03 Aralık 2013

Johann Wolfgang von Goethe


"Yaşamaya zaman ayırın, zira zaman bunun için yaratılmıştır… Düşünmeye zaman ayırın, başarının bedeli budur… Sevmeye zaman ayırın, güçlü olmanın kaynağı budur… Etrafınıza bakmaya zaman ayırın, günler bencilliğinize yetmeyecek kadar kısadır… Terbiyeli olmaya zaman ayırın, insan olabilmenin sembolü budur."

Özgürlük

İnsanlar özgürlükten bahsediyorlar ve bu biricik haklarını savundukça ailelerinin isteklerine daha çok boyun eğiyorlar; yaşamlarının geri kalanını birlikte geçirmeye söz verdikleri insanlarla evliliklerine, ekonomiye, yaptıkları diyetlere, yarım kalmış projelere, “hayır” ya da “bitti” demeyi bir türlü beceremedikleri sevgililerine, hiç sevmedikleri insanlarla öğle yemeği yemeye mecbur oldukları hafta sonlarına esir oluyorlar. Lükse, lüksün görüntüsüne, lüksün görüntüsünün görüntüsüne köle olanlar. Kendilerinin seçmediği ancak onlar için en iyisinin bu olduğuna inandırıldıkları bir yaşantının kölesi olanlar. Ve birbirinin aynı günler ve geceler geçirenler, “macera” kelimesinin sadece kitaplarda geçen bir sözcük ya da daima açık duran televizyonda bir hayal olduğu günler ve geceler; ve ne zaman önlerinde yeni bir kapı açılsa. “İlgilenmiyorum. Havamda değilim” diyenler. Oysa hiç denemedikleri bir şey için hazır olup olmadıklarını nereden bilebilirler? Ancak bunu sormanın bir anlamı yok; gerçek ise içinde büyüdükleri ve alışkın oldukları dünya düzeninin bozulmasından korkmalarıdır...Paulo Coelho

 Özgürlük bireyin talebi, özlemidir; eşitlik ise toplumun. Özgürlük ölümsüz bir düşüncedir, hiçbir zaman yaşlanmaz, zamanların özellikleriyle kaybolmaz. Özgürlük ve insan onuru yenik düşmez. Saygın, onurlu bir demokrasi ancak bireyin özgürlüğü ve toplumun eşitliğiyle kurulabilir. Hem toplumsal hem de evrensel barış ancak özgürlük ve eşitlikle inşa edilebilir...Thomas Mann

Özgürlük mü? Afiyeti yerinde olanların safsatası...E.M.Cioran

Yoksulluk, bilgisizlik, saatlerce çalışıp didinmek, yerinden işinden güvenli olmamak gibi kötü koşullar içinde yaşayan insana gerçekten özgür denemez. Böyle bir insan hayatını dilediği ve layık olduğu şekilde geçiriyor olamaz. Özgürlük denince şu dört öge de bulunmalıdır: Ulusça, hukukça, bireyce ve ekonomik özgürlük...Bertrand Russell

İnsanlar ancak yürekleri kadar yaşarlar, bütün insanlar için tek bir yaşam yoktur. Yüreğinin kıyısında bir uçurum taşımadan yaşayıp giden insanlara öfkeleniyorum. Belki de başka türlü yaşayabilse insanlar, toplumsal ilişkilerimiz başka türlü yoluna konulsa, insanlar yüreklerinin gerçek yüzölçümünü duyabilecek ve ona göre yaşayabilecekler. Belki bir gün, başka bir zaman diliminde, insanlar gerçekten özgür olduklarında....Murathan Mungan

Vaadi yerine getirdik biz, Anarres’te. Özgürlüğümüz dışında hiçbir şeyimiz yok. Size kendi özgürlüğünüzden başka verecek bir şeyimiz yok. Bireyler arasında karşılıklı yardımlaşma dışında hiçbir yasamız yok. Hükümetimiz yok, yalnızca özgür birlik ilkemiz var. Devletlerimiz, uluslarımız, başkanlarımız, başbakanlarımız, şeflerimiz, generallerimiz, patronlarımız, bankerlerimiz, mülk sahiplerimiz, ücretlerimiz, sadakalarımız, polislerimiz, askerlerimiz, savaşlarımız yok. Başka da pek fazla bir şeyimiz var sayılmaz. Biz paylaşırız, sahip olmayız. Varlıklı değiliz. Hiçbirimiz zengin değiliz. Hiçbirimiz iktidar sahibi değiliz. Eğer istediğiniz Anarres ise, aradığınız gelecek oysa, o zaman ona eli boş gelmeniz gerektiğini söylüyorum. Ona yalnız ve çıplak gelmeniz gerekiyor. Tıpkı bir çocuğun dünyaya, geleceğine, hiçbir geçmişi olmadan, hiçbir malı mülkü olmadan, yaşamak için tümüyle başka insanlara dayanarak gelmesi gibi. Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim’i satın alamazsınız. Devrim’i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir...Ursula K. Le Guin

Yuvarlağın Köşeleri - Özdemir Asaf

 
Bu kitapta, Özdemir Asaf'ın 1961 yılında Yuvarlağın Köşeleri adıyla yayımladığı etika türü özdeyişleri ile ölümünden sonra derlenen 1961-1981 yılları arasında yazdığı, yine etika türü özdeyişler yer alıyor.

"Doğdu, sevinçten ağladılar. Öldü acıdan ağladılar...
O, bu arada yaşadı, hiç düşünmediler."

"Bütün bildiklerini yapan ile bütün yaptıklarını bilen...
Yarışa giriştiler: birincisi kazandı.
Savaştılar: ikincisi yendi."

"Zamanın varsa, her şeyin gelir geçer.
Her şeyin varsa, zamanın gelir geçer."

"Çağrı, ikisinden birinin uzakta olduğunu belirler.
Ama kimin? Çağıranın mı, çağrılanın mı?" 
 
* * *
 
Köşeleri sivri yuvarlak
Özdemir Asaf, toplumsallık, paylaşım, hoşgörü üzerine özdeyişler kaleme aldı. Sezdirmeden, abartmadan. Şiirlerinde olduğu gibi özenle seçtiği sözcükleri bir araya getirerek bilgeliği de çoğalttı

"Aşka gönül ile düşersen yanarsın. 
Zekâ ile düşersen çıldırırsın. 
Duygu ile düşersen gülünç olursun.
Aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın ezilirsin.
Sersem sersem bakınıp durma bir yol seç." 

Özdemir Asaf, okuyucusuna yoğun bir duyarlıkla, çarpıcı sözcükler seçtiğini sezdirmeden, küçük dizeler halinde kısa özdeyişler verdi. Kimini yaşadığı deneyimlerden, kimini izlenimlerinden esinlenerek bilgece dörtlükler yazdı. Çağıyla ve toplumuyla hesaplaşmalarda, buruk öfkesini içinde saklayan yeni taşlama biçimleri geliştirdi. Gün oldu şiirleriyle kafa tuttu, gün oldu sevgilinin dilinden dökülen sözcüklere kaynak oldu. Bunlar yetti mi? Hayır. Bilgelik, özlülük, duygululuk toplumsallık, paylaşım, hoşgörü üzerine özdeyişler de kaleme aldı. Sezdirmeden, abartmadan. Şiirlerinde olduğu gibi özenle seçtiği sözcükleri bir araya getirerek. Üstelik şiir tadında. Üstelik bilgece. 
 
Yazının girişine aldığım özdeyiş gibi. İsterseniz özdeyişi şiir tadında okuyun, içindeki bilgeliğe oradan varın. Ya da tersinden yapın o işlemi. Özdeyiş diye okuyun kelimeler arasındaki ahenkle şiir tadına varın.

"Birbirinize kızın, birbirinizle kavga edin, yumruk yumruğa yüzlerinizi parçalayın, gözlerinizi patlatın, kulaklarınızı koparın, saçlarınızı yolun, derinizi parçalayın, tekmeyle kemiklerinizi kırın. Yalnız ananızdan doğduğunuzda olduğunuz gibi kavga edin. Yalancı, ek bir araç kullanmayın. Mendil bile olmaz. Ama ne olur sakın bir insanı gönülce, gözce, dilce ruhça kırmayın."
 

Rainer Maria Rilke - Budur benim çabam

Budur benim çabam, bu:
adanmak özlem çekerek
dolaşmaya günler boyu.
Güçlenip genişlemek derken,
binlerce kök salarak
kavramak hayatı derinden-
ve ortasından geçerek acının
olgunlaşmak hayatın ta ötesinde
ta ötesinde zamanın!

Nikos Kazancakis - Zorba

Zorbadan başka hiç kimseye ve hiç  bir şeye inanmam. Zorba ötekilerden iyi olduğu için değil, asla! O da canavardır, Zorbaya inanırım ama. Çünkü yalnız ona sözüm geçer. Yalnız onu bilirim. Bütün ötekiler hayaldir. Ben onun gözleriyle görüyor, onun kulaklarıyla işitiyor,bağırsaklarıyla sindirim yapıyorum. Bütün ötekiler hayaldir diyorum sana! Ben ölünce hepsi ölür. Bütün Zorba dünyası güme gider...Ne yapayım patron, bu budur! Bakla yedim, bakla söylerim. Zorbayım, Zorbaca konuşurum.

    İnsan canavardır! Büyük canavar! Zatın bunu bilmiyor. Bütün işlerin yolunda gitmiş, ama bir de bana sor. Canavar diyorum sana! Ona kötülük mü ettin? Senden çekinir ve titrer. iyilik mi yaptın? gözlerini oyar...Aradaki mesafeyi koru,patron! İnsanlara umut verme. Hepimizin eşit olduğunu, eşit haklara sahip olduğumuzu söyleme; çünkü hemen senin hakkını çiğner, elinden ekmeğini kapar, açlıktan gebermeye bırakırlar seni. Ben senin iyiliğini isterim, aradaki mesafeyi koru,patron! 
 
    Senin bütün bu aydınlatıcı palavralarından, kapkara cahil Barba Anagnostis ne kazanır? Kavgalar başlar, tavuk horoz olmak ister ve karı koca bütün gün birbirleriyle dövüşüp birbirlerinin tüylerini yolarlar. İnsanları rahat bırak,patron, gözlerini açma! Çünkü açarsan ne görürler? Ellerinin körünü! onun için bırak kapalı kalsınlar da, hayal göredursunlar! Ancak...ancak gözlerini açtıkları zaman onlara gösterecek daha iyi bir dünyaya sahip olasın... böyle bir dünyaya sahip misin?

   sen ne anlarsın patron? sana bütün sanatlarda çalıştığımı söylemiştim. Bir kez de çanakcılık yaptım. Bu sanatı delicesine seviyordum. Sen bir toprak çamuru alıp ondan ne istersen onu yapmanın ne olduğunu bilir misin? Çark fırr der, çamur şeytan çarpmış gibi döner ve sen onun başında şöyle dersin: Sürahi yapacağım, çanak yapacağım, kandil yapacağım, şeytan yapacağım! Ben sana derim ki bu insan olmak demektir: Yani Özgürlük! ....çarkta işime engel oluyor, araya girip tasarılarımı bozuyordu, ben de birgün keseri kaptım... " "canın yanmadı mı?" "Nasıl yanmaz! Odun muyum ben yahu? İnsanım, elbet canım yandı. Ama sana diyorum ki, işime engel oluyordu bunun için kestim!"

   Dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? Yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir. Sonuna kadar git be insan, avara* et ve korkma! Tanrı baş şeytandan çok, yarım şeytandan iğrenir.
 

Artık dünküleri hatırlamaktan, yarınkileri istemekten vazgeçtim; şimdi şuanda ne oluyor, o ilgilendiriyor beni.Şimdi ne yapıyorsun Zorba? diyorum, uyuyorum,diyor. İyi uyu öyleyse. Şimdi ne yapıyorsun Zorba diyorum? Bir kadına sarılıyorum,diyor. iyi sarıl öyleyse Zorba, hepsini unut, dünyada başka bir şey yok, yalnız o ve sen.Vira!
 
    Ne bu patron, dinim hakkı için dünyayı ilk kez görüyorum. bu ne mucize patron! Şu uzakta sallanan mavi şey ne? Ne onun adı? Deniz! Deniz! Ya şu çiçekli yeşil önlük giymiş olanı? Hangi meraklı yaptı bunları? Yemin ederim ki patron ilk kez görüyorum.
 

    Neden mi? çünkü ben, senin dediğin o bütün sırları yaşıyordum ve yazmaya vaktim yok da ondan. Bazen dünya, bazen kadın, bazen şarap, bazan santur... Onun için, şu saçmalar yumurtlayacak kalemi ele alacak zamanım yok. Böylece de dünya, kağıt farelerinin eline kaldı; sırları yaşayanların vakti yok, vakti olanlar ise sırları yaşamıyorlar. Anladın mı?

İnsanlar ne hale girdi...tuuh,kahrolasıcalar! Vücutlarını bırakıp körlettiler ve yalnızca ağızlarıyla konuşuyorlar. Ama ne söylesin ağız? Ağız ne söyleyebilir? "

   Aç değil misin? İyi ama sabahtan beri birşey yemedin ki. Vücudun da canı vardır, acı ona! Ver ona yesin,patron, ver yesin! Bizim zavallı eşeğimizdir o; onu yedirmezsen seni yarıyolda bırakır sonra!

    bana yediğin yemeği ne yaptığını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Bazıları yediklerini içyağı ile gübreye, bazıları iş ve keyfe, bazıları da tanrıya dönüştürürmüş. Şu halde insanlar 3 türlüdür. Ben, patron, bunların en kötülerinden değilim ama en iyilerinden de değilim; ortadayım. Yediğim yemeği iş ve keyfe dönüştürürüm. Yine iyi!

      Vatandan kurtuldum, papazlardan kurtuldum, paradan kurtuldum; silkiniyorum. silkindikçe de hafifliyorum. nasıl söyleleyim sana? Kurtuluyorum insan oluyorum

     Kendim için değil, yemin ederim değil. ben-şeytan alsın o kadını- hiçbir zaman kendisine dokunamayacağımı çok iyi biliyorum. Benim dişime göre değil o... Fakat yine de boşa gitmesini istemiyorum. Yalnız yatmasını istemiyorum. Haksız bir şey bu,patron... Gönlüm razı değil buna!... Geceleride bahçesinin çevresinde dolanıyorum,-bunun için de sen beni kaybedip nereye gittiğimi soruyorsun-, neden biliyor musun, birisi gidip onunla yatıyor mu göreyim de içim rahat etsin diye, patron. " "gülme patron! Eğer bir kadın yalnız yatıyorsa, bunun suçu bizde , bütün erkeklerdedir. Yarın allahın huzurunda hepimiz hesabını vereceğiz. allah bütün günahları bağışlar, dedik ya süngeri var, ama onu bağışlamaz! Kadınla yatacak halde olup da, bunu yapamayan erkeğin vay haline,patron! Bana o adamın ne söylediğini hatırla.

   Allahtan korkmaz mısın sen gavur? " zorba:"ne korkacakmışım?" "ulan gavuroğlu, çünkü bir kadınla birleşecek halde olup da birleşmeyen kimse, büyük günah işlemiş olur. Bre! bir kadın yatağına çağırsın da sen gitmeyesin... ruhun mahvoldu demektir! Bu kadın, allahın büyük mahkemesinde içini çekecektir, ve kadının bu iç çekişi, kim olursan ol, ne kadar iyilik yapmış olursan olsan da seni cehenneme attırır.
 
     gül sen gül patron, gül ama eğer Tanrı-Şeytan, işleri rast getirirse, ki bana iyi gidecek gibi geliyor, ben ne dükkanı açacağım o zaman biliyor musun? Bir Evlenme Acentesi! Evet, Zeus Evlenme Acentesi! Koca bulamamış zavallı kadınlar, kart kızlar, çirkin suratlılar, çarpık bacaklılar, şaşılar, topallar, kamburlar gelecek; ben onları duvarları delikanlı resimleriyle örtülü küçük bir salonda karşılayıp diyeceğim ki; İstediğinizi seçin güzel hanımlarım, ben onu size koca olarak almaya çalışacağım. Sonra ona benzeyen bir delikanlı bulup, resimdeki gibi giydirecek, eline de para verip şöyle diyeceğim: filan cadde, feşmekan numarada, koşup falancayı bul ve ona kur yap. iğrenme yat onunla, parası benden; erkeklerin kadınlara söylediği ve zavallının hayatında duymak istediği tatlı sözleri söyle ona; biraz neşe, keçilerin, hiç olmazsa kaplumbağa ve kırkayakların bile duyduğu neşeyi ver zavallıya. ama sağolsun bizim Kira Bu bilinamız gibi ne kadar para versen delikanlıların avutmayı kabullenemeyeceği bir kocakarı rastgelirse, o zaman istavroz çıkarıp onu acentenin müdürü olan ben üstlenirim. Bütün şom ağızlılar da şöyle der: bak sen sarsak moruğa! Görecek gözü, koku alacak burnu yok mu bunun be? Var ulan sersemler, gözlerim de var, burnum da var ulan duygusuzlar, ama kalbim de var ve acıyorum. Kalbin olduktan sonra varsın gözlerin ve burnun da olmasın. Haydi yallah! sonun da ben de aşırı sevap yüzünden felçleşip kıkırdadığım zaman Anahtarcıbaşı Petrus bana cenneti açıp şöyle diyecek, gir sevdalı Zorba, gir koca şehit Zeus'un yanına uzan da dinlen mübarek. hayatında çok çektin.

      hayır özgür değilsin. senin bağlı bulunduğun ip diğer insanlarınkinden biraz daha uzun; hepsi bu kadar! Senin patron, uzun ipin var, gidip geliyor, kendini özgür sanıyorsun.İpi koparamadınmı da ...  " patron :"bir gün koparacağım"  zorba:"Güç,patron, çok güç. Bunun için delilik gerek, delilik, duyuyor musun? Ya hep, ya hiç! Ama sende beyin var bu seni yiyecek. Aklın bakkal senin, defter tutuyor, bu kadar verdim, bu kadar aldım, şu kadar kar şu kadar zarar diye yazıyor. Yani, iyi bir sahip, her işi sermiyor, her zaman arkayı kolluyor. Hayır, ipi koparmıyor rezil, onu sıkı sıkı elinde tutuyor, kaçırırsa mahvoldu demektir zavallı, mahvoldu demektir! Ama, ipi koparmadıkça, hayatın ne tadı vardır, söyler misin bana? Papatya papatyacıktır, rom değil ki dünyayı altüst etsin.

