02 Mart 2013

Andre Maurois - İklimler

-Sonsuz olanı buradan başka yerde ararız her zaman; her zaman, varlığın bakışını şimdiki durumdan ve şimdiki görünüşten başka şeye yöneltiriz; ya da, sanki her an ölmek ve yeniden yaşamak değilmiş gibi, ölümü bekleriz. Her an yeni bir yaşam sunulur bize. Bugün, şimdi, hemen, tutabileceğimiz tek şey budur.

-Daha mutlu olmasını istediğimiz bir geçmişi yadsıyarak onu yeni karşılaştığımız insanlar için değiştirebileceğimizi ummamız bu insanların çekiciliğinden ileri gelir. 

-Doğrusunu isterseniz, gerçekten aşık bir kadının kişiliği yoktur hiçbir zaman; bir kişiliği olduğunu söyler, kendini buna inandırmaya çalışır, ama doğru değildir. Hayır, sevdiği adamın kendisini de bulmak istediği kadını anlamaya, o kadın olmaya çalışır.

-Aşk mı?” diyordum. “Neymiş bu aşk dedikleri? Bilmiyor musunuz ne olduğunu? Öğrenirsiniz…siz de bir gün düşersiniz ağına.

-Bir yıldan beri, anladığım çok önemli bir şey var, o da şu: İnsan gerçekten seviyorsa, sevdiği varlıkların yaptıklarına fazla önem vermemeli. Onlara gereksinimimiz vardır; yalnız onlar bizi vazgeçemeyeceğimiz bir ‘havada’ yaşatabilirler. (dostunuz Helene ‘bir iklim’ der, çok doğrudur)

-Tüm beylik duyguların gerçek olduğu, ana babaların çocuklarını, çocukların ana babalarını, kocaların karılarını sevdikleri kabul edilmişti bizde. Marcenat’lar dünyayı yakışıksız kaçan hiçbir yanı bulunmayan bir yeryüzü cenneti gibi görmek isterlerdi. Bu da, öyle sanıyorum ki, iki yüzlülükten çok, temiz yüreklilik belirtisiydi.

-Yaşam hepimize aşkta alçakgönüllülüğün kolay olduğunu öğretir. Bazı bazı en nasipsizler beğenilir; en çekiciler başarısızlığa uğrar.

-Bilinmedik bir öz, kendimizi durmuş oturmuş bir kimyasal bileşime dönüştürmemiz için oluşumumuzda eksik olan bir öz çıkarırlar da ondan severiz insanları.

-Belki de insanları en çok bölen şey, kimilerinin her şeyden önce geçmişte, kimilerinin de yalnız içinde bulundukları dakikada yaşamalarıdır.

-Beni mutsuz gördü mü, iyileştirmek için her şeye hazır olduğunu sanırdı, ama gururuyla zayıflığı iyiliğinden daha güçlüydü, yaşayışı değişmezdi.

-Tutkun adam sevdiği kadının duyguları karşısında aşırı ölçüde duyarlıdır; tepkisini de hemen gösterir.

-Hemen her zaman kendi mutsuzluğumuzu kendi elimizle hazırlarız.

-Şimdiki zamanda yaşamak gerek. Önemli olan her andan bu anın içinde bulunabilecek gücü çıkarmak. Buna da üç yoldan ulaşılabilir. Güçle, tehlikeyle ya da istekle. Yok olmuş bir arzunun düşünü sadakatle sürdürmeye çalışmak neden?  Gerçek güç ancak sürekli olanda, zor olandadır da ondan.

-İkili yalnızlık, bıkkınlığa, can sıkıntısına kadar varmayınca, duyguların ve güvenin ağır ağır yükselmesini sağlar, bu da bu yalnızlığı paylaşanları çok yaklaştırır.

