelerle olmasa
İnsanın ömrünce devam edecek.
Gözlerin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
Anladı, ölmekle yaşamanın birleştiği noktada
Yeni rüzgârlarla esen yeni korkulara
Yeniliklerini bağışlamayan kelimelerin
Nasıl düşman sığınaklar halinde direndiğini.
Anladı, bütün olmuşlarla olanların
Ve bütün olacakların
O kelimelerin içinde
Kendisine varmadan eskidiğini

Haydar Ergülen

Cümle
Cümleyi nereye kuralım, sokaklar hayli eski,
yenisi fazla evlerin odalarından geçtim, cümle
kapıları bile yok! Balkonu kursak da önce
yükseğe çıkarsak cümleyi, temiz bir dize
çıkmaz ya kirli bir cümleden:Balkon, evlerin yeni
hayvanı güneşe çıkaralım onu, cümleyi de
sokağa salalım ki sıyrılsın bütün imalardan
cümlemize sayıklayan o hayvan! Güneşe,
yağmura çıkmayışımızın sebebi o da,bulutlu
oluşumuz cümlenin tabiatından, göğe erken mi
bakmışız gönlümüzde bir ima battı, bir ima
doğdu bundan: İki kelimeyi olsun kavuşturamadık
birbirine, toplasan toplasan bir kasaba bile
etmeyen bu sıkıntıda cümle nasıl kurulsun
şemsin kamere gölgesi sayılan şu ikindiye!
"Cemil cümle bir sofrada" diyemedik ki daha,
kim ki aşk çarpıştırır biz kırılırız diyemeden
daha cümlemiz evlerde kırıldı da kurtuldu dilden
hayvan, balkon kurtuldu imadan, şu kibirli evleri de
haydin aşka kuralım da biz çekelim cümle derdini

Aşk olsun sana Tanrım, aşka kur cümlemizi.
 
Adam
-idil'e-
O şehre davrandığın gibi davran bana da
O şehre gittiğin gibi bana da git uçarak
bana da in, bana da kon ve el salla geride
bıraktığına: Elveda benim küçük adamım!
ufacıktan bir şehri nasıl adam ettinse,
Sevdinse adam gibi, beni de o şehir gibi
sev! Korkma sakın, adam etmez aşk beni,
geç benden, benim de köprülerim var,
aşkı seyret oradan, dalgın günüm geçiyor,
benim de gecelerim var, danset, eteklerin
fırdönsün, sen bana dön, bana eşlik et,
benim de sabahlarım var, uyanmaya ne saat,
ne telefon, ne kapı: bisikletin zilini
dizlerini kanatan bir deli kız çalsın yeter ki!
Benim de parklarım var, uzanıver salkımsaçak
üstüme, dalımdan tut, benim de yapraklarım var
güneşli gövdene müjde eli kulağında bahar,
benim de şiirlerim var, aşk konulu, senin
o şehri sevmene benziyor, seni sevmeye
benziyor adamakıllı serserin olana kadar

Bir şehri kıskanıyorum, benim böyle neyim var?

Orhan Veli Kanık - Kısa şiirler

İnsanlar
Ne kadar severim o insanları!
O insanları ki, renkli, silik
Dünyasında çıkartmaların
Tavuklar, tavşanlar ve köpeklerle beraber
Yaşayan insanlara benzer.

Sol Elim
Sarhoş oldum da
Seni hatırladım yine;
Sol elim,
Acemi elim,
Zavallı elim!

Gölgem

Bıktım usandım sürüklemekten onu,
Senelerdir, ayaklarımın ucunda;
Bu dünyada biraz da yaşayalım,
O tek başına, 
Ben tek başıma.

Gözlerim
 Gözlerim,
Gözlerim nerde?
Şeytan aldı, götürdü;
Satamadan getirdi.
Gözlerim,
Gözlerim nerde?

Dağ Başı
 Dağ başındasın;
Derdin günün hasretlik;
Akşam olmuş,
Güneş batmış,
İçmeyip de ne haltedeceksin?

Derdim Başka
 Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Bademler çiçek açtıysa?
Ucunda ölüm yok ya.
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten
Güneşle gelecek ölümden?
Ben ki her nisan bir yaş daha genç,
Her bahar biraz daha âşığım;
Korkar mıyım?
Ah, dostum, derdim başka...

İstanbul İçin
 Nisan
İmkansız şey
Şiir yazmak,
Aşıksan eğer;
Ve yazmamak,
Aylardan nisansa.
Arzular ve Hâtıralar
Arzular başka şey,
Hâtıralar başka.
Güneşi görmeyen şehirde,
Söyle, nasıl yaşanır?
Böcekler
Düşünme,
Arzu et sade!
Bak, böcekler de öyle yapıyor.
Dâvet
Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın.

Ne Kadar Güzel
Çayın rengi ne kadar güzel,
Sabah sabah,
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!

Kuşlar Yalan Söyler
İnanma, ceketim, inanma
Kuşların söylediklerine;
Benim mahrem-i esrarım sensin.
İnanma, kuşlar bu yalanı
Her bahar söyler.
İnanma, ceketim, inanma!

Bir Duyma da Gör
 Bir duyma da gürültüsünü
Dallarda çıtıradayarak açılan fıstıkların,
Gör bak ne oluyorsun.
Bir duyma da gör şu yağan yağmuru;
Çalan şanı, konuşan insanı.
Bir duyma da kokusunu yosunların,
İstakozun, karidesin,
Denizden esen rüzgârın...

İçinde
Denizlerimiz var, güneş içinde;
Ağaçlarımız var, yaprak içinde;
Sabah akşam gider gider geliriz,
Denizlerimizle ağaçlarımız arasında,
Yokluk içinde.

Pırpırlı Şiir
 Uyandım baktım ki bir sabah,
Güneş vurmuş içime;
Kuşlara, yapraklara dönmüşüm,
Pır pır eder durur, bahar rüzgârında.
Kuşlara, yapraklara dönmüşüm;
Cümle âzâm isyanda;
Kuşlara, yapraklara dönmüşüm;
Kuşlara,
Yapraklara.

Işık Bahçeleri - Amin Maalouf

Gerçek çok şey isteyen bir sevgilidir, hiçbir ihaneti kabul etmez, bütün hıncın ona yönelik, yaşamının bütün anları ona aittir.
Sofuların tekdüze dünyasında yalnızlıktan başka sığınak var mıdır?

Şu dünya üzerindedaha hafif ol, bastırmadan yürü, sert hareketlerden kaçın,ne ağaçları öldür ne çiçekleri!Toprağı işliyormuş gibi yap ama onu yaralama, okşamakla yetin.Başkaları avaz avaz bağırırken dudaklarını kıpırdat ama bağırma...
 
