04 Eylül 2013

Karl Marx - 1844 Elyazmaları

1844 Elyazmaları ... Ne kadar az yer, içer, kitap okursan; tiyatroya, dansa, meyhaneye ne kadar az gidersen; ne kadar az düşünür, sever, kuram yaratır, şarkı söyler, resim ve eskrim yaparsan, o kadar fazla sermaye biriktirirsin. Hazinen öyle büyür ki ne böcekler ne de toprak onu yok edemez. Ne kadar az kendin olursan, o kadar çoğa sahip olursun; kendi hayatını daha az yaşadıkça, yabancılaşmış hayatını uzaklaşmış varlığını o kadar çok yaşarsın...
 
 Yabancılaşma ( Alienation)

Yabancılaşma kavramı, Marx’ın teorisinin özellikle başlangıç evresinde belirgin bir önceliğe ve öneme sahiptir. Marx’ın erken yazılarında bu önceliği ve yabancılaşma kavramının çeşitli açılımlarını görmek mümkündür. 1844 Elyazmaları ve Alman İdeolojisi bu noktada anılmaya değer. İki tür yabancılaşmadan söz edilebilir Marx’ın bu çalışmalarında. Bunlardan ilki, doğadan kopuş anlamındaki yabancılaşmadır. İnsan, doğadan koparak kültürel-toplumsal alanda kendine ikinci bir doğa kurmak anlamında, doğaya yabancılaşır. Bu insan oluşu açıklayan niteliğiyle olumlu karşılanan yabancılaşmadır, zorunlu bir süreç olarak anlaşılır. İkinci yabancılaşma ise, bizzat kapitalist pazarın ve kapitalist toplumsal sistemin yarattığı yabancılaşmadır. Bunun sonucu olarak insan kendi doğasına yabancı- laşır. Böylece insan kendine, kendi emeğine, ilişkilerine, dünyaya ve yaşama yabancıla- şır. Kapitalist pazarın bir unsuru olarak işleyen çarklardan biri haline gelir. Anlaşılacağı gibi, yabancılaşma teorisinin Marx’ın insanın doğası anlayışıyla yakından ilişkisi vardır. Marx’ın çalışmalarının sonraki dönemlerinde (örneğin Das Kapital’e gelindiğinde) bu kavramı kullanmadığı görülür, ancak bununla birlikte bu kavramın içerdiği perspektifi bir şekilde devam ettirdiği söylenebilir. Meta fetişizmi nosyonunun bir anlamda insanın kendi doğasına yabancılaşmasının maddi temelini ya da yapısını açıklamaya çalıştığını söylemek yanlış olmaz.

Marx, yabancılaşma kavramını, Hegel’den, Hegel de bu kavramı, Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’nden almıştır. Marx öncesi filozoflardan Feuerbach’ta da bu kavram vardır. Marx bu kavramı, Hegel ve Feuerbach’tan farklı bir şekilde kullanır. Ona göre, üç farklı yabancılaşma vardır: Ekonomik, politik ve dinsel yabancılaşma. Marx, bunlardan, ekonomik yabancılaşma üzerinde geniş olarak durur.

Marx’ın ilk çalışmalarında, yabancılaşma (Almanca: Entfremdung) doğal olarak birbirine ait olan şeylerin ayrılmasını veya dengeli bir uyum içerisinde olan şeyler arasındaki antagonizmi ifade eder. En önemli kullanımında bu kavram, insanların insan doğasının hallerine yabancılaşmasına atıfta bulunur.

Marx, yabancılaşmanın kapitalizmin sistematik bir sonucu olduğunu öngörmektedir. Teorisi, Feuerbach’ın, Tanrı’nın insanların karakterlerini yabancılaştırdığı düşüncesini tartıştığı Hristiyanlığın Özü (1841) çalışmasına dayanır. Stirner, bu analizi The Ego and Its Own (Ego ve Kendi – 1844) çalışmasında “insanlığın” birey için bir yabancılaşma ideali olduğunu açıklayarak daha ileri götürmüş, ancak Marx, Alman İdeolojisi’nde (1845) onu eleştirmiştir.