-Hiçbir şey paylaşılmayan bir büyük aşk kadar alay konusu olmaz, ama hiçbir şeyde bu denli alçak gönüllülük vermez insana; sevildiğimi sezince şaşırıp kalıyordum. Gerçek şu ki, bir erkeği zorlu pençesine almış bir tutku, hiç arzulamadığı bir zamanda kadınları kendine çeker. Bir başkasının saplantısı içindedir, doğuştan yumuşak ve duygulu bile olsa, ilgisiz ve nerdeyse kaba bir insan oluverir. Mutsuz olduğu için, sunulan bir sevginin çekimine kapılır bazı bazı. Bunu tadar tatmaz bıkar, bıktığını da belli eder. İstemeden, bilmeden, en korkunç oyunu oynar. Tehlikeli olur, yenilmiş olduğu için fetheder. Beğenilmekte yeteneksiz olduğuma hiçbir zaman böylesine inanmamıştım, beğenilmeyi böylesine az arzuladığım olmamıştı, ama bağlılığın ve aşkın böylesine açık kanıtlarıyla da karşılaşmamıştım hiç.

-Aşkın gözünün kör olduğunu söyleyenler yanılıyor, ne var ki, aşk bir insanda kendisi için her şeyden önemli olan o çoğu zaman tanımlanması olanaksız şeyi bulduğunu sanıyorsa, çok iyi gördüğü kusurlara, zayıflıklara ilgisiz kalır.

-İnsan mutlu ise ne diye sıyrılsın?”
Mutluluk hiçbir zaman kımıltısız değildir “mutluluk kaygı içinde bir duraklamadır.”

-Çok güzel anlar hüzünlüdür her zaman. Geçici olduklarını duyar insan, durdurmak ister, bir şey gelmez elinden.


Kitap Açıklaması

Sahaflarda buldum bu romanın eski bir baskısını. 
Varlık Yayınları'ndan çıkmıştı. 1967 yılında, Tahsin Yücel çevirisiyle. 
Sayfalarını karıştırırken bir ithafla karşılaştım, şöyle diyordu: "Sevgilim, bu kitabı ilk defa on beş, bilemedin on altı yaşımda okudum. O kadar bayıldım ki, bir süre Odile oldum... Sonra kitap bir biçimde yok oldu. Unutmuştum. Geçen gün sahafta görünce bir heyecan, bir heyecan... Değişmemiş... Bence hâlâ en güzel aşk hikâyelerinden biri... Sana aldım".
Okuduğumda, ithafı yazana hak verdim. Hakikaten okuduğum en güzel aşk hikâyelerinden biriydi. "Her an yeni bir hayat serilir önümüze", "birdenbire gidişim sizi şaşırtmış olmalı" diyor ve "kaderlerimizle arzularımız hemen hiç bir zaman bağdaşmıyordu" diye bitiyordu kitap.
Helikopter'in ilk kitabı bu: Aşka âşık olanlar için tekrar yayınlıyoruz bu dünya güzeli kitabı, unutulmasın diye.

Levent Yılmaz
Yayın Yönetmeni

Mevlana - Denizler Üstünde

Mevlana bazı şiirlerinde savaşın, kavganın, hastalıkların olmadığı, ırmaklardan sütlerin aktığı, mutluluk şarabı içenlerin huzurlu bir yaşam sürdükleri bazı ülke tasvirlerine yer verir. Denizler Üstünde adlı şiirinde anlattığı hayali ülke Koç burcunda, ihtiyarlığın olmadığı, eğlenceye ve rahatlığa doymuş insanların olduğu huzurlu bir yerdir. Mevsim bahardır, süt ırmakları, bal nehirleri vardır. Bu ülkede hastalık, kaygı, kasvet, beylik, ağalık yoktur. Kavgalar, husumetler, davalar, düşmanlıklar son bulmuştur.