Gerçekte çoğunluk yoktur.Bir sürü adam dört mevsim boyunca en saçma şeylere inanır, sayıları inandıklarını haklı gösterir mi?

Dünya bilgelerden vazgeçmişse,bilgeler de dünyayı terkederler.O Zaman dünya yalnız kalır ve yalnızlığın acısını çeker...

Yaşam bir borçlar zinciri , bir hesaplaşma dizisidir.Borç alçakça veya soyluca ödenebilir ama mutlaka ödenmesi gerekir.

En katı müminde bile kuşku vardır ve en koyu inançsızlıkta itiraf edilmemiş bir umut!Ahiret ile karşılaştıklarında insanlar sadece rollerini yaparlar , ortak inançları bedenlerindeki yorgunlukta yazılıdır .Bundan sonra gelen katlanmadır.

Başkalarına yol gösterecek olanlar, her gece, her zenginliğe veda etmeli, üzerlerindeki giysiden başka bir şeyleri olmamalı, ertesi günün yiyeceğini bile taşımamalıdır. Bilgeler, din tüccarı sahte sofulardan ancak böyle ayırt edilebilirler.

Yenilgi Günlüğü - Turgut Uyar

Pazartesi
benim adımı bağışla

"sabah uyandırıldığında pazartesiydi
bunu iyice bildi, ağzı çirişli
yersiz, ürkek, yeni yaratılmış gibi

yenilmenin tohumunu taşır her pazartesi
çünkü yoktur dağların ve yaratılışın öncesi
insan uzatır ellerini bir perdeyi çeker

ve pazarsızlık kişiyi şaşkın eder
siner buğular gibi düşüncemize
her şeyin en haklısı en incesi

beklemek bir tepenin mutluluğunu
bir acının yakıp geçmesini beklemek..."

benim adımı bağışla
ben iklimler coğrafyasının ta kendisi
sanırım suyum başkalarınca ısıtılır
pazartesi

aldım pazartesi akşamı bir okka sucuk
öncesiz ve beceriksiz geldim odama.


Salı

birden karışmış gördüm
-karışmış olduğunu gördüm-
otobüs duraklarıyla reklam levhalarının
tutunduğum bir sarmaşık değildi
bir kayıştı otobüste

vakit akşamdı. ikinci gün
vakit akşamdı.
birden bazı yerlerde ışıklar yandı
ayrıldım.
eve döndüm
evi buldum.


Çarşamba

hiçbir şeye hazırlıklı değildik
oyunlar oynandı, gökler kapandı, yenildik

O zaman şehre çıktım bir elimde fırça
kim varsa gelsin artık yeniden oynayalım
hızım bir araba dolusu aşk gibidir
gölün rengiyle asfaltı karıştırıp
kızım, ne varsa hep yeniden boyayalım.

üçüncü gün. yorgun
ev aklımda. gitmeyi unuttum.


Perşembe

yersiz bir hamaratlı, bir görev duygusu
bir sarı lale kadar makbulse
akşamüstü bir kadına sunulan

çaresizlik değil yenilgi. (sonradan övülecek)
herkesin içinde yürekle buluştuğu bir yerdi

durduk ve yenilgiden umutlandık
başkaları başka şeyleri seçtiler
seçsinler

çarşamba günü sanki her şeyimiz tamdı
motorlar sirenler gidip gelişler
koyduğunu koyduğun yerde buluşlar
belki güzel bir takım şeyler
ama artık vakit akşamdı.

perşembe.
bir uzun ses bekledim. oturmadım
sabahı bekledim. cumayı


Cuma

ne söylenebilir! tam çağıydı, olağandık
sabahlarda süzgündük, ancak akşamlarda vardık

ne söylenebilir! her şey düzeliyor sandık
odalarda çok geniş alanlarda dardık

ne söylenebilir! tam çağıydı. belki aldandık
otlarla yeşerdik, güllerle sarardık

gücüm tazelenmedi, suratım eski. yırtık.
her şeyleri bıraktım, geniş kıyılara dadandım.
aik diye geceleri çözümledim. aldandım.


Cumartesi

yarın pazar
yarınki pazarların sessizliği


Pazartesi

kanatır akışını akarsuların çıplak şimdiki
başarılmamış bir geçmişten arta kalan şaşkınlık
şimdiki çıplak. yarı aydınlanmış bir duvardaki.
bir yenilgiden çıkarılmış bir deney. bir yaşlılık
soluğunu ağartırdı bir altın damlanın

seven, saygı duyan, yaslanan sana
mermerden yanılan, pelikülden, insan onurundan
mermere yenilen, peliküle, insan onuruna
seçim sandıklarından otuzüç dönülü plaklara
yenile yenile şaşkın, şimdiki çıplak
bir yaşlılık
ağartır soluğunu bir altın damarının
yenile yenile şaşkın
arta arta kendi diline aktardığı
sıkıntısına

"kutsal yenilgi!.. şimdiki.
o'na bağımsızlığını hatırlatıyorsun şimdi
her şeye yeniden başlamanın
kanattıkça"
 

Bertrand Russell - Mutluluk Yolu

 

Bir kimseye başarıyı sağladıktan sonra bununla ne yapacağı öğretilmedikçe, başarının can sıkıntısına yol açması önlenemez..