     Ne makine şu insan be! İçine ekmek, şarap, balık, turp koyuyorsun; iç çekmeleri, gülüşler ve düşler çıkıyor. İmalathane! Sanırım beynimizde konuşan bir sinema var.

Kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını kurtarmak için çabalamaktır.

Her insanın kendi deliliği vardır; bana da öyle geliyor ki, en büyük delilik, bir deliliğe sahip olmamaktır.

Selam, insan düşüncesi için aşılması güç yükseklik; selam, meleklerin gözüyle bile görülmesi olanaksız derinlik. Selam, gelin olmamış gelin.


Denize vardım; kıyıdan kıyıdan aceleyle yürüyordum. Deniz kıyısında yalnız başına yürümek güçtür; her dalga ve gökteki her kuş bağırıp insana borcunu hatırlatır. Başkalarıyla yürürken güler, konuşur, tartışırsın, gürültü olur, dalgalarla kuşların ne dediğini duymazsın, belki de o zaman hiçbir şey söylemiyorlardır. Sizin bir söz kalabalığının içinden geçmekte olduğunuzu görüp, susarlar.


 Bir zamanlar diyordum ki: Bu Türk'tür, bu Bulgar'dır ve bu Yunan'dır. Ben, vatan için öyle şeyler yaptım ki patron, tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim. Neden? Çünkü bunlar Bulgar'mış ya da bilmem neymiş. Şimdi sık sık şöyle diyorum: Hay kahrolasıca pis herif, hay yok olası aptal! Yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır, şu kötü. İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk! Hepsi bir benim için. Şimdi, iyi mi, kötü mü, yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça da, buna bile bakmamaya başladım. Ulan, ister iyi, ister kötü olsun be! Hepsine acıyorum işte. Boş versem bile, bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum, bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, onun da tanrısı ve karşı tanrısı var, o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek. 
 
Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be. Hepimiz kurtların yiyeceği etiz.

Artık dünküleri hatırlamaktan, yarınkileri istemekten vazgeçtim; şimdi, şu anda ne oluyor, o ilgilendiriyor beni.
 

Godot'yu Beklerken - Samuel Beckett

Godot'yu Beklerken … Birinci perde ile ilgili görsel sonucu
İnsan biliyorsa eğer.
Sabretmekten yılmaz.
Ne beklemesi gerektiğini biliyorsa.
Endişeye mahal yoktur.