Pek acayip bir şey bu:
Güz mevsiminde olduğumuz halde
Birden bire güneş koç burcuna girdi baktım.
Baktım birdenbire ilkbahar oldu.
Birdenbire kaynadı kanım.
Nerdeyse hani
bulanıp kanıma
bir deve gibi köpürecek,
bir deve gibi oynamaya başlayacağım.
Bir uzaklaşıp bir yaklaşması kan dalgalarının.
Kendinden geçmiş insanla dolu bir ova.
Ölümsüz, gözle görülmez bir içki âlemi.
Baktım birdenbire canlandı ölü.
İhtiyarlar baktım genç oluverdi.
Baktım bakırlar kesildi som altın
Daha iyisi geldi yerine,
daha güzeli geldi baktım,
şehrimizden ayrılanın.
İçki, eğlence, tad sarmış şehrimizi.
Elinde bir kadeh var her sarhoşun.
Kimi doymuş, rahat, kendinde.
İçkiye doğru koşmakta kimi.
Gürül gürül süt ırmağı bir yanda,
bir yanda gürül gürül bal nehri.
Pek acayip bir şey bu:
Bir şehirde padişah bir tane olurdu,
gökyüzünde ay bir tane.
Bu şehir padişahlarla dolu,
gökyüzü aylarla, zuhallerle.
Sen haydi koş var git hekimlere,
orda işiniz yok de sizin.
Orda ne dermansızlık, ne dert var, de.
Orda ne gam, ne kasavet var, de.
Orda ne kadı, ne vali.
Ne bey, ne beyin vergicisi.
Davalar, düşmanlıklar, kavgalar zaten
denizlerin üzerinde hiç bir zaman yürüyemedi.

 

İnkar - Eddi Ante

İçerik

“Hayatın kitabı var mıdır baba?” diye sordu.
“Hayatın mı, senin hayatının mı?” diye yanıt geldi.
“Benim hayatımın baba. Yol ayrımına geldiğimde hangi yöne gitmem gerektiğini gösterecek, iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı ayırt edebileceğim bir kitap mutlaka var ancak O'na nasıl ulaşırım?”
“İyi ve doğrular Bir’dir. Yanlış ve kötülüklerinse sonu yoktur. Kimine göre herkes kendi hikâyesini yazar, kimine göre de ne yaparsan yap hikâye de, sonu da önceden bellidir. Kimi de kendi kitabından kendisi için bir kitap yazar.”
“Hepimizin yazgısına karar veren Bir mi?”
“O'na isim takmak hatta O'nun hakkında fikir yürütmek bile bizim gibi kısıtlı zekâların işi değildir.”
“Onu bir görsem inanacağım baba!”
“Zamanı gelince O kendisini sana gösterecektir. Ancak sen gördüklerine inanacaksan bil ki sadece inandığın kadarını göreceksin hayattan.”
Çocuk duraksadı ve düşünceye daldı.

Asırlar boyunca milyarlarca insan aynı soruyu sordu. Kendi varlıklarını sorgulamayan insanların cevapları az oldu. Hâlbuki inananların soruları azaldı. Hayat senli de sensiz de devam edecek. Bunu ister kabul et, ister etme!
Bu kitapta hayatına anlam ve amaç arayan kişiler için bazı cevaplar mevcuttur. Bana gelen yanıtları aktarmaya çalıştım ancak cevapların tümü sizde. Yapmanız gereken tek şey kendinizi arayıp bulmak ve tanımak…
Hayat bilgi toplamakla başlar, sonra maddi dünyadan maneviye geçerek devam eder. Zamanı gelince hayat sorgulanır ve ardından ölümü tadıp meleklerle aşk yolunda hakikate ulaşılır. Okuduğunuz bir din ya da tarih kitabı değildir; bu sadece insan olmanın ve insan olmayı hatırlamanın bir durağıdır. Anlayanlar anlamayanlara günü gelince anlatır artık… 

 ***

Güneş hiç bir zaman batmıyor, hep aynı sıcak ve ışıl ışıl; dönen, sönen ve karanlıkta kalan bizleriz. Güneş karanlığı tanımaz. Ay da güneşsiz parlamaz. Ya hasat vakti gelince? Buğday mı yeşerir yoksa yeşerdiğinde mi hasat zamanı gelmiştir?
Bu satırları okuyup ta Mutlak Hakikati sorgulayan herhangi birine verilecek tek bir cevap vardır. Tanrının varlığını sorgulamak yerine kendi varlığını sorgula. Çünkü sorgulamak şüphe etmektir. Şüphe içinde Mutlak Güven bulunmaz.