Birinci Bölüm
MUTSUZLUĞUN NEDENLERİ

1. İnsanlar Neden Mutsuz Olurlar
İş vakti kalabalığında; endişe, aşırı bir dikkat toplanması, hazımsızlık, mücadeleden başka her şeye karşı ilgi noksanlığı, eğlenip gülme gücünden yoksunluk, öbür insanları fark etmeme ile karşılaşırız. İçkiyle sevginin, ne şeye açılan kapı kapılar olduğuna inanılır, onun için hemen ayaküstü sarhoş olunarak, eğlence arkadaşlarının nefretleri fark edilmemeğe çalışılır. Alkolün mutsuz insanlar üzerindeki etkisi, ayıkken baskı altında tuttukları günahkârlık duygusunu serbest bırakmaktır. Ben bu tür mutsuzluğun daha çok, hatalı dünya görüşlerinden, hatalı ahlak kurallarından, yanlış yaşama alışkanlıklarından ileri geldiğine inanıyorum; çünkü bütün bu yanlışlıklar, insan ya da hayvan mutluluğunun temeli olan şeylere karşı beslenen doğal heves ve iştahın sönmesine yol açarlar. Şimdi ise hayattan zevk alıyorum. Bu da, kısmen, hayatta en çok arzu ettiğim şeylerin neler olduğunu keşfetmiş ve birçoğunu ağır ağır ele geçirmiş olmamdandır. Kısmen de istediğim bazı şeyleri, örneğin bir şey hakkında şüphe götürmez bir bilgi sahibi olmak gibi, elde edilmesi imkânsız şeyler olarak bir yana bırakabilmemdedir. Ama çok büyük ölçüde, durmadan kendimi düşünme huyumdan vazgeçişim sayesindedir. İnsanın kendi kendisiyle ilgilenmesi ise, aksine olarak, hiçbir vakit verimli uğraşıya yol açmaz. Mutluluğa kavuşmanın tek yolu; dış dünya ile ilgilenmektir. Yalnız kendisiyle ilgilenen bir kimse hayran olunmağa değer bir kimse değildir ve hayran da olunmaz. Kibir belirli bir noktadan sonra işten alınan zevki öldürür ve bunun sonucu olarak da, bir umursamazlığa ve can sıkıntısına yol açar. Kendini beğenmenin kaynağı, çoğu durumlarda, çekingenlik ve sıkılganlıktır; kurtuluş çaresi ise kişinin kendisine karşı olan saygının artmasıdır. İnsan mutsuz olunca, herhangi bir gönül doyumu aramak yerine, unutma ve eğlence peşine düşer. Kendisini zevke verir. Yani, daha hafif yaşamakla, hayatı çekilebilir hale getirmek ister.
2. Lord Byron Mutsuzluğu
Mantık, mutluluğa ambargo konmasına karşıdır. Lord Byron bir şiirinde, Ve akıllılık nedir bilmek, delilik ve çılgınlık nedir bilmek için yanıp tutuştum; anladım ki bu bile ruh tedirginliği. Zira çok bilmede çok dert var ve bilgiyi arttıran üzüntüyü arttırır. Hayat ateşiyle iki elimi de ısıttım O sönüyor, ben de veda ya hazırım.
3. Rekabet
Ellerindeki ile yaşamak, onlara düşman karşısında birliğini bırakıp kaçmak gibi utanç verici gelir. İş adamının dini ve ünüyse, çok para kazanmasını gerektirir. Ben kendi payıma, paranın güvenlik içinde özgürlük sağlamasını dilerim. Başarı mutluluğun sadece bir unsurudur ve eğer bütün öbür unsuların feda edilmesi pahasına elde edilmişse, çok pahalıya mal olmuş demektir. Bir kimseye başarı sağladıktan sonra, bununla ne yapacağı öğretilmedikçe, başarının can sıkıntısına yol açması önlenemez. Hayat görüşleri, çocuk yapmayı önemsiz kılacak derecede mutluluklarının azalmasına yol açan kimseler, biyolojik bakımdan soyları son bulmaya hüküm giymiş kimselerdir. Hastalığın tedavisi; amacı bakımından ölçülü bir hayatta, makul ve sakin zevklerin rolünü kabul etmekle mümkündür.
4. Can Sıkıntısı ve Heyecan
Can sıkıntısına yol açan etkenlerden biri; şimdiki durum ile engel olunamaz şekilde hayalinde canlanan, geçmiş hatıralar arasındaki aykırılıktır. Can sıkıntısı için başka bir ortam da, kişi yeteneklerinin tam olarak kullanılamadığı durumlardır. Can sıkıntısı aslında bir olaylar özlemidir, hem de yalnız hoşa gidecek olaylar değil bunalım kurbanının bir günü öbüründen ayırt etmesine yardım edecek herhangi bir olay özlemidir. Can sıkıntısının aksi ise, haz değil heyecandır. Büyük başarılar, devamlı çalışmalarla elde edilebilir; hem de öylesine meşgul edici bir çalışma ki, insanda yorucu eğlencelere dalmak için enerji bırakmaz. Bir çocuk, tıpkı bir filiz gibi, en iyi şekilde, yeri de ğiştirilmemekle gelişir. Mutlu bir yaşama, büyük ölçüde, sakin bir yaşama ile mümkündür; çünkü gerçek hoşnutluk, ancak sakin bir atmosferde gelişebilir.
5. Yorgunluk
Yorgunluk yaratan sebeplerden biri de sürekli yabancılarla karşılaşmamızdır. İnsanların çoğu, düşüncelerine egemen olma işinde pek yetersizdir. Akıllı insan, dertleri üzerinde, gerektiği zaman düşünür; başka zamanlarda ise başka şeyler düşünür; gece hiçbir şey düşünmez. Düzenli çalışan bir beyin de, herhangi bir problemle, gerektiği zaman, yeterince uğraşır; her an ve yetersizce uğraşmaz. Kararsızlık kadar yorucu ve boşuna bir şey yoktur. Üzüntüye sebep olan şeyin önemsizliğini fark etmek suretiyle, birçok endişeler ortadan kaldırılabilir. Düşünce ve umutlarını, benliğinin üstünde bir şeye yöneltebilen bir kimse, dünyanın alelade dertlerinde, tam anlamıyla bencil kimse için mümkün olmayan bir huzur bulabilir. Bugünkü ya şamda yorgunluğun önemli olan tipi, duygusal yorgunluktur. Duygusal yorgunluğun kötülüğü ise dinlenmeye engel oluşudur. Her olayda sinir bozukluğunun sebebi iş değil, duygusal tedirginliktir. Her şeyi zamanında düşünmek önemlidir. Bilinçaltının büyük bir kısmı, geçmişin, yüksek derecede bilinçli, duygusal düşüncelerinin dibe gömülmüş olmasından meydana gelmiştir. Endişe bir korku şeklidir; korkunun bütün şekilleri ise yorgunluk doğurur. Her çeşit korku; korkuyla yüz yüze gelmekten sakınma sonucu, daha beter artar. Her çeşit korku karşısında yapılacak en doğru iş; bu korku üzerinde, mantıklı ve sakin olarak, ama büyük bir dikkat toplanmasıyla düşünmek; korku ve konusunu her yönüyle
tanıyıncaya değin düşünmektir. Erkekte olsun, kadında olsun cesaretin her cinsi, tıpkı askerin fiziksel cesareti gibi hayranlıkla karşılanmalıdır. Cesaret arttıkça endişe azalacak ve böylece yorgunluk da hafifleyecektir. Sinir yorgunluğunun en kötü özelliklerinden biri de, bu yorgunluğun kişi ile dünya arasına, bir perde gibi gerilmesidir.