Yabancılaşmış bir insanın hayatını insanın özüne aykırı bir hayat tarzı veya insan doğasına uygun düşmeyen bir yaşam şekli olarak tanımlayan Marx, eserinin çeşitli yerlerinde işçilerin ürünlerinden uzaklaşıp, onlara yabancılaştıklarını; onların içinde çalıştıkları çevreyle yabancı ya da düşmanca bir ilişki içinde bulunduklarını; icra ettikleri işi, o doğal insani arzu ve özlemlerine en azından ilgisiz olduğu için, kendilerine yabancı bir şey olarak deneyimlediklerini; işbölümünün, insanları katı kategorilere ayırması ve insanların faaliyetlerini birbirleriyle yabancı bir ilişki içine sokmasından dolayı yabancılaştırıcı bir sürece tekabül ettiğini; iktisadi sistemin, insanları başka insanların ihtiyaçlarına karşı kayıtsız hale getirerek birbirlerine yabancılaştırdığını söyler.

Marx’ın yabancılaşma anlayışı, şu halde, onun insan doğasına veya insanın özüne dair görüşlerine bağlıdır. Ona göre, insanın özünü belirleyen birinci unsur, onun her şeyden önce bir türün, yani insan türünün üyesi olan ve bu durumun bilincinde olan bir varlık olmasıdır. İkincisi, insan yine özü gereği, başka insanlarla karşılıklı ilişki içinde bulunan bir “sürü hayvanı” ya da “sosyal varlık”tır. Üçüncüsü, insan nesnel bir varlıktır; dolayısıyla o, içine kapanmak yerine, dış dünyaya yönelir ve kendisini üretim yoluyla ya da emeği sayesinde gerçekleştirir. Yani insan, alet yapan, üreten bir varlıktır. Bununla birlikte, onda üretim kavramı insanın diğer özsel güçlerini dışta bırakmaz. Nitekim insanın kendisini rasyonel olarak belirlemesi, bilim ve sanatsal faaliyet, Marx’ta özgür insanın üretiminin özsel bir bileşeni olmak durumundadır. 1- Evrensel, 2- Özgür, 3- Bilinçli (ya da rasyonel olarak kontrol edilen), 4- Toplumsal açıdan üretici faaliyete, sadece insan yetilidir. Beşinci bir kapasite ya da üst kapasite ise, 5- Çok sayıda beceri ve meziyetin, biri ya da ikisinin etkin Yabancılaşma Üzerine… gelişimini ihmal etmeden, geliştirilme yani bütünsel gelişme kapasitesidir.

İnsan, Marx’a göre, kapitalist düzende söz konusu özsel niteliklerinden uzaklaşır, özüne yabancılaşır. Yabancılaşmanın bütün boyutlarıyla vuku bulduğu yer, paradoksal olarak, dinamik üretkenliğiyle, herkesin ihtiyaç duyduğu her şeye sahip olabileceği bir toplum düzeni yaratmaya fazlasıyla elverişli durumda olan burjuva kapitalist düzenidir. İşçi bu düzende her şeyden önce emeğine yabancılaşır. İşçi kapitalist düzende, yoğun işbölümünden dolayı, üretim eylemine de yabancılaşır. Marx’a göre, kapitalist düzende üretim, eylemleri mühendislik hesaplarına göre dikkatlice ayarlanan veya belirlenen bir kolektif işçi tipi sayesinde arttırılır. Üretim süreci büyük bir titizlikle planlanır, çok çeşitli işlemler birbirlerinden ayrılıp bağımsız hale getirilirken, işçiler de başat özelliklerine göre sınıflanır ya da gruplanırlar. İşçi artık üzerinde en küçük bir etkisinin bulunmadığı üretim faaliyetinde basit bir vida sıkıcısıdır. Çok daha önemlisi işçi kapitalist düzende emeğinin ürününe yabancılaşır. Çünkü o kendi ürettiği ürünün şöyle ya da böyle, en sonunda tahakkümü altına girer. Bu üç düzeyde yabancılaşma, Marx’ta yabancılaşmanın birinci boyutunu ortaya koyar: Tinsel yabancılaşma, yani bireylerin kendilerini olumlayamamaları, doğrulayamamaları ve fiilen gerçekleştirememeleri durumu. Böyle bir yabancılaşma hali içinde, hakiki bir hayatın, dolu dolu bir yaşamın bütün içeriği boşalır, insanlar sadece hayatlarının değil, fakat kendilerinin de boş ve değersiz olduğu hissine kapılırlar.

