02 Mart 2013

İnkar - Eddi Ante

İçerik

“Hayatın kitabı var mıdır baba?” diye sordu.
“Hayatın mı, senin hayatının mı?” diye yanıt geldi.
“Benim hayatımın baba. Yol ayrımına geldiğimde hangi yöne gitmem gerektiğini gösterecek, iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı ayırt edebileceğim bir kitap mutlaka var ancak O'na nasıl ulaşırım?”
“İyi ve doğrular Bir’dir. Yanlış ve kötülüklerinse sonu yoktur. Kimine göre herkes kendi hikâyesini yazar, kimine göre de ne yaparsan yap hikâye de, sonu da önceden bellidir. Kimi de kendi kitabından kendisi için bir kitap yazar.”
“Hepimizin yazgısına karar veren Bir mi?”
“O'na isim takmak hatta O'nun hakkında fikir yürütmek bile bizim gibi kısıtlı zekâların işi değildir.”
“Onu bir görsem inanacağım baba!”
“Zamanı gelince O kendisini sana gösterecektir. Ancak sen gördüklerine inanacaksan bil ki sadece inandığın kadarını göreceksin hayattan.”
Çocuk duraksadı ve düşünceye daldı.

Asırlar boyunca milyarlarca insan aynı soruyu sordu. Kendi varlıklarını sorgulamayan insanların cevapları az oldu. Hâlbuki inananların soruları azaldı. Hayat senli de sensiz de devam edecek. Bunu ister kabul et, ister etme!
Bu kitapta hayatına anlam ve amaç arayan kişiler için bazı cevaplar mevcuttur. Bana gelen yanıtları aktarmaya çalıştım ancak cevapların tümü sizde. Yapmanız gereken tek şey kendinizi arayıp bulmak ve tanımak…
Hayat bilgi toplamakla başlar, sonra maddi dünyadan maneviye geçerek devam eder. Zamanı gelince hayat sorgulanır ve ardından ölümü tadıp meleklerle aşk yolunda hakikate ulaşılır. Okuduğunuz bir din ya da tarih kitabı değildir; bu sadece insan olmanın ve insan olmayı hatırlamanın bir durağıdır. Anlayanlar anlamayanlara günü gelince anlatır artık… 

 ***

Güneş hiç bir zaman batmıyor, hep aynı sıcak ve ışıl ışıl; dönen, sönen ve karanlıkta kalan bizleriz. Güneş karanlığı tanımaz. Ay da güneşsiz parlamaz. Ya hasat vakti gelince? Buğday mı yeşerir yoksa yeşerdiğinde mi hasat zamanı gelmiştir?
Bu satırları okuyup ta Mutlak Hakikati sorgulayan herhangi birine verilecek tek bir cevap vardır. Tanrının varlığını sorgulamak yerine kendi varlığını sorgula. Çünkü sorgulamak şüphe etmektir. Şüphe içinde Mutlak Güven bulunmaz.

Güven olmayınca da teslimiyet olmaz… Bil ki sen yoksun. Bunu hakikaten anladığında yalnız senin var olduğunu, Tek olduğunu, tüm evrenin senin etrafında döndüğünü ve senin merkez olup her canlının sadece sana hizmet etmek ve senin de onlardan menfaat beklemek için burada olduğunu göreceksin. Çünkü “O” gökler üstündeki sayısız suların üzerinde her yerdedir…

Attığın her adımda, uğruna yola çıktığın her davanın sonunda ne olabileceğini düşünmeden ilerlemeye devam etmelisin.
Yalnız olması gerekenler oluyor ve olacak. Olmadıysa da henüz, olacaktır nasılsa… Hangi seçeneği tercih edersen et, karar senin ve o yol üzerinde yönlendirileceksin. Yazgını sevmek ya da onu değiştirmek yerine sen kendi yazgını bul, oku ve uygula… Bu, şu veya o yolun elbet bir devamı var.

Onu kestirmek sana düşmüyor; sen sadece yaşamakla yükümlüsün.
Tercihen “mutluluğu” arayarak yaşamakla… Unutma ki, olan bitenin olduğundan başka türlü olma ihtimali yoktu.
O yüzden keşkelere sığınma.

Cenneti hakikaten bulmak istiyorsan cennetin kendisi olmalısın! Ben kendimi sevmeliyim ki başkalarını da seveyim. Ben kendimi tanımalıyım ki başkasını da tanıyayım. Ben kendimi anlamalıyım ki başkalarını da anlayayım. Ben her şeyi kendim için yapanım ve kendim için yapmalıyım. Ben kendim için giden olmalıyım…

Bunu da ne zaman yapmalıyım?
Bugün, şimdi ve hemen.

Ben hem her şeyim hem her şey Benim ve Ben’im diyebilmelisin.

Hemen her gün yasak ağaçların meyvelerinden bizlere sunuluyor. Duruma göre ya yiyor ya dokunmuyoruz…

Ya da yiyip inkâr ediyoruz. Vazife ve yükümlülüğümüz, tüm neslimize ilham vermek ve pişmanlık yolunda adım atmalarını sağlayıp, Allah’ın arabası haline gelip önde yürümektir. Ruhla bedeni bir, suyla kabını da aynı tutmalıyız.