6. Kıskançlık
Endişeden sonra mutsuzlu ğun en büyük sebeplerinden biri de kıskançlıktır. Kıskançlık demokrasinin temelidir (Herakleitos) . Demokratik teorilere hareket enerjisi veren tutku da, kıskançlık tutkusudur. Alelade insan yaradılışının özellikleri içinde kıskançlık en fenasıdır; fesat kimse, yalnız kötülük yapmakla kalmaz, bu kıskançlığı yüzünden kendisi de mutsuz olur. İyi ki, insan yaradılışında bu duyguyu etkisiz kılacak başka bir duygu, hayranlık duygusu vardır. İnsanoğlunun mutluluğunu artırmak isteyen kimseler, kıskançlığı azaltıp, hayranlığı artırmaya bakmalıdırlar. Kişi kıskançlık duygularının sebeplerini anlamakla, kıskançlığın tedavisi yolunda büyük bir adım atmış olur. Her zaman kıyaslamalar yaparak düşünme alışkanlığı, çok kötü bir alışkanlıktır. Hoş bir şey olunca, bu hoş şeyin sonuna değin zevkini çıkarmalı; başka bir kimsenin elde ettiği kadar hoş olmadığına bakmamalıdır. Gereğinden fazla alçak gönüllüğün, kıskançlıkla büyük bir ilgisi vardır. Bu yüzden kıskançlığa, kıskançlık yoluyla mutsuzluğa ve kötü niyetliliğe çok eğilimli olurlar. Ulaşmamıza imkân olmadığına inandığımız bir iyi talihe kıskançlık duymayız. Kıskançlığı azaltma yollarından biri de, yorgunluğu azaltmak ve içgüdüyü doyurucu bir yaşama sağlamaktır.
7. Günah Duygusu
Ergin yaş mutsuzluklarının en önemli psikolojik sebeplerinden biri budur. Bir kimsenin vicdanı sızladığı zaman, gerçekte ne olmaktadır? Vicdan kelimesi birçok değişik duyguları kaplar; bunların en basitiyse, sırrımızın keşfedilmesi korkusudur. Bu duyguya çok yakından bağlı bir duygu da sürüden kovulma korkusudur. Akla uygun bir ahlak kuralına göre; kendimize ya da başkalarına sonradan açı çektirmemek şartı ile bir kimseye zevk vermek, hatta kendimize zevk vermek iyi bir şeydir. Bizim sözde ahlakımız, din adamları ile zihnen köleleştirilmiş kadınlarca düzenlenmiştir. Günah duygusunda aşağılık bir şey, bir kendi kendine saygı noksanlığı vardır. Kendine karşı saygısını yitirmekten de hiç kimseye bir iyilik gelmez. Anlayışlı ve hoş görür olmak, dengeli ve kendine güvenir olmanın sonucudur. Bir insan, mantığa uygun olarak nelere inandığını iyice kararlaştırmalı ve ne derece küçük olursa olsun, mantığa uymayan kanılarla savaşmalı, onların etkisi altına girmemelidir. Nefret ve kıskançlığı en az dereceye indirme çaresini bulmak, hiç şüphesiz mantıksal psikolojinin ödevlerinden biridir. Zihnin en çok işlediği ve pek az şeylerin unutulduğu anlarda, en büyük hazlar duyulur. Gerçekten doyurucu olan bir mutluluksa, bütün ye teneklerimizin tam olarak kullanılması ve içinde yaşadığımız dünyanın hiç eksiksiz anlaşılmasıyla birlikte gider.
8. İşkence Saplantısı
Tecrübeli insanlar, herkesten kötülük gördü ğünü söyleyenlerden kuşkulanır. Herkesin bize tekme attığını düşündüğümüz sürece mutlu olmamız pek mümkün değildir. Kendileri herkes hakkında nasıl dedikodu ediyorsa, herkesin de kendileri hakkında dedikodu etmekte olduğunu hiç akıllarına getirmemektedirler. Bu davranış, aşırı dereceye vardırıldığında, işkence saplantısına yol açabilir. Hiç kimse, mükemmel olmayı beklememeli, ya da böyle olmadığı için fazla üzülmemelidir. İşkence saplantısının kökü, kendi meziyetlerimizi olduklarından büyük görmemizdir. Sık sık karşılaşılan başka bir işkence saplantılı kurbanı da, istemedikleri halde insanlara her zaman iyilik eden ve onlardan hiçbir minnettarlık görmeyince de şaşıp dehşete düşen hayırsever tiptir. Hükmetme aşkı sinsidir, birçok kılıklara girer ve çoğu zaman başkalarına karşı iyi davranışımızdan aldığımız zevkin kaynağıdır. Kişisel rahatını bir yana bırakıp, kendisini politika alanına atılmaya iteleyen yüksek ve soylu amaçlarına ulaşma yolunda ilerleyerek bütün iktidarı eline almış bulunan devlet adamı, kendisine karşı dönen halkın nankörlüğüne şaşar kalır. Bu örnekler bize dört gerçeği göstermektedir ki, bunların yeterince anlaşılması işkence saplantısına karşı korunmayı sağlar. 1) Davran ışlarınızın asıl sebepleri, size göründükleri kadar özgecil değildir. 2) Kendi meziyetlerinizi gözünüzde büyütmeyiniz. 3) Kendinize karşı ilgi duyduğunuz kadar başkalarından ilgi beklemeyiniz. 4) İnsanların çoğu, durmadan size işkence yapmayı isteyecek kadar sizi düşünemezler. Bütün vaktini başkalarının karnını doyurmaya harcayıp da kendini beslemeyi unutan kişi yok olur. Bu yüzden, kişinin haz duyduğu için yemek yemesi, sadece halkın iyiliği uğruna sofraya oturmasından daha yararlıdır. Hiç kimseden, yaşama tarzını başka bir kimse uğruna temelden değiştirip bozması beklenmemelidir. Gerçek ne kadar tatsız olursa olsun, yüz yüze gelinmeli, alışılmalı ve yaşayışımız ona uydurulmaya çalışılmalıdır.
9. Halk Oyu Korkusu
Yaşayış tarzları ve dünya görüşleri, kendileriyle toplumsal bağlar kurdukları ve özellikle birlikte yaşadıkları kimselerce iyi karşılanmayan pek az kimse mutlu olabilir. Hemen herkes için mutluluğun şartı, çevrenin kendisinden hoşnut olmasıdır. Halk kendi düşüncesine aykırı davranandan çok, halkoyundan korkana karşı zorbalık eder. Gelenekçi kimseler, geleneklere aykırı davranışlara kızarlar, çünkü bunu kendilerine karşı yapılmış sayarlar. Toplumun gelenekleriyle uyuşamayan kimseler alıngan, tedirgin ve huysuz olma eğilimindedir. Çevrenin budala, peşin hükümlü ya da insafsız olduğu durumlarda, onunla uyuşmazlık içinde bulunmak bir meziyettir. Gençlerin dilekleri, yaşlılarca saygıyla karşılanmak gerekirse de, yaşlı arzularının geçlerce saygıyla karşılanması doğru değildir. Deneyimlilerin ileri süreceği fikirler, mesleğe yeni başlayanlarca daima saygıyla karşılanmalıdır. Kural olarak, bir insanın açlık ve cezaevine düşmeyecek kadar halkoyuna saygı göstermesi gerekir; bundan fazlası, zorbalık karşısında gönüllü olarak boyun eğmek demektir ve birçok şekillerde kişinin mutluluğunu zedeleyebilir. Ben sadece insanlar doğal olmalı ve anti sosyal olmamak koşulu ile içten gelen zevklerine uymalıdır demek istiyorum. Aynı zevk ve düşünceden olan insanların birbiriyle bağlantılar kurmasıyla da mutluluk artar. Halkoyu korkusu, her türlü korku gibi, ezici ve gelişmeyi engelleyicidir. Mutlu olabilmemiz için, yaşayış tarzımızın derin iç tepkilerimizden doğması ve tesadüfen komşu, hatta akrabamız olmuş kimselerin rasgele zevk ve isteklerine bağlı olmaması gerekir. Hoşgörürlüğün arttırılması için en iyi yol ise, gerçek mutluluğun tadını çıkaran kimselerin çoğaltılması ve böylece en büyük zevkleri insan kardeşlerine acı çektirmek olan kişilerin sayıca azaltılmasıdır.
İkinci Bölüm