Sadece bekler.
*
Fakat anlama duyulan bu ilgisizlik içinde, bu anlam arayışı da nedir?
*
Durmak, ilerlemenin tek yoludur.
*
Ertelenmiş umutlardır perişan eden insanı.
*
Her sözcük sessizlik ve hiçlik üzerinde gereksiz bir leke gibi.
*
Hepimiz deli doğuyoruz. Bazılarımız böyle kalıyor.
*
Boş konuşmalarla zamanımızı harcamayalım! (Bir an, şiddetle) Fırsat varken bir şeyler yapalım! Her gün birilerinin bize ihtiyacı olmuyor. Aslında özellikle bize ihtiyaç duymuyorlar. Başkaları da daha iyi olmasa bile, aynı derecede bizim yaptıklarımızı yapabilirlerdi. Kulaklarımızda çınlayan şu yardım çığlıkları bütün insanlığa yöneltilmiş! Ama burada, zamanın bu anında, istesek de istemesek de bütün insanlık biziz. Çok geç olmadan bundan yararlanalım! Zalimce bir alın yazısının bize layık gördüğü iğrenç güruhu hakkıyla temsil edelim! Ne dersin? (Estragon hiçbir şey söylemez) Kollarımızı kavuşturup yardım etmenin iyi ve kötü yanlarını hesaplarken cinsimize kötülük etmediğimiz doğru. Kaplan hiç düşünmeden hemcinsinin yardımına koşar ya da çalılıkların kuytularına siner. Ama sorun bu değil. Sorun burada ne yaptığımız. Ve cevabı bildiğimiz için mutluyuz. Evet, bu uçsuz bucaksız karmaşada kesin olan tek bir şey var. Godot'nun gelmesini bekliyoruz. Ya da gecenin çökmesini. (Bir an) Buluşacağımız yere saatinde geldik ve bu da sonu işte. Aziz değiliz ama bu da sonu işte. Aziz değiliz ama buluşacağımız yere saatinde geldik. Kaç insan böyle bir şeyle övünebilir?
 Godot'yu Beklerken … Birinci perde ile ilgili görsel sonucu
  “Her sözcük sessizlik ve hiçlik üzerinde gereksiz bir leke gibi.”
VLADIMIR:
Zaman durdu.
POZZO:
(saati kulağına dayar). İnanmayın efendim, inanmayın. (Saati cebine koyar) Her şeye inanın, buna inanmayın.
ESTRAGON:
(Pozzo’ya). Ona her şey kapkara görünüyor bugün.
POZZO:
Gökkubbe hariç. (Bu nükteden hoşnuz, güler.) Ama meseleyi anlıyorum, buralı değilsiniz, bizim alacakaranlıklar nerede kadirdir bilmezsiniz. Anlatayım mı? (Sessizlik. Estragon çizmelerini, Vladimir de şapkasını incelemeye koyulur.) Madem istiyorsunuz anlatayım. (Püstürgeç.) Biraz dikkat lütfederseniz. (Estragon ile Vladimir incelemelerini sürdürür. Lucky yarı uykudadır. Pozzo kırbacını şaklatır, ama pek ses çıkmaz.) N’olmuş bu kırbaca? (Yerinden kalkıp daha sert şaklatır, sonunda iyi şaklatmayı başarır. Lucky yerinden sıçrar. Vladimir’in şapkası Estragon’un çizmesi, Pozzo’nun şapkası düşer. Pozzo kırbacı fırlatıp atar.) İşi bitmiş bu kırbacın. (Vladimir ile Estragon’a bakar.) Ne diyordum?
VLADIMIR:
Gidelim.
ESTRAGON:
Ama böyle ayakta kalmayın, istirham ederim, soğuk algınlığından ölürsünüz.
POZZO:
Doğru. (Oturur. Estragon’a.) Adınız neydi sizin?
ESTRAGON:
Adem.
POZZO:
(dinlememiştir.). Ha, doğru ya! Gece. (Başını kaldırır.) Ama lütfen kendinizi verin, yoksa hiçbir yere varamayız. (Göğe bakar.) Bakın! (Uyuklamaya başlayan Lucky hariç hepsi göğe bakar. Pozzo ipi çeker.) Göğe baksana, eşek! (Lucky göğe bakar.) güzel, yeter. (Göğe bakmayı bırakırlar.) Ne olağanüstülüğü var? Gökyüzü olarak yani? Günün bu saatindeki her gökyüzü dilimi gibi soluk bir aydınlığı var. (Bir an.) Bu enlemdeki. (Bir an.) Hava güzelken. (Lirik.) Bir saat önce (saatine bakar, düz bir tarzda) aşağı yukarı (lirik) tepemizde (duraksar, düz bir tarzda) sabahın onundan beri (lirik) kızıl beyaz ışık sağanaklarını hiç azaltmadan boşalttıktan sonra, parlaklığını kaybedip soluklaşmakta (iki eli aşama aşama hareketsizleşir) hep biraz daha, biraz daha solar, ta ki (dramatik bir an, birbirinden açılan iki elin geniş yatay hareketi) püff! Son! Artık dinlenecektir. Lakin-(elini uyarırcasına kaldırır)- Lakin bu yumuşaklık ve huzur perdesi ardında gece dörtnala hücuma geçip (sesi çınlar) üzerimize atılır (parmaklarını şaklatır) paf! İşte böyle! (ilhamını kaybeder) onu hiç beklemediğimiz bir anda. (Sessizlik. Hüzünle.) İşte bu rezil coğrafyada böyle olur geceler.
Uzun sessizlik.
ESTRAGON:
İnsan biliyorsa eğer.
VLADIMIR:
Sabretmekten yılmaz.
ESTRAGON:
Ne beklemek gerektiğini biliyorsa.
VLADIMIR:
Endişeye mahal yoktur.
ESTRAGON:
Sadece bekler.
VLADIMIR:
Artık alıştığımız gibi.
Şapkasını alır, içine bakar, sallar, giyer.
POZZO:
Nasıl buldunuz beni? (Estragon ile Vladimir ona anlamadan bakar.) Parlak mı? Vasat mı? İdare eder mi? Berbat mı? Kesinlikle feci mi?
VLADIMIR:
(önce o anlar). Ah, çok iyi, çok çok iyi.
POZZO:
(Estragon’a). Peki ya siz, Bayım…
ESTRAGON:
Ah, gut gut, veri veri gut.
POZZO:
(coşkuyla). Sağ olun beyler, sağ olun! (Bir an.) Teşvik edilmeye öyle ihtiyacım var ki? (Bir an.) Sonuna doğru performansımda biraz düşüş oldu, fark etmediniz mi?
VLADIMIR:
Canım belki sadece azıcık birazcık.
ESTRAGON:
Ben bilerek yaptınız sanmıştım.
POZZO:
Gördüğünüz gibi, kusursuz değil.
Sessizlik.
ESTRAGON:
Bu sırada hiçbir şey olmuyor.
POZZO:
Sıkıcı mı geliyor bu?
ESTRAGON:
Biraz.
POZZO:
(Vladimir’e). Ya siz, Beyefendi?
VLADIMIR:
Daha çok eğlendiğim zamanlar olmadı değil.
Sessizlik. Pozzo bir iç hesaplaşmaya dalar.
POZZO:
Beyler, bana … uygarca davrandınız.
ESTRAGON:
Yok canım!
VLADIMIR:
Daha neler!
POZZO:
Evet, evet, tam olması gerektiği gibi davrandınız bana. Ben de kendime soruyorum: Nicedir canı sıkılan bu dürüst insanlara kendi hesabıma neler yapabilirim?
ESTRAGON:
Bir onluk bile makbule geçer.
VLADIMIR:
Dilenci değiliz biz.
POZZO:
Onları neşelendirmek için ne yapabilirim? İşte kendime sorduğum soru bu. Onlara kemiz verdim, birçok şeyden söz ettim, alacakaranlığı anlattım doğrusu. Ama yeter mi, azaplar içinde düşündüğüm bu.
ESTRAGON:
Bi’ beşlik bile.
VLADIMIR:
(Estragon’a öfkeyle). Artık yeter!
ESTRAGON:
Daha azını kabul edemem.
POZZO:
Ama yeter mi? Kuşkusuz yeter. Ama ben açık fikirli birisiyim. Yapım böyle. Bu akşam üzülüyorum kendim için. (İpi çeker, Lucky ona bakar.) Çünkü acı çekeceğim kesin. (Eğilip kırbacı alır.) Tercihiniz? Dans mı etsin, şarkı mı söylesin, ezberden mi konuşsun, düşünsün mü, yoksa-
ESTRAGON:
Kim?
POZZO:
Kimmiş! Siz, ikiniz, düşünmeyi becerir misiniz ki?
ESTRAGON:
O düşünebilir mi ki?
POZZO:
Elbette. Yüksek sesle. Hatta eskiden pek şirin düşünürdü, saatlerce dinlemeye doyamazdım. Artık … (ürperir). Her neyse, yazık. Eee, bizim için bir şeyler düşünmesini ister misiniz?
ESTRAGON:
Ben dans etmesini tercih ederim; daha eğlenceli olmaz mı?
POZZO:
Her zaman olmayabilir.
ESTRAGON:
Sence daha eğlenceli olmaz mı, Didi?
VLADIMIR:
Ben düşünmesini dinlemeyi tercih ederim.
ESTRAGON:
Belki de önce dans edip sonra düşünebilir, tabi ondan çok şey istemiş olmazsak.
VLADIMIR:
(Pozzo’ya). Mümkün mü?
POZZO:
Kesinlikle, onun için çocuk oyuncağı. Hem zaten doğal olan bu sıradır.
Kısa bir gülüş.
VLADIMIR:
Öyleyse dans etsin.
Sessizlik.
POZZO:
(Lucky’ye). Duydun mu, domuz?
ESTRAGON:
Hiç karşı çıkmaz mı?
POZZO:
Bir kere karşı çıkmıştı. (Sessizlik.) Dans et, sefil!
Lucky valizle sepeti yere bırakır, sahne önüne doğru biraz ilerler. Pozzo’ya doğru döner. Lucky dans eder. Durur.
ESTRAGON:
Bu kadarcık mı?
POZZO:
Devam!
(Lucky aynı hareketleri yapar.)
ESTRAGON:
Hıh! Bu da dans mı! Ben de bu kad arını becerebilirdim. (Lucky’nin dansını taklit eder, düşecek gibi olur.) Biraz idmanla tabi.
POZZO:
Eskiden frandol, jig, fandango, tango, mambo, hatta denizci dansları bile yapardı. Zıp zıp zıplardı. Zevk için. Artık ancak bu kadar dans edebiliyor. Ne diyor bu dansa, biliyor musunuz?
ESTRAGON:
Günah Keçisinin Can Çekişmesi.
VLADIMIR:
Kahreden Kabızlık.
POZZO:
Ağ. Kendini bir ağa dolanmış sanıyor.
VLADIMIR:
(estetikten anlayan birisi gibi kıvrılıp bükülerek)
Efendim, bu hususta…
Lucky yükünü almaya yönelir.
POZZO:
Hoooaaaa!
Lucky hareketsizleşir.
ESTRAGON:
Şu karşı çıkışını anlatır mısınız?
POZZO:
Memnuniyetle. (Ceplerini karıştırır.) Bir dakika. (Karıştırır.) Spreyimi nereye koydum? (Karıştırır.) Yani, şimdi… (Başını kaldırır, yüz hatları donup kalmış gibidir. Zayıf bir sesle.) Püskürtecimi bulamıyorum!
ESTRAGON:
(zayıf bir sesle.) Sol ciğerim çok zayıf! (Güçsüzce öksürür. Gökgürültüsünü andıran bir tonla.) Ama sac ciğerim taş gibi!
POZZO:
(doğal sesiyle). Neyse! Ne diyordum? (Düşünür.) Bir dakika! (Düşünür.) Yoksa şey miydi … (Başını kaldırır.) Bana yardımcı olun!
ESTRAGON:
Bekleyin!
VLADIMIR:
Bekleyin!
POZZO:
Bekleyin!
Üçü de aynı anda şapkasını çıkarır, elini alnına götürür, dikkatini yoğunlaştırır.
ESTRAGON:
(zafer kazanmışçasına). Hah!
VLADIMIR:
Buldu.
POZZO:
(sabırsız). Eee?
ESTRAGON:
Neden yükünü yere bırakmıyor?
VLADIMIR:
Saçmaladın.
POZZO:
Emin misiniz?
VLADIMIR:
Yahu, zaten anlatmadınız mı?
POZZO:
Anlattım mı?
ESTRAGON:
Anlattı mı?
VLADIMIR:
Zaten yükünü yere bıraktı.
ESTRAGON:
(Lucky’e göz atar). Doğru. Peki sonra?
VLADIMIR:
Yükünü yere bıraktığına göre, niye yere bırakmıyor diye sormamız artık imkânsız.
POZZO:
Sağlam akıl yürütme!
ESTRAGON:
Peki neden yere bıraktı yükünü?
POZZO:
Cevabı siz bulun.
VLADIMIR:
Dans etmek için.
ESTRAGON:
Doğru!
POZZO:
Doğru!
Sessizlik. Şapkalarını giyerler.
ESTRAGON:
Hiçbir şey olmuyor, ne gelen var ne giden, berbat bir şey bu!
VLADIMIR:
(Pozzo’ya). Ona düşünmesini söylesenize.
POZZO:
Şapkasını verin.
VLADIMIR:
Şapkasını mı?
POZZO:
Şapkasız düşünemez.
VLADIMIR:
(Estragon’a). Şapkasını ver.
ESTRAGON:
Ben mi! Bana yaptıklarından sonra mı! Asla!
VLADIMIR:
Ben vereyim.
Kımıldamaz.
ESTRAGON:
(Pozzo’ya). Gidip yerden almasını söyleyin.
POZZO:
Siz verseniz daha iyi olur.
VLADIMIR:
Ben veririm.
Şapkayı yerden alır ve kolu yettiğince hiç kımıldamadan Lucky’ye uzatır.
POZZO:
Sizin başına takmanız gerekir.
ESTRAGON:
(Pozzo’ya). Almasını söyleyin.
POZZO:
Siz başına taksanız daha iyi olur.
VLADIMIR:
Ben takarım.
Lucky’nin çevresinde döner, arkasından usulca yaklaşır, şapkayı başına takıp hızla geri çekilir. Lucky kımıldamaz. Sessizlik.
ESTRAGON:
Ne bekliyor.
POZZO:
Geri çekilin! (Estragon ile Vladimir Lucky’nin yanından uzaklaşır. Pozzo ipi çeker. Lucky Pozzo’ya bakar.) Düşünsene domuz! (Bir an. Lucky dans etmeye başlar.) Dur! (Lucky durur.) İlerle! (Lucky ileri doğru gider.) Dur! (Lucky durur.) Düşün!
Sessizlik.
LUCKY:
Öte yandan, dikkate alınması gereken-
POZZO:
Dur! (Lucky durur.) Geriye! (Lucky geriler). Dur! (Lucky durur.) Dön! (Lucky seyircilere döner.) Düşün!
Lucky’nin tiradı boyunca ötekilerin tepkileri aşağıdaki gibi olacaktır:
Vladimir ile Estragon’un yoğun dikkati, Pozzo’nun sıkıntı ve bezginliği.
Vladimir ile Estragon’dan yükselen ilk mırıltılar, Pozzo’nun artan sıkıntısı.
Vladimir ile Estragon sakinleşip yeniden dinlemeye koyulur. Pozzo gittikçe hırçınlaşır, oflayıp poflamaya başlar,
Vladimir ile Estragon şiddetle karşı çıkarlar. Pozzo kalkar, bir sıçrayışta ipi çeker. Hepsi bağırır. Lucky ipi çeker, sendeler, haykırarak konuşur. Hepsi mücadele edip haykırarak konuşan Luck’nin üstüne atılır.
LUCKY:
Puncher ve Wattman’ın bayındırlık işlerine bakılırsa öztözbiçimbiçem aksakallı zaman dışı mekân dışı kakakaka bir kişi olarak Tanrı’nın tünediği yükseklerde yüce bir kayıtsızlık yüce bir sükûn ve yüce bir dilsizlik içinde birkaçımız dışında bizi bir hayli sevmesine akıl erdiremeyiz ama zaman yanıt verecektir buna ve yüce Miranda gibi acı çekmektedir ötekilerle birlikte sırası geldiğinde akıl erdiremeyiz buna işkenceler içinde ateşlerde yanarak zaman yanıt verecektir buna ateşin alevleri sürüp giderse ki sürüp gidecektir gökkubbeyi yakıp tutuşturacak yani şu sıralarda iyice sakin ve de masmavi gözüken bulutları cehennemlik edecektir, bulutlar öylesine sakindir ki seyrek görülse de insana yine hoş gelir ama acele etmeyelim öte yandan Testisof ile Vajen’in henüz tamamlanmamış ama yine de Çokbilmişler Antropopopometri Akakakakdemisince ödüllendirilen insanı araştırma konusu yapan araştırmaların sonucunu bekleyim işlem hataları dışında bir yanılgı taşımayan bu çalışmalardan ortaya gerçek Testisof ve Vajen’in bu tamamlanmamış çalışmalarından ortaya çıkan kan an şudur udur dur yani acele etmeyelim Puncher ile Wattman’ın bayındırlık işlerinin sonucunda nedendir bilinmez açıkça görülen son derece açık seçik görülen Osurman ile Geğirmen’in bitmemiş Testisof ile Vajen’in bitmemiş nedendir bilinmez bir türlü bitmemiş eserleri göz önünde bulundurulduğunda ortaya çıkan Çokbilmişler’indeki Testisof ile Vajen’in karşıt görüşlerine karşı olarak insan yani kısacası insan diye tanımlayabileceğimiz insan kısaca tüm beslenme ve dışkılama edimlerinde gözlemlenen gelişmelere karşın zayıflamaktadır ve aynı zamanda buna koşut olarak bilinmeyen sebeplerden kültür fizik spor tekniklerinde yani teniste futbolda bisiklette yürüyüşte yüzmede binicilikte havacılıkta düşüncede hokeyde buz pateninde asfalt pateninde teniste havacılıkta sporlarda kış sporlarında yaz güz güz sporlarında çim çam toprak tenisinde kara deniz ve hava hokeyinde penisilin ve muadillerinde yani kısaca toparlarsak aynı zamanda buna koşut olarak bilinmeyen nedenlerle insanoğlu küçülmektedir tenise rağmen toparlarsak havacılık dokuz deliklisinden onsekiz deliklisine kadar golf buz üstünde tenise rağmen kısaca açıklanamayan nedenlerden Akkent Pakkent Hakkent Yakkentte yani aynı zamanda buna koşut olarak insanoğlu bilinmeyen nedenlerle zayıflamakta ve küçülmektedir toparlarsak Yakkent Hakkent kısacası Piskopos Berkeley’in ölümünden bu yana adam başı eksilmemiz aşağı yukarı adam başı ortalama yuvarlak rakamla Normandiya’da çıplak olarak tartıya çıkıldığında iki yüz grama çok yakındır bilinmeyen nedenlerle kısaca her neyse geçelim bunları gerçekler ortada öte yandan Steinweg ile Peterman’ın sürmekte olan deneyimlerinin ışığında deneylerinin ışığında karşımıza ciddiyetle çıkan çıkan Steinweg ile Peterman’ın yarıda bıraktığı deneylerin ışığında ciddiyetle karşımıza çıkan kırda dağda deniz kıyısında su ve ateş akıntılarının yakınlarında hava hiç de farklı değildir ve toprak yani havayla toprak soğuk havalarda karanlıklarda havayla toprak soğuklarda taştan konutlarda ne yazık ki miladın altıncı yüzyılında hava toprak deniz toprak büyük derinliklerde taştan konutlar denizde karada ve havada büyük soğuklar toparlarsak bilinmeyen nedenlerle tenise rağmen gerçekler ortada ama yanıtı zaman verecektir toparlarsak ne yazık ki ne yazık ki bir sonraki kısacası neyse ne yazık ki bir sonraki taştan konut bundan kim kuşku duyabilir ki toparlarsak acele etmeyelim toparlarsak kafatası küçülmektedir, ufalmaktadır aynı zamanda koşut olarak bilinmeyen nedenlerle tenise rağmen sonra sonra sakal alevler gözyaşları taşlar masmavi öylesine dingin kafa kafa kafa Normandiya’da tenise rağmen bitmeyen çalışmalar ciddiyet taştan konutlar kısacası toparlarsak heyhat ne yazık ki yarıda bırakılmış tamamlanmamış kafatası kafatası Normandiya’da tenise rağmen kafatası ne yazık ki taştan konutlar Vajen… (üst üste yığılırlar, son bağırıp çağırmalar) tenis… taşlar… masmavi… Vajen… bitmemiş…
