02 Nisan 2013

Mucizevi Mandarin - Aslı Erdoğan


Oysa insanın bir başkasını küllerinden bile olsa yeniden yaratmak istemesi, sonsuz bir yetki üstlenmeyi, bir tanrı olmayı arzulamasıdır. Bu da onun acı çekmesini ya da ölmesini istemekten daha masum değildir.

Seni nasıl böylesine hırpaladılar? Aşk sözcüğünü duyar duymaz karmakarışık korkulara kapılıp gitmene, iki insanın birbirine en yakın olması gereken zamanlarda, uçuruma yuvarlanır gibi kendi içine dönmene; bakman, istemen ve sorman gerektiğinde başını öne eğmene; kafanı yastıkların altına gömmene kim neden oldu? Senden neyi esirgediler?

 Bir insanı gerçekten sevmek, onun tuhaflıklarını, hiç kimsenin, kendisinin bile benimseyemediği, hatta fark etmediği huylarını sevmektir.İnsanların en esaslı yönleri uyumsuzluklarında saklıdır çünkü.

 Bir sehir, ancak icinde sevdiginiz biri olunca yasamaya baslar.

Bazen bir dusten uyanir gibi hayatimdan uyanmayi bekliyorum, ama inan, soz ettigim olum degil gene.

 Benim cehennemim ne topraklarimda, ne de buradaymis. Onu kendi icimde tasiyormusum, tipki cennet duslerim gibi.

Bir insanı gerçekten sevmek, onun tuhaflıklarını, hiç kimsenin, kendisinin bile benimseyemediği, hatta fark etmediği huylarını sevmektir. İnsanların en esaslı yönleri uyumsuzluklarında saklıdır çünkü.

Su ya da bu oldugu, sana sundan ya da bundan soz actigi icin degil, seni sevdigi ve hep sana dondugu, ona ne kadar kotu davranirsan davran, bir kopek gibi surekli geri dondugu icin birini sevmek...

Yarısı Tanrı'ya, yarısı insana ait bir semt burası, her adım başında bir cami, yaşamsız insanlara sonsuzluk vaat ediyor.

Acilarla dolu bir gecmis ve korkutucu gelecek arasinda donup kalmis, icinde bulundugu ana da bir turlu ulasamamaktadir. Kactigini sanirken asil simdi kapana kisilmistir. Gocmenlige dair soyleyebilecegim tek iyimser soz su: insana hayati bu denli iyi belleten bir baska deneyim bilmiyorum.

Birbirimizi en gizli köşesine dek tanırdık, gözlerimiz diğerinin karanlığına çoktan alışmıştı.

 Devam, son hızla yola devam! Evimin önünden geçiyor, durmuyoruz. Bir beyazlığın içinde yitip gider gibiyiz ve bu gidişte bir parça iç huzuru buluyorum. Artık yalnızca giderek, sürekli, hiç durmadan, dönüşü düşünmeden giderek dayanabiliyorum.

 Bedenini yok etmek ve yeniden yaratmak. Yitirdiklerini yeniden yitirmek. Unutmak. (…) Hiçbir şey ummamak, hiçbir şey beklememek. Bir taş, bir ağaç, bir toz zerresi olmayı öğrenmek.

 Bir zamanlar katlanamadığı ülkesi, şimdi yitik, düşsel bir cennete dönüşmüştür, ama artık o, düşlerine de inanmaz. Acılarla dolu bir geçmiş ve korkutucu gelecek arasında donup kalmış, içinde bulunduğu ana bir türlü ulaşamamaktadır.
*
 Ancak sen ilgilendiğinde kanamaya başladı yaralarım, oysa hep oradaydılar.

 Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış. Gelgelelim güzel kadının her dokunuşunda mandarinin bedeninde yeni bir yara beliriyormuş, dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar. İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar. Sonunda mandarin kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş.

 Sıkı sıkı yapışabileceğim, bağlanabileceğim bir şeyler aramıştım sürekli. Yaşamı yaşamaya değer kılacak bir inanç, bir düşünce, bir insan olmalıydı bir yerlerde.

 Suların akışı, avuçlardan sızıp gitmesi tanımsız bir acı veriyor bana. Güzel olanla birlikte çirkinin de sürekli yok olmasının yarattığı korku da diyebilirim. Geçmişe duyulan özlemden söz etmiyorum; geçmiş bugünden daha mutlu değildi, olup olmadığını hiç sormadım kendime. Zamanın durdurulamayan akışından, sürekli ‘bu an’ın geçmiş oluşundan duyduğum o iç sızısını anlatıyorum. Sanki büyük bir ırmak boyunca gidiyorum; hiçbir yerde durmama ve kıyıya çıkmama, hiçbir şeye ikinci kez bakmama izin yok. (…) Görebildiğim kadarını görmek ve hemen unutmak zorundayım. Bunun bir gelecek korkusu, hatta gizli bir umut olduğunu söyleyebilirsin, ya da o tanıdık, eskimiş ölüm duygusu. Bence değil; ölüme doğru kaçınılmaz yol alışı ben de herkes gibi unutabiliyorum. Anların, hiç var olmamış gibi birbiri ardına yitmesinin yalın hüznü söylediğim. Belki de bu yüzen hep izler istiyorum, kanayan, kabuk bağlayan yaralar, belki de gerçek ölümler.

Ruhundaki yıkımı biraz olsun denetleyebilmek, geciktirebilmek için ne yapabilir ki insan? Sarhoş olabilir, sevişebilir, ağlayabilir, yazabilir,

 Irmakları bile tersine çevirebilen tek güç bellek…Hiçbir şeyi unutmak olası değil. Günü gelince anılar belleğin diplerinden su yüzüne vuruyor teker teker.

 Ne saçma, ne umutsuz. Yok olup gitmiş bir aşkı yeniden yaratmaya kalkışmak. (…) Ne saçma, ne umutsuz. Bir boşlukta, ne olduğunu bile hatırlamadığın bir şeyi aramak. Bütün taşları teker teker kaldırıp altlarına bakarak, bütün kovuklara, deliklere, çukurlara ellerini sokarak, çılgınca aramak. Oysa her defasında yeniden, yeniden bulduğun umutsuzluk sadece.

 Biliyorum, bir insanın sevgisini kaybetmek, zorlukla ulaşılmış bir doruktan aşağı yuvarlanmaktır.