MUTLULUĞUN KAYNAKLARI
1. Mutluluk Hala Mümkün müdür?

Birçok dereceleri olmakla birlikte mutluluk iki türlüdür. Yani bunlar birbirlerinden, düpedüz ve hayali, maddi ve manevi, ya da duygusal ve mantıki olarak ayrılabilirler. İki türlü mutluluk arasındaki farkı açıklamanın belki de en basit yolu: Birisinin herkes için, öbürünün ise yalnız okuyup yazabilenler için mümkün olduğu söylemektir. Öğrenimden ileri gelen fark ise, sadece hazların elde edilmesi için girişilecek faaliyetlerde görülür. Her ne kadar hiçbir işe atılamayacak derecede kendini küçük görmek doğru de ğilse de, kendini fazla beğenmişlikte doğru değildir. Bugünkü toplumun yüksek öğrenimli kişileri arasında en çok mutlu olanlar bilim adamlarıdır. Basit heyecanlar herhangi bir engelle karşılaşmadığı için de karışık heyecanlara ihtiyaç hissetmezler. Yaşamaları durup dinlenmeden insanoğullarının şüpheciliğini yenip kendilerini kabul ettirmek için savaşmayı gerektiren insanlardan pek azı gerçekten mutlu olabilir; bu da ancak, küçük bir dost topluluğu içine kapanıp, dışarıdaki soğukluğu unutabilmekle mümkündür. Güçsüz olmadıkları, konfor içinde bulunmadıkları için de, her şeye burun kıvırıcı değil, ya reformcu, ya da devrimci olurlar. Çalışma zevki, belirli derecede bir ustalığa ulaşmış ve herkesten alkış beklemeksizin ustalığını işe uygulamaktan gönül sağlayabilen herkese açıktır. Orta bir insanın mutlu olabilmesi için, dostluk ve dayanışmaya ihtiyacı vardır; bunlar ise, endüstri yaşamında, ekip biçme yaşamından çok daha kolaylıkla elde edilebilir. Bir davaya inanmak, birçok kimseler için mutluluk kaynağıdır. Başkalarına kötülüğü dokunmayan her eğlence değerlidir. Bir şeye düşkünlük ve ikinci meslek uğraşıları, birçok hallerde, temel mutluluğun kaynağı olmayabilir; ama katı gerçekten kurtuluşun ve katlanılması güç acıları o an için unutuşun bir yoludur. Temelli mutluluk her şeyden çok, insanlara ve şeylere karşı dostça ilgi duymaya dayanır. Kişilere karşı beslenen dostça ilgi, bir sevme şeklidir. Karşılık beklemek, çoğu zaman mutsuzluğa yol açar. İnsanları incelemeyi sevmek, onların her birindeki özelliklerden hoşlanmak; üzerinde egemenlik kurmaya ve hayranlıklarını kazanmağa çalışmadan zevk duymalarına yol açacak şekil de gösterilen ilgidir ki, kişiyi mutlu eder. Başkalarına kar şı içtenlikle bu şekilde davranan kimse, onlar için bir mutluluk kaynağı olur ve kendisi de iyilikle karşılık görür. Başkalarını eğlendiren davranışlar onu eğlendirir. Ödev duygusu, iş için yararlıdır, ama kişi ilişkilerinde kırıcı olur. İnsanlar, kendilerine sabırla
katlanılmayı değil, sevilmeyi isterler. Kişisel mutluluğun bütün kaynaklarından belki en
büyüğü, kendini zorlamadan, içten geldiği gibi birçok kimselerden hoşlanmaktır. Bize dost değil, düşman olan şeylere karşı da ilgi duymak mümkündür. Dünya geniş, yeteneklerimiz ise sınırlıdır. Mutluluğun sırrı şudur: İlgilerinizi alabildiğine genişletiniz; sizi ilgilendiren insan ve şeylere karşı tepkilerinizin düşmanca değil, alabildiğine dostça olmasına bakınız.