POZZO:
Şapkası!
Vladimir Lucky’nin şapkasını yakalar. Lucky’nin sessizliği. Düşer. Sessizlik. Zafer kazananların soluması.
ESTRAGON:
Öcümü aldım!
Vladimir şapkayı inceler, içine göz gezdirir.
POZZO:
Verin şunu bana! (Şapkayı Vladimir’in elinden çeker, yere atar, üzerinde zıplar.) Böylece artık düşünemeyecek bir daha.
BİRİNCİ PERDE
Bir kır yolu, ağaç
Akşam
Estragon yere oturmuş, ayakkabılarından birini çıkarmaya uğraşmaktadır. Ayakkabısını iki eliyle yakalamıştır ve tüm gücünü harcamaktadır. Gücü tükenince durur soluklanır, sonra yeniden aynı işe koyulur. Aynı hareketler. Vladimir girer.
ESTRAGON ( soluklanmak için durarak) –Olmayacak.
VLADİMİR ( bacakları ayrık ayrık , kısa kısa sert adımlarla ona doğru yürürken) –Sanırım öyle. ( Hareketsiz durur.) Bu düşünceye uzun süre karşı koydum; Vladimir, dedim kendi kendime, aklını başına topla, daha her şeyi denemedin. Ondan sonra, sürdürdüm savaşımı. ( Savaşımını düşünerek dalar gider. Estragon’a) Bak sen, demek buradasın yine.
ESTRAGON –Ne demezsin?
VLADİMİR –Sevindim seni gördüğüme. Bir daha dönmeyeceksin sanıyordum.
ESTRAGON –Ben de.
VLADİMİR –Ne yapalım buluşmamızı kutlamak için? ( Düşünür.) Ayağa kalk da seni kucaklayıp bir öpeyim. ( Elini Estragon’a uzatır.)
ESTRAGON ( öfkeli.) –Sonra, daha sonra.
( Sessizlik)
VLADİMİR ( gücenmiştir, soğukça) –Beyefendinin geceyi nerede geçirdiklerini öğrenebilir miyiz acaba?
ESTRAGON –Bir çukurda.
VLADİMİR ( şaşırarak) –Bir çukurda mı! Nereden buldun onu ?
ESTRAGON ( yön göstermeden) –Şuralarda.
VLADİMİR –Dayak da yedin mi?
ESTRAGON – Yedim…Fazla değil.
VLADİMİR –Hep aynıları mı?
ESTRAGON – Aynıları mı? Bilmem.
( Sessizlik)
VLADİMİR – Düşünüyorum da…o zamandan beri…kimbilir…ne hallere düşerdin…ben olmasaydım…diyorum kendi kendime. ( Kararlılıkla) Şu an zavallı bir kemik yığınından başka bir şey olmazdın, kalıbımı basarım.
ESTRAGON ( bamteline basılmış gibi) –Daha neler.
VLADİMİR ( bıkkın) –Bir kişiye de bu kadar yüklenilmez ama. ( Bir süre.Canlı) Bir yandan da, kendi kendime, şimdi umutsuzluğa kapılmaya ne gerek var, diyorum. Bunu daha işin başında düşünmek gerekirdi, 1900’e doğru filan.
ESTRAGON –Yeter. Yardım et şu cenabeti çıkartmama.
VLADİMİR- El ele tutuşup kendimizi Eiffel Kulesi’nden aşağı atabilirdik, ilk atlayanlarla birlikte. İki dirhem bir çekirdektik o zamanlar. Şimdi artık çok geç. Bizi yukarı çıkartmazlar bile. ( Estragon ayakkabısıyla boğuşur) Ne yapıyorsun sen öyle?
ESTRAGON –Ayakkabımı çıkartıyorum. Senin başına hiç gelmedi galiba?
VLADİMİR –Ne zamandır sana onları her gün çıkartman gerekir diyorum. Laf anlamıyorsun ki.
ESTRAGON ( güçsüzce) –Yardım et bana!
VLADİMİR –Canın yanıyor mu?
ESTRAGON –Canım yanıyor muymuş. Soruya bak!
VLADİMİR ( öfkelenerek) –Yalnız sen mi acı çekiyorsun sanki! Ya ben neciyim. Bir benim yerimde olda görelim bakalım gününü.
ESTRAGON –Sen de acı çektin mi?
VLADİMİR –Sen de acı çektin miymiş! Sen de acı çektin mi diye soruyor bana!
ESTRAGON ( parmağıyla göstererek) –Pantolonunu iliklesen iyi edersin.
VLADİMİR ( önüne bakar.) –Doğru. ( Pantolonunu ilikler.) Küçük şeyler ihmale gelmez.
ESTRAGON –Sana ne söylememi istiyorsun hep son dakikaya bırakırsın her şeyi.
VLADİMİR ( dalıp giderek) – Son dakika…( Düşünceler içinde) Uzun sürecek, ama iyi olacak. Kim diyordu bunu?
ESTRAGON –Bana yardım etmeyecek misin?
VLADİMİR –Kimi kez, yine de yaklaşıyor, diyorum kendi kendime. Bir tuhaf hissediyorum o zaman kendimi. ( Şapkasını çıkarır, içine bakar, elini içinde dolaştırır, silkeler, başına geçirir.) Nasıl söylesem ? Hem rahatlamış gibi, hem de…( sözcüğü arar)…dehşet içinde. ( Abartılı biçimde) DEH-ŞET-İ-ÇİN-DE. ( Şapkasını yeniden çıkarır, içine bakar.) Bu kadarı da fazla ha! ( İçindeki bir şeyi yere düşürmek ister gibi şapkasının tepesine vurur, yeniden içine bakar, başına geçirir) Neyse… ( Estragon son ve müthiş bir çabayla ayakkabısını çıkarmayı başarır. İçine bakar, elini içinde dolaştırır, başaşağı çevirir, silkeler, içinden bir şey düştü mü diye yere bakar, hiçbir şey bulamaz, elini yeniden ayakkabısının içinde dolaştırır, bakışları bulanıktır.)
VLADİMİR –Eee,sonra?
ESTRAGON – Hiç.
VLADİMİR – Göster bakayım.
ESTRAGON – Görecek bir şey yok.
VLADİMİR – Yeniden giymeye çalış.
ESTRAGON – Biraz hava alsın.
VLADİMİR – İşte karşınızda tüm yönleriyle insan, suçlu kendi ayağıyken ayakkabısına kızıyor. ( Şapkasını bir kez daha çıkarır, içine bakar, elini içinde dolaştırır, silkeler, tepesine vurur, içine üfler, yeniden başına geçirir.) Hırsızlardan biri kurtuldu. ( Bir süre.) Kabul edilebilir bir oran. ( Bir süre.) Gogo…
ESTRAGON- Ne var ?
VLADİMİR- Pişman olalım mı, ne dersin ?
ESTRAGON- Neye ?
VLADİMİR – Şey… ( Bulmaya çalışır.) Ayrıntılara girmemiz gerekmez.
ESTRAGON – Doğduğumuza mı ?
( Vladimir kahkaha atarken elini kasığına götürerek kendini tutar. )
VLADİMİR – Artık gülmek için bile yürek gerekli.
ESTRAGON – Bir yoksunluk tabii.
VLADİMİR – Kala kala bir gülümseme kaldı. ( Yüzüne çok geniş, bıçak gibi bir gülümseme yayılır ve donar, uzunca bir süre öyle kalır, sonra birden kaybolur.) Aynı şey değil. Ne yapalım… ( Bir süre.) Gogo…
ESTRAGON ( rahatsız edilmiş gibi ) – Yine ne var ?
VLADİMİR – İncil’ i okudun mu ?
ESTRAGON – İncil’ i mi? ( Düşünür.) Bir göz atmışımdır herhalde.
VLADİMİR ( şaşırmış) – Tanrısız okulda mı ?
ESTRAGON – Tanrılı mıydı, Tanrısız mıydı bilmiyorum.
VLADİMİR – Sen La Roquette İslaheviyle karıştırıyorsun okulu.
ESTRAGON – Olabilir. Kutsal-Toprak haritalarını anımsıyorum. Renkli. Çok güzel. Ölü Deniz soğuk maviydi. Ona bakınca bile dilim damağım kururdu. İşte orada geçireceğiz balayımızı, derdim kendi kendime. Yüzeceğiz . Mutlu olacağız.
VLADİMİR – Sen şair olmalıymışsın.
ESTRAGON – İdim. ( Üstündeki yırtık pırtık giysileri gösterir.)
Belli olmuyor mu?
( Sessizlik.)
VLADİMİR – Ne diyordum… Ayağın nasıl oldu ?
ESTRAGON – Şişiyor .
VLADİMİR – Tamam, buldum, şu hırsız öyküsü. Anımsıyor musun?
ESTRAGON – Hayır .
VLADİMİR – Anlatayım mı ? İster misin ?
ESTRAGON – Hayır .
VLADİMİR – Vakit geçirtir. ( Bir süre. ) İki hırsız varmış. Kurtarıcı’ yla aynı zamanda çarmıha gerilmişler. Bunlardan…
ESTRAGON – Kiminle ?
VLADİMİR – Kurtarıcı’ yla. İki hırsız. Bunlardan biri kurtulmuş, ötekiyse… ( “Kurtulmuş” kavramının karşıt anlamlısını arar.) … cehennemlik olmuş, deniyor.
ESTRAGON – Neden kurtulmuş ?
VLADİMİR – Cehennemden .
ESTRAGON – Ben gidiyorum. ( Yerinden kıpırdamaz.)
VLADİMİR – Ama… ( Bir süre.) Nasıl oluyor da… Umarım canını sıkmıyorumdur.
ESTRAGON – Dinlemiyorum .
VLADİMİR – Nasıl oluyor da dört Havariden yalnızca biri olayları böyle veriyor ? Oysa dördü de oradaydılar – yani çok uzakta değillerdi. Ve içlerinden yalnızca biri kurtulan bir hırsızdan söz ediyor. ( Bir süre. ) Bak, ama, Gogo, arada bir iki laf etsen hiç fena olmayacak.
ESTRAGON – Dinliyorum .
VLADİMİR – Dördünden biri. Öteki üçünden ikisi bundan hiç söz etmiyor, üçüncü de ikisinin ona ana avrat düz gittiklerini söylüyor.
ESTRAGON – Kim ?
VLADİMİR – Nasıl ?
ESTRAGON – Hiçbir şey anlamıyorum… ( Bir süre. ) Kime ana avrat düz gitmişler ?
VLADİMİR – Kurtarıcı’ ya.
ESTRAGON – Niye ?
VLADİMİR – Onları kurtarmak istemedi diye.
ESTRAGON – Cehennemden mi?
VLADİMİR – Ne münasebet canım ! ölümden
ESTRAGON – Ne olmuş , peki ?
VLADİMİR – O zaman ikisi de cehennemlik olmalı.
ESTRAGON – E ?
VLADİMİR – Ama öteki, biri kurtulmuş, diyor.
ESTRAGON – Ne var bunda ? Aynı görüşte değiller demek.
VLADİMİR – Dördü de oradaydılar. Ve içlerinden biri kurtarılmış bir hırsızdan söz ediyor. Niçin ötekilere değil de, ona inanılıyor ?
ESTRAGON – Kim inanıyor ?
VLADİMİR – Herkes , canım. Olayın yalnızca bu biçimi biliniyor.
ESTRAGON- İnsanların tümü hıyar zaten. ( Güçlükle ayağa kalkar, sekerek sol kulise doğru gider, durur, elini siper ederek uzaklara bakar, geri döner, sağ kulise doğru gider, uzaklara bakar. Vladimir gözleriyle onu izler, sonra gider ayakkabıyı yerden alır, içine bakar, hemen elinden atar. )
VLADİMİR – Öööö ! ( Yere tükürür. )
(Estragon sahnenin ortasına doğru gelir, fona doğru bakar. )
ESTRAGON – Çok güzel bir yer. ( Geri döner, rampa kadar yürür, seyircilere doğru bakar. ) Güleç görünümler. ( Vladimir’ e döner. ) Haydi gidelim artık.
VLADİMİR – Gidemeyiz .
ESTRAGON – Niye ?
VLADİMİR – Godot ‘yu bekliyoruz.
ESTRAGON – Doğru . ( Bir süre. ) Burası olduğundan emin misin ?
VLKADİMİR – Neresinin ?
ESTRAGON – Beklenecek yerin .
VLADİMİR – Ağacın önünde, dedi. ( Ağaca bakarlar. ) Başka ağaç var mı görünürde ?
ESTRAGON – Ne ağacı bu ?
VLADİMİR – Söğüte benziyor.
ESTRAGON – Yaprakları nerde ?
VLADİMİR – Dökülmüşler.
ESTRAGON – Gözyaşları dinmiş.
VLADİMİR – Ya da mevsim gereği böyle .
ESTRAGON – Bir fide mi bu ?
VLADİMİR – Bir fidan .
ESTRAGON – Bir fide.
VLADİMİR – Bir – (Kendini toparlar. ) Dilinin altında ne var senin ? Yanlış yerde odlumuzu mu söylemek istiyorsun ?
ESTRAGON – Burada olması gerekirdi .
VLADİMİR – Kesin olarak gelirim demedi ki.
ESTRAGON – Ya gelmezse ?
VLADİMİR – Biz de yarın geliriz.
ESTRAGON – Sonra da öbür gün.
VLADİMİR – Kimbilir.
ESTRAGON – Ve böylece sürer gider.
VLADİMİR – Yani …
ESTRAGON – O gelene kadar.
VLADİMİR – Çok acımasızsın.
ESTRAGON – Dün de geldik.
VLADİMİR – Dur bakalım, orada faka bastık.
ESTRAGON – Dün ne yaptık ?
VLADİMİR – Dün ne mi yaptık ?
ESTRAGON – Evet.
VLADİMİR – Şey … ( Öfkelenerek ) Senin de ortalığı karıştırmakta üstüne yok.
ESTRAGON – Bana kalırsa, yine buradaydık.
VLADİMİR ( çevresine dairesel bakarak ) – Burası sana bildik bir yer gibi mi geliyor ?
ESTRAGON – Öyle demedim.
VLADİMİR – Öyleyse ?
ESTRAGON – Yine de olabilir.
VLADİMİR – Ama yani … bu ağaç … ( seyircilere doğru dönerek ) … bu bok çukuru …
ESTRAGON – Bu akşam olduğundan emin misin ?
VLADİMİR – Neyin ?
ESTRAGON – Beklememiz gerektiğinin .
VLADİMİR – Cumartesi, dedi. ( Bir süre.) Sanırım.
ESTRAGON – Mesaiden sonra.
VLADİMİR – Bir yere not almışımdır. ( Her türlü pislikle tıka basa dolu olan ceplerini karıştırır. )
ESTRAGON – Ama, hangi cumartesi ? Ayrıca da bugün cumartesi mi ? Cumartesiden çok Pazar değil mi bugün ?
VLADİMİR ( sanki tarih manzaraya yazılıymış gibi , şaşkın, çevresine bakınırken ) – Olanaksız.
ESTRAGON – Ya da Perşembe.
VLADİMİR – Ne yapacağız ?
ESTRAGON – Dün akşam gelip de bizi bulamadıysa, bugün gelmez tabii.
VLADİMİR – Ama dün akşam geldik , diyorsun.
ESTRAGON – Yanılabilirim . ( Bir süre. ) Biraz konuşmayalım, ha , ne dersin ?
VLADİMİR ( alçak sesle ) – Tamam . ( Estragon yere oturur. Vladimir sahnede, heyecanlı heyecanlı dolaşır durur, arada bir ufku dikkatle incelemek için durur. Estragon uyuyakalır. Vladimir, Estragon’ un önünde durur. ) Gogo… ( Sessizlik ) Gogo… ( Sessizlik ) GOGO! ( Estragon sıçrayarak uyanır. )
ESTRAGON ( birdenbire uyanıp kendini aynı yerde bulmanın tüm dehşeti içinde ) – Uyuyordum. ( Çıkışarak ) Niçin hep uyandırıyorsun beni ?
VLADİMİR – Kendimi yalnız hissediyordum.
ESTRAGON – Bir düş gördüm.
VLADİMİR – Anlatma !
ESTRAGON – Düşümde …
VLADİMİR – ANLATMA !
ESTRAGON ( bir hareketle evreni göstererek ) – Bu sana yetiyor mu ? ( Sessizlik.) Hiç nazik değilsin, Didi. Kişisel karabasanlarımı senden başka kime anlatayım istiyorsun ?
VLADİMİR – Kişisel kalsınlar. Onlara dayanamadığımı biliyorsun.
ESTRAGON ( soğukça ) – Arada bir, ayrılsak daha iyi olmaz mı, diye soruyorum kendi kendime.
VLADİMİR – Uzağa gidemezsin ki.
ESTRAGON – Uzağa gidememek gerçekten de ciddi bir engel. (Bir süre.) Öyle değil mi, Didi, bu ciddi bir engel değil mi ? (Bir süre.) Yol bu kadar güzelken. (Bir süre.) Yolcular bu kadar iyilerken. (Bir süre. Cilveli) Öyle değil mi , Didi ?
VLADİMİR – Sakin ol.
ESTRAGON ( cinsellikle) – Sakin … sakin… İngilizler bunu çok güzel söylerler, saaakin, derler. Onlar saaakin insanlardır. (Bir süre.) Genelevdeki ingilizin öyküsünü biliyor musun ?
VLADİMİR – Evet.
ESTRAGON – Anlat bana.
VLADİMİR – Yeter .
ESTRAGON – Kafayı bulan bir İngiliz geneleve gitmiş. Mama ona sarışın mı, esmer mi, yoksa kızıl saçlı mı istersin, diye sormuş. Devam et .
VLADİMİR – YETER !
( Vladimir çıkar. Estragon ayağa kalkar, onu sahne çıkışına kadar izler. Kulisteki Vladimir’i gözleriyle izleyen Estragon’un mimikleri ringteki bir boksörü yüreklendiren seyircinin mimiklerini andırır. Vladimir geri gelir, Estragon’un önünden geçer, sahnede yürür, gözleri önündedir. Estragon ona doğru birkaç adım atıp durur.)
ESTRAGON (yumuşak) – Benimle konuşmak mı istiyordun? (Vladimir yanıtlamaz. Estragon, Vladimir’e doğru bir adım atar.) Bana söyleyecek bir şeyin mi var? (Sessizlik. Bir adım daha atar.) Söyle, Didi…
VLADİMİR (yüzünü dönmeden) – Sana söyleyecek hiçbir şeyim yok.
ESTRAGON (bir adım daha atar.) – Küstün mü? (Sessizlik. Bir adım daha atar.) Özür dilerim. (Sessizlik. Bir adım daha. Vladimir’in omzuna dokunur.) Haydi, Didi. (Sessizlik.) Elini ver! (Vladimir ona doğru döner.) Öp beni! (Vladimir geriler.) Rahat bırak kendini! (Vladimir yumuşar. Birbirlerine sarılıp öpüşürler. Estragon kendini geriye atar.) Leş gibi sarımsak kokuyorsun!
VLADİMİR – Böbreklere birebirdir! (Sessizlik. Estragon dikkatli dikkatli ağaca bakar.) Şimdi ne yapıyoruz?
ESTRAGON – Bekliyoruz.
VLADİMİR – Tamam, ama beklerken…
ESTRAGON – Kendimizi assak mı?
VLADİMİR – O da bir tür kaldırma biçimi.
ESTRAGON (kıkırdayarak) – Kaldırıyor muyuz?
VLADİMİR – Hem de tüm sonuçlarıyla. Onun düştüğü yerde adamotu biter. Onun için koparıldığında bağırır. Bilmiyor muydun bunu?
ESTRAGON – Kendimizi hemen asalım.
VLADİMİR – Bir dala mı? (Yaklaşıp ağaca bakarlar.) Güvenemem.
ESTRAGON – Yine de deneyebiliriz.
VLADİMİR – Sen dene.
ESTRAGON – Önce sen.
VLADİMİR – Yok , önce sen.
ESTRAGON – Niye ?
VLADİMİR – Sen benden daha hafifsin de ondan.
ESTRAGON – İyi ya işte.
VLADİMİR – Anlamadım .
ESTRAGON – Biraz düşünsene , canım.
(Vladimir düşünür.)
VLADİMİR (en sonunda) – Anlamadım .
ESTRAGON – Bak anlatayım. (Düşünür.) Dal… dal… (Öfkeyle) Anlamaya çalışsana!
VLADİMİR – Bütün umudum sende.
ESTRAGON (çaba göstererek) – Gogo hafif – dal yok kırılmak – Gogo öldü. Didi ağır – dal kırılmak – Didi yalnız. (Bir süre.) Oysa… (Doğru deyimi bulmaya çalışır.)
VLADİMİR – Bunu düşünmemiştim.
ESTRAGON (bularak) – Ağırı çeken hafifi haydi haydi.
VLADİMİR – Niye ben senden daha ağır oluyorum ?
ESTRAGON – Sen öyle diyorsun. Ne bileyim. Böylesi daha güvenli.
VLADİMİR – Bize ne söyleyecek onu bekleyelim.
ESTRAGON – Kim ?
VLADİMİR – Godot .
ESTRAGON – Tamam .
VLADİMİR – Durumun açıklığa kavuşmasını bekleyelim.
ESTRAGON – Öte yandan, belki de demiri buz tutmadan tavında tavlamak daha iyidir.
VLADİMİR – Bize ne söyleyeceğini merak ediyorum. Dinlemek bağlamaz bizi .
ESTRAGON – Ondan tam ne istedik ?