Yabancılaşmanın insanın türsel varlığına veya başka insanlara yabancılaşmasıyla ilgili olan dördüncü düzeyi, bize yabancılaşmanın ikinci boyutunu, özgürleşmenin önündeki, kişisel olmayan veya anonim bir nitelik arz eden engelleri gözler önüne serer: Toplumsal yabancılaş- ma. İnsanın özünü ya da türsel varlığını ancak başkalarıyla ahenkli ilişkiler içinde, bireylerin özgürce gelişme ve hareket etme koşullarını hazırlamış bir cemaat hayatında veya komünal bir yaşamda gerçekleştirebileceği dikkate alınırsa, toplumsal yabancılaşma bireyin, kendi varlığının gerçek hayattaki görünümüne uygun düşen bir toplumsal zeminden yoksun kalması anlamına gelir. Nitekim “İnsanlar arasındaki şeyleşmiş ilişkilere”, der Marx, “ancak bu maddi güçleri kendilerine bağımlı kılan ve iş- bölümünü kaldıran bireyler son verebilir.” Bu da cemaat veya hakiki toplum olmadan mümkün değildir. Her birey kendi yeteneklerini her yönde geliştirme araçlarına yalnızca topluluk içinde sahiptir; dolayısıyla, kişisel özgürlük yalnızca cemaat içinde mümkün hale gelir.

Toplumsal yabancılaşma, Marx’a göre, kapitalizmde farklı şekillerde ortaya çıkar. Bunlardan biri, sadece işçiler arasında değil, fakat aynı zamanda kapitalistler arasında da söz konusu olan rekabet olgusudur. Marx, kapitalizmde üretim araçlarını elinde bulunduran kapitalistleri harekete geçiren ya da güdüleyen en önemli şeyin, onların olabildiğince çok kazanç elde etme arzuları olduğunu söyler. Kapitalistler, bu amaca ulaşabilmek için, ya yeni teknikler icat etmek ya da elde olanları geliştirmek suretiyle üretim araç ve teknolojilerini sürekli olarak geliştirmek durumunda kalırlar. Bu gelişmenin toplum üzerinde eskiye oranla çok daha fazla mal üretilmesi ve böylelikle de, üretim miktarının mütemadiyen artması ve teknolojik gelişmenin benzeri meslek ya da işleri icra eden insan sayısının sürekli olarak azalmasına neden olması yoluyla yoğun bir etkisi olur. Buna göre, maliyet azalırken kapitalistin kârı artar. Söz konusu üretim artışı sonucunda ortaya çıkan bu iki karşıt eğilim, rekabetle daha da belirginleşir. Daha fazla mal satmak ve böylelikle daha çok kâr etmek isteyen iş adamı, rakiplerini aşmak, alt etmek durumundadır. O bunun için fiyat kırar. Aynı üretim teknolojisinden rakipleri de yararlanacağı için, kapitalistin maliyeti biraz daha düşürebilmesinin tek yolu, Marx’a göre, emeğin payının, işçiye ödenen ücretin düşürülmesidir. Makineleşmeden dolayı zaten artan bir işsizlik söz konusuyken, işçiler bu yeni durum karşısında, var olan işler için kendi aralarında kıyasıya bir rekabete girer ve daha az ücretle çalışmayı kabul ederler. Başka bir deyişle, Marx’a göre, kapitalist sistemde insanlar sadece zengin olmak için değil, fakat karınları doyurabilmek için de, birbirlerini ezer ve adeta yerler.

Toplumsal yabancılaşmanın başka bir görünümü ise, Marx’a göre, her türden fetişizmdir. O, modern kapitalist toplumun yalnızca teknolojiye değer vermekle kalmayıp, teknoloji tarafından üretilen nesnelere taptığını da söyler. Bu düzende insanlara gösterilen saygı, verilmesi gereken değer, teknolojiye ve teknoloji tarafından üretilen nesnelere verilir. Böylesine gerçek bir fetişizm içinde, insanlar birbirlerini değeri olmayan makine ya da araçlar olarak görürlerken, makineler de tanrılaştırılır. Kapitalist toplum düzeni, şu halde, insanları birbirlerinden tümden uzaklaştıran, toplumun insan için dayanılmaz hale geldiği, ahlâksız bir düzendir.