Güven olmayınca da teslimiyet olmaz… Bil ki sen yoksun. Bunu hakikaten anladığında yalnız senin var olduğunu, Tek olduğunu, tüm evrenin senin etrafında döndüğünü ve senin merkez olup her canlının sadece sana hizmet etmek ve senin de onlardan menfaat beklemek için burada olduğunu göreceksin. Çünkü “O” gökler üstündeki sayısız suların üzerinde her yerdedir…

Attığın her adımda, uğruna yola çıktığın her davanın sonunda ne olabileceğini düşünmeden ilerlemeye devam etmelisin.
Yalnız olması gerekenler oluyor ve olacak. Olmadıysa da henüz, olacaktır nasılsa… Hangi seçeneği tercih edersen et, karar senin ve o yol üzerinde yönlendirileceksin. Yazgını sevmek ya da onu değiştirmek yerine sen kendi yazgını bul, oku ve uygula… Bu, şu veya o yolun elbet bir devamı var.

Onu kestirmek sana düşmüyor; sen sadece yaşamakla yükümlüsün.
Tercihen “mutluluğu” arayarak yaşamakla… Unutma ki, olan bitenin olduğundan başka türlü olma ihtimali yoktu.
O yüzden keşkelere sığınma.

Cenneti hakikaten bulmak istiyorsan cennetin kendisi olmalısın! Ben kendimi sevmeliyim ki başkalarını da seveyim. Ben kendimi tanımalıyım ki başkasını da tanıyayım. Ben kendimi anlamalıyım ki başkalarını da anlayayım. Ben her şeyi kendim için yapanım ve kendim için yapmalıyım. Ben kendim için giden olmalıyım…

Bunu da ne zaman yapmalıyım?
Bugün, şimdi ve hemen.

Ben hem her şeyim hem her şey Benim ve Ben’im diyebilmelisin.

Hemen her gün yasak ağaçların meyvelerinden bizlere sunuluyor. Duruma göre ya yiyor ya dokunmuyoruz…

Ya da yiyip inkâr ediyoruz. Vazife ve yükümlülüğümüz, tüm neslimize ilham vermek ve pişmanlık yolunda adım atmalarını sağlayıp, Allah’ın arabası haline gelip önde yürümektir. Ruhla bedeni bir, suyla kabını da aynı tutmalıyız.

Bizler her insanın içinde mevcut olan potansiyeli ve doğuştan yapmak üzere meyilli olduğu fırsatları gerçekleştirmesinden sorumluyuz…

İşin doğrusu hepimiz, herkesten, her şeyden, olan bitenin tümünden sorumluyuz. Hiç tanımadığım bir ülkenin bilmediğim bir şehrinde daha önceden görmediğim birisi açsa, ya da uzak bir diyarın adı sanı bilinmeyen bir yerinde cahil birisi varsa hepsinden ayrı ayrı ve birlikte ben sorumluyum, siz de aynen öyle. Her gece cebimde fazladan duran madeni para bir başkasının fakirliğine sebep oluyor, her tok karnına yediğim lokma bir kişinin açlığına sebep veriyor. Hayatı her gün son gün gibi değil tek gün gibi yaşarsak o zaman herkesin, her şeyin kıymetini biliriz.

Çünkü gördüğümüz dünya tek ve Tek Bir Allah var. Maalesef İsmi ve Tekliği Bir değil!
Ayakta uyuyorsun, uyuduğundan dahi haberin yok! Öldüğünde mezarından uyanacak ve her şeyin bir rüya olduğunu anlayacaksın…

Aynı, rüyanda ölünce yatağında gözlerini açıp uyandığın gibi…

Bu âleme gelenlerin ilk tepkileri çok ilginçtir. Akıl ve idrak, inkârla ikrar, evvel ve ahir, zahirle batın, bilgeyle sersem, beden ve ruh, insanla melek kavramları birbirine girer, karışır. Sebat et hele anlayacak, hatırlayacaksın her şeyi…

Bir şeyin var olduğunu ancak o yok olursa anlarız, yazık değil mi? Biz de yok olmadığımıza göre demek ki var değiliz; yok’uz.Sen, ben veya o diye bir şey yok. Varlığının bireysel olduğunu, sonsuz Tek’ten bağımsız olduğunu sandığında bil ki rüyadasın, hayal dünyasındasın. Yoksun!