VLADİMİR – Sen orada değil miydin ?
ESTRAGON – Dikkat etmemiştim.
VLADİMİR – Şey… Açık seçik bir şey istemedik .
ESTRAGON – Bir tür yakarıştı.
VLADİMİR – Öyle .
ESTRAGON – Belirsiz bir dilek.
VLADİMİR – Öyle de denebilir .
ESTRAGON – Nasıl yanıtladı ?
VLADİMİR – Bakacakmış.
ESTRAGON – Hiçbir şeye söz veremezmiş.
VLADİMİR – Düşünecekmiş.
ESTRAGON – Sakin kafayla.
VLADİMİR – Ailesine danışacakmış.
ESTRAGON – Dostlarına.
VLADİMİR – Adamlarına.
ESTRAGON – Yazışmalarına.
VLADİMİR – Defterlerine .
ESTRAGON – Banka hesabına.
VLADİMİR – Bakacakmış yanıtlamadan önce.
ESTRAGON – Doğal .
VLADİMİR – Değil mi?
ESTRAGON – Bana göre öyle.
VLADİMİR – Bana göre de.
( Duruş.)
ESTRAGON ( kaygılı) – Ya biz?
VLADİMİR – Efendim?
ESTRAGON – Ya biz? dedim.
VLADİMİR – Anlamadım.
ESTRaGON – Bizim rolümüz ne bu işte?
VLADİMİR – Rolümüz mü?
ESTRAGON – Hemen yanıtlaman gerekmez. Vaktin bol.
VLADİMİR – Rolümüz mü ne? Yakaran rolü.
ESTRAGON – O kadarcık mı?
VLADİMİR – Beyefendi beğenmediler mi?
ESTRAGON – Hiç hakkımız yok mu?
( Vladimir güler ve bir önceki gibi hemen durur. Aynı hareketleri yapar, yalnız gülümsemez.)
VLADİMİR – Gülme iznim olsaydı , haline gülerdim.
ESTRAGON – Haklarımızı yitirdik mi?
VLADİMİR ( kesin bir biçimde) – Hepsini okuttuk. ( Sessizlik.)…( Kolları sarkık, başları göğüslerine düşmüş, dizleri çözülmüş, hareketsiz dururlar.)
ESTRAGON ( hafifçe) – Bağlı değiliz, değil mi? ( Bir süre.) Ha?
VLADİMİR ( elini kaldırarak) – Dinle !
( Gülünç bir durumda donup kalarak dinlerler.)
ESTRAGON – Ben hiçbir şey duymuyorum.
VLADİMİR – Şşşşt ! ( Dinlerler. Estragon dengesini yitirir ve düşecek gibi olur. Vladimir’in koluna yapışınca o da sendeler. Birbirlerine yapışmış, gözleri gözlerinde, dinlerler.) Ben de duymuyorum. ( Rahatlamış olarak soluk alırlar, gevşerler. Birbirlerinden ayrılırlar.)
ESTRAGON – Korkuttun beni.
VLADİMİR – O geliyor sandım.
ESTRAGON – Kim ?
VLADİMİR – Godot.
ESTRAGON – Iıh ! Sazlardaki rüzgardı.
VLADİMİR – Sanki bağrışmalar duydum.
ESTRAGON – Niçin bağıracakmış ki?
VLADİMİR – Atını çağırmak için.
( Sessizlik.)
ESTRAGON – Gidelim buradan.
VLADİMİR – Nereye? ( Bir süre.) Bu akşam belki de onun evinde, sıcacık, karnımız tok sırtımız pek, yatarız samanların üzerinde. Değer beklemeye. Değil mi?
ESTRAGON – Bütün gece değil .
VLADİMİR – Daha gündüz.
( Sessizlik.)
ESTRAGON – Karnım acıktı.
VLADİMİR – Havuç ister misin?
ESTRAGON – Başka bir şey yok mu?
VLADİMİR – Birkaç şalgamım olacak.
ESTRAGON – Havuç ver. ( Vladimir ceplerini karıştırır, bir şalgam çıkarıp Estragon’a verir.) Sağol. ( Şalgamı dişler. Şikayetçi) Şalgam bu !
VLADİMİR – Oh, özür dilerim ! Ben havuç sanmıştım. ( Yeniden ceplerini karıştırır, ceplerinden yalnızca şalgamlar çıkar.) Bunların hepsi şalgam. ( Sürekli arar.) Son havucu da yedin herhalde. ( Arar.) Dur, buldum. ( Cebinden en sonunda bir havuç çıkarıp Estragon’a verir.) İşte, al, sevgili dostum. ( Estragon havucu ceketinin koluna siler, yemeye başlar.) Şalgamı bana ver. ( Estragon şalgamı geri verir.) Hemen bitirme, başka yok.
ESTRAGON ( çiğnerken.) Sana bir soru sormuştum.
VLADİMİR – Hı .
ESTRAGON – Yanıtladın mı ?
VLADİMİR – Güzel mi havucun ?
ESTRAGON – Tatlı .
VLADİMİR – Daha iyi, daha iyi. ( Bir süre.) Neyi bilmek istiyordun?
ESTRAGON – Unuttum. ( Çiğner.) Canımı sıkan da bu. ( Havuca hayranlıkla bakar, havucu parmaklarının ucunda havada döndürür.) Çok lezzetliymiş havucun. ( Düşünceler içinde havucun ucunu emer.) Dur, anımsıyorum. ( Bir lokma koparır.)
VLADİMİR – Eeee ?
ESTRAGON ( ağzı dolu, dalgın dalgın) – Bağlı değil miyiz ?
VLADİMİR – Bir şey anlamıyorum.
ESTRAGON ( çiğneyip yutar.) – Bağlı mıyız, diye soruyorum.
VLADİMİR – Bağlı mı ?
ESTRAGON – Bağlı .
VLADİMİR – Nasıl bağlı ?
ESTRAGON – Ayaklarımızdan ve bileklerimizden.
VLADİMİR – Ama kime? Kim bağlamış?
ESTRAGON – Senin herifçioğluna .
VLADİMİR – Godot’ ya mı? Godot’ya mı bağlı? O da nereden çıktı! Olur mu hiç! ( Bir süre.) Daha değil.
ESTRAGON – Adı Godot’mu ?
VLADİMİR – Sanırım.
ESTRAGON – Şuna bak ! ( Havuçtan kalanı dibinden tutarak havaya kaldırır, gözlerinin önünde döndürür.) Tuhaf, gittikçe tatsızlaşıyor.
VLADİMİR – Benim içinse tersi.
ESTRAGON – Yani?
VLADİMİR – Ben yedikçe tadına varırım.
ESTRAGON ( uzun uzun düşündükten sonra) – Tersi bu mu oluyor?
VLADİMİR – Kişiye göre değişebilir.
ESTRAGON – Kişiliğe göre.
VLADİMİR – Ne yaparsın?
ESTRAGON – İstediğin kadar çırpın.
VLADİMİR – Huylu huyundan vazgeçmez.
ESTRAGON – İstediğin kadar yırtın.
VLADİMİR – Can çıkar, huy çıkmaz.
ESTRAGON – Elden ne gelir. ( Havucun kalanını Vladimir’e uzatır.) Bitirmek ister misin ?
( Tam bu sırada, çok yakından, korkunç bir çığlık duyulur. Estragon elinden havucu
düşürür. Donup kalırlar, sonra kulise doğru koşuştururlar. Estragon yarı yolda
durup geri döner, havucu yerden alır, cebine atar, kendisini bekleyen Vladimir’e
doğru koşturur, yeniden durur, geri döner, ayakkabısını yerden alır, sonra koşarak
Vladimir’in yanına gelir. Birbirlerine sarılarak, başları omuzlarının içinde, tehdide
arkalarını dönerek beklerler.
Pozzo ile Lucky girerler. Pozzo, Lucky’yi, boynuna geçirilmiş bir iple yönetmektedir.
Öyle ki, önce Lucky, sonra ip görünür; ip, Lucky sahnenin ortasına gelince Pozzo girecek
Uzundur. Lucky ağır bir bavul, açılır kapanır bir sandalye, bir yiyecek sepeti ile kolunda
Bir palto taşımaktadır; Pozzo’nun elinde bir kamçı vardır.)
POZZO ( kulisten) – Daha hızlı! ( Kamçı sesi. Pozzo girer. Sahneyi geçerler. Lucky, Vladimir ile Estragon’un önünden geçer ve çıkar. Pozzo, Vladimir ile Estragon’u görür, durur. İp gerilir. Pozzo ipe asılır.) Geri bas !
( Kuliste düşme sesi . Lucky tüm yüküyle yere düşmüştür. Vladimir ile Estragon
yardımına gitmek isteği ile kendilerini ilgilendirmeyene karışmak korkusu arasında
kararsız, bocalayarak ona bakarlar. Vladimir, Lucky’ye doğru bir adım atar, Estragon
onu kolundan tutar.)
VLADİMİR – Bırak beni !
ESTRAGON – Karışma !
POZZO – Dikkat ! Saldırır ! ( Estragon ile Vladimir ona bakarlar.) Yabancılara.
ESTRAGON ( alçak sesle) – O mu?
VLADİMİR – Kim ?
ESTRAGON – Biliyorsun işte…
VLADİMİR – Godot ?
ESTRAGON – Evet .
POZZO – Kendimi tanıtayım: ben Pozzo .
VLADİMİR – O da nereden çıktı ?
ESTRAGON – Godot, dedi.
VLADİMİR – O da nereden çıktı ?
ESTRAGON ( Pozzo’ya) – Siz bay Godot değil miniz, Bayım ?
POZZO ( korkunç bir sesle) – Ben Pozzo’yu ! ( Sessizlik.) Bu ad size bir şey anımsatmıyor mu? ( Sessizlik.) Bu ad size bir şey anımsatmıyor mu , diyorum.
( Vladimir ile Estragon başlarıyla birbirlerine sorarlar.)
ESTRAGON ( anımsamaya çalışır gibi yaparak) – Bozzo… Bozzo…
VLADİMİR ( aynı) – Pozzo…
POZZO – PPPOZZO !
ESTRAGON – Ha ! Pozzo… dur bakayım… Pozzo…
VLADİMİR – Pozzo mu, Bozzo mu ?
ESTRAGON – Pozzo… yok, anımsamıyorum.
VLADİMİR ( işi tatlıya bağlamak isteyerek) – Ben bir vakitler bir Gozzo ailesi tanıdım. Anne gergef işlerdi.
( Pozzo, ürkünç üstlerine yürür .)
ESTRAGON ( çarçabuk.) – Biz buralı değiliz, Bayım.
POZZO ( durarak.) – İnsanoğlusunuz ama. ( Gözlüklerini takar.) Öyle görünüyor. ( Gözlüklerini çıkarır.) Benimle aynı türden. ( Müthiş bir kahkaha patlatır.) Pozzo’yla aynı türden. Tanrısal kökenden !
VLADİMİR – Bakın…
POZZO ( lafı gevelemeden) – Godot kim ?
ESTRAGON – Godot mu ?
POZZO – Beni Godot sandınız ya ?
VLADİMİR – Onu da nereden çıkarıyorsunuz, Bayım, ne münasebet, Bayım.
POZZO – Kim o ?
VLADİMİR – Pekala, o bir… o bir tanıdık.
ESTRAGON – Tam da değil, pek öyle tanımıyoruz.
VLADİMİR – Tabii… pek öyle tanımıyoruz onu… bir parça…
ESTRAGON – Ben görsem bile tanımam.
POZZO – Beni o sandınız ama.
ESTRAGON – Yani… karanlık… yorgunluk… güçsüzlük… bekleyiş… itiraf ederim ki… bir an… sandım ki…
VLADİMİR – Dinlemeyin onu, Bayım, dinlemeyin onu !
POZZO – Bekleyiş mi dedin ? Demek onu bekliyorsunuz ?
VLADİMİR – Şey…
POZZO – Burada mı ? Benim topraklarımda mı ?
VLADİMİR – Kötü bir niyetimiz yoktu.
ESTRAGON – İyi niyetleydi.
POZZO – Yol herkesindir.
VLADİMİR – Ben de onu söylüyordum.
ESTRAGON – Biz de birbirimize onu söylüyorduk.
POZZO – Utanç verici bir şey, ama ne yazık ki öyle.
ESTRAGON – Ne yaparsınız.
POZZO ( geniş bir hareket yaparak) – Artık bundan söz etmeyelim. ( İpe asılır.) Kalk ayağa ! ( Bir süre.) Her düşüşünde uyuyakalır. ( İpe asılır.) Kalk ayağa, leş herif ! ( Ayağa kalkan ve düşürdüğü eşyaları toplayan Lucky’nin çıkardığı sesler duyulur. Pozzo ipe asılır.) Geri bas ! ( Lucky geri geri yürüyerek girer.) Dur ! ( Lucky durur.) Dön ! ( Lucky geri döner. Vladimir ile Estragon’a gönüllerini almak ister gibi.) Dostlarım, sizlerle karşılaştığım için çok mutluyum. ( İnanmamış bakışlarını görünce.) Evet, öyleyim, içtenlikle, mutluyum. ( İpe asılır.) Daha yakına ! ( Lucky ilerler.) Dur ! ( Lucky durur. Vladimir ile Estragon’a.) Ne yaparsınız, yalnız yolculuk etti mi, insana yol uzun geliyor. ( Saatine bakar.)… uzun geliyor… ( hesaplar)… altı saat, evet, tastamam altı saat, hiç durmadan, hiç kimseyle karşılaşmadan. ( Lucky’ye.) Palto ! Lucky bavulu yere koyar, ilerler, paltoyu verir, geri gelir, bavulu yerden alır.) Tut şunu. ( Pozzo ona kamçıyı uzatır, Lucky ilerler, elleri dolu olduğu için eğilir, kamçıyı dişleriyle alır, sonra yerine gider. Pozzo paltosunu giymeye başlar, durur.) Palto ! ( Lucky her şeyi yere bırakır, ilerler, Pozzo’nun paltosunu giymesine yardım eder, yerine döner, eşyaları yerden alır.) Hava serinlemeye başlıyor. ( Paltosunun düğmelerini ilikler, eğilir, giyimini denetler, doğrulur.) Kamçı ! ( Lucky ilerler, eğilir, Pozzo kamçıyı ağzından çekip alır, Lucky yerine gider.) Görüyorsunuz, dostlarım, uzun süre türdeşlerimden ayrı kalamıyorum ( iki türdeşine bakar) bana yarım yamalak benzeseler bile. ( Lucky’ye.) Sandalye ! ( Lucky bavulu ve sepeti yere bırakır, ilerler, açılır kapanır sandalyeyi açar, yere koyar, yerine gider, bavul ile sepeti yerden alır. Pozzo sandalyeye bakar.) Daha yakına! ( Lucky bavulu ve sepeti yere bırakır, ilerler, sandalyenin yerini değiştirir, yerine döner, bavulla sepeti yerden alır. Pozzo sandalyeye oturur, kamçısının ucunu Lucky’nin göğsüne dayayarak onu geri iter.) Geri bas ! ( Lucky geri gider.) Daha ! ( Lucky biraz daha geri gider.) Dur ! ( Lucky durur. Vladimir ile Estragon’a.) İşte bu nedenle ve izninizle, ileriye ileriye ilerlemeden önce, bir süre yanınızda kalacağım. ( Lucky’ye.) Sepet ! ( Lucky ilerler, sepeti verir, yerine döner.) Açık hava iştah kabartır, mide guruldatır. ( Sepeti açar, bir parça tavuk, biraz ekmek, bir şişe şarap çıkarır. Lucky’ye.) Sepet ! ( Lucky ilerler, sepeti alır, yerine gider, hareketsiz durur.) Daha geriye ! ( Lucky geri gider.) Tamam ! ( Lucky durur.) Leş gibi kokuyor. ( Şişeyi kafasına dikerek uzun uzun içer.) Hepimizin sağlığına. ( Şişeyi yere koyar, yemeye başlar. Sessizlik.)
( Vladimir ile Estragon yavaş yavaş yüreklenmeye başlarlar, Lucky’nin çevresinde dolanırlar, onu tepeden tırnağa incelerler. Pozzo tavuğunu sanki biri elinden kapacakmış gibi dişler, kemikleri sıyırdıktan, emdikten sonra fırlatır atar. Lucky durduğu yerde elindeki bavul yere değinceye kadar yavaş yavaş öne doğru bükülür, bavul yere değince birden doğrulur, sonra yeniden bükülmeye başlar. Ayakta uyumaktadır.)
ESTRAGON – Nesi var bunun ?
VLADİMİR – Yorgun görünüyor.
ESTRAGON – Elindekileri niye yere koymuyor ?
VLADİMİR – Ben nereden bileyim ? (Birbirlerine daha çok yaklaşırlar.) Dikkat !
ESTRAGON – Onunla konuşsak mı ?
VLADİMİR – Şuraya bak !
ESTRAGON – Ne ?
VLADİMİR ( göstererek) – Boynu.
ESTRAGON ( Lucky’nin boynuna bakarak) – Ben bir şey görmüyorum.
VLADİMİR – Buraya gel.
( Estragon Vladimir’in yerine gelir.)
ESTRAGON – Evet gerçekten.
VLADİMİR – Yara olmuş?
ESTRAGON – İp yapmış.
VLADİMİR – Sürtüne sürtüne.
ESTRAGON – Olacağı bu tabii.
VLADİMİR – Düğüm yapmış.
ESTRAGON – Yapar tabii.
( Lucky’yi incelemeyi sürdürürler, sonunda yüzünü incelemeye koyulurlar.)
<–nexpage–>
VLADİMİR – Fena değil aslında.
ESTRAGON ( omuzlarını silkerek) – Öyle mi buluyorsun ?
VLADİMİR – Biraz kadınsı.
ESTRAGON – Salyası akıyor.
VLADİMİR – Olacak artık o kadar.
ESTRAGON – Ağzı köpürüyor.
VLADİMİR – Belki de alığın tekidir.
ESTRAGON – Bir gerzek.
VLADİMİR ( başını uzatarak) – Guatrı var gibi.
ESTRAGON ( aynı hareket) – Olmayabilir de.
VLADİMİR – Soluk soluğa kalmış.
ESTRAGON – Olacak o kadar.
VLADİMİR – Peki gözleri ?
ESTRAGON – Ne olmuş gözlerine ?
VLADİMİR – Yuvalarından dışarı fırlamışlar.
ESTRAGON – Bana kalırsa gebermek üzere.
VLADİMİR – Belli olmaz. ( Bir süre.) Ona bir şey sor.
ESTRAGON – Doğru olur mu ?
VLADİMİR – Ne kaybederiz ?
ESTRAGON ( çekinerek) – Bayım …
VLADİMİR – Daha yüksek sesle.
ESTRAGON ( daha yüksek sesle) – Bayım …
POZZO – Rahat bırakın onu ! ( Yemeğini bitirip ağzını elinin tersiyle silmekte olan Pozzo’ya doğru dönerler.) Dinlenmek istediğini görmüyor musunuz? ( Piposunu çıkarıp doldurmaya başlar. Estragon yerdeki tavuk kemiklerini görür, gözleri iştahla onlara dikilir. Pozzo bir kibrit çakar ve piposunu yakmaya başlar.) Sepet ! ( Lucky yerinden kıpırdamaz, Pozzo kibriti öfkeyle fırlatır, ipe asılır.) Sepet ! Lucky düşecek gibi olur, kendini toparlar, ilerler, şişeyi sepete koyar, yerine döner, önceki durumunu alır. Estragon kemiklere bakar, Pozzo ikinci bir kibrit çakar ve piposunu tüttürmeye başlar.) Ne yaparsınız, mesleği değil bu. ( Bir nefes çeker, bacaklarını uzatır.) Oh, dünya varmış.
ESTRAGON ( çekinerek) – Bayım…
POZZO – Ne var, ahbap ?
ESTRAGON – Şey… artık yemiyorsanız… artık işiniz bittiyse… bu kemiklerle… değil mi, Bayım ?
VLADİMİR ( rezil olmuş gibi) – Gitmesini bekleyemez miydin sanki ?
POZZO – Sorabilir, tabii, çok doğal bir şey bu. Kemiklerle işim bitti mi? ( Kamçının ucuyla kemikleri oynatır.) Evet, kişisel olarak bunlarla işim artık bitti. ( Estragon kemiklere doğru bir adım atar.) Ancak… ( Estragon durur.) İlke olarak kemikler hamalındır. Bu durumda ona sormak gerekecek. ( Estragon Lucky’ye döner, duraksar.) Sorun, canım, kendisine sorun, korkmayın, söyler. ( Estragon, Lucky’ye doğru gider, önünde durur.)
ESTRAGON – Bayım… özür dilerim, Bayım… ( Lucky hiçbir tepki göstermez. Pozzo kamçısını şaklatır, Lucky başını kaldırır.)
POZZO – Sana söyleniyor, domuz. Yanıtla . ( Estragon’a) Sorun.
ESTRAGON – Özür dilerim, Bayım, kemikler, onları istiyor musunuz acaba?
( Lucky uzun uzun Estragon’ bakar.)
POZZO ( ağzı kulaklarında.) – Ona bayım, dedi. ( Lucky başını eğer.) Yanıtla! İstiyor musun ? İstemiyor musun ? ( Lucky’den ses çıkmaz. Estragon’a) Kemikler sizindir. ( Estragon kemiklere saldırır, kemirmeye başlar.) Garip aslında, ilk kez verdiğim kemiği geri çeviriyor. ( Lucky’ye kaygıyla bakar.) Umarım hastalanma filan gibi bir eşek şakası yapmaz. ( Piposunu tüttürür.)