2. Heves ve Hoşnutsuzluk
Bu kısımda mutlu bir insanın en genel ve belirli özelliğinden, yani hevesli ve hoşnut oluşundan söz edilecektir. Açlığın besinle ilgisi neyse, hoşnutluğun yaşamayla ilgisi odur. Yemek yerken canı sıkılan kimse, Byron mutsuzluğu kurbanının karşılığıdır. Ödev duygusuyla besin alan hasta, dünya zevklerinden elini eteğini çekmiş kimseye; obursa, zevk düşkününe benzer. Bence her hoşnutsuzluk bir hastalıktır. Bir insan ne kadar çok şeye karşı ilgi duyarsa, o kadar mutluluk imkânına kavuşur ve o derece az kaderin insafına bağlı olur; çünkü bu ilgilerden birini yitirecek olsa, öbürüne dönebilir. Hayat her şeye karşı ilgi beslenemeyecek kadar kısadır, ama günlerimizi dolduracak kadar çok şeyle ilgilenmemiz iyi olur . Olaylar ancak onlara karşı ilgi duyarsak tecrübelerimiz olur, yani bizi ilgilendirmiyorlarsa, onlardan hiçbir şey elde etmiyoruz demektir. İnsanlar başkalarına karşı besledikleri duygularda birbirine ne kadar benzemezse, onlar hakkında öğrendikleri şeyler de o derece değişiktir. Mutlu bir yaşamda, değişik faaliyetler arasında bir denge vardır ve hiçbir faaliyet, diğerlerini imkânsızlaştıracak dar derecede ileri götürülemez. Tek tek bütün zevk ve isteklerimiz, hayatın genel çerçevesine uygun olmalıdır. Bunların birer mutluluk kaynağı olabilmeleri için sağlıkla, sevdiklerimizin duygu ve beğenileri ile içinde yaşadığımız toplumun değer ölçüleriyle uzlaşır olmaları gerekir. Herhangi bir tutkunun ızdırap kaynağı olmaması, bazı sınırlayıcı etkenlerin çerçevesini aşmamasına bağlıdır. Be etkenler: Sağlık, insanın yeteneklerine tümüyle sahip olması, ihtiyaçları karşılamaya yeter bir gelir, toplumsal ödevlerden en önemli olanları, örneğin kişinin ailesine karşı ödevleri gibi etkenlerdir. Eski Yunanlıların ölçülü olma sözü, bu durumların hepsini kaplamaktadır. Bir tek zeki, öbür zevklerinin zararına aşırı dereceleri bulan kimsenin, genel olarak kökü derinlerde bir tedirginliği vardır; bu kimse bir umacıdan kaçınmak istemektedir. İçki düşkünü için bu durum aşikârdır, yani insanlar unutmak amacı ile içerler. Elde edilmek istenen amaç; zevk değil, unutmaktır. Uygar toplumda hevesin yitirilmesi, büyük ölçüde, yaşayışımızın gerektirdiği özgürlüklerin kısılmasından ileri gelir. Uygar kişi, hayatın her anında içtepi kısıntıları ile sınırlıdır. Ne var ki, kendiliğinden uyanan içtepileri epeyce kısıtlamadan da uygar bir toplum meydana gelemez; çünkü kendiliğinden uyanan içtepiler, ancak en basit şekildeki toplumsal işbirliğine yol açabilir, modern ekonomik düzenin gerektirdiği oldukça karışık şekillerine yetmezler. Bazı kimseler, uygar hayatın engellerine rağmen, heves ve hoşnutluklarını sürdürebilmektedir; birçokları da, eğer enerjilerinin büyük bir kısmını sömüren psikolojik iç uyuşmazlıkları olmasaydı aynı şeyi yapabilirlerdi. Heves ve hoşnutluk, insanın işi için yeterli olan enerjiden daha fazlasını gerektirir, bu da psikolojik mekanizmanın düzenli işlemesine ihtiyaç gösterir. Kadınlarda heves ve hoşnutluk, ağırbaşlılığın yanlış yorumlanması yüzünden büyük ölçüde engellenmektedir. Kadınların erkeklere açıkça ilgi duyması, ya da herkesin içinde fazla canlılık göstermesi doğru sayılmaz. Hayatta pasif ve çekingen olmayı öğretmenin, heves ve hoşnutluk duygusunu körleteceği açıktır. Erkekler için olduğu gibi, kadınlar için de mutluluk ve iyiliğin sırrı, heves ve hoşnutluk duygusuna sahip olmaktır.
3. Sevgi
Hoşnutsuzluk ile heves kırıklığının başlıca sebeplerinden biri, insanın sevilmediği duygusuna kapılmasıdır. Bunun aksine olarak, seviliyorum duygusu da, heves ve hoşnutluğu her şeyden çok arttıran bir duygudur. Sevilmediğini sana kimse, değişik davranışlarda bulunur. Sevilmek için büyük çabalar harcar; örneğin, görülmemiş iyilikler yapabilir. İyiliğin asıl sebebi, iyilik görenlerce kolayca anlaşılır. Hiç aklına getirmez ki, satın almaya kalkıştığı sevginin değeri, kendisinin yaptığı maddi fedakârlığın çok üstündedir. Hayatı güvenle karşılayanlar, güvensizlikle karşılayanlardan çok daha mutludurlar. Üstelik her durumda olmasa bile, büyük bir çoğunlukla güven duygusu bir adama, başkalarının düşecek olduğu tehlikelerden sakınmasında yardımcı olur. Ama genel hayat güvenci, insanoğlunun ihtiyacı olan, uygun bir sevgi görmesi ile meydana gelir. Güven duygusunu, sevmek değil, sevilmek doğurur; ama bu duygu en çok karşılıklı sevgiyle meydana gelir. Ana baba sevgisinden yoksun kalan bir ço cuk, korku ve kendi kendine ac ıma duyguları içinde pısırıklaşıp çekingenleşir ve artık dünyaya neşeli bir görüp öğrenme isteği ile bakamaz. İlk zamanlar melankolik olurlar; sonunda ise herhangi bir felsefe ya da inançtan medet uman, içe kapanık kimseler halini alırlar. Çekingen öğrenci, kitaplığın dört duvarı içinde güven bulur. Eğer kendisini dış âlemin da aynı şekilde düzenli olduğuna inandırabilirse, sokağa çıkmak zorunda kaldığı zaman da hemen hemen buna benzer bir güven duyar. Eğer bu kişi daha fazla sevilmiş olsaydı, gerçek dünyadan daha az korkar ve gerçek dünya yerine, ideal bir dünya yaratmak zorunluluğunu duymazdı. Buna rağmen her sevgi, insanı gözü pek ve serüvenci yapmaz. Gösterilen sevgi çekingen değil, güçlü olmalıdır; sevilenin güvenliğini ihmal etmemekle birlikte, güvenliğinden daha çok mükemmelliğini isteyen bir sevgi olmalıdır. Sevilenin korkularını uyandırmaktan beklenen şey, ona daha fazla egemen olmaktır. Erkeklerin ürkek kadınlardan hoşlanma sebeplerinden biri de budur, çünkü korunan kimseye egemen olunur. Güçlü ve serüvenci bir kimse, zarar görmeden, oldukça büyük endişelere dayanabilir, ama ürkek kimselerin endişe yoluna sapmamaları gerekir. Erkeklerin kadınları dış görünüşlerine bakarak sevmelerine karşılık; kadınlar erkekleri karakterleri için sevme eğilimini gösterirler. Sevmek iki türlüdür; birisi yaşama karşı duyulan istek ve hevesin belki en büyük ifadesi; öbürü ise, korku ifadesidir. Bu iki türlü sevginin birincisini, kişi ancak güvenlik içindeyken, ya da en azından kişi kendisini kuşatan tehlikelere aldırış etmiyorsa duyabilir; ikincisi ise, tam tersine güvensizlik içinde bulunm aktan ileri gelir Güvensizliğin doğurduğu sevgi, öbüründen çok daha öznel ve bencildir; çünkü sevilen kimse, sahip olduğu gerçek nitelikleri için değil; işe yaradığı için değerli görülmektedir. Çünkü bu sevgi, korku ise kötüdür ve çünkü sevginin böylesi bencil bir sevgidir. En iyi sevgi, insanın eski mutsuzluklarından kaçmak için değil de, yeni mutluluklara kavuşma umuduyla beslediği sevgidir. Oldukça yaygın bir sevgi daha vardır ki; bunda biri öbürünün bütün canlılığını emer, onun verebileceği her şeyi sömürür, karşılık olarak ise hemen hemen hiçbir şey vermez. Böyle insanlar, başkalarını kendi amaçları için bir basamak olarak kullanırlar, hiçbir zaman insanları kendilerine amaç edinmezler. Yalnız birbirine iyilik etmek için değil, bundan daha çok ortak bir iyilik için iki insanın birbirine karşı gerçekten ilgi duyması anlamı ile sevgi, mutluluğun en önemli unsurlarından biridir ve benliği bu şekilde bir açılıp yayılmaya olanak vermeyecek derecede kalın duvarlarla çevrili bir kimse, işinde ne kadar başarılı olursa olsun, hayatta çok şey yitiriyor demektir. Fazla güçlü bir benlik, kişiyi bağlayan bir zincirdir. Sevilmek hiçbir zaman yetmez; görülen sevgi, gösterilecek olan sevgiye yol açmalıdır. İnsanlar yanılmış olmak korkusu ile hayranlık göstermekte yavaş davranırlar. Gerçek değerli cinsel ilişkiler, tarafların kendilerini tutmadıkları ve kişiliklerini birbirine katıp ortak bir kişilik yarattıkları ilişkilerdir. Tedbirin bütün çeşitleri arasında gerçek mutluluğa en fazla engel olanı, aşkta tedbirdir.
4. Aile
Geçmişten zamanımıza değin sürüp gelmiş kurumlar içinde aile kadar bozulmuş ve yoldan çıkmış olanı yoktur. Ana babaların çocuklara, çocukların ana babalara karşı sevgisi, mutluluğun en büyük kaynaklarından biri olabilir; ama bugün gerçek şudur ki, ana babalar ile çocuklar arasındaki ilişkiler, onda dokuz bir çoğunlukla her iki taraf için, yüzde doksan bir çoğunlukla da taraflardan birisi için mutsuzluk kaynağıdır. Ev kadınları sırf bu gibi gerekli işleri yapmaları yüzünden kocalarının gözünde usandırıcı, çocuklarının gözünde ise baş belası durumuna düşerler. Kadın aile içinde ödevlerini yerine getirmesi yüzünden aile fertlerinin sevgisini yitirmiştir; oysa bunları ihmal edip de neşe ve güzelliğini sürdürseydi, belki hala sevilmekte olurdu. Bütün bu dertlerin başı paraya dayanır ve aynı derecede önemli başka bir tedirginlik daha vardır ki, onun da sebebi ekonomiktir. Gelecek çağlara damgasını vuracak derecede büyük ve göz kamaştırıcı işler başarma yeteneğinde olan bir kimse, bu duygusunu işiyle karşılayabilir; ama üstün yetenekleri olmayan erkek ve kadınlar için, çocuklarında yaşamak umudundan başka çıkar yol yoktur. İki insan arasındaki ilişkinin iyi sayılabilmesi için, her ikisini de hoşnut etmesi gerektiğine inanıyoruz. Büyüğün kararsızlığı ve kendine güvensizliği kadar çocuğun zihninde endişe yaratan hiçbir şey yoktur.
5. İş
Çoğu insanlar vakitlerini kendi dilediklerince geçirmede özgür bırakıldıkları zaman, yapmaya değecek kadar zevkli bir şey bulmakta güçlük çekerler. Boş vakitleri akıllıca doldurabilmek, uygarlığın son basamağıdır ve bugün çok az kimse bu basamağa ulaşmıştır. Olağanüstü üstünlük sahibi kimseler dışında, insanların çoğu, emirler sert olmamak koşulu ile kendilerine günün her saatinde ne yapacaklarını bildirilmesinden hoşlanır. İş en başta can sıkıntısını önleme bakımından gereklidir. İş ne kadar sıkıcı olursa olsun, dünya çapında ya da kendi çevresinde kişiye ün sağladıkça katlanabilir bir durum alır. İşi ilgi çekici yapan iki unsurdan birincisi ustalık göstermeye, ikincisi de yapıcılığa olanak vermesidir. Gerekli ustalığın değişik olması, ya da sonsuz bir ilerleme imkânı bulunması koşulu ile ustalık isteyen bütün işler zevk vericidir. En iyi işin insanı mutlu kılma bakımından hünerden üstün bir unsuru daha vardır ki, yapıcılık unsurudur. Çoğunda değil, ama bazı uğraşlarda iş tamamlandıktan sonra ortaya anıt bir eser çıkar. Düşmanınızı öldürürsünüz; o ölünce işiniz sona ermiştir ve zaferden duyduğunuz zevk hızla sönükleşir. Oysa yapıcılık işi tamamlandığı zaman baktıkça hoşlanırsınız; üstelik işin sonu yoktur, eser hiçbir zaman üzerine bir şey eklenemeyecek derecede tamam olamaz. Yapıcılık yıkıcılıktan daha büyük bir mutluluk kaynağıdır. Yapıcılıktan hoşlanan kimselerin yapıcılıkta buldukları gönül doyumu, yıkıcılıktan hoşlanan kimselerin yıkıcılıkta buldukları gönül doyumundan daha büyüktür, çünkü içi nefretle dolu bir insanın yapıcılıktan zevk alması kolay değildir. Büyük sanat eserleri yaratma gücü, daima değilse bile, çoğu zaman öylesine büyüktür ki, sanatkârın işinden aldığı zevk olmasa kendisini öldürmesine bile yol açabilir. İnsan kendisine karşı saygı duymazsa, kolay kolay gerçek mutluluğa kavuşamaz. İşinden utanç duyan bir adamın ise kendisine karşı saygı beslemesi zordur. Hayatı bir bütün olarak görme alışkanlığı hem akla, hem de gerçek ahlaka uygundur ve eğitim sırasında teşvik edilmesi gereken bir şeydir. Uygun ve değişmez bir gaye, bütün hayatı mutlu kılmaya yetmez, ama mutlu bir hayat için vazgeçilmez bir şarttır. Uygun ve devamlı gaye de, en başta, insanın işinde bulunur.
6. Benlik Dışı İlgiler
Boş zamanlarını dolduran ve kendisini daha ciddi düşüncelerin yorgunluğundan kurtaran ilgileri ele alalım. Mutsuzluk, yorgunluk ve sinir gerginliğinin sebeplerinden biri, insanın yaşamda pratik önemi olanlardan başka hiçbir şeye karşı ilgi duyamamasıdır. Dış ilgilerin dinlendirici oluşu herhangi bir faaliyet gerektirmemelerinden gelir. Kararlar vermek ve irade gücünü kullanmak, hele bunların acele ve bilinçaltı yardımı olmadan yapılması gereken hallerde, çok yorucudur. Bir endişe ne kadar önemli olursa olsun, uyanık geçen bütün saatler boyunca zihni meşgul etmemelidir. İyi bir sonuca yönelmiş iş, kötü bir sonuca yönelmiş çok işten daha iyidir. Bir insan, geçici ve kısa bir zaman için de olsa, ruhu neyin yücelttiğini bir kere anladıktan sonra, kendisini bencilliğe, küçüklüklere, önemsiz aksilikler yüzünden üzüntüye kaptırmaz ve alınyazısından korkmaz. Doğru davranış düşünceyi yok etmek değil, yeni kanallara yöneltmek, hiç olmazsa mevcut dertten uzak yönlere çevirmektir. Dert başa gelince katlanabilmek için, mutlu günlerde birçok ilgi tohumları ekmek akıllıca bir davranıştır; böylece zihin, mevcut tedirginliği zor dayanılır hale getiren bağlantı ve duygular dışında, yeni bağlantı ve duyguları hazır bulur.