Aklı olanın düşleri yoktur, gözleri açık rüya görmezler fakat yine de yaşarlar. Acıları ve neşeleri bir haldir, düşüncedir, süreçtir. Onlar kafalarına giren binlerce düşünceyi dahi kontrol etmek çabasında olan insanlardır. Olumsuz bir düşünceyi çıkartıp yerine olumlu bir tanesini yerleştirmeyi becerebilen ender “mutlu” kişilerdir.
Onlar hep geleceğin tarihini yazmaya çabalayanlardır.

Bilmedikleri, aklın olduğu yerde kalbin olmadığı gönlün durmadığıdır. Aklı kalbinin içine yerleştirmelisin.

Anlamazlar ki zekâ, duygu ve hisleri inkâr eder, oluşu dahi anlamaz, yok sayar. Bir bildikleri vardı elbet ancak bilmedikleri ve henüz öğrenmedikleri çok şey de vardı orası aşikâr.

Bildiklerini okumak yerine bilmediklerini okumayı deneselerdi kim bilir nerede, ne zaman, ne farklı olurdu…

O yüzden iyisi mi aklını değil akıl kullan!

Dost dediğin Bir Tek O’dur başkası yoktur. Ne yanına gelen birisi için sevin ne de gidenin arkasından üzül.

Bil ki sana yalnızca O ve zaman eşlik edecektir. Sığınacağın son kalenin O olduğunu anladığında
O’ndan başkasına da ihtiyacın olmadığını göreceksin! Dost acı söyleyince dost bildiği kişi de söz dinlemeyi bilsin!

Dikkat et, kimseye ihtiyacı olmadığını söyleyen insanların aslında herkese ihtiyacı vardır.
Kimseye değer vermiyor gibi gözüken insanlar kendilerine değer vermiyordur. Sır, her şeye sahibim ve ben her şeyim diye kendini bilmekte yatıyor.

Yüzlerce insan çırılçıplak yaşarken, içlerinden bir tanesi kim olduğunu anlayabilmek ve unutmamak adına bir şapka yapıp kafasına takar. Günlerden bir gün rüzgâr alır şapkasını uçurur. Bir başka adam bu şapkayı bulur ve kendisi takar. Ormanda dolaşırken şapkalı adamı gören şapkanın ilk sahibi çok şaşırır. Adama doğru gider.
“Ben senin kim olduğunu gayet iyi biliyorum. Bilmediğim benim kim olduğum” der.

Hayat bir ritimdir. Güneşin doğuşu, yeniden doğuşu, nabzın atışı, kalbin kan pompalaması hepsi birer ritimdir.

Ritim ahenktir, uyumdur. Ritim olmazsa hareket olmaz, hareket olmazsa zaman olmaz.
Zamanın durduğu yerdeyse hayat durur sonsuzluk başlar. Zaman zihindedir; bilinçse sonsuzluktur.

Kıyaslamaya yatkın olan insan aklı en güzeli, en iyisi hangisidir diye yorar kendini. Müziğin en güzeli kafanın içinde yankılanan, başka kimsenin duymadığı, senin kendi bestendir. Şarkıların en keyiflisi senin kendinle baş başayken uydurduğun sözlerle mırıldandığın tınıdır. En güzel dans kimsenin seni seyretmediğini bilip de cesaretle yaptığındır.

Sırların en gizlisi havadaki bulut, topraktaki ağaç ve suyun damlalarına anlatıp unutmayacağındır.