VLADİMİR ( patlayarak.) – Ayıp be, ayıp !
( Sessizlik. Estragon, hayretler içinde, kemirmeyi bırakır, bir Vladimir’e, bir Pozzo’ya bakar. Pozzo son derece sakindir; Vladimir ise gittikçe daha huzursuzdur.)
POZZO ( Vladimir’e.) – Bir şey mi ima etmek istiyorsunuz ?
VLADİMİR ( kararlıdır, ancak anlatım güçlüğü çeker.) – Bir insana ( Lucky’yi göstererek) böyle davranmak… bana göre bu… bir insana… olmaz… ayıp bu be, ayıptır !
ESTRAGON ( geri kalmak istemez) – Rezalet derler buna ! ( Kemirmeyi sürdürür.)
POZZO – Bakıyorum, çok katısınız. ( Vladimir’e) Sorması ayıp olmasın ama, kaç yaşındasınız? ( Sessizlik.) Altmış?… Yetmiş?… ( Estragon’a) Kaç yaşında olabilir?
ESTRAGON – Kendisine sorun.
POZZO – İşim olmayan şeye burnumu – sokuyorum. ( Piposunu kamçısını vurarak boşaltır, ayağa kalkar.) Sizlerden ayrılacağım. Benimle birlikte olduğunuz için sizlere teşekkür ederim. ( Düşünür.) Yoksa bir pipo daha içsem mi? Ha, ne dersiniz? ( Hiçbir şey demezler.) Yok, ben öyle tiryaki filan değilim, laf olsun diye içiyorum; arka arkaya iki pipo ömrümde içmedim, ( elini kalbinin üstüne koyarak) çarpıntı yapıyor. ( Bir süre.) Nikotin yapıyor, ne kadar dikkat edersem eydim, içime çekiyorum. ( İçini çeker.) Ne yaparsın. ( Sessizlik.) Siz belki tiryaki değilsinizdir. Öyle mi? Değil mi? Neyse, ayrıntılara girmeyelim. ( Sessizlik.) Peki, şimdi bir kez ayağa kalktıktan sonra doğal bir biçimde nasıl yeniden oturabileceğim? Yani, nasıl derler, eğilir havası vermeden? ( Vladimir’e) Efendim? ( Sessizlik.) Bir şey söylemediniz mi? ( Sessizlik.) Önemli değil. Şey… ( Düşünür.)
ESTRAGON – Oh be ! Kendime geldim. ( Kemikleri fırlatıp atar.)
VLADİMİR – Gidelim .
ESTRAGON – Hemen mi ?
POZZO – Bir dakika ! ( İpe asılır.) Sandalye ! ( Kamçısıyla sandalyeyi gösterir. Lucky sandalyenin yerini değiştirir.) Biraz daha! Şuraya ! ( Oturur. Lucky yerine gider, bavulla sepeti alır.) İşte, yeniden sandalyeme kuruldum ! ( Piposunu doldurmaya başlar.)
VLADİMİR – Gidelim .
POZZO – Umarım sizi ben kovmuyorumdur. Biraz daha kalın, pişman olmazsınız.
ESTRAGON ( yine bir şeyler kapabileceğini hesaplayarak) – Bizim vaktimiz bol.
POZZO ( piposunu yaktıktan sonra) – İkincisi hiçbir zaman ( piposunu eline alarak seyreder) birincisi gibi olmaz, hep böyledir bu. ( Piposunu ağzına alır.) Ama yine de fena değil.
VLADİMİR – Ben gidiyorum.
POZZO – Benim varlığıma katlanamıyor. Pek insan değilimdir ben kuşkusuz, ama bundan size ne ? ( Vladimir’e) Aklınıza estiği gibi hareket etmeden önce düşünmeniz gerekir. Diyelim ki yola koyuldunuz, hava daha aydınlıkken, çünkü hava daha aydınlık. ( Üçü de göğe bakarlar.) Pekala. Ne olacak bu durumda – ( piposunu ağzından çıkarır, piposuna bakar) – sönmüş – ( piposunu yeniden yakar) – bu durumda… bu durumda… ne olacak bu durumda buluşmanız şu… neydi… Godet… Godot… Godin’le… ( sessizlik) her kimse, anlıyorsunuz işte kimden söz ettiğimi, geleceğinizin bağlı olduğu kişi ( sessizlik)… yakın geleceğinizin yani.
ESTRAGON – Haklı.
VLADİMİR – Bunu nasıl biliyorsunuz ?
POZZO – Buyurun bakalım, yine benimle konuşuyor! Sonunda birbirimizi seveceğiz bu gidişle.
ESTRAGON – Elindekileri niye yere koymuyor ?
POZZO – Onunla karşılaşmaktan ben de mutluluk duyardım. Ne kadar çok insanla karşılaşırsam, o kadar mutlu oluyorum. En aşağılık yaratıktan bile insanın öğreneceği bir şeyler oluyor, zenginleşiyor, mutluluğunun tadına daha iyi varıyor. Sizler bile (ikisine de, söz ettiğinin kendileri olduğunu anlamaları amacıyla, bir birine, bir ötekine dikkatle bakarak) belki bir şeyler vermişsinizdir bana.
ESTRAGON – Elindekileri niye yere koymuyor ?
POZZO – Ummadığın taş baş yarar .
VLADİMİR – S ize bir şey soruluyor.
POZZO ( çok hoşnut.) – Bir soru mu ? Kim ? Ne sorusu ? ( Sessizlik.) Demin bana titreyerek, Bayım, diyordunuz. Şimdi soru soruyorsunuz. Bunun sonu kötüye varacak.
VLADİMİR ( Estragon’a) – Haydi, seni dinliyor.
ESTRAGON ( Lucky’nin çevresinde yeniden dolanmaya başlamıştır.) Ne ?
VLADİMİR – Şimdi sorabilirsi ona. Anladı niyetini.
ESTRAGON – Ne sorayım ona ?
VLADİMR – Elindekileri niye yere koymuyor ?
ESTRAGON – Ben de anlamıyorum ki.
VLADİMİR – Sorsana ona.
POZZO ( Estragon ile Vladimir’in konuşmalarını kaygılı bir dikkatle izlemiştir, sorunun güme gitmesini istememektedir.) – Yani, dediğiniz gibi, bana, elindekileri niye yere koymadığını soruyorsunuz, değil mi?
VLADİMİR – Tastamam.
POZZO ( Estragon’a) – Siz de onaylıyor musunuz ?
ESTRAGON ( Lucky’nin çevresinde dolanmayı sürdürerek) – Bir fok gibi soluyor.
POZZO – Sizi yanıtlayacağım. ( Estragon’a) Sakin olun biraz, lütfen, beni de sinirlendiriyorsunuz.
VLADİMİR – Buraya gel.
ESTRAGON – Ne var ?
VLADİMİR – Konuşacak.
POZZO – Mükemmel. Herkes burada mı ? Herkes bana bakıyor mu ? ( Lucky’ye bakar, ipe sılır. Lucky başını kaldırır.) Bana bak, domuz! ( Lucky ona bakar.) Mükemmel. ( Piposunu cebine sokar, cebinden nefes açmak için bir püskürtme aygıtı çıkararak boğazına sıkar, aygıtı cebine koyar, genzini temizler, tükürür, aygıtı yine çıkartır, boğazına sıkar, cebine koyar.) Ben hazırım. Herkes dinliyor mu beni? ( Lucky’ye bakar. İpe asılır.) Yürü ! ( Lucky yürür.) Tamam! ( Lucky durur.) Herkes hazır mı ? ( Üçüne bakar, en son Lucky’ye. İpe asılır.) Ne oluyor ? ( Lucky başını kaldırır.) Havaya konuşmayı sevmem. İyi . Şimdi. ( Düşünür.)
ESTRAGON – Ben gidiyorum.
POZZO – Bana tam olarak ne sormuştunuz ?
VLADİMİR – Elindeki…
POZZO ( öfkeyle) – Sözümü kesmesenize! ( Bir süre. Daha sakin.) Hepimiz birden konuşmaya başlarsak sonu gelmez. ( Bir süre.) Ne diyordum ? (Bir süre. Daha yüksek sesle) Ne diyordum ? (Vladimir ağır bir yük taşıyan birinin taklidini yapar. Pozzo anlamadan bakar.)
ESTRAGON (güçlü bir sesle) – Eşyalar! (Parmağıyla Lucky’yi gösterir.) Niye ? Hep tutmak! (Yükün altında beli bükülen ve soluyanı oynar.) Hiç bırakmamak. (Ellerini açarak rahatlamış gibi doğrulur.) Niye ?
POZZO – Tamam. Bunu bana daha önce söylemek gerekirdi. Niye rahatına bakmıyor. Aydınlatmaya çalışalım. Buna hakkı yok mu ? Var. Bu istemiyor anlamına mı gelir ? İşte mantıklı bir soru. Öyleyse niye istemiyor ? (Bir süre.) Baylar, bunu size söyleyeceğim.
VLADİMİR – Dikkat !
POZZO – Onu yanımda tutmam sağlamak için beni etkilemek istiyor.
ESTRAGON – Nasıl ?
POZZO – Sanırım tam anlatamadım. Kendisini bana acındırmak istiyor, ondan ayrılmamı engellemek için. Yok, tam böyle değil.
VLADİMİR – Onu başınızdan atmak mı istiyorsunuz ?
POZZO – Beni kandırmak istiyor, ama yağma yok.
VLADİMİR – Onu başınızdan atmak mı istiyorsunuz ?
POZZO – İyi bir hamal olduğunu görürsem, ilerde de onu bu işte kullanmak isteyeceğimi sanıyor.
VLADİMİR – Artık onu istemiyor musunuz ?
POZZO – Gerçekte bir domuz gibi taşıyor. Bu onun mesleği değil.
VLADİMİR – Onu başınızdan atmak mı istiyorsunuz ?
POZZO – Yorulmadığını görünce kararımdan döneceğimi sanıyor. Onun aşağılık hesabı bu. Elimin altında sanki başka hamal mı yok! (Üçü de Lucky’ye bakarlar.) Atlas, Jüpiter’in oğlu! (Sessizlik.) İşte. Sanırım sorunuzu yanıtladım. Başka sorunuz var mı ? (Püskürtme aygıtıyla genzini temizler.)
VLADİMİR – Onu başınızdan atmak mı istiyorsunuz ?
POZZO – Şuna dikkatinizi çekerim ki pekala onun yerinde ben, benim yerimde de o olabilirdi. Eğer rastlantı buna engel olmamış olsaydı. Herkes layığını bulur.
VLADİMİR – Onu başınızdan atmak mı istiyorsunuz ?
POZZO – Efendim ?
VLADİMİR – Onu başınızdan atmak mı istiyorsunuz ?
POZZO – Evet. Ama, pekala yapabileceğim gibi onu tekme tokat kovmak yerine, iyilik damarım kabardığı için, onu Aziz-Kurtarıcı pazarına okutmaya götürüyorum. Üç beş kuruş atsam yani cebe, fena mı olur. Aslında bu tür yaratıkları sepetlemek de kolay değil. En temizi, onları temize havale etmek.
( Lucky ağlar.)
ESTRAGON – Ağlıyor.
POZZO – Ne varsa yine eski toprakta var. ( Mendilini Estragon’a verir.) Ona acıdığınıza göre, avutmak da size düşer. ( Estragon duraksar.) Alın. ( Estragon mendili alır.) Gözlerini silin. Kendini terkedilmiş hissetmesin. ( Estragon hep duraksar.)
VLADİMİR – Ver, ben sileyim. ( Estragon mendili vermek istemez. Çocuk davranışları.)
POZZO – Çabuk olun. Birazdan keser ağlamayı. ( Estragon, Lucky’ye yaklaşır, gözlerini silme durumuna geçer. Lucky birden Estragon’un bacağına müthiş bir tekme atar. Estragon, mendili elinden bırakır, kendini geriye atar, topallayarak ve acıdan avaz avaz bağırarak sahnenin çevresini dolanır.) Mendil. ( Lucky bavulu ve sepeti yere koyar, mendili yerden alır, ilerler, Pozzo’ya verir, yerine gider, bavulu ve sepeti alır.)
ESTRAGON – Bok herif! İnek! (Pantolonunu sıvar.) Bacağımı haşat etti.
POZZO – Size yabancılardan hoşlanmadığını söylemiştim.
VLADİMİR ( Estragon’a) – Göster bakayım. ( Estragon ona bacağını gösterir. Pozzo’ya, öfkeli) Kanıyor!
POZZO – İyiye işaret.
ESTRAGON ( tekmelenen bacağı havada) – Bir daha yürüyemeyeceğim!
VLADİMİR ( sevecen) – Ben seni taşırım. ( Bir süre) İcabında.
POZZO – Artık ağlamıyor. ( Estragon’a) Bir yerde onun yerini aldınız. (Dalıp giderek) Yeryüzündeki tüm gözyaşları hep aynıdır. Bir yerde biri ağlamaya başlayınca, bir başka yerde bir başkasının gözyaşları diner. Gülme de böyledir. (Güler.) Öyleyse çağımızı kötülemeyelim, o da öncekilerden daha mutsuz değil. (Sessizlik.) Göklere de çıkarmayalım. (Sessizlik.) Hiç söz etmeyelim. (Sessizlik.) Nüfusun arttığı da bir gerçek.
VLADİMİR – Yürümeye çalış.
(Estragon topallayarak yürür, Lucky’nin önünde durur, Lucky’ye tükürür, sonra perde açıldığında oturduğu yere gider oturur.)
POZZO – Bütün bu güzel şeyleri bana kim öğretti, biliyor musunuz ? (Bir süre parmağını Lucky2ye doğru saplayacak gibi uzatarak) O !
VLADİMİR (Göğe bakarak) – Gece hiç olmayacak mı bugün ?
POZZO – O olmasaydı ben hiçbir zaman mesleğime – ne olduğu sizi hiç ilgilendirmez – ilişkin düzeysiz şeylerden başka bir şey düşünemezdim. Güzellik, incelik, birinci sınıf gerçek, benim yanımdan bile geçmemişti. İşte o zaman çareyi bir şrakkada buldum.
VLADİMİR (elinde olmadan gökyüzünü sorgulamayı bırakarak) – Şrakka mı?
POZZO – Başlayalı yakında altmış yıl olacak… (aklından hesaplar)… evet, yakında altmış yıl olacak. (Kendisiyle gurur duyarak ayağa kalkar.) O kadar göstermiyorum, değil mi ? (Vladimir ile Lucky’ye bakar.) Onun yanında delikanlı gibiyim, değil mi ? (Bir süre. Lucky’ye) Şapka! (Lucky sepeti yere koyar, şapkasını çıkarır. Yüzünün çevresine sık ak saçlar dökülür. Şapkasını kolunun altına sıkıştırır, sepeti yerden alır.) Bakın şimdi. (Pozzo şapkasını çıkarır.* Başında hiç saç yoktur. Şapkasını giyer) Gördünüz mü ?
[*: Tüm oyun kişilerinin başlarında melon şapkalar vardır]
VLADİMİR – Şrakka ne demek ?
POZZO – Sizler buralı değilsiniz. Bu yüzyıldan mısınız acaba ? Eskiden soytarılar varmış. Şimdi şrakkalar var. Tabii, edinebilenlere.
VLADİMİR – Şimdi onu kovuyor musunuz ? Bu kadar yaşlı, bu kadar sadık bir hizmetçiyi ?
ESTRAGON – Bok herif!
(Pozzo gittikçe daha fazla heyecanlanır.)
VLADİMİR – İliğini kemiğini sömürdükten sonra onu tıpkı bir… (sözcüğü arar)… tıpkı bir muz kabuğu gibi atıyorsunuz. İtiraf edin ki…
POZZO (inleyerek ve başını elleri arasına alarak) – Artık dayanamıyorum… dayanamıyorum… yaptığını… bilemezsiniz… korkunç… gitmeli… (Kollarını sallar)… akılımı yitiriyorum… (Başı kolları arasında, yığılı kalır.) Artık dayanamıyorum, dayanamıyorum…
(Sessizlik. Hepsi Pozzo’ya bakarlar. Lucky sendeler.)
VLADİMİR – Dayanamıyor artık.
ESTRAGON – Korkunç bir şey.
VLADİMİR – Aklını yitiriyor.
ESTRAGON – İğrenç bir şey.
VLADİMİR (Lucky’ye) – Ona bunu nasıl yaparsınız ? Çok ayıp! Böyle iyi bir efendiye! Böyle acı çektirmek! Bunca yıldan sonra! Olacak şey değil!
POZZO (hıçkırarak) – Eskiden… nazikti… bana yardım ederdi… beni eğlendirirdi… beni yetkinleştirirdi… şimdiyse… canıma okuyor…
ESTRAGON (Vladimir’e) – Onun yerine başkasını mı almak istiyor ?
VLADİMİR – Nasıl ?
ESTRAGON – Onun yerine başkasını mı almak istiyor, yoksa ondan başkasını istemiyor mu, tam anlamadım.
VLADİMİR – Sanmıyorum.
ESTRAGON – Nasıl ?
VLADİMİR – Bilmiyorum.
ESTRAGON – Ona sormak gerek.
POZZO ( yatışmıştır) – Baylar, bana ne oldu anlamadım. Sizlerden özür dilerim. Unutun olanları. ( Gittikçe kendine daha egemen olur.) Neler söylediğimi tam olarak bilemiyorum ama, emin olabilirsiniz ki söylediklerimin tek sözcüğü bile gerçek değildi. ( Doğrulur, göğsünü yumruklar.) Acı çektirilen birine benziyor muyum ben, ha! Haydi oradan! ( Ceplerini karıştırır.) Pipomu nereye koydum ?
VLADİMİR – Harika bir gece.
ESTRAGON – Unutulmaz.
VLADİMİR – Daha da bitmedi.
ESTRAGON – Öyle görünüyor.
VLADİMİR – Daha yeni başlıyor.
ESTRAGON – Korkunç.
VLADİMİR – Bir gösterideyiz sanki.
ESTRAGON – Sirkte.
VLADİMİR – Müzikholde.
ESTRAGON – Sirkte.
POZZO – Çubuğumu da nereye soktum !
ESTRAGON – Ne gırgır herif! Çubuğunu bulamıyor! (Kahkahayla güler.)
VLADİMİR – Koridorun sonunda, solda.
VLADİMİR – Yerimi tut. (Çıkar.)
POZZO – Aptullah’ımı yitirdim.
ESTRAGON (Katıla katıla güler.) – Öldürecek bu adam beni !
POZZO (Başını kaldırarak.) – Siz gördünüz mü acaba – (Vladimir’in olmadığını görür. Üzgün.) A!… Gitmiş!… Bana veda bile etmeden! Hiç de nazik bir davranış değil! Göndermemeliydiniz onu, tutmalıydınız.
ESTRAGON – Aslında o tuttu, ama sonunda tutamadı.
POZZO – Yaaa! (Bir süre) Neyse, ne yapalım.
ESTRAGON – Buraya gelin.
POZZO – Niçin ?
ESTRAGON – Gelince görürsünüz.
POZZO – Yani, ayağa mı kalkayım istiyorsunuz ?
ESTRAGON – Gelin… gelin! Çabuk olun!
(Pozzo ayağa kalkar, Estragon’a doğru gider.)
ESTRAGON – Bakın!
POZZO – Amanın, amanın, amanın!
ESTRAGON – Bitti.
(Vladimir sahneye döner, suratı asıktır, Lucky’ye çarpar, açılır kapanır sandalyeye bir tekme sallar, bir oraya bir buraya gidip gelir.)
POZZO – Hoşnut değil mi ?
ESTRAGON – Harika şeyler kaçırdın. Yazık.
(Vladimir durur, sandalyeyi düzeltir, gidip gelmesini sürdürür, daha sakindir.)
POZZO – Sakinleşiyor. (Çevreye dairesel bakış.) Zaten her şey sakinleşiyor, hissediyorum. Büyük bir huzur iniyor. Dinleyin. (Elini kaldırır) Pan uyuyor.
VLADİMİR (durarak) – Gece hiç olmayacak mı ?
(Üçü de göğe bakarlar.)
POZZO – Olmadan gitmeyeceksiniz, umarım ?
ESTRAGON – Şey… Bilmiyoruz…
POZZO – Ama bu çok doğal, çok doğal. Ben de sizin yerinizde olsaydım, Godin… Godet… Godot… her neyse, biliyorsunuz kimden söz ettiğimi, onunla buluşacak olsaydım, gece karanlığı çökmeden bir yere gitmezdim. (Açılır sandalyeye bakar.) Canım oturmak istiyor ama nasıl oturacağımı bilmiyorum.
ESTRAGON – Size yardım edebilir miyim ?
POZZO – Belki benden isterseniz.
ESTRAGON – Nasıl ?
POZZO – Benden oturmamı isterseniz.
ESTRAGON – Bir işe yarayacak mı ?
POZZO – Sanırım.
ESTRAGON – Pekala. Buyurunuz, Bayım, lütfen oturunuz.
POZZO – Yok, yok, rica ederim, olmaz. (Bir süre. Alçak sesle) Biraz ısrar etsenize.