Marx kapitalizm eleştirisinden veya kapitalist toplum düzeninde yabancılaşmanın boyutlarına dair analizinden üç sonuca ya da teze ulaşır:

1-     Kapitalist toplum düzeninde yaşayan insanların çok büyük bir çoğunluğu yabancılaşmıştır.

2-     Bu yabancılaşmanın temel nedenleri, kapitalist üretim tarzı hâkim olduğu veya varlığını devam ettirdiği sürece ortadan kaldırılamaz; dolayısıyla, yabancılaşmış insanların, bu düzende özgürleşebilmeleri ya da kendilerini gerçekleştirebilmeleri mümkün değildir.

3-     Dolayısıyla, yabancılaşma ancak post-kapitalist bir düzen veya üretim tarzında ortadan kalkabilir; insan yalnızca burada özgürleşebilir.

Marx, kendisinde insanın her şeye yabancılaştığı bir sosyal düzen olarak tanımladığı kapitalizmin yıkılması gerektiğini ve kapitalizmin yıkılışının yalnızca devrim, yani şiddet yoluyla olacağını söylemiştir. Kapitalizmden sosyalizme geçişin barış yoluyla gerçekleşememesinin nedenini Marx, devletin, toplumun zenginliğini kontrol altında bulunduran egemen sınıf tarafından kullanılan bir araç olduğu görüşüyle açıklar. Egemen sınıf bu araç ya da aygıtı, kitleleri sömürmek amacıyla kullanır. Devletin tüm öğe ve birimleri, Marx’a göre, statükoyu korumak için düzenlenmiş, yani egemen sınıfın iktidarını sürdürebilmesi için ayarlanmıştır. Mahkemeler, polis ve hatta hükümet, Marx’a göre, yönetici sınıfın çıkarlarını korumak için vardır. Bunlar, bir başkaldırıyla karşılaşıldığı takdirde, hemen bastırırlar. Bundan dolayı, proletaryanın devrim dışında bir yolla egemen olabilmesi mümkün değildir.

Marx için yabancılaşmanın ana nedeni paranın tiranlaşmasıdır. “İnsanın ürettiği bir ürünün değişiminde, insan emeğinin değişimi insanın gerçek özgün davranışıdır,” diyerek Aristo’ya atıfta bulunur. Marx insanın gerçek bilinç ve kendine özgü varoluşunun toplumsal hareket ve tatmin olduğunu söyler.

İnsan doğasının gerçekleşmesi

Dahası insan doğasını gerçek ortak yaşamda görmez ve bu şekilde var olmaz ise, insan kendi ortak yaşamını yaratarak kendi ortak insan doğasını oluşturur. Daha sonra Aristo gibi özgün ortak yaşamın düşünceden değil de materyal özden, ihtiyaçlardan ve bencillikten kaynaklandığını iddia eder. Ancak Marx’ın dünya görüşüne göre, yabancılaşma sürecinde insan etkileşimine nesneler arası bir ilişki gibi ikinci derece bir önem verileceğinden dolayı yaşam, gerçek ortak bir yaşam biçimi oluşturulması için insana göre düzenlenmelidir. Tek başına bilinçlilik yeterli değildir.

Yabancılaşma ve mal sahipliği

Yabancılaşmayı mal sahipliği ile ilişkilendirirken Marx, yabancılaşmanın insanlar arası ilişkiyi mal sahipleri arası ilişkiye dönüştürdüğü sonucunu çıkarır. İhtiyaçları karşılamak için, ticaret ve sermaye ilişkisi açısından bir eşitlik yaratmak adına mal değiş tokuşu yapılmak zorundadır. Buna emek-değer teorisi denir. Malın şahsiliği kalmaz. Artık daha sonra onu gerçek bir değer olmasını sağlayacak bir değişim değeridir.

Yabancılaşmanın nedeni

Yabancılaşmanın nedeni üretim ve paranın özel mülkiyeti üstüne inşa edilen kapitalizmde aranmalıdır. Kapitalist işi, işçi sınıfını sömürecek şekilde düzenlemiştir. Gerçekte kapitalist sınıf zenginleşirken aynı anda hayvanlaşma seviyesine geri dönülmüştür.

Kaynakça: gizliilimler.tr.gg / Karl Marx ve Yabancılaşma Teorisi