7. Çaba ve Her Şeyi Tanrıdan Bekleme (Kabullenme)
Ölçünün elden bırakılmaması gereken bir durum da çaba ve kabullenme arasında denge
sağlamakla ilgilidir.Kabullenmeyi ermişlerle mistikler öğütlemişlerdir; çaba doktriniyse bilen uzmanlarla pazısı güçlü Hıristiyanlarca öne sürülmüştür. Çok ender durumlar bir yana, mutluluk sadece uygun koşulların bir araya gelmesiyle olgun bir meyve gibi kucağa düşer bir şey değil, çabayla erişilebilecek bir durumdur. Mutluluk, çoğu kadın ve erkekler için tanrıların bir lûtfu değil, bir başarıdır ve sağlanması için de çabanın, içte ve dışta, büyük bir rol oynamasını gerektirir. Mutluluğa kavuşma savaşında kabullenmenin de rolü vardır. Akıllı bir adam, önlenmesi olanaklı talihsizlikler karşısında elini, kolunu bağlayıp oturmamakla birlikte, kaçınılmaz talihsizlikler için ne zaman, ne de duygu harcar. Tutulması gereken yol, kişinin elinden geleni yapması ve sonucu kadere bırakmasıdır. Kabullenme iki türlüdür, birinin kökü umutsuzluk, öbürünün ise gerçekleşmesi mümkün olmayan umuttur. Üzüntü, endişe ve öfke hiçbir işe yaramayan duygulardır. Üzüntülerin bask ısından kurtulmuş bir insan; hayatın, endişe edip durduğu günlerdekinden çok daha sevinçli bir iş olduğunu görecektir. Dünyadaki yararlı uğraşıların yarısını, zararlı işlerle savaşmak teşkil eder. Gerçekleri öğrenmek için sarf edilmiş olan zaman, boşa harcanmış değildir. Kendimizle ilgili gerçeklerle yüz yüze gelme isteğinde belirli bir kabullenme vardır; kabullenmenin bu türlüsü kişiye başlangıçta acı çektirir; ama kendi kendini aldatmanın sebep olabileceği hayal kırıklıklarına karşı bir koruyucu, daha doğrusu tek koruyucudur. İnanılması her gün biraz daha güçleşen şeylere inanmak için harcanan çaba kadar yorucu ve en sonunda usandırıcı hiçbir şey yoktur. 