ESTRAGON – Lütfen, öyle ayakta kalmayın, soğuk alacaksınız.
POZZO – Öyle mi dersiniz ?
ESTRAGON – Kesinlikle eminim.
POZZO – Haklısınız kuşkusuz. (Oturur.) Sağolun, azizim. İşte yine kurulmuş oturmuş bulunuyorum. (Saatine bakar.) Ama geç kalmamak için sizlerden ayrılmam gerek.
VLADİMİR – Zaman durdu.
POZZO (saatini kulağına dayayarak) – İnanmayın buna, Bayım, inanmayın. (Saatini cebine koyar.) Neye inanırsanız inanın, ama buna inanmayın.
ESTRAGON (Pozzo’ya) – Bugün her şeyi kapkara görüyor.
POZZO – Gökkubbe dışında. (Yaptığı espriden hoşnut, güler.) Sabır, o da olacak. Ama siz daha bilmezsiniz, buralı değilsiniz, bizim buraların günbatımını bilmezsiniz. Söyleyeyim mi nasıl olduğunu ? (Sessizlik. Estragon ile Vledimir yeniden, birincisi ayakkabısını, ikincisi şapkasını incelemeye koyulmuşlardır. Lucky’nin şapkası başından yere düşer, farkına varmaz.) İsteğinizi yerine getireceğim. (Püskürtme aygıtını kullanır.) Biraz dikkat, lütfen. (Estragon ile Vladimir hareketlerini sürdürürler, Lucky yarı uyumaktadır. Pozzo kamçısını şaklatır, ancak kamçıdan çok hafif bir ses çıkar.) Bu kamçıya da ne oldu böyle. (Ayağa kalkar, kamçıyı daha güçlü şaklatır, sonunda istediği ses çıkar. Lucky irkilir. Estragon’un ayakkabısı, Vladimir’in şapkası ellerinden düşer. Pozzo kamçıyı atar.) İyice bozulmuş bu kamçı. (Seyircilere bakar.) Ne diyordum ?
VLADİMİR – Gidelim.
ESTRAGON – Lütfen öyle ayakta kalmayın, boktan bir şifa kapacaksınız.
POZZO – Doğru. (Oturur. Estragon’a) Sizin adınız neydi ?
ESTRAGON – Catullus.
POZZO (dinlememiştir.) – Ya evet, gece. (Başını kaldırır.) Ama, lütfen, biraz daha dikkatli olun. Yoksa bir sonuca ulaşamayacağız. (Göğe bakar.) Bakın. (Yeniden uyuklamaya başlamış olan Lucky dışındakiler göğe bakarlar. Pozzo, Lucky’nin uyukladığını fark eder, ipe asılır.) Göğe baksana ulan, domuz! (Lucky başını geriye atar.) Tamam, yeter. (Başlarını aşağıya indirirler.) Nesi var bunun olağanüstü, ha ? Gök olarak ne olağanüstülüğü var ? Günün bu saatindeki herhangi bir gök gibi soluk ve aydınlık. (Bir süre.) Hava güzelken. (Şarkı söyler gibi konuşur) Bir saat önce (saatine bakar, sesi düzelir) aşağı yukarı (sesi yeniden lirikleşir) o an’a kadar bize ışık çağlayanları döktükten sonra (duraksar, sesinin tonu alçalır) diyelim sabahın onundan beri (yükselir) kırmızı ve beyaz ışık çağlayanları parlaklıklarını yitirmeye, solmaya başladılar (iki eliyle basamak basamak inme hareketi) solmaya, giderek solmaya sonunda (dramatik susuş, iki eliyle geniş yatay hareket) trak! tamam! dondu kaldı! (Sessizlik.) Ama (elini uyarmak amacıyla havaya kaldırır) ama, bu huzur perdesinin ardından (gözlerini göğe kaldırır, Lucky dışındakiler de öyle yaparlar) gece geliyor dörtnala (sesi daha da titreşimlenir) ve gelip üzerimize atılacak (parmaklarını şıklatır) şak! İşte böyle (esinlenmesi biter) en ummadığımız anda. (Sessizlik. İçkarartıcı bir sesle) Böyle olur bu, bu kahpe dünyada.
(Uzun sessizlik.)
ESTRAGON – Biri uyarırsa.
VLADİMİR – Sabredilebilinir.
ESTRAGON – Ne olacağını bilirsin.
VLADİMİR – Kaygılanmazsın.
ESTRAGON – Yalnızca beklersin.
VLADİMİR – Biz alışığız. (Şapkasını yerden alır, içine bakar, silkeler, başına geçirir.)
POZZO – Nasıldım ama ? (Estragon ile Vladimir ona anlamadan bakarlar.) İyi mi ? Orta mı ? Eh işte mi ? Sıradan mı ? Berbat mı ?
VLADİMİR (ilk o anlayarak) – Oh, çok iyi, gerçekten iyi.
POZZO (Estragon’a) – Ya siz, Bayım ?
ESTRAGON (İngiliz aksanıyla) – Oh, çok iyi, çok, çok, çok iyi.
POZZO (heyecanla) – Sağolun, Baylar! (Bir süre.) Yüreklendirilmeye gereksinmem var. (Düşünür) Sonuna doğru başlangıca göre biraz çuvalladım. Farkına varmadınız mı ?
VLADİMİR – Oh, belki bir parçacık.
ESTRAGON – Ben bilerek yapıyorsunuz sandım.
POZZO – Belleğim arada boşluyor da ondan oluyor. (Sessizlik)
ESTRAGON – Beklerken de hiçbir şey olmuyor.
POZZO (üzülmüş) – Canınız mı sıkılıyor ?
ESTRAGON – Herhalde.
POZZO (Vladimir’e) – Ya sizin ki , Bayım ?
VLADİMİR – Çılgınlar gibi eğlenmiyoruz.
(Sessizlik. Pozzo kendisiyle bir savaşım içindedir.)
POZZO – Baylar, bana karşı… (sözcüğü arar) … kusursuzdunuz.
ESTRAGON – Rica ederim !
VLADİMİR – Ne münasebet !
POZZO – Öyle, öyle, olması gerektiği gibiydiniz. Onun için… ben de şimdi kendi kendime… canları sıkılan bu can insanlara ben ne yapabilirim ? diye sorup duruyorum.
ESTRAGON – Biz bir altına bile fitiz.
VLADİMİR – Dilenci miyiz biz.
POZZO – Ne yapabilirim, dedim kendi kendime, zaman onlara bu kadar uzun gelmesin diye, ne yapabilirim ? Onlara kemikler verdim, onlarla şundan bundan konuştum, onlara günbatımını anlattım, bütün bunları yaptım. Daha bir sürü şey de. Ama, acaba, bunlar yeterli mi ? İşte içimi kemiren de bu, acaba bunlar yeterli mi ?
ESTRAGON – Yüz metelik de olur.
VLADİMİR – Kes sesini!
ESTRAGON – Tamam, kestik.
POZZO – Yeterli mi ? Kuşkusuz. Ama benim gönlüm yüce. Huyum kurusun. Böyle bugün. Kendi zararıma da olsa. (İpe asılır. Lucky ona bakar.) Çünkü acı çekeceğim biliyorum. (Yerinden kalkmadan, eğilip kamçıyı alır.) Hangisini yeğlersiniz ? Size dans mı etsin, şarkı mı söylesin, ezber mi okusun, düşünsün mü, yoksa…
VLADİMR – Kim ?
POZZO – Kim mi! Sizler düşünmesini biliyor musunuz ki ?
VLADİMİR – O düşünüyor mu ?
POZZO – Kusursuz. Yüksek sesle. Eskiden çok daha güzel düşünürdü, saatlerce dinlerdim onu. Şimdiyse… (Ürperir.) Neyse, ne yapalım, olan oldu. Size bir şey düşünmesini ister misiniz ?
ESTRAGON – Ben dans etmesini yeğlerdim, daha çok eğlenirdik.
POZZO – Orası biraz kuşkulu.
ESTRAGON – Değil mi, Didi, daha çok eğlenmez miydik ?
VLADİMİR – Ben düşüncesini dinlemeyi yeğlerim.
ESTRAGON – Önce dans edip sonra düşünemez mi ? Eğer fazla bir şey istemiyorsak tabii.
VLADİMR (Pozzo’ya) – Olabilir mi ?
POZZO – Tabii, ondan kolay ne var. Ayrıca doğa düzeni de böyledir. (Kısa gülüş.)
VLADİMİR – Öyleyse dans etsin. (Sessizlik.)
POZZO (Lucky’ye) – Duyuyor musun ?
ESTRAGON – Hiç sözünüzü dinlemediği olmaz mı?
POZZO – Bunu size daha sonra açıklarım. (Lucky’ye.) Dans et, kokmuş!
( Lucky bavulu ve sepeti yere bırakır, rampa doğru biraz yürür, yüzünü Pozzo’ya döner. Estragon daha iyi görmek için ayağa kalkar. Lucky dans eder ve durur.)
ESTRAGON – Hepsi bu kadar mı ?
POZZO – Daha! (Lucky aynı hareketleri yapıp durur.)
ESTRAGON – Bu da iş mi be, utanmaz herif! (Lucky’nin hareketlerini taklit eder.) O kadarını ben de yaparım. (Taklit eder, düşerken kendini zor toparlar.) Tabii biraz çalışmam gerek.
VLADİMİR – Yoruldu.
POZZO – Eskiden bütün dansları yapardı, hora teperdi, çengi gibi oynardı, kasap havası, halk dansları, klasik danslar, İspanyol dansları, gayda dansları bile yapardı. Zıplardı, sıçrardı. Şimdi yalnız bunu yapabiliyor. Buna ne ad takmış, biliyor musunuz ?
ESTRAGON – Işıkçının ölümü.
VLADİMİR – Yaşlı kanseri.
POZZO – Ağ dansı. Kendisini bir ağa yakalanmış sanıyor.
VLADİMİR (bir güzellikbilimcinin ıkıntısı, sıkıntısı içinde) – Şeyinde şey olan bir şey var, ama yine de şey… (Lucky eşyalara doğru gitmeye başlarken)
POZZO (bir ata seslenir gibi) – Çüş! (Lucky hareketsiz durur.)
ESTRAGON – Hiç sözünüzü dinlemediği olmaz mı ?
POZZO – Bunu size daha sonra açıklarım. (Ceplerini karıştırır.) Durun (Karıştırır.) Armudumu da nereye koydum ? (Karıştırır.) Olacak şey değil! (Başını kaldırır, şaşırmış, sersemlemiş gibidir. Gitgide işitilmez olan bir sesle) Nefes aygıtım yok!
ESTRAGON (gitgide itilmez olan bir sesle) – Sol ciğerim çok zayıftır. (Hafifçe öksürür. Gümbür gümbür öten bir sesle) Ama sağ ciğerim sapasağlamdır.
POZZO (doğal sesiyle) – Ne yapalım, ben de kullanmam. Ne diyordum… (Düşünür.) Durun. (Düşünür.) Olamaz! (Başını kaldırır.) Bulamıyorum, yardım edin bana.
ESTRAGON – Arıyorum.
VLADİMİR – Ben de.
POZZO – Düşünelim!
(Üçü de aynı anda şapkalarını çıkarırlar, ellerini alınlarına götürürler, yüzleri harcadıkları güçle buruşmuştur; dikkatlerini Pozzo’nun ne söylemiş olduğunu bulmaya yoğunlaştırmışlardır. Uzun sessizlik.)
ESTRAGON (bulmuş gibi yaparak) – Hey!
VLADİMİR – Buldu.
POZZO (sabırsızlıkla) – Neymiş ?
ESTRAGON – Elindekileri niye yere koymuyor ?
VLADİMİR – O değil!
POZZO – Emin misiniz ?
VLADİMİR – Tabii, onu bize açıkladınız.
POZZO – Açıkladım mı ?
ESTRAGON – Açıkladı mı ?
VLADİMİR – Ayrıca, elindekileri de yere koydu.
ESTRAGON (Lucky’ye doğru bir göz atarak) – Doğru. Peki, koyduysa ne olur ?
VLADİMİR – Elinde taşıdıklarını yere koymuş olduğuna göre, artık elindekileri niye yere koymadığını soramayız…
POZZO – Taş gibi bir uslamlama!
ESTRAGON – Peki, elindekileri niye yere koydu ?
POZZO – Tamam.
VLADİMİR – Dans etmek için.
ESTRAGON – Doğru.
POZZO (elini kaldırarak) – Durun! (Bir süre.) Hiçbir şey söylemeyin! (Bir süre.) Tamam. (Şapkasını giyer.) Oldu.
(Estragon ile Vladimir şapkalarını giyerler.)
VLADİMİR – Buldu.
POZZO – Bakın nasıl oluyor.
ESTRAGON – Ne nasıl oluyor ?
POZZO – Göreceksiniz. Ama söylemesi güç.
VLADİMİR – Söylemeyin öyleyse.
POZZO – Yo! Korkmayın, eninde sonunda başaracağım. Aslında lafı uzatmak istemiyorum, çünkü geç oluyor. Hem kısa, hem de açık seçik olmanın yolu nedir, bulun bakalım. Bırakın biraz düşüneyim.
ESTRAGON – Ne kadar uzun düşünürseniz, o kadar kısa konuşursunuz.
POZZO (düşünmüştür.) – Olacak. Bakın, ya o, ya o.
ESTRAGON – Üşüttü.
POZZO – Ya ondan bir şey istiyorum, dans etmek, şarkı söylemek, düşünmek gibi…
VLADİMİR – Tamam, tamam, anladık.
POZZO – Ya da hiçbir şey istemiyorum. Tamam. Kesmeyin sözümü. Diyelim ki ondan… dans etmesini istiyorum, sözgelişi. Ne oluyor ?
ESTRAGON – Islık çalmaya başlıyor.
POZZO (alınmış) – Bundan sonra hiçbir şey anlatmayacağım.
VLADİMİR – Siz ona bakmayın, lütfen devam edin.
POZZO – Ama durmadan sözümü kesiyorsunuz.
VLADİMİR – Devam edin, devam edin, çok heyecanlı.
POZZO – Biraz daha ısrar edin.
ESTRAGON (ellerini birleştirerek) – Yalvarırım, Bayım, devam ediniz, anlatınız.
POZZO – Nerede kalmıştım ?
VLADİMİR – Ondan dans etmesini istiyordunuz.
ESTRAGON – Şarkı söylemesini.
POZZO – Tamam, ondan şarkı söylemesini istiyorum. Peki ne oluyor ? Ya ondan istediğim gibi şarkı söylüyor, ya da ondan istediğim gibi şarkı söylemek yerine, tutup, sözgelişi, dans etmeye başlıyor, ya da düşünmeye, ya da…
VLADİMİR – Açık, apaçık, bağlayın.
ESTRAGON – Yeter be!
VLADİMİR – Oysa bu akşam her istediğinizi yapıyor.
POZZO – Onu yanımda tutayım diye duygu sömürüsü yapıyor.
ESTRAGON – Hepsi maval bunların.
VLADİMİR – Nereden biliyorsun ?
ESTRAGON – Biraz sonra bize anlattıklarının tek sözcüğünün bile doğru olmadığını söyleyecek.
VLADİMİR (Pozzo’ya) – İtiraz etmiyor musunuz ?
POZZO – Yorgunum. (Sessizlik.)
ESTRAGON – Hiçbir şey olmuyor, hiç kimse gelmiyor, korkunç bir şey.
VLADİMİR (Pozzo’ya) – Ona düşünmesini söyleyin.
POZZO – Şapkasını verin ona.
VLADİMİR – Şapkasını mı ?
POZZO – Şapkasız düşünemez.
VLADİMİR (Estragon’a) – Şapkasını ver ona.
ESTRAGON – Ben mi! Bana yaptığından sonra mı ? Asla!
VLADİMİR – Öyleyse ben veririm. (Yerinden kıpırdamaz.)
ESTRAGON – Gitsin kendisi alsın.
POZZO – Vermek daha iyi olur.
VLADİMİR – Ben vereyim bari. (Şapkayı yerden alır, kolunun ucunda Lucky’ye uzatır. Lucky kıpırdamaz.)
POZZO – Başına giydirmek gerek.
ESTRAGON (Pozzo’ya) – Söyleyin de alsın.
POZZO – Giydirseniz daha iyi olur.
VLADİMİR – Ben giydiririm. (Dikkatle Lucky’nin çevresini dolaşıp arkasından yavaşça yaklaşır, şapkayı başına geçirip hemen kaçar. Lucky kıpırdamaz. Sessizlik.)
ESTRAGON – Ne bekliyor ?
POZZO – Biraz açılın. (Estragon ile Vladimir, Lucky’nin iyice uzağına giderler. Pozzo ipe asılır. Lucky ona bakar.) Düşün, domuz! (Bir süre. Lucky dans etmeye başlar.) Dur! (Lucy durur.) Yürü! (Lucky, Pozzo’ya doğru yürür.) Tamam! (Lucky durur.) Düşün! (Bir süre.)
LUCKY – Öte yandan denebilir ki…
POZZO – Dur! (Lucky susar.) Geri bas! (Lucky geri geri gider.) Tamam! (Lucky durur.) Deh! (Lucky seyircilere doğru döner.) Düşün!
LUCKY (tekdüze anlatım)
*[ Estragon ile Vladimir büyük bir dikkatle dinlerler. Pozzo ise bitkin ve iğrenmiş gibidir.]
**[ Estragon ile Vladimir homurdanmaya başlamışlardır. Pozzo’nun ıstırabı artar.]
***[ Estragon ile Vladimir yatışarak dinlemeye başlarlar. Pozzo giderek yerinde duramaz olur, iniltiler çıkarır.]
****[Estragon ile Vladimir bağırmaya başlarlar. Pozzo bir sıçrayışta ayağa fırlar. İpe asılır. Hepsi bağırırlar. Lucky ipe asılır, sendeler, avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar. Hep birlikte Lucy’nin üzerine atılırlar. Lucky, bir yandan kendini savunurken, bir yandan da nefretini haykırmaktadır.]
LUCKY (tekdüze anlatım) – Eldeki verilere dayanarak denebilir ki Poinçon ile Wattman’ın en son kamusal incelemelerinin gösterdiği gibi bi bi kişisel bir Tanrı’nın varlığı ğı ğı zamandışı uzamdışı tepesinden bakan tanrısal uyuşukluğun tanrısal dilsizliğin ğin ğin ğin ki ki ki kimileri dışında bizleri çok seven nedendir bilinmez ki ki ki ki ama bir gün bilinecek ve acı çeken Miranda’ya karşın şın şın şın ötekilerle birlikte birlikte nedendir bilinmez ama vakit var acı içinde ve ateşleri alevleri biraz daha sürerse biraz az az az ateşler içinde inanmayanlar sonunda ateşe verecekler kalasları annadın mı ve ki ki ki kimi kez hala ne güzel mavi bulutlara sakin sakin o da hoş geldi safa geldi ama sonu başa almayalım ayrıca öte yandan tamamlanmamış araştırmaları sonunda sonu başa almayalım tamamlanmamış araştırmaları ama yine de Antropopopometri Akakakademisince ödüllendirilmiş miş miş miş araştırmaları Testu ile Conard’ın göstermiştir ki Berne’den Bresse’e kadar hesap yanlışı dışında hiçbir yanlış olasılığına yer vermeden göstermiştir ki Testu ile Conard’ın tamamlanmamış tamamlanmamış araştırmaları sonunda göstermiştir ki miştir ki miştir ki bundan sonrası sonrası sonra sı annadın mı ama sonu başa almayalım nedendir bilinmez Poinçon ile Wattman’ın çalışmaları sonucunda son derece açık çık çık görülüyor ki ki ki ki Fartov ile Belcher’in tamamlanmamış tamamlanmamış çabaları nedendir bilinmez Testu ile Conard’ın tamamlanmamış tamamlanmamış görülüyor ki ki ki ki insan kanısının tersine tersi kanısının Bresse’de Testu ile Conard’ın ın ın ın ki ki ki insan kı kı kısaca sonunda beslenmedeki gelişmelere ve dışkıların arıtılmasına karşın hem zayıflamakta hem de nedendir bilinmez buna koşut olarak beden eğitiminin atılımına karşın ve ki ki kimi sporların tıpkı kı kı kı tenis futbol koşu bisiklet yüzme binicilik havacılık salaklık tenis çek baba çekelim buz pateni asfalt pateni tenis havacılık sporları sporları kış yaz bonbahar sonbahar çim tenisi çam tenisi toprak sahada tenis havacılık tenis hokey yerde penisilin ve eşdeğerleri baştan alıyorum kısacası aynı zamanda koşut olarak nedendir bilinmez tenise karşın küçültmek baştan alıyorum havacılık golf dokuz delik on sekiz delik fark etmez buz tenisi kısacası nedendir bilinmez Seine’de Seine-et-Oise’da Seine-et-Marne’da Maeme-et-Oise’da annadın mı aynı zamanda koşut olarak nedendir bilinmez zayıflanıyor daralmıyor baştan alıyorum Oise Marne kısacası Voltaire’in ölümünden beri kelle başına edilen zarar kelle başına iki parmak yüz gram kelle başına yaklaşık ortalama yuvarlak hesap Normandiya’da çıplak olarak iyi kilo nedendir bilinmez kısaca sonunda önemli değil olay açık ve seçik ve öte yandan daha da ciddi olan dikkate aldığımızda ortaya daha da ciddi sonuçlar çıkmaktadır ki ki ki Steinweg ile Petermann’ın sürmekte olan deneylerinin ışığında ışığında ortaya çıkmıştır ki ki ki ortaya ciddi sonuçlar çıkmaktadır dır dır sonuçlandırılmamış deneyleri sonucunda Steinweg ile Petermann’ın kırda dağda ve deniz kıyısında ve dere ve su ve ateş hava aynı ve toprak annadın mı hava ve toprak büyük soğuklarda hava ve toprak taşlar için yapılmışlar büyük soğuklarda ne yazık ki çağlarının yedincisinde hava toprak deniz büyük kovuklarda taşlar için büyük soğuklarda denizde karada ve havada vay canına baştan alıyorum nedendir bilinmez tenise karşın olaylar ortada nedendir bilinmez baştan alıyorum sıradaki gelsin kısaca sonunda ne yazık ki sıradaki gelsin taşlar için niçin olmasın ki baştan alıyorum ama sonu başa almayalım baştan alıyorum baş aynı zamanda koşut olarak nedendir bilinmez tenise karşın sıradaki gelsin sakal alevler gözyaşları masmavi ve sakin taşlar ne yazık ki baş baş baş baş Normandiya’da tenise karşın sonuçlandırılmamış tamamlanmamış çabaları daha ciddi taşlar kısaca baştan alıyorum ne yazık ki ne yazık ki sonuçlandırılmamış tamamlanmamış baş baş Normandiya’da tenise karşın baş ne yazık ki taşlar Conard Conard… Hıyar hıyar… (Birbirlerine girerler. Lucky birkaç kez daha haykırır.) Tenis!… Taşlar!… Çok sakin!… Conard!… Hıyar!… Tamamlanmamış!…