Eddi Anter



Ağrı - Ahmet Muhip Dıranas

Vardım eteğine,secdeye kapandım;
Koşup bir koluna sımsıkı abandım.
Karlı başın yüce dedikleyin yüce,
Sükûn içindeki heybetin gönlümce.
Devce yapında ilk rahatlığı duydum.
Şifası mı ne ki ruha bu ilk yudum
Hayâl arkasında boş çırpınışların
Sen uygun bir vakti gelince rüzgârın
Sonsuzluğa doğru kalkacak sihirli
Bir gemisin göklerde demirli
Ve ben rıhtımında bekleyen tek yolcu...
Düşüncemizin en haksız, en korkuncu;
Açan o ağulu çiçek delilikte,
Gir sır mezara cesetle birlikte,
Şüphe; o bin çeşit çilenin yemişi,
Yılan ağzındaki elma... Ey, ateşi
En derin yerinde gizli gizli yanan!
 
Seyrediyor ruhum kar balkonlarından
İnsanın göresi olmaz manzarayı
Ve aklın o uçsuz bucaksız sarayı
Yıkılıyor... Duygu bir kartal hızıyla
Fırlıyor engine sevinç avazıyla
Bulutlar ne güzel bulutlardır onlar,
Hep öyle başımın üstünde dursunlar
Menekşe rengi, kan rengi, toprak rengi...
Asılı kalsın hep bu yağmur hevengi.
Dünyayı saran bu gece ne gecedir,
Yıldızlardan yağan ışık ne incedir!
Yansın o yıldızlar, bitinceye kadar
En derin uykular, en tatlı uykular.

 
Ey, gökperdelere şahlanan tanrısal!
Eteklerindeyiz işte. Ve bir masal
İçinden gelmişiz sana, atlı yaya,
Attığımız okta kısmeti bulmaya.
Yitik, perişandır elbet bencileyin
Pişmanlığın ırgat olup geceleyin
Günle bahtın çağrısına koşan kişi.
Ah, iç sıkıntısı! sen ettin bu işi.
Zevk, o yosma kadın eski bir bahçede
Ayaküstü günah işlenen gecede
Bir susuzluk kadehi sunmuştu bana:
Yüzümü maskesiz gösteren ilk ayna.
Yel alsın götürsün bütün o geçmişi,
Büyülü kadehin zehrinden içmişi
Serin yalanında kandırmaz her pınar.
Dindirir miydi ki en tatlı rüzgârlar
Bende gizli gizli başlamış ağrıyı:
Bu, rüzgâr ve gemi uğramaz bir kıyı
Ya da bir teknede açılmış bir delik;
Hangi pencereye koşarsan ahretlik
Bir gökyüzü, siyah, güneşten habersiz,
Her adım attığın yeri basan bir sis.
Hangi yana baksam onu görüyorum:
İnancın kaydığı bir dipsiz uçurum;
Günah kapılarının aralandığı,
Tanrıların bile avaralandığı
Şaşkın, çaresiz bir insan kaderince.
Güneş! güneş! güneş! ey, ölümsüz ece!
Sana tapınanlar kardeşimdi benim;
Güneş! güneş! ben sana doğru gelenim,
Kucakla beni, tanrıça, sev, sar beni,
En yırtıcı, en aç hayvanların ini
İçimin göz görmez mağaralarıma gir
Senin girmediğin yerde haset, kibir
Dert, kin, yalan, ölüm, korku ve işkence,
Çakal seslerinden örülmüş bir gece,
Teneşir başında oynaşan çirkinler
Engerek düğümü doğuran gelinler,
Zina şöleninde beynin nöbet nöbet
Cehennem halayı çeken bin iskelet
Ve yaprak indiren ağaçlar baharda...
Senin bağışından yoksun kucaklarda
Çocuklar kertenkeleyle bir biçimde.
Ağrı'ya eş bir dağ olsaydı içimde
İlkin şu gönlüme doğardın her sabah,
Daha her yer geceyken sarardın, gümrah
Sarı saçlarınla benim varlığımı,
Kendimde taşırdım kendi taptığımı...
Ağrı'ya eş yüce bir dağ yok içimde
Ne kadar cüceyim dert ve sevincimde!
Kaplamış gözümün gördüğü her ufku
Umutsuz, zifiri bir gece, bir korku.
 