8. Mutlu İnsan
Açıkça görüldüğü gibi, mutluluk, kısmen dış şartlara, kısmen de kişinin kendisine bağlıdır. Çoğu insanların mutluluğu için bazı vazgeçilmez şeyler vardır; ama bunlar, yiyecek, barınma, sağlık, sevgi, başarılı iş ve çevreden saygı görmek gibi basit şeylerdir. Dış etkilerin gerçekten kötü ve ters olmadığı durumlarda bir adam; tutku ve ilgileri kendi içine değil dışa dönük olmak koşuluyla mutluluğa erişebilir. Şu halde eğitimde olsun, kendimizi hayata uydurmada olsun, dünyaya göre ayarlamada olsun yapmamız gereken şey, kendimize yönelmiş tutkulardan kaçınmak ve kendimizi dinleyip durmaktan bizi kurtaracak sevgiler ve ilgiler edinmeye bakmaktır. İnsanların gerçekleri kabul etmek istemeyişlerinin ve uydurdukları yalanlardan medet ummalarının sebebi korkudur. Günah duygusu taşıyan adam da, bir bakıma, kendi kendini sevmektedir. Bu geniş evrende o adam için en önemli şey, kendisinin erdemli olmasıdır. Mutlu insan dış dünyada yaşar; özgür sevgileri ve geniş ilgileri vardır; mutluluğunu bu ilgilerden, bu sevgilerden ve bunlar ın kendisini ba şka insanlar için sevimli ve ilgi çekici yapması gerçeğinden sağlar. Sevilen kişi, seven kişidir. Mutlu yaşama, büyük ölçüde, iyi ve dürüst yaşama demektir. Geleneksel ahlakçı aşkın bencil olmaması gerektiğini söyler. Aşkta bencillik belirli bir noktadan öteye varmamalıdır; ama aşk da öyle olmalıdır ki, başarılmasıyla kişiyi mutlaka mutluluğa kavuşturmalıdır. Elbette ki sevdiklerimizin mutluluğunu istememiz gerekir; ama kendi mutsuzluğumuzun pahasına değil. Mutlu bir insan, kendisini evren vatandaşı olarak hisseder, evrensel görünüşün ve hazların bol bol tadını çıkarır, ölüm düşüncesiyle tedirgin değildir, çünkü kendisini kendinden sonra geleceklerden ayrı saymaz. Böylesine derin bir içtenlikle yaşam ırmağına dalmakladır ki, hazların en büyüğüne kavuşabilir.

Kaynak