POZZO – Şapkasını alın!
(Vladimir Lucky’nin başından şapkasını kapar; Lucky susar, yere düşer. Büyük sessizlik. Savaşımı kazananlar körük gibi solumaktadırlar.)
ESTRAGON – Aldım öcümü.
(Vladimir Lucky’nin şapkasını incelemeye koyulur; içine bakar.)
POZZO – Bana verin onu! (Şapkayı Vladimir’in elinden çekip alır, yere fırlatır, üstünde tepinir.) Bir daha düşünsün de göreyim onu!
VLADİMİR – Yönünü bulabilecek mi, peki ?
POZZO – Ben buldururum ona. (Lucky’yi tekmeler.) Ayağa kalk! Domuz!
ESTRAGON – Belki de ölmüştür.
VLADİMİR – Onu öldüreceksiniz.
POZZO – Kalk ayağa! Geberesice! (İpe asılır, Lucky yerde sürüklenerek biraz kayar. Estragon ile Vladimir’e) Yardım edin bana.
VLADİMİR – Ne yapabiliriz ki ?
POZZO – Ayağa kaldırın onu!
(Estragon ile Vladimir Lucky’yi ayağa kaldırırlar, bir süre tutarlar, sonra bırakırlar. Lucky yere düşer.)
ESTRAGON – İsteyerek yapıyor.
POZZO – Ayakta tutmak gerek. (Bir süre.) Haydi, haydi, kaldırın onu!
ESTRAGON – Benden bu kadar.
VLADİMİR – Gel, bir kez daha deneyelim.
ESTRAGON – Bizi ne yerine koyuyor bu ?
VLADİMİR – Haydi gel.
( Lucky’yi ayağa kaldırırlar, ayakta tutarlar.)
POZZO – Bırakmayın sakın! ( Estragon ile Vladimir sendelerler. ) Kıpırdamayın! ( Pozzo gidip bavulu ve sepeti alır, Lucky’ye getirir. ) İyi tutun! ( Bavulu Lucky’nin eline verir; Lucky hemen bırakır. ) Bırakmayın bavulu! ( Yeniden aynı hareketleri yapar. Lucky yavaş yavaş bavula alışır, sonunda parmakları bavulun sapını kavrar. ) Bırakmayın ha! ( Sepetle aynı hareketler.) Tamam, bırakabilirsiniz. ( Estragon ile Vladimir, Lucky’nin yanından uzaklaşırlar; Lucky sendeler, sallanır, düşecek gibi olur, ama sonunda bavul ve sepet ellerinde ayakta kalmayı başarır. Pozzo geri çekilir, kamçısını şaklatır.) Tamam, yürüyebilir. ( Estragon ile Vledimir’e dönerek) Sağolun, Baylar, izin verin de sizi – (ceplerini karıştırır) – en iyi dilek – (karıştırır) – en iyi dilek –(karıştırır) – şu saati de nereye soktum? (Karıştırır.) Olamaz! ( Başını kaldırır; yüzü allak bullak olmuştur.) Tam bir köstekli saatti, pırıl pırıl. Baylar, saniye sektirmezdi. Dedeciğim vermişti onu bana. ( Arar.) Belki de düşürdüm. ( Yerde arar; Estragon ile Vladimir’de ararlar. Pozzo, Lucky’nin şapkasından arta kalanları ayağıyla ters çevirir.) Bir bu eksikti!
VLADİMİR – Belki de yelek cebinizdedir.
POZZO – Durun. ( Öne doğru eğilir, başını göbeğine yaklaştırır, dinler.) Hiçbir şey duymuyorum. ( Onlara yaklaşmalarını işaret eder.) Gelin bakın. ( Estragon ile Vladimir yanına giderler, göbeğine doğru eğilirler. Sessizlik.) Tiktakını duymanız gerek.
VLADİMİR – Susun!
(Hepsi eğilmiş, dinlerler.)
ESTRAGON – Ben bir şeyler duyuyorum.
POZZO – Nerede ?
VLADİMİR – Kalbi o.
POZZO ( umutları kırılmış) – Hastir!
VLADİMİR – Susun!
(Dinlerler.)
ESTRAGON – Belki de durmuştur.
(Doğrulurlar.)
POZZO – Hanginiz böyle leş gibi kokan ?
ESTRAGON – Onun ağzı kokar; benim ayaklarım.
POZZO – Sizlerden ayrılacağım.
ESTRAGON – Peki, saatiniz ?
POZZO – Herhalde şatoda bıraktım.
ESTRAGON – Öyleyse Allahaısmarladık.
POZZO – Allahaısmarladık.
VLADİMİR – Allahaısmarladık.
ESTRAGON – Allahaısmarladık.
( Sessizlik. Kimse yerinden kıpırdamaz.)
VLADİMİR – Allahaısmarladık.
POZZO – Allahaısmarladık.
VLADİMİR – Allahaısmarladık.
(Sessizlik.)
POZZO – Sağolun.
VLADİMİR – Siz de Sağolun.
POZZO – Rica ederim.
ESTRAGON – Rica ederim.
POZZO – Rica ederim.
VLADİMİR – Rica ederim.
ESTRAGON – Rica ederim.
( Sessizlik.)
POZZO – Bir türlü… (duraksar)… gidemiyorum.
ESTRAGON – Olur öyle şeyler.
( Pozzo geri döner, Lucky’den uzaklaşır, kulise doğru giderken ipi boşaltır.)
VLADİMİR – Ters yöne gidiyorsunuz.
POZZO – Gerilmem gerek. ( İpin sonuna gelince, durur, geri döner, bağırır.) Açılın! ( Estragon ile Vladimir fona doğru çekilirler, Pozzo’ya doğru bakarlar. Kamçı sesi.) İleri! ( Lucky kıpırdamaz.)
ESTRAGON – İleri!
VLADİMİR – İleri!
( Ksmçı sesi. Lucky yürümeye başlar.)
POZZO – Daha hızlı! ( Kulisten sahneye çıkar, Lucky’nin peşinden sahneyi geçer. Estragon ile Vladimir şapkalarını çıkarırlar, el sallarlar. Lucky çıkar. Pozzo ipi ve kamçıyı şaklatır.) Daha hızlı! Daha hızlı! ( Kendisi de sahneden çıkarken durup geri döner, ip gerilir. Kulisten, Lucky’nin düşerken çıkarttığı ses duyulur.) Sandalyem! ( Vladimir gider, açılır kapanır sandalyeyi alır, Pozzo’ya verir; o da Lucky’ye doğru fırlatır.) Allahaısmarladık!
ESTRAGON ile VLADİMİR ( el sallarlar) – Allahaısmarladık! Allahaısmarladık !
POZZO – Kalk ayağa! Domuz! ( Lucky’nin ayağa kalkarken çıkardığı sesler duyulur.) İleri! ( Pozzo çıkar. Kamçı sesi.) İleri! Allahaısmarladık! Daha hızlı! Domuz! Deh! Allahaısmarladık!
(Sessizlik.)
VLADİMİR – Vakit geçirttirdi.
ESTRAGON – Bunsuz da geçerdi.
VLADİMİR – Evet, ama daha yavaş.
( Bir süre.)
ESTRAGON – Şimdi ne yapalım ?
VLADİMİR – Bilmem.
ESTRAGON – Haydi, gidelim buradan.
VLADİMİR – Gidemeyiz.
ESTRAGON – Niye ?
VLADİMİR – Godot’yu bekliyoruz.
ESTRAGON – Doğru.
( Bir süre.)
VLADİMİR – Çok değişmişler.
ESTRAGON – Kimler ?
VLADİMİR – Bu ikisi.
ESTRAGON – Tamam, haydi biraz konuşalım.
VLADİMİR – Çok değişmemişler mi ?
ESTRAGON – Olabilir. Bir tek biz beceremiyoruz değişmeyi.
VLADİMİR – Olabilir mi ? Olmuş. Onları görmedin mi ?
ESTRAGON – Nasıl istersen. Ama ben tanımıyorum onları.
VLADİMİR – Nasıl tanımazsın.
ESTRAGON – Tanımıyorum.
VLADİMİR – Onları tanıyoruz, diyorum sana. Her şeyi unutuveriyorsun. ( Bir süre.) Aynıları değillerse o başka.
ESTRAGON – Kanıtı, onlar bizi tanımadılar.
VLADİMİR – Bu bir şey kanıtlamaz. Ben de onları tanımazlıktan geldim. Ayrıca bizi hiçbir zaman hiç kimse tanımıyor.
ESTRAGON – Yeter. Gereken – Ay! ( Vladimir kılını bile kıpırdatmaz.) Ay!
VLADİMİR – Aynıları değillerse o başka.
ESTRAGON – Didi! Öteki ayağım! ( Topallayarak perde açıldığında oturmakta olduğu yere doğru gider.)
KULİSTEN BİR SES – Bayım !
( Estragon durur. İkisi de sesin geldiği yöne bakarlar.)
ESTRAGON – Yine başlıyor.
VLADİMİR – Yaklaş , çocuğum.
( Çekinerek, bir erkek çocuk girer. Durur.)
ÇOCUK – Bay Albert!
VLADİMİR – Benim.
ESTRAGON – Ne istiyorsun ?
VLADİMİR – Yaklaş.
( Çocuk yerinden kıpırdamaz.)
ESTRAGON ( bağırarak) – Sana yaklaş, dendi!
( Çocuk çekinerek, biraz ilerler, durur.)
VLADİMİR – Nedir ?
ÇOCUK – Bay Godot – (susar.)
VLADİMİR – Tabii. (Bir süre.) Yaklaş.
( Çocuk yerinden kıpırdamaz.)
ESTRAGON (bağırarak) – Sana yaklaş, dendi! ( Çocuk, çekinerek, biraz ilerler, durur.) Niye bu kadar geç kaldın ?
VLADİMİR – Bay Godot’dan bir haber getirdin mi ?
ÇOCUK – Evet, Bayım.
VLADİMİR – Söyle öyleyse.
ESTRAGON – Niye bu kadar geç kaldın ?
( Çocuk, hangisini yanıtlayacağını bilemeden, bir ona, bir ötekine bakar.)
VLADİMİR ( Estragon’a) – Rahat bırak onu.
ESTRAGON – Asıl sen hastir git başımdan. ( İlerleyerek çocuğa) Saatin kaç olduğunu biliyor musun sen ?
ÇOCUK (geri geri giderek) – Benim bir suçum yok, Bayım!
ESTRAGON – Benim suçum, öyleyse.
ÇOCUK – Korkmuştum, Bayım.
ESTRAGON – Kimden ? Bizden mi ? (Bir süre.) Konuş!
VLADİMİR – Anlıyorum, ötekiler korkuttular onu.
ESTRAGON – Sen ne zamandır buradasın ?
ÇOCUK – Çok olmadı, Bayım.
VLADİMİR – Kamçıdan mı korktun ?
ÇOCUK – Evet, Bayım.
VLADİMİR – Bağrışmalardan ?
ÇOCUK – Evet, Bayım.
VLADİMİR – O iki Baydan ?
ÇOCUK – Evet, Bayım.
VLADİMİR – Onları tanıyor musun ?
ÇOCUK – Hayır, Bayım.
VLADİMİR – Sen buralı mısın ?
ÇOCUK – Evet, Bayım.
ESTRAGON – Bunların hepsi yalan! ( Çocuğu kolundan yakalayıp sarsar.) Gerçeği söyle bize!
ÇOCUK – Gerçek bu, Bayım.
VLADİMİR – Rahat bıraksana onu! Neyin var senin! ( Estragon çocuğu bırakıp geri gider, elleriyle yüzünü kapatır. Vladimir ile Çocuk ona bakarlar. Estragon ellerini yüzünden çeker. Yüzü allak bullak olmuştur.) Neyin var ?
ESTRAGON – Mutsuzum.
VLADİMİR – Atma! Ne zamandan beri ?
ESTRAGON –Anımsamıyorum.
VLADİMİR – Böyle oyunlar oynar adama bellek. ( Estragon bir şeyler söylemek ister, vazgeçer, topallayarak gidip yerine oturur, ayakkabısını çıkarmak için uğraşmaya başlar. Çocuğa) Ne diyordun ?
ÇOCUK – Bay Godot…
VLADİMİR ( sözünü keserek) – Seni daha önce de gördüm, değil mi ?
ÇOCUK – Bilmiyorum, Bayım.
VLADİMİR – Sen beni tanımadın mı ?
ÇOCUK – Hayır, Bayım.
VLADİMİR – Dün de gelmedin mi sen ?
ÇOCUK – Hayır, Bayım.
VLADİMİR – İlk kez mi geliyorsun ?
ÇOCUK – Evet, Bayım.
(Sessizlik.)
VLADİMİR – Ne demezsin . (Bir süre.) Peki, devam et.
ÇOCUK ( bir solukta.) – Bay Godot bugün gelemeyeceğini ama yarın kesinlikle geleceğini size söylememi istedi.
VLADİMİR – Hepsi bu kadar mı ?
ÇOCUK – Evet, Beyim.
VLADİMİR – Sen Bay Godot’nun yanında mı çalışıyorsun ?
ÇOCUK – Evet, Bayım.
VLADİMİR – Ne iş yapıyorsun ?
ÇOCUK – Keçileri güdüyorum, Bayım.
VLADİMİR – Sana iyi davranıyor mu ?
ÇOCUK – Evet, Bayım.
VLADİMİR – Seni dövmüyor mu ?
ÇOCUK – Hayır, Bayım, beni dövmez.
VLADİMİR – Kimi döver ?
ÇOCUK – Kardeşimi döver, Bayım.
VLADİMİR – Ya! Bir kardeşin de var, demek ?
ÇOCUK – Evet, Bayım.
VLADİMİR – O ne iş yapıyor ?
ÇOCUK – O koyunları güdüyor, Bayım .
VLADİMİR – Peki, seni niye dövmüyor ?
ÇOCUK – Bilmiyorum , Bayım.
VLADİMİR – Seni seviyor olmalı.
ÇOCUK – Bilmiyorum , Bayım.
VLADİMİR – Sana yeterince yiyecek veriyor mu ? ( Çocuk duraksar.) Sana iyi yiyecek veriyor mu ?
ÇOCUK – Yeterince iyi, Bayım.
VLADİMİR – Mutsuz değil misin ? ( Çocuk duraksar.) Duyuyor musun ?
ÇOCUK – Evet, Bayım.
VLADİMİR – Söylesene!
ÇOCUK – Bilemiyorum , Bayım.
VLADİMİR – Mutsuz musun, değil misin, bilmiyor musun ?
ÇOCUK – Bilmiyorum, Bayım.
VLADİMİR – Desene benim gibi. ( Bir süre.) Nerede yatıyorsun sen ?
ÇOCUK – Tavanarasında , Bayım.
VLADİMİR – Kardeşinle mi ?
ÇOCUK – Evet, Bayım.
VLADİMİR – Samanların içinde mi?
ÇOCUK – Evet, Bayım.
(Bir süre.)
VLADİMİR – Peki, hadi git.
ÇOCUK – Bay Godot’ya ne söyleyeyim, Bayım ?
VLADİMİR – Ona… (Duraksar.) Ona bizi gördüğünü söyle. (Bir süre.) Bizi gördün değil mi ?
ÇOCUK – Evet, Bayım. ( Geri geri gider, duraksar, geri döner ve koşarak çıkar.)
( Işık birden azalmaya başlar. Bir anda gece olur. Fonda ay doğar , gökte yükselir, durur, sahneye gümüş rengi bir ışık yayar.)
VLADİMİR – En sonunda! ( Estragon ayağa kalkar, Vladimir’e doğru gider; ayakkabılar elindedir. Ayakkabılarını rampın yanına bırakır, doğrulur, aya bakar.) Ne yapıyorsun ?
ESTRAGON – Senin yaptığını yapıyorum, şu solgun surata bakıyorum.
VLADİMİR – Ayakkabılarını diyorum.
ESTRAGON – Orada bırakıyorum, şuraya. (Bir süre.) Bir başkası gelecek, benden daha … benden daha… olan, ama daha küçük numara giyen biri; onu mutlu edecekler.
VLADİMİR – Ama sen yalınayak yürüyemezsin.
ESTRAGON – İsa yürüdü.
VLADİMİR – İsa. Ne demek istiyorsun! Kendini onunla nasıl kıyaslarsın!
ESTRAGON – Bütün yaşamım boyunca kendimi onunla kıyasladım ben.
VLADİMİR – Ama orası sıcaktı! Hava da güzeldi!
ESTRAGON – Evet. Hemencecik de çarmıha geriveriyorlardı insanları.
( Sessizlik.)
VLADİMİR – Burada yapacak bir şeyimiz kalmadı.
ESTRAGON – Başka bir yerde de.
VLADİMİR – Bak, Gogo, yapma böyle. Yarın her şey daha iyi olacak.
ESTRAGON – O nasıl olacak ?
VLADİMİR – Oğlanın söylediklerini duymadın mı ?
ESTRAGON – Hayır.
VLADİMİR – Godot’nun yarın kesin olarak geleceğini söyledi. ( Bir süre.) Sence bunu hiçbir anlamı yok mu ?
ESTRAGON – Öyleyse burada bekleyeceğiz.
VLADİMİR – Çıldırdın mı sen! Başımızı sokacak emin bir yer bulmamız gerek. ( Estragon’un kolundan tutar.) Gel. ( Estragon’u çeker. Estragon önce gelir gibi olur, sonra direnir. Dururlar.)
ESTRAGON ( ağaca bakarak.) – Ne yazık ki bir parça ipimiz bile yok.
VLADİMİR – Gel. Hava soğumaya başlıyor. ( Estragon’u çeker. Aynı hareketler.)
ESTRAGON – Hatırlat da yarın bir ip getireyim.
VLADİMİR – Olur. Gel. ( Estragon’ çeker. Aynı hareketler.)
ESTRAGON – Ne zamandan beri hep birlikteyiz ?
VLADİMİR – Bilmem. Elli yıldır belki.
ESTRAGON – Kendimi Durance ırmağına attığım günü anımsıyor musun ?
VLADİMİR – Bağbozumundaydık.
ESTRAGON – Beni sen çıkarmıştın sudan.
VLADİMİR – Bütün bunların hepsi çoktan sizlere ömür.
ESTRAGON – Giysilerimi güneşte kurutmuştuk.
VLADİMİR – Düşünme artık bunları, hadi gel. ( Aynı hareketler.)
ESTRAGON – Dur.
VLADİMİR – Üşüyorum.
ESTRAGON – Acaba yalnız başımıza kalsaydık da kendi yollarımıza gitseydik, daha iyi olmaz mıydı, diye soruyorum kendi kendime. ( Bir süre.) Aynı yolun yolcusu değiliz biz.
VLADİMİR ( kırılmadan) – Orası belli değil.
ESTRAGON – Hiçbir şey beli değil.
VLADİMİR – Daha iyi olacağını düşünüyorsan, her an ayrılabiliriz.
ESTRAGON – Bundan sonra zahmetine değmez.
(Sessizlik.)
VLADİMİR – Doğru, bundan sonra zahmetine değmez.
(Sessizlik.)
ESTRAGON – E, gidiyor muyuz ?
VLADİMİR – Gidelim.
( Yerlerinden kıpırdamazlar. )
PERDE
( En attendant Godot )

Godot’u Beklerken … Birinci perde, Samuel Beckett (Düzyazı – Tam)
Kaynak: Godot’yu Beklerken, Çev: Hasan Anamur, Can Yayınları, İstanbul, 1994, 1. basım


 cafrande.org