Bizler her insanın içinde mevcut olan potansiyeli ve doğuştan yapmak üzere meyilli olduğu fırsatları gerçekleştirmesinden sorumluyuz…

İşin doğrusu hepimiz, herkesten, her şeyden, olan bitenin tümünden sorumluyuz. Hiç tanımadığım bir ülkenin bilmediğim bir şehrinde daha önceden görmediğim birisi açsa, ya da uzak bir diyarın adı sanı bilinmeyen bir yerinde cahil birisi varsa hepsinden ayrı ayrı ve birlikte ben sorumluyum, siz de aynen öyle. Her gece cebimde fazladan duran madeni para bir başkasının fakirliğine sebep oluyor, her tok karnına yediğim lokma bir kişinin açlığına sebep veriyor. Hayatı her gün son gün gibi değil tek gün gibi yaşarsak o zaman herkesin, her şeyin kıymetini biliriz.

Çünkü gördüğümüz dünya tek ve Tek Bir Allah var. Maalesef İsmi ve Tekliği Bir değil!
Ayakta uyuyorsun, uyuduğundan dahi haberin yok! Öldüğünde mezarından uyanacak ve her şeyin bir rüya olduğunu anlayacaksın…

Aynı, rüyanda ölünce yatağında gözlerini açıp uyandığın gibi…

Bu âleme gelenlerin ilk tepkileri çok ilginçtir. Akıl ve idrak, inkârla ikrar, evvel ve ahir, zahirle batın, bilgeyle sersem, beden ve ruh, insanla melek kavramları birbirine girer, karışır. Sebat et hele anlayacak, hatırlayacaksın her şeyi…

Bir şeyin var olduğunu ancak o yok olursa anlarız, yazık değil mi? Biz de yok olmadığımıza göre demek ki var değiliz; yok’uz.Sen, ben veya o diye bir şey yok. Varlığının bireysel olduğunu, sonsuz Tek’ten bağımsız olduğunu sandığında bil ki rüyadasın, hayal dünyasındasın. Yoksun!

Aklı olanın düşleri yoktur, gözleri açık rüya görmezler fakat yine de yaşarlar. Acıları ve neşeleri bir haldir, düşüncedir, süreçtir. Onlar kafalarına giren binlerce düşünceyi dahi kontrol etmek çabasında olan insanlardır. Olumsuz bir düşünceyi çıkartıp yerine olumlu bir tanesini yerleştirmeyi becerebilen ender “mutlu” kişilerdir.
Onlar hep geleceğin tarihini yazmaya çabalayanlardır.

Bilmedikleri, aklın olduğu yerde kalbin olmadığı gönlün durmadığıdır. Aklı kalbinin içine yerleştirmelisin.

Anlamazlar ki zekâ, duygu ve hisleri inkâr eder, oluşu dahi anlamaz, yok sayar. Bir bildikleri vardı elbet ancak bilmedikleri ve henüz öğrenmedikleri çok şey de vardı orası aşikâr.

Bildiklerini okumak yerine bilmediklerini okumayı deneselerdi kim bilir nerede, ne zaman, ne farklı olurdu…

O yüzden iyisi mi aklını değil akıl kullan!

Dost dediğin Bir Tek O’dur başkası yoktur. Ne yanına gelen birisi için sevin ne de gidenin arkasından üzül.

Bil ki sana yalnızca O ve zaman eşlik edecektir. Sığınacağın son kalenin O olduğunu anladığında
O’ndan başkasına da ihtiyacın olmadığını göreceksin! Dost acı söyleyince dost bildiği kişi de söz dinlemeyi bilsin!

Dikkat et, kimseye ihtiyacı olmadığını söyleyen insanların aslında herkese ihtiyacı vardır.
Kimseye değer vermiyor gibi gözüken insanlar kendilerine değer vermiyordur. Sır, her şeye sahibim ve ben her şeyim diye kendini bilmekte yatıyor.

Yüzlerce insan çırılçıplak yaşarken, içlerinden bir tanesi kim olduğunu anlayabilmek ve unutmamak adına bir şapka yapıp kafasına takar. Günlerden bir gün rüzgâr alır şapkasını uçurur. Bir başka adam bu şapkayı bulur ve kendisi takar. Ormanda dolaşırken şapkalı adamı gören şapkanın ilk sahibi çok şaşırır. Adama doğru gider.
“Ben senin kim olduğunu gayet iyi biliyorum. Bilmediğim benim kim olduğum” der.

Hayat bir ritimdir. Güneşin doğuşu, yeniden doğuşu, nabzın atışı, kalbin kan pompalaması hepsi birer ritimdir.

Ritim ahenktir, uyumdur. Ritim olmazsa hareket olmaz, hareket olmazsa zaman olmaz.
Zamanın durduğu yerdeyse hayat durur sonsuzluk başlar. Zaman zihindedir; bilinçse sonsuzluktur.

Kıyaslamaya yatkın olan insan aklı en güzeli, en iyisi hangisidir diye yorar kendini. Müziğin en güzeli kafanın içinde yankılanan, başka kimsenin duymadığı, senin kendi bestendir. Şarkıların en keyiflisi senin kendinle baş başayken uydurduğun sözlerle mırıldandığın tınıdır. En güzel dans kimsenin seni seyretmediğini bilip de cesaretle yaptığındır.

Sırların en gizlisi havadaki bulut, topraktaki ağaç ve suyun damlalarına anlatıp unutmayacağındır.

Eddi Anter