Ah, yazık ki bütün insanlık güneşsiz.
Ey ateş, nasıl da seni yitirmişiz!
Bu yalnız inilti esen manzaradan
Bir çaresiz ay'dır sallanan aradan;
Işık tuttuğu her şey bir taze yara.
Onmaz bu gece. Bırak karanlıklara!
Can yiğitliği yitirmiş, kalp aşkı
İlenişlerinden insanın bir şarkı
Tutmuş dört yanı, bir çirkin ağıt, eski...
Ah güç de değildi bahtiyarlık belki;
Üstümüzde deniz gibi bir gökyüzü
Altında her kalbe esenlik payı var;
Bizimdir, yelken açmış giden bulutlar,
Vurup alnımıza serin gölgesini,
Bizimdir bu koku, bu renk dolu sini
Üstünde seslerle ışıklar kamaşan;
Bizimdir bu zafer, bu beste ve bu şan.
Şu aydın, ferah ve rahat gök altında
Her kazazedenin müjdesi bir ada,
Her gülüşe ayna bir gölek kenarı;
Koparırken elin taze meyvaları
Öyle kolaydı ki yaşıyorum demek;
Soframıza konmuş bu doyulmaz yemek
Niçin bir zehirli kaşıkla yenmede?
Ağrı! başına boz bulutlar inmede.
Ne ki bu cendere, ne ki bu sonsuzluk,
Kim bu vurulmuş yatan, ova boyunca,
Bir kan çeşmesine açık durup avcu?
Çile pazarında cana pey sürümü
Çözmek mi istemiş o çetin düğümü?
Korkunç bir ezgide çatlayan bu kamış
Yitirdiğimiz bir cennet mi aramış,
Ölümsüz barışa gülen şafakları,
Lezzet ve esenlik tüten ocakları,
Ömre öpüş tadıyla uyandığımız,
Tanrısal bir çıra gibi yandığımız?..
- Dağ! senin yandığın gibi bir vakitler-
Vuran bir toz parçası değilse eğer
Küçük gövdesine budur giren ölüm,
Onun yüzünü bizden çeviren ölüm...
 
Sen ey, oyununu en güzel oynayan!
Hangi kıvılcımla fışkırttın ruhundan
Bir gün söndürdüğümüz kutsal ateşi?
Ey sen! ölümden çok hayatın kardeşi
Dirilttin nasıl bir mucizeyle tekrar
Her şeyi, dostluktan düşmanlığa kadar
Ve geri getirdin o sürgünlerini?
Nerde buldun tekrar eski günlerini
Zamanlar içinde yitmiş kardeşlerin
Ve en güzelini sönmüş ateşlerin,
Kalbimin o kadar sevdiği o gülü,
Ölüm ötesinin mutlu tahayyülü
Evrensel cümbüşü, yaşama şevkini,
Bizden gidenlerin bir gün en yakını
Ümidi ve şafak kanatlı neşeyi,
O aşkı, o tadı, o gülümsemeyi?..
Ey boş gecelerin dadı ayışığı!
Salla, salla hüzün uyuyan beşiği
Söğütlerin nazlı dalları içinden
Ki o altın saman yolları içinden
Bir sabahı özleyen şu taze kadın
Yatsın baş yastığına anılarının;
 
Bir makine sesiyle işleyen kalbi
Alıp gezdirsin onu bir gemi gibi
Düşlerinin durgun, mavi denizinde.
Beni de hep kendi kendimin izinde
Fenerinle yolumu aydınlatarak
Barış çeşmesini aramaya bırak,
Budur yaşadığın sürece görevin;
Gecelerin birinde, solgun alevin
Güne yenilmeye başladığı zaman
Üstüne başımın düştüğü kitaptan
Eser Mevlânâ'nın üflediği rüzgâr...
İşte, gam türküsü söyleyen kamışlar
Rüzgârından gördüğüm ova boyunca.
Bu bir düştür belki, insan uyanınca,
Gözlerinde kalır serabı bir ömür,
Her şey bu ışıltı ardından görünür
O insana; sevmek, yaşamak ve ölüm.
Seni uykuya çekip götüren elim
Kadınım, ayışığı içinden şu anda
Aldanış diye ne varsa bir insanda
O daldan tutuyor...Böyledir bu. Kader
Kavuşur sabaha en uzun geceler
Ve serin durur her avunuş testisi.
 
Rüzgârlar başladı. Sonsuzluk gemisi
Önünde köpürüp şahlanmada engin;
Yolcusu olduğun nihayetsizliğin
Bir ucu Allah'ta ve sende bir ucu.
Başlıyor serüvenlerin en korkuncu:
Gökyüzüne doğru yürüyen yeryüzü,
Barıştıran sınır geceyle gündüzü;
Ey sonuca doğru ilk uçtan gelen Dağ!
Göğü perde perde delip yükselen Dağ!

Pis Moruğun Notları - Charles Bukowski


Bukowski'yi Dünya çapında meşhur eden, kültleşen öyküleri…

"bir hafta kalıp içtim, kiranın bitmesini bekleyerek, sonra da Village'in dışında bir oda tuttum. derli toplu büyükçe bir odaydı ve çok ucuzdu, nedenini anlayamamıştım. köşede bir bar buldum, bütün gün oturup bira içtim. param hızla tükeniyordu, ama her zamanki gibi nefret ediyordum iş aramaktan. sarhoş ve aç geçirdiğim her dakikanın benim için özel bir anlamı vardı. o gece iki şişe porto şarabı alıp odama çıktım. soyundum, bir bardak bulup ilk şarabı koydum ve karanlıkta yatağa uzandım. işte o zaman anladım odanın neden bu kadar ucuz olduğunu. "L" treni pencerenin önünden geçiyordu. durak pencerenin önündeydi. tam önümde. odanın tamamı trenin ışığı ile aydınlanıyordu. ve bir tren dolusu yüz geçiyordu önümden. korkunç yüzler: fahişeler, orangutanlar, deyyuslar, kaçıklar, katiller, efendilerim. sonra tren yavaşça hareket ediyordu ve oda bir kez daha karanlığa gömülüyordu bir sonraki tren dolusu yüzlere kadar, ki her seferinde beklediğimden çabuk geliyordu. iki şişe şarap almakla ne iyi etmiştim."
 
 *
 "Herkesin ağzı var ve herkes ağzını açıp önyargılarından yola çıkarak bir şeyler söylüyor, trajediyi kendi çıkarı doğrultusunda kullanıyor, gücü elinde bulunduranlar güçlerini korumak istiyor, altın çekmecelerini kaybetmelerine neden olabilecek her şeyin ne kadar yanlış olduğunu haykırıyorlar. Ben apolitik biriyim, ama bu gericilerin fırlattığı falsolu toplar karşısında kafam bozulup oyuna girersem şaşmayın."

Yankı - Akgün Akova

 
yokluyorum, aklınız zzzt zzzt beş karış havada
bir kulağınızdan kürdilihicazkar giriyor
zenci şarkıları çıkıyor öbüründen, acılı
hüznü nedendir o şarkıların ilerde öğreneceksiniz
şimdi sevinciniz çalçene, gençsiniz çok
siz genç olunca elbet aşk da genç
gün ışığı da genç ücyüzbin kilometre bölü saniye
taşbebeğiniz dolaba kilitlenmemiş, o da genç
ben yaşlandım unutuyorum 
içlerinde çiçek adları olan şiirleri koparmayın 
demiş miydim size 


İnsan - A. Kadir

İnsan kuş kanadında gelen yazı. 
İnsan arı su, insan ak süt. 
İnsan yemyeşil uzanan bahçe. 
İnsan kum, insan çakıl taşı. 
İnsan yiğit, insan dost, insan sevdalı. 
İnsan kancık, insan ödlek, insan hergele. 
İnsan kocaman, dağ gibi. 
İnsan parmak kadar, küçücük. 
İnsan alın teri, insan lokma, insan kan. 
İnsan solucan, insan sülük. 

İnsan kuş kanadında gelen yazı. 
İnsan gül fidanında yanan konca. 
İnsan umutların